8 Kasım 2010 Pazartesi
SON İTTİHATÇILAR ve CHP
Mihrac Ural
4 Kasım 2010
Son ittihatçılar yine kazan kaldırdı.
Baykal gibi bir siyaset kurdunu bile, darbeyle evine gönderdiler. Yakup Cemil’lerin harman olduğu bu yapının amansız silahşorları için olmaz diye bir şey yoktur; Atatürk bile İzmir suikastından güç bela kendini kurtarabildi. Baykal’a kendi mezarını kazıtmadılarsa bunu 21.yy da yaşıyoruz olmamıza bağlayalım. Oyasa Baykal, tüm evsafıyla bir ittihatçıydı; tek boyutlu milliyetçi algıları ve bu algıların sistemini, yılanı deliğinden çıkaracak argümanlarla dile getirendi; anayasal vatandaşlık, Türkiyelilik vb hokkabazlıklarla, farklılıkların kendilerini tanımlamayı engelleme becerileri sergileyendi.
CHP’de Baykal dönemi sona ererken, “CHP, Sözün Bittiği Yerdedir” diye başlık attık.
Artık sözün bittiği, pratik adımların atılmasının zorunlu olduğu bir kesitle yüz yüze kalındığını ifade ettik. Ancak söz de bitse yol da bitse genetik şifreler bildiğini okumaya devam ediyordu.
CHP, kuruluş algısındaki ortak ülkemizin tüm mozaiğini içinde taşıması gereken bir parti. CHP, heterojen bir cephe olarak sosyal demokrat rolünü oynamayı da başarmalıdır. Uzun bir dönem milliyetçi ilkelik etkileri altında, farklılıkları ötekileştirici tutumlarla, kendi içine kapanmış ayakları yere basmayan bir konumdaydı.
Cumhuriyet dönemini bir kenara koyacak olursak, bu eğilim Ecevit’le başlayıp tırmanmıştır: Baykal’la da doruk yapmıştır. Tek ulus, tek bayrak, tek din, tek dil, tek mezhep gibi. CHP’yi tarihin çok gerilerinde bile yeri olmayan yaklaşımlara sürüklüyordu. Bu yaklaşımların açtığı yaralar ise olayların gelişimiyle doğru orantılı olarak büyüyüp durdu.
Baykal’ın bir biçimde tasfiyesi gerçek bir ittihatçı tasfiyeydi. Cumhuriyetteki Osmanlının tipik özelikleriyle dışlanan Baykal, CHP derin güçlerinin rahmet darbesi altında köşesine çekilmesi CHP’deki sorunların sonunu getirmedi;getiremezdi de. “Bu ülke bizimdir biz ne istersek o olur kim istersek o gelir” diyenlerin siyasal mirasçıları "bu parti bizim, istediğimizi istediğimiz zaman getirir, istediğimiz zaman da harcarız" demekten çekinmemiştir. Bu akıl işini bilen bir akıl, "katli vacip" diyen Osmanlının ardılı olan, "ne pahasına olursa olsun tasfiyesi gerek" diye devam eden bir akıldır. Boşluk tanımayan nefes aldırmayan bir akıl. Bu akıl CHP'yi de ahtapot gibi sarmalamıştır. Partinin tüm nefes kanallarını da tutmuştur; istediği an açar, istediği an kapatabilir. Böylesi bir partide insiyatif koymak zor zanaattı. Riskli ve belalıdır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun başkanlığa getirilmesi bu ekibin işiydi, yumuşak huylu, ele avuca sığar biri gibi duruyordu. İttihatçı ekip, bu açıdan rahat bir seçim yaptığı inancındaydı. Nasıl olsa eski tüzük gereği, sultaları altında asayiş berkemal.
Ancak hasta adam iyileştikçe eski genetik eğilimlerine dönmesi gibi, CHP de sular durulmadı. İttihatçılar bir biçimde darbe yapacaklar, teşkilatı Mahsusiye’nin silahşorları da hazırdı. Geriye dere geçerken at değiştirmek kalıyor.
Yani herkesin aksine, dere geçerken çok dikkatli, sakin ve birbirine tutkun olmak gerekirken, ittihatçılar için en uygun an bu an oluyordu. Yaklaşan seçimleri dere sayacak olursak referandumda CHP’nin Kemal Kılıçdaroğlu’yla gösterdiği olumlu performans nedeniyle bu işin suvarisi de Kemal Kılıçdaroğlu sayılacaksa işte tam zamanı bu zamandı. Dere geçerken at değiştirilecekti. Boğulan boğulur, kalan sağlar bizimdir; zaten ittihatçılık dar kadroculuktur genişlemeyi ve geniş temsili asla istemez bunalır, sıkılır. Statü tutkunluğu da buradan gelir, halka üstten bakmak da…
Sonuçta İttihatçılar yapacağını yaptılar. Kılıçdaroğlu’nun yükselişini gemlemeye çalıştılar.
Ancak yumuşak atın tekmesi pek olur derler ya, olanda buydu.
Kemal Kılıçdaroğlu yeni tüzüğü onaylatmanın verdiği rahatlıkla partiye hakim olma atılımı yaptı. Darbeye karşı darbeyle cevap verdi; bunun adı da hukuk savaşı oldu.
Darbe girişimi yapanlar belli ki son ittihatçı olacaklar. CHP bu darbe girişimini sağlıklı bastırabilirse yeniden bir düzenlenmeyle halkın karşısına çıkma ve iktidara talip olma şansını değerlendirebilecek. Çağdaş normlarla demokratik vizyonuyla var olacaktır.
Bunun için, CHP’yi modern faşist bir parti konumuna getiren milliyetçi algılarından sıyrmak gerek.
CHP’yi Modern Faşist bir parti olarak tanımlamayı, MC yerine Ecevit Başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetinin icraatına ilişkin olarak belirlemiştik. Bu yaklaşım, aşırı bulundu. Uzun süre de yazınımızda kullanmadık.
Baykal dönemi Ecevit dönemini aşan bir ilkellikle milliyetçiliğe saptıkça, Kürt özgürlük hareketine karşı aşırı şoven yaklaşımlar sergiledikçe ortaya konan siyasal tutumları faşizan tutumlar olarak değerlendirdik. CHP, literatürümüzde bir kez daha Modern Faşist tanımlamasıyla yüz yüze kaldı.
CHP, yeni bir sosyal-siyasal-ekonomik yaşam planıyla kurulduğu iddia edilen Türkiye Cumhuriyetinin tüm bileşkelerini temsil edeceği var sayılmıştır. Ancak tam tersi bir duruma, tek boyutlu milliyetçiliğe düşmüştür. Özellikle 1929 dünya ekonomik krizi ve ardından gelen, Avrupayı kasıp kavurarak II. Dünya savaşına yol açan Faşizim-Nazizm koşullarında her türden farklılığa karşı ırkçı bir tasfiyece yönelim sergilemişti. Muhalefete düştüğü 1950'li yıllarda ise kimliğini yitirmekle karşı karşıya kalmıştı.
CHP, bundan sonra toparlanamadı. Seçimle sağlıklı bir iktidar oluşturamadı. İktidara yürüme yönünde Ortanın-Solu, ya da demokratik-sol söylemlere sarıldıkça milliyetçi bir söylemin bir kaz daha ağır bastığı görüldü. Baykal döneminde milliyetçilik, ülkemizin temel sorunlarının yükselişine paralel daha da derinlik kazandı. Öyle ki, CHP bu milliyetçi yönelimi sonucunda küçüldükçe küçüldü, ülkemizin birçok alanında oy alma şansını bile yitirdi.
Bu büyük çöküş gerçekte ülkemiz siyasal ortamının zenginliğinin erezyona uğraması anlamına geliyordu. CHP’yi yeniden sosyal bir demokrat çizgiye getirme çabasına giren Erdal İnönü gibilerin çabaları bile, bu son ittihatçıların yol kesen girişimleriyle tıkanmış ve tasfiye edilmişti. CHP ülkemiz gibi kimliğini yitiren bir parti durumundadır.
Bu gün CHP'nin önünde duran en önemli sorun da budur; kimlik sahibi olmak. Bunun için kendine yeni bir kader çizme sorumluluğuyla karşı karşıyadır demek yanlış değildir.
Bunun için yapılacak çok iş var.
Öncelikle son ittihatçılardan kurtulmanın yollarını bulmalı ve bunu geri dönüşü olmayan şekilde yerine getirmelidir. Bu çaba kişilerin tasfiyesinden çok ittihatçı algıların tasfiyesi olarak ikame edilmelidir.
Bu süreci hızla halktan yana, özgürlüklerden yana, demokrasiden yana en açılımcı tarzda ortaya koyarak halkın karşısına çıkmalıdır. Dini siyasete alet edenlerin karşısında özgürlük ve demokrasi konusunda geri planda olunmadığı beyan edilmeli, gerçekçi, yapılabilir önerilerle de gösterilmelidir.
Bunun yolu, Kurt meselesinde ortaya konacak tutumdan geçer.
Bu da yetmez, ortak ülkemizin tüm farklılıklarına karşı kurucu eşitler olarak yaklaşım yapan bir siyasal program gerektirir; kimsenin ötelenmediği, halkın vergileriyle oluşan bütçeden eşit ve adil bir biçimde yararlandığı, hak ve taleplerin makul ölçekler içinde tatmin edildiği, yeni anayasayla güvenceye alındığı ortaya konmalı.
CHP, ülkemizi sarmalamakta olan AKP ve her boyutuyla Cemaatlerin sivil diktatörlüğüne karşı, demokratik açılım ve özgürlük önermeleriyle kendini yeniden tanımlamalıdır. İktidara talip olmanın yollarını bunlarla döşemelidir.
Bu açıdan Kemal Kılıçdaroğlunun en azından önümüzdeki seçimlere kadar bu süreci derinleştirme ve dönüştürme çabaları içinde olma gerekliliği açıktır. Kendini demokratik bir çizgide gören CHP’lilerin ise Kılıçdaroğlu’na destek vermeleri, halkın karşısındaki CHP vitrini içinde hayati öneme sahiptir.
CHP biat kültürünün partisi değildir. Bu açıdan içindeki kaynamaların vahiyle biteceğini kimse beklemesin. Bu kaynamayı zenginliğe dönüştürebilenler CHP’yi iktidara taşıyacak olanlardır.
Bizlere gelince,
Bizler, sistemin hiçbir siyasal gücü demokrasiyi gerçek anlamda ikame edebilme potansiyellerine sahip olmadığı kanısındayız. Böyle düşünmemizin bilimsel gerekçeleri de bulunmaktadır.
Evrensel ölçekteki değişimleri doğru izleyen herkes bilir ki, tek ulusçu algıların ürünü olan tüm devletler ve sistemler, bu gün itibariyle tarihi gelişmelerin gerisine düşmüş bulunmaktadırlar. İnsanlığın açılım ihtiyaçlarına yapısal olarak cevap verme durumunda değiller. Gerçek demokrasi ve özgürlük, bu sistemlerin hacmini aşan bir çap ve yoğunluktadır. Bu nedenle her demokratik açılımı kendine yönelik bir tehlike olarak algılar, bölünme kompleksi alıtnad refleksler gösterir. Farklılıkları düşman görür.
Oysa küresel yeni uygarlık, bu ilkel algıları aşabilen özgürlük uygarlığıdır. Yerelin en alt biriminden başlayarak evrenselin en geniş alanlarına yayılan bir özgürlük ve demokrasi savunusu ortaya koymadan dönemin gerçekçi taleplerini tatmin edecek bin siyasal yönelim ve başarı sağlanamaz.
Bu anlamda yerelin en küçük biriminde ortaya çıkan özgürlük talebini sonuna kadar desteklemeden insanlığı kapsayacak evrensel ölçekli bir demokrasi anlayışını ikame etmenin imkanı yoktur. Bu tutarlılık, var olan sistemleri birkaç boy aşan bir tutarlılıktır. Bu yaklaşım, Bugünden yarına ulusal devletleri ve işlevlerini yok sayma anlamına gelmiyor. Tersine yapılabilecek tüm yenileşmeler ve demokratik açılımları vakit kaybetmeden bu yapılar içinde ikame etmeyi içeriyor.
Bunun için, CHP’nin iyileştirilmesi yönünde atılacak adımlar toplumun tüm ilerici güçlerini ilgilendirir. Ülkemiz devrimci güçlerinin üzerine düşeni önemli görevlerin olacağı da kesindir. Milliyetçilikle mücadele bunların başında gelen bir görevdir.
Ortak ülkemizin aşması gereken birçok temel sorunu var. Bu doğru, ama bunların en tehlikelisi milliyetçiliktir. Bu veba demokratik güçlerdeki bulanıklığın da nedenidir. Sol güçleri milliyetçilik virüsüyle zehirlenmiş bir ülkede özgürlük ve demokrasi için kapı aralamak bu nedenle çok zordur.
Cumhuriyetteki Osmanlı bu kanaldan beslenerek toplumsal ilerlemeyi engellemektedir. Darbeciliğin her türü burada mayalanmaktadır.
Bu durum, geniş anlamıyla bizleri de CHP'deki son ittihatçılarla hesaplaşmaya yönelttiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun için CHP'nin demokrat güçlerini bu mücadeledeki başarıları için etkin olmaya çağırmamız gerek.
4 Kasım 2010
Son ittihatçılar yine kazan kaldırdı.
Baykal gibi bir siyaset kurdunu bile, darbeyle evine gönderdiler. Yakup Cemil’lerin harman olduğu bu yapının amansız silahşorları için olmaz diye bir şey yoktur; Atatürk bile İzmir suikastından güç bela kendini kurtarabildi. Baykal’a kendi mezarını kazıtmadılarsa bunu 21.yy da yaşıyoruz olmamıza bağlayalım. Oyasa Baykal, tüm evsafıyla bir ittihatçıydı; tek boyutlu milliyetçi algıları ve bu algıların sistemini, yılanı deliğinden çıkaracak argümanlarla dile getirendi; anayasal vatandaşlık, Türkiyelilik vb hokkabazlıklarla, farklılıkların kendilerini tanımlamayı engelleme becerileri sergileyendi.
CHP’de Baykal dönemi sona ererken, “CHP, Sözün Bittiği Yerdedir” diye başlık attık.
Artık sözün bittiği, pratik adımların atılmasının zorunlu olduğu bir kesitle yüz yüze kalındığını ifade ettik. Ancak söz de bitse yol da bitse genetik şifreler bildiğini okumaya devam ediyordu.
CHP, kuruluş algısındaki ortak ülkemizin tüm mozaiğini içinde taşıması gereken bir parti. CHP, heterojen bir cephe olarak sosyal demokrat rolünü oynamayı da başarmalıdır. Uzun bir dönem milliyetçi ilkelik etkileri altında, farklılıkları ötekileştirici tutumlarla, kendi içine kapanmış ayakları yere basmayan bir konumdaydı.
Cumhuriyet dönemini bir kenara koyacak olursak, bu eğilim Ecevit’le başlayıp tırmanmıştır: Baykal’la da doruk yapmıştır. Tek ulus, tek bayrak, tek din, tek dil, tek mezhep gibi. CHP’yi tarihin çok gerilerinde bile yeri olmayan yaklaşımlara sürüklüyordu. Bu yaklaşımların açtığı yaralar ise olayların gelişimiyle doğru orantılı olarak büyüyüp durdu.
Baykal’ın bir biçimde tasfiyesi gerçek bir ittihatçı tasfiyeydi. Cumhuriyetteki Osmanlının tipik özelikleriyle dışlanan Baykal, CHP derin güçlerinin rahmet darbesi altında köşesine çekilmesi CHP’deki sorunların sonunu getirmedi;getiremezdi de. “Bu ülke bizimdir biz ne istersek o olur kim istersek o gelir” diyenlerin siyasal mirasçıları "bu parti bizim, istediğimizi istediğimiz zaman getirir, istediğimiz zaman da harcarız" demekten çekinmemiştir. Bu akıl işini bilen bir akıl, "katli vacip" diyen Osmanlının ardılı olan, "ne pahasına olursa olsun tasfiyesi gerek" diye devam eden bir akıldır. Boşluk tanımayan nefes aldırmayan bir akıl. Bu akıl CHP'yi de ahtapot gibi sarmalamıştır. Partinin tüm nefes kanallarını da tutmuştur; istediği an açar, istediği an kapatabilir. Böylesi bir partide insiyatif koymak zor zanaattı. Riskli ve belalıdır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun başkanlığa getirilmesi bu ekibin işiydi, yumuşak huylu, ele avuca sığar biri gibi duruyordu. İttihatçı ekip, bu açıdan rahat bir seçim yaptığı inancındaydı. Nasıl olsa eski tüzük gereği, sultaları altında asayiş berkemal.
Ancak hasta adam iyileştikçe eski genetik eğilimlerine dönmesi gibi, CHP de sular durulmadı. İttihatçılar bir biçimde darbe yapacaklar, teşkilatı Mahsusiye’nin silahşorları da hazırdı. Geriye dere geçerken at değiştirmek kalıyor.
Yani herkesin aksine, dere geçerken çok dikkatli, sakin ve birbirine tutkun olmak gerekirken, ittihatçılar için en uygun an bu an oluyordu. Yaklaşan seçimleri dere sayacak olursak referandumda CHP’nin Kemal Kılıçdaroğlu’yla gösterdiği olumlu performans nedeniyle bu işin suvarisi de Kemal Kılıçdaroğlu sayılacaksa işte tam zamanı bu zamandı. Dere geçerken at değiştirilecekti. Boğulan boğulur, kalan sağlar bizimdir; zaten ittihatçılık dar kadroculuktur genişlemeyi ve geniş temsili asla istemez bunalır, sıkılır. Statü tutkunluğu da buradan gelir, halka üstten bakmak da…
Sonuçta İttihatçılar yapacağını yaptılar. Kılıçdaroğlu’nun yükselişini gemlemeye çalıştılar.
Ancak yumuşak atın tekmesi pek olur derler ya, olanda buydu.
Kemal Kılıçdaroğlu yeni tüzüğü onaylatmanın verdiği rahatlıkla partiye hakim olma atılımı yaptı. Darbeye karşı darbeyle cevap verdi; bunun adı da hukuk savaşı oldu.
Darbe girişimi yapanlar belli ki son ittihatçı olacaklar. CHP bu darbe girişimini sağlıklı bastırabilirse yeniden bir düzenlenmeyle halkın karşısına çıkma ve iktidara talip olma şansını değerlendirebilecek. Çağdaş normlarla demokratik vizyonuyla var olacaktır.
Bunun için, CHP’yi modern faşist bir parti konumuna getiren milliyetçi algılarından sıyrmak gerek.
CHP’yi Modern Faşist bir parti olarak tanımlamayı, MC yerine Ecevit Başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetinin icraatına ilişkin olarak belirlemiştik. Bu yaklaşım, aşırı bulundu. Uzun süre de yazınımızda kullanmadık.
Baykal dönemi Ecevit dönemini aşan bir ilkellikle milliyetçiliğe saptıkça, Kürt özgürlük hareketine karşı aşırı şoven yaklaşımlar sergiledikçe ortaya konan siyasal tutumları faşizan tutumlar olarak değerlendirdik. CHP, literatürümüzde bir kez daha Modern Faşist tanımlamasıyla yüz yüze kaldı.
CHP, yeni bir sosyal-siyasal-ekonomik yaşam planıyla kurulduğu iddia edilen Türkiye Cumhuriyetinin tüm bileşkelerini temsil edeceği var sayılmıştır. Ancak tam tersi bir duruma, tek boyutlu milliyetçiliğe düşmüştür. Özellikle 1929 dünya ekonomik krizi ve ardından gelen, Avrupayı kasıp kavurarak II. Dünya savaşına yol açan Faşizim-Nazizm koşullarında her türden farklılığa karşı ırkçı bir tasfiyece yönelim sergilemişti. Muhalefete düştüğü 1950'li yıllarda ise kimliğini yitirmekle karşı karşıya kalmıştı.
CHP, bundan sonra toparlanamadı. Seçimle sağlıklı bir iktidar oluşturamadı. İktidara yürüme yönünde Ortanın-Solu, ya da demokratik-sol söylemlere sarıldıkça milliyetçi bir söylemin bir kaz daha ağır bastığı görüldü. Baykal döneminde milliyetçilik, ülkemizin temel sorunlarının yükselişine paralel daha da derinlik kazandı. Öyle ki, CHP bu milliyetçi yönelimi sonucunda küçüldükçe küçüldü, ülkemizin birçok alanında oy alma şansını bile yitirdi.
Bu büyük çöküş gerçekte ülkemiz siyasal ortamının zenginliğinin erezyona uğraması anlamına geliyordu. CHP’yi yeniden sosyal bir demokrat çizgiye getirme çabasına giren Erdal İnönü gibilerin çabaları bile, bu son ittihatçıların yol kesen girişimleriyle tıkanmış ve tasfiye edilmişti. CHP ülkemiz gibi kimliğini yitiren bir parti durumundadır.
Bu gün CHP'nin önünde duran en önemli sorun da budur; kimlik sahibi olmak. Bunun için kendine yeni bir kader çizme sorumluluğuyla karşı karşıyadır demek yanlış değildir.
Bunun için yapılacak çok iş var.
Öncelikle son ittihatçılardan kurtulmanın yollarını bulmalı ve bunu geri dönüşü olmayan şekilde yerine getirmelidir. Bu çaba kişilerin tasfiyesinden çok ittihatçı algıların tasfiyesi olarak ikame edilmelidir.
Bu süreci hızla halktan yana, özgürlüklerden yana, demokrasiden yana en açılımcı tarzda ortaya koyarak halkın karşısına çıkmalıdır. Dini siyasete alet edenlerin karşısında özgürlük ve demokrasi konusunda geri planda olunmadığı beyan edilmeli, gerçekçi, yapılabilir önerilerle de gösterilmelidir.
Bunun yolu, Kurt meselesinde ortaya konacak tutumdan geçer.
Bu da yetmez, ortak ülkemizin tüm farklılıklarına karşı kurucu eşitler olarak yaklaşım yapan bir siyasal program gerektirir; kimsenin ötelenmediği, halkın vergileriyle oluşan bütçeden eşit ve adil bir biçimde yararlandığı, hak ve taleplerin makul ölçekler içinde tatmin edildiği, yeni anayasayla güvenceye alındığı ortaya konmalı.
CHP, ülkemizi sarmalamakta olan AKP ve her boyutuyla Cemaatlerin sivil diktatörlüğüne karşı, demokratik açılım ve özgürlük önermeleriyle kendini yeniden tanımlamalıdır. İktidara talip olmanın yollarını bunlarla döşemelidir.
Bu açıdan Kemal Kılıçdaroğlunun en azından önümüzdeki seçimlere kadar bu süreci derinleştirme ve dönüştürme çabaları içinde olma gerekliliği açıktır. Kendini demokratik bir çizgide gören CHP’lilerin ise Kılıçdaroğlu’na destek vermeleri, halkın karşısındaki CHP vitrini içinde hayati öneme sahiptir.
CHP biat kültürünün partisi değildir. Bu açıdan içindeki kaynamaların vahiyle biteceğini kimse beklemesin. Bu kaynamayı zenginliğe dönüştürebilenler CHP’yi iktidara taşıyacak olanlardır.
Bizlere gelince,
Bizler, sistemin hiçbir siyasal gücü demokrasiyi gerçek anlamda ikame edebilme potansiyellerine sahip olmadığı kanısındayız. Böyle düşünmemizin bilimsel gerekçeleri de bulunmaktadır.
Evrensel ölçekteki değişimleri doğru izleyen herkes bilir ki, tek ulusçu algıların ürünü olan tüm devletler ve sistemler, bu gün itibariyle tarihi gelişmelerin gerisine düşmüş bulunmaktadırlar. İnsanlığın açılım ihtiyaçlarına yapısal olarak cevap verme durumunda değiller. Gerçek demokrasi ve özgürlük, bu sistemlerin hacmini aşan bir çap ve yoğunluktadır. Bu nedenle her demokratik açılımı kendine yönelik bir tehlike olarak algılar, bölünme kompleksi alıtnad refleksler gösterir. Farklılıkları düşman görür.
Oysa küresel yeni uygarlık, bu ilkel algıları aşabilen özgürlük uygarlığıdır. Yerelin en alt biriminden başlayarak evrenselin en geniş alanlarına yayılan bir özgürlük ve demokrasi savunusu ortaya koymadan dönemin gerçekçi taleplerini tatmin edecek bin siyasal yönelim ve başarı sağlanamaz.
Bu anlamda yerelin en küçük biriminde ortaya çıkan özgürlük talebini sonuna kadar desteklemeden insanlığı kapsayacak evrensel ölçekli bir demokrasi anlayışını ikame etmenin imkanı yoktur. Bu tutarlılık, var olan sistemleri birkaç boy aşan bir tutarlılıktır. Bu yaklaşım, Bugünden yarına ulusal devletleri ve işlevlerini yok sayma anlamına gelmiyor. Tersine yapılabilecek tüm yenileşmeler ve demokratik açılımları vakit kaybetmeden bu yapılar içinde ikame etmeyi içeriyor.
Bunun için, CHP’nin iyileştirilmesi yönünde atılacak adımlar toplumun tüm ilerici güçlerini ilgilendirir. Ülkemiz devrimci güçlerinin üzerine düşeni önemli görevlerin olacağı da kesindir. Milliyetçilikle mücadele bunların başında gelen bir görevdir.
Ortak ülkemizin aşması gereken birçok temel sorunu var. Bu doğru, ama bunların en tehlikelisi milliyetçiliktir. Bu veba demokratik güçlerdeki bulanıklığın da nedenidir. Sol güçleri milliyetçilik virüsüyle zehirlenmiş bir ülkede özgürlük ve demokrasi için kapı aralamak bu nedenle çok zordur.
Cumhuriyetteki Osmanlı bu kanaldan beslenerek toplumsal ilerlemeyi engellemektedir. Darbeciliğin her türü burada mayalanmaktadır.
Bu durum, geniş anlamıyla bizleri de CHP'deki son ittihatçılarla hesaplaşmaya yönelttiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun için CHP'nin demokrat güçlerini bu mücadeledeki başarıları için etkin olmaya çağırmamız gerek.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder