19 Kasım 2010 Cuma
SINIF TEMELİ ÜZERİNE OTURMAYAN DEMOKRASİ MÜCADELESİ (-I-)
Mıkdat Abuzer
9 Kasım 2010
Mihrac Ural’ın “SON İTTİHATÇILAR ve CHP” başlıklı yazısını Sosyalist formum makaleler bölümünde yayına verdim
http://www.sosyalistforum.net/makaleler/44353-son-ittihatcilar-ve-chp-2.html#post191004
Güncel bir konu tartışmaya açılsın istedim. CHP üzerine düşünmenin sürece bir katkı olduğuna inanıyorum.
Kimi arkadaşlar bu makaleye esas konusunu da aşarak eleştiri getirdiler. Bu da çok olumlu oldu. Seviyeli yazılarıyla bu sitede tartışmanın okura bilgi birikimi açısından katkı yapacağı açıktı.
Bu sohbetlerin birinci bölümünü Ayrı Varlı blogunda okurlarla paylaşmak için iletiyorum teşekkür ederim.
Veda nikli arkadaş demokrasi konusunda “sınıf temeli” arayışını normal karşılamak gerek.
Ancak, sınıf kavramı ve sınıf mücadelesi algısı uzun bir tartışma konusu olduğunu belirtmeliyim. Buna rağmen özetle şunları söyleyerek konuya giriş yapayım.
Tarihin sınıf mücadelesine bir göz atalım.
Kölecilikten kapitalizme sınıf mücadelesinin hiç bir kesiti yeni bir toplumsal ilişki kuramadığını göreceğiz. Kölecilikte Spartaküs Roma kapıları önünde şaşırıp kaldı. Kölecilikten Feodalizme geçişi köleler yapmadı. Olan kölelerle köle sahipleri arasındaki ilişkinin reorganizasyonundan ibaret kaldı. Neden ?...
Feodalizme gelelim, serflerle feodaller arası sınıf mücadelesi, Münzer hareketlerinde olduğu gibi Krallıkların tahtları önünde diz çöktü, yeni toplumsal düzen yaratamadı, Kapitalizme geçişi serfler yapmadı. Neden?...
Çünkü, bir toplumsal üretim ilişkisinden çıkış ve yeni bir toplumsal üretime geçişi hiç bir zaman eski toplumun temel sınıflarından biri tarafından yapamazdı da ondan.
Bir toplumsal sistemin temel sınıfı, o sistemle birlikte tarihe gömülür. eski sistemin içinden çıkıp gelen yeni sınıflar, kendilerine ait toplumu öylece kurarlar. Diyalektiğin yadsınmanın yadsınması kanunu da budur. Tarihin tüm yeni üretim ilişkileri de öyle kuruldu. Tarihte soyutlama ile ortaya çıkacak kurallar bunu formüle eder. Sosyalizm de bunun dışında olamaz.
Dolaysıyla Kapitalizmin temel sınıfları arasındaki sınıf mücadelesinin son 200 yıllık tarihine baktığımızda, bu kural aynıyla tekrar ettiğini göreceğiz.
Ekim devrimi insan entellektuel birikimlerinin en yüksek dorukları olan sosyalist önderlerce yapılmasına karşın, sonuç değişmemiştir. Siyasal devrim ardından ekonomik yeni uygarlık ya da yeni üretim ilişkisini kuramamıştır. Bunun için gerisin geriye dönülmüştür.
Bu dönüşün nedeni hiç bir şekilde iradevi neden, yanlış uygulama değildir. Tersini iddia etmek Ekim devrimi önderlerinin bilgisini ve çabalarını küçümsemek demektir. Eksik olan, yetersiz alt yapı gelişimi üzerine yeni toplum kurma hayalidir. Bu eğilim, bu gün anlaşıldığı gibi çok ciddi temel eksiklikleri de taşımaktadır (ulusal sorun gibi, çevre, inanç, cinsiyet gibi sosyal konuları içermemesi ya da bunların tümünü bir potada algılamak gibi)
Sınıf mücadelesinin tarihi neyi anlatıyor. Bunu, tarihi iyi irdeleyip çıkarmak gerek.
Kestirmeden ifade edeyim, sınıf mücadelesi ihmal edilmez de olsa, içinde her ilerici gücün yer alması gereken bir sosyal, siyasal olay da olsa, ilgili olduğu sistemde reformdan öteye geçemez, yeni toplum kuramaz, yeni uygarlığa giremez. Tarihte de bunun tersini gösterecek hiçbir sınıf mücadelesi yoktur. Olmamıştır.
İşçi sınıfı ya da mücadelesinin sınırları devrimci değil reformisttir. Tersinin doğru olduğunu tarihin 200 yıllık sürecinde kimse gösteremez, tersi ise örneklerle doludur (İşçi sınıfı demokrasisi bu açıdan kapitalist sistem içinde sınıfın kendi kurumları için bir anlama sahiptir ötesi değil; yeni sistemin demokrasisi nitelikçe farklı olmak zorundadır)
Bunu bilmek gerek. Bunun için feodalizme karşı demokrasiyi kendi sistemi için burjuvazi üstlendi ve tüm ulus güçlerini bayrağı altında topladı. Bu yanıyla işçi sınıfı ve ona ait her şey (parti, kültür, öğütlenme vb her şey) ileri bir topluma ait olamaz, bunların tümü kapitalizmin içinde ve o sisteme ait değerlerdir (burjuvaziyle çatışma halinde olsa da, zıtların birliği esprisi).
Bu nedenle tarihin hiç bir sınıf mücadelesi devrime (yeni toplumsal üretim ilişkisine) yol açmadığını söylemek yanlış değildir (bu cümle kimseyi ürkütmesin, tarihi gerçektir ve devrimci olmak için daha çok ileri gitmek gerektiğine işaret eder ne burjuvazinin demokraside hala bir gücü olduğu saçmalığına ne de yeni türedi liberalizm aldatmacılığına kapılmaktır)
Kimse ne işçi sınıfı ne de mücadelesinin sırtına, kaldıramayacağı yükleri yüklememelidir. Her sınıf ve mücadelesi kendi sistemi içinde anlamlıdır
Bunun için kapitalizmde sınıf mücadelesi ileri bir toplumsal düzene geçiş için gerekli olan daha çok demokrasiye yapacağı katkı kadar önemli ve devrimcilerin içinde yer alması gereklidir. Ötesini zorlamak ise kapitalizm içinde kalmayı önermekten başka bir anlama sahip olamaz. Kapitalizm devirme adına ne kadar yüksek sesle konuşursak konuşalım, sözlerimiz bilimsel bir gerçeğe oturmamışsa, eski sistemin esirleri olarak konuşmuş oluruz, yeni bir toplumsal sisteme geçişi başaramayız. Bu da devrimcilik bu olamaz.
Bilimsel yaklaşım, eski sistemi tarihe karıştıran gelişmelerden ve onu temsil eden güçlerden yana olmaktır. Devrimcilik de budur.
Marksın okuyalım yeniden.
Bir tek örnek vereceğim ki Marks bunu yeterince net irdelemiş ve cevabını vermiştir.
Bu konuda yoruma gerek bırakmayacak bir açıklamayı Marks şu cümlelerle veriyor; “Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)
4. dipnotta ise Marks’ın cümleleri, tartışmalarımıza önemli bir gönderme sayılabilir; “
“Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz. Dinin imgesel yaratıklarının bu dünyadaki özlerini inceleyerek bulmak, aslında, tersinden giderek yaşamın gerçek ilişkilerinden yola çıkarak, bu ilişkilerin kutsallaştırılmış şekillerini bulmaktan çok daha kolaydır. Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386, 4. dipnot)
Tartıştığımız konuyu tarih bağlamlarıyla soyutlamak için Marksın “18. yüzyılda sanayi devrimini başlatan” diye yorumladığı bu teknolojik dönüşüm kesitinde alet ile makine farkı üzerini söylediği şu cümleleri aktaralım: “ Gerçek anlamıyla bir iş-makinesi daha yakından incelersek, çoğu zaman epeyce değişik şekillerde olmakla birlikte, genel kural olarak, onda, el zanaatları ile manüfaktür işçilerinin kullandıkları aygıt ve aletleri buluruz; ancak şu farkla ki, bunlar, eskiden insan tarafından kullanılan aletler iken, şimdi bir mekanizmanın aletleridir ya da mekanik aletlerdir” ( Age. s:378)
Bu alıntıda her şey açık. Yeni bir üretim tarzı için belli bir teknolojik evrim gereklidir, onun üzerinde siyasal devrim gelir ki o da bu süreçte en olgun haliyle ortaya çıkmış olması gerek. Marks bunun için, feodalizmi temsi eden “emek araçları”dan söz etmiştir ve bir sonraki toplumsal süreci temsi eden “makine araçları”nın gelişimini teknolojik gelişmenin bir üretim tarzı devrimi anlamına geldiğini dile getirmiştir. Bu nedenle de eski ekonomi politik okul mensuplarına karşı eleştiri yapmış, yeni kavramlarla yeni sistemi izaha yönelmiştir.
Bu gün için ise, eskinin içinde (kapitalizm) gelişen elektronik araçların, kapitalizmi temsil eden “makine araçları” yerini alarak teknolojideki devrimler, adım adım (bu gün tüm yönleriyle belirgin olmasa da) kapitalizmi, tekelci kapitalizmi (emperyalizm) tasfiye ederek yeni bir üretim tarzına yöneliyor. Küresel üretime yöneliyor.
Marksın yukarıdaki alıntılarını bu günün verileriyle yeniden yazacak olursak şöyle demek, teşbih yapmak yanlış değildir: “Üretim tarzında devrim, büyük sanayide emek araçları ile küresel üretimde elektronik bilgi ağlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, elektronik bilgi ağlarının, emek araçları olmaktan çıkıp, sanal üretim unsurlarına nasıl dönüştüğü ve aralarındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” (Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları. Alıntısından teşbih yoluyla oluşturulmuş cümle )
Küresel üretim söylemi, kavram benzerliği nedeniyle yanıltıcı olabilir. Ama emperyalizm hiçbir zaman, doğası gereği olarak küresel üretim yapamaz. O bir ulusa, bir ülkeye aittir ve sınırları içindeki bir üretimidir. Ulusun kapitalizmin şafağında doğması esprisi de bundandır.
Küresel üretim, en küçük bilgi birikimi dahil yer yüzünde sınırsız ve engelsiz üretim sürecine sanal ortamda ( elektronik devrelerin, iletişim teknolojisinin verileriyle), eski sistemde olmayan sanal üretime katılmayı sağlar. Bunun için bilgi ham madde gibi bir işlev görmeye başlar ve kapitalizmin temel üretim formülü değişir.
Bunu bir alıntıyla şöyle ifade etmek mümkün:
“Küresel yeni uygarlığın tarihsel dönüşümlerden biri olan üretim tarzında, sanal üretim temel unsurlarından biri haline geliyor. Sanalda üretilmemiş, sanalda da tüketilip denenmemiş bir ürünü almak artık geride kalıyor. Bu ne anlama geliyor, medresemizde alfabeyi öğrenirken kapitalist üretimi şu formülle ifade ederdik hammadde + üretim araçları + iş gücü = meta Bu gün, bu sistem farklılaşıyor. Meta üretimi için bu formül artık izah edici olmaktan çıkıyor. Evrensel ölçekte bilgi unsuru + elektronik bilgi ağları + sanal üretim ve sanal tüketim süreci açılıyor. Bu süreçten geçmeyen bir üretimin evrensel ölçekte bir etkinliği olmuyor. Üretilen her şeyin mutlaka bir kullanım değeri ve özelliği vardır. Ancak üretilenler arasındaki fark söz konusu ürünün evrensel ölçekteki değişim değerinin etkinliği olacaktır. Bir ürün, her mekan ve uzun zamanda değişim değeri açısından ne kadar etkinse diğer ürünlerle farkı o kadar ileri olacaktır. Bilgi çağının özelliği budur. Somut üretim böylesi bir sürecin verileriyle yeniden biçimlenişi gündemde olacaktır. Bu veriler hala kapitalizmin kanatları altında gelişen verilerdir. Ama kapitalize ilişkiler değildir.”
Tam bu noktada demokrasi ve özgürlük sorununa gelmiş oluruz.
Nasıl ki, burjuvazi kendi yeni sistemini feodalizme karşı ikame ederken yani, emek araçlarından makine araçlarına geçişi başarırken ihtiyaç duyduğu demokrasi ve özgürlük için tüm ulusu bayrağı altında toplayıp başarı sağlamışsa, bu günde yapılması gereken devrimcilerin tüm toplumsal güçleri tarihin ilerlemesine uygun eğilimler içindeki kitleleri ve yapıları ortak bir bölen etrafında daha çok özgürlük ve demokrasi bayrağı altında toplamalıdır.
Daha çok özgürlük ve demokrasi tarihsel olarak burjuvazinin ikame edebileceği bir girişim olmayacağına göre, bunu devrimcilerin yapması, gelişmekte olan yeni uygarlık ve toplumsal üretimin ikamesi için önermesi gereklidir.
Demokrasi ve özgürlük soyut kavramlardır. Bu kavramlar, her çağda kendine göre anlam kazanır; kölelikten feodalizme geçerken, feodalizmden kapitalizme geçerken hep bir ihtiyaçtır ancak tarihsel kesit farklılığı gereği zaman ve mekan olguları gereği, birbirinde amaç ve yönelim olarak da farklıdırlar.
Şimdi de kapitalizmden yeni bir uygarlığa gidişte, demokrasi ve özgürlüğü sonuna kadar derinleştirme ihtiyacı vardır.
İşçi sınıfı, sınıf mücadelesiyle burjuvazinin tıkadığı demokrasi ve özgürlük için katkı yapabilir, ama bu sürecin (yeni uygarlığa geçişin) öncüsü olamaz ve bu süreci inşa edemez. Kavram kodlamalarına takılmadan (sosyalizm gibi) denebilir ki, feodalizmden kapitalizme nasıl ki serfler öncülük yapmadıysa kapitalizmden yeni üretim ilişkisine geçişin öncüsü de işçi sınıfı olmayacaktır; tersini iddia etmek, çok parlak cümlelerle olsa da tarihsel nesnel ve materyalist algıya oturmaz. Bu da bu güne kadar işçi sınıfı merkezli politikaların neden başarısız olduğunu açıklar.
Burada ezber bozulmalıdır. Ama sakin kimse kimseyi inkarcılıkla suçlamasın, sakince düşünce tartışması yapsın. Eski sistemin temel gücü olan bir sınıf, yeni bir üretim sistemi kurabilir mi bunu düşünsün. Bu mümkün değilse, parlak cümlelerle da bunu iddia etmek mümkün olamaz.
Bilişim çağını iyice irdelemek gerek, yeni toplumsal ilişkileri bilişim çağının insan kolektif aklıyla ortaya koyduğu verileri doğru oturtmak gerek.
Kapitalizmi aşacak, onun içinde olgunlaşan, tıpkı kapitalizmin feodalizm içinde olgunlaşması gibi bir seyirle gelişen verileri bilince çıkarmak ve bunlardan yana, bunları tıkayan ve asla demokratik bir dinamiği kalmamış olan burjuvaziye ve liberalliğine dayanmadan, gerçek devrimci demokrasiyi yalnızca devrimcilerin savunacağını bilince çıkarmak gerek.
Kodlara takılmadan, bu günden yeni sınıf tanımı kodları aramadan, gelecek toplumun ancak artan demokrasi ve özgürlükle gelebileceğinin anlaşılması bu sürecin en önemli adımıdır. Bu en küçük yerel demokratik talebin (ilkel gibi gelse de Kürt ulusu özgürlük hareketinin, anadille eğitim özgürlüğü gibi çok yerel taleplerin bile) ikamesiyle, en evrensel olan küresel üretim ilişkisine yükselmeyi amaçlamak gerek.
Bu nedenle demokrasi eski kodların sınıf temeline değil, yeni kodların devrimci zeminine oturtulmuş olur.
Bu ise eskinin kısır ortamından çıkıştır, sonuçsuz bir sınıf mücadelesinde kısır döngü içinde reformizmden öteye geçmeyen çırpınışlar yerine yeni bir uygarlık, yeni bir toplumsal siteme yükseliştir.
Bu nedenle tarihle uyumlu bir ilericilik ve devrimcilik artık sınıf mücadelesinin eski kodlarına hapsolunarak ikame edilemez demek yanlış değildir.
Sözlerimi burada noktalıyorum.
Bu tartışma sürerse konuyu daha geniş açıdan irdeleyen yazıları buraya aktarmam mümkün olabilir.
Başarı dileklerimle.
9 Kasım 2010
Mihrac Ural’ın “SON İTTİHATÇILAR ve CHP” başlıklı yazısını Sosyalist formum makaleler bölümünde yayına verdim
http://www.sosyalistforum.net/makaleler/44353-son-ittihatcilar-ve-chp-2.html#post191004
Güncel bir konu tartışmaya açılsın istedim. CHP üzerine düşünmenin sürece bir katkı olduğuna inanıyorum.
Kimi arkadaşlar bu makaleye esas konusunu da aşarak eleştiri getirdiler. Bu da çok olumlu oldu. Seviyeli yazılarıyla bu sitede tartışmanın okura bilgi birikimi açısından katkı yapacağı açıktı.
Bu sohbetlerin birinci bölümünü Ayrı Varlı blogunda okurlarla paylaşmak için iletiyorum teşekkür ederim.
Veda nikli arkadaş demokrasi konusunda “sınıf temeli” arayışını normal karşılamak gerek.
Ancak, sınıf kavramı ve sınıf mücadelesi algısı uzun bir tartışma konusu olduğunu belirtmeliyim. Buna rağmen özetle şunları söyleyerek konuya giriş yapayım.
Tarihin sınıf mücadelesine bir göz atalım.
Kölecilikten kapitalizme sınıf mücadelesinin hiç bir kesiti yeni bir toplumsal ilişki kuramadığını göreceğiz. Kölecilikte Spartaküs Roma kapıları önünde şaşırıp kaldı. Kölecilikten Feodalizme geçişi köleler yapmadı. Olan kölelerle köle sahipleri arasındaki ilişkinin reorganizasyonundan ibaret kaldı. Neden ?...
Feodalizme gelelim, serflerle feodaller arası sınıf mücadelesi, Münzer hareketlerinde olduğu gibi Krallıkların tahtları önünde diz çöktü, yeni toplumsal düzen yaratamadı, Kapitalizme geçişi serfler yapmadı. Neden?...
Çünkü, bir toplumsal üretim ilişkisinden çıkış ve yeni bir toplumsal üretime geçişi hiç bir zaman eski toplumun temel sınıflarından biri tarafından yapamazdı da ondan.
Bir toplumsal sistemin temel sınıfı, o sistemle birlikte tarihe gömülür. eski sistemin içinden çıkıp gelen yeni sınıflar, kendilerine ait toplumu öylece kurarlar. Diyalektiğin yadsınmanın yadsınması kanunu da budur. Tarihin tüm yeni üretim ilişkileri de öyle kuruldu. Tarihte soyutlama ile ortaya çıkacak kurallar bunu formüle eder. Sosyalizm de bunun dışında olamaz.
Dolaysıyla Kapitalizmin temel sınıfları arasındaki sınıf mücadelesinin son 200 yıllık tarihine baktığımızda, bu kural aynıyla tekrar ettiğini göreceğiz.
Ekim devrimi insan entellektuel birikimlerinin en yüksek dorukları olan sosyalist önderlerce yapılmasına karşın, sonuç değişmemiştir. Siyasal devrim ardından ekonomik yeni uygarlık ya da yeni üretim ilişkisini kuramamıştır. Bunun için gerisin geriye dönülmüştür.
Bu dönüşün nedeni hiç bir şekilde iradevi neden, yanlış uygulama değildir. Tersini iddia etmek Ekim devrimi önderlerinin bilgisini ve çabalarını küçümsemek demektir. Eksik olan, yetersiz alt yapı gelişimi üzerine yeni toplum kurma hayalidir. Bu eğilim, bu gün anlaşıldığı gibi çok ciddi temel eksiklikleri de taşımaktadır (ulusal sorun gibi, çevre, inanç, cinsiyet gibi sosyal konuları içermemesi ya da bunların tümünü bir potada algılamak gibi)
Sınıf mücadelesinin tarihi neyi anlatıyor. Bunu, tarihi iyi irdeleyip çıkarmak gerek.
Kestirmeden ifade edeyim, sınıf mücadelesi ihmal edilmez de olsa, içinde her ilerici gücün yer alması gereken bir sosyal, siyasal olay da olsa, ilgili olduğu sistemde reformdan öteye geçemez, yeni toplum kuramaz, yeni uygarlığa giremez. Tarihte de bunun tersini gösterecek hiçbir sınıf mücadelesi yoktur. Olmamıştır.
İşçi sınıfı ya da mücadelesinin sınırları devrimci değil reformisttir. Tersinin doğru olduğunu tarihin 200 yıllık sürecinde kimse gösteremez, tersi ise örneklerle doludur (İşçi sınıfı demokrasisi bu açıdan kapitalist sistem içinde sınıfın kendi kurumları için bir anlama sahiptir ötesi değil; yeni sistemin demokrasisi nitelikçe farklı olmak zorundadır)
Bunu bilmek gerek. Bunun için feodalizme karşı demokrasiyi kendi sistemi için burjuvazi üstlendi ve tüm ulus güçlerini bayrağı altında topladı. Bu yanıyla işçi sınıfı ve ona ait her şey (parti, kültür, öğütlenme vb her şey) ileri bir topluma ait olamaz, bunların tümü kapitalizmin içinde ve o sisteme ait değerlerdir (burjuvaziyle çatışma halinde olsa da, zıtların birliği esprisi).
Bu nedenle tarihin hiç bir sınıf mücadelesi devrime (yeni toplumsal üretim ilişkisine) yol açmadığını söylemek yanlış değildir (bu cümle kimseyi ürkütmesin, tarihi gerçektir ve devrimci olmak için daha çok ileri gitmek gerektiğine işaret eder ne burjuvazinin demokraside hala bir gücü olduğu saçmalığına ne de yeni türedi liberalizm aldatmacılığına kapılmaktır)
Kimse ne işçi sınıfı ne de mücadelesinin sırtına, kaldıramayacağı yükleri yüklememelidir. Her sınıf ve mücadelesi kendi sistemi içinde anlamlıdır
Bunun için kapitalizmde sınıf mücadelesi ileri bir toplumsal düzene geçiş için gerekli olan daha çok demokrasiye yapacağı katkı kadar önemli ve devrimcilerin içinde yer alması gereklidir. Ötesini zorlamak ise kapitalizm içinde kalmayı önermekten başka bir anlama sahip olamaz. Kapitalizm devirme adına ne kadar yüksek sesle konuşursak konuşalım, sözlerimiz bilimsel bir gerçeğe oturmamışsa, eski sistemin esirleri olarak konuşmuş oluruz, yeni bir toplumsal sisteme geçişi başaramayız. Bu da devrimcilik bu olamaz.
Bilimsel yaklaşım, eski sistemi tarihe karıştıran gelişmelerden ve onu temsil eden güçlerden yana olmaktır. Devrimcilik de budur.
Marksın okuyalım yeniden.
Bir tek örnek vereceğim ki Marks bunu yeterince net irdelemiş ve cevabını vermiştir.
Bu konuda yoruma gerek bırakmayacak bir açıklamayı Marks şu cümlelerle veriyor; “Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)
4. dipnotta ise Marks’ın cümleleri, tartışmalarımıza önemli bir gönderme sayılabilir; “
“Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz. Dinin imgesel yaratıklarının bu dünyadaki özlerini inceleyerek bulmak, aslında, tersinden giderek yaşamın gerçek ilişkilerinden yola çıkarak, bu ilişkilerin kutsallaştırılmış şekillerini bulmaktan çok daha kolaydır. Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386, 4. dipnot)
Tartıştığımız konuyu tarih bağlamlarıyla soyutlamak için Marksın “18. yüzyılda sanayi devrimini başlatan” diye yorumladığı bu teknolojik dönüşüm kesitinde alet ile makine farkı üzerini söylediği şu cümleleri aktaralım: “ Gerçek anlamıyla bir iş-makinesi daha yakından incelersek, çoğu zaman epeyce değişik şekillerde olmakla birlikte, genel kural olarak, onda, el zanaatları ile manüfaktür işçilerinin kullandıkları aygıt ve aletleri buluruz; ancak şu farkla ki, bunlar, eskiden insan tarafından kullanılan aletler iken, şimdi bir mekanizmanın aletleridir ya da mekanik aletlerdir” ( Age. s:378)
Bu alıntıda her şey açık. Yeni bir üretim tarzı için belli bir teknolojik evrim gereklidir, onun üzerinde siyasal devrim gelir ki o da bu süreçte en olgun haliyle ortaya çıkmış olması gerek. Marks bunun için, feodalizmi temsi eden “emek araçları”dan söz etmiştir ve bir sonraki toplumsal süreci temsi eden “makine araçları”nın gelişimini teknolojik gelişmenin bir üretim tarzı devrimi anlamına geldiğini dile getirmiştir. Bu nedenle de eski ekonomi politik okul mensuplarına karşı eleştiri yapmış, yeni kavramlarla yeni sistemi izaha yönelmiştir.
Bu gün için ise, eskinin içinde (kapitalizm) gelişen elektronik araçların, kapitalizmi temsil eden “makine araçları” yerini alarak teknolojideki devrimler, adım adım (bu gün tüm yönleriyle belirgin olmasa da) kapitalizmi, tekelci kapitalizmi (emperyalizm) tasfiye ederek yeni bir üretim tarzına yöneliyor. Küresel üretime yöneliyor.
Marksın yukarıdaki alıntılarını bu günün verileriyle yeniden yazacak olursak şöyle demek, teşbih yapmak yanlış değildir: “Üretim tarzında devrim, büyük sanayide emek araçları ile küresel üretimde elektronik bilgi ağlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, elektronik bilgi ağlarının, emek araçları olmaktan çıkıp, sanal üretim unsurlarına nasıl dönüştüğü ve aralarındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” (Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları. Alıntısından teşbih yoluyla oluşturulmuş cümle )
Küresel üretim söylemi, kavram benzerliği nedeniyle yanıltıcı olabilir. Ama emperyalizm hiçbir zaman, doğası gereği olarak küresel üretim yapamaz. O bir ulusa, bir ülkeye aittir ve sınırları içindeki bir üretimidir. Ulusun kapitalizmin şafağında doğması esprisi de bundandır.
Küresel üretim, en küçük bilgi birikimi dahil yer yüzünde sınırsız ve engelsiz üretim sürecine sanal ortamda ( elektronik devrelerin, iletişim teknolojisinin verileriyle), eski sistemde olmayan sanal üretime katılmayı sağlar. Bunun için bilgi ham madde gibi bir işlev görmeye başlar ve kapitalizmin temel üretim formülü değişir.
Bunu bir alıntıyla şöyle ifade etmek mümkün:
“Küresel yeni uygarlığın tarihsel dönüşümlerden biri olan üretim tarzında, sanal üretim temel unsurlarından biri haline geliyor. Sanalda üretilmemiş, sanalda da tüketilip denenmemiş bir ürünü almak artık geride kalıyor. Bu ne anlama geliyor, medresemizde alfabeyi öğrenirken kapitalist üretimi şu formülle ifade ederdik hammadde + üretim araçları + iş gücü = meta Bu gün, bu sistem farklılaşıyor. Meta üretimi için bu formül artık izah edici olmaktan çıkıyor. Evrensel ölçekte bilgi unsuru + elektronik bilgi ağları + sanal üretim ve sanal tüketim süreci açılıyor. Bu süreçten geçmeyen bir üretimin evrensel ölçekte bir etkinliği olmuyor. Üretilen her şeyin mutlaka bir kullanım değeri ve özelliği vardır. Ancak üretilenler arasındaki fark söz konusu ürünün evrensel ölçekteki değişim değerinin etkinliği olacaktır. Bir ürün, her mekan ve uzun zamanda değişim değeri açısından ne kadar etkinse diğer ürünlerle farkı o kadar ileri olacaktır. Bilgi çağının özelliği budur. Somut üretim böylesi bir sürecin verileriyle yeniden biçimlenişi gündemde olacaktır. Bu veriler hala kapitalizmin kanatları altında gelişen verilerdir. Ama kapitalize ilişkiler değildir.”
Tam bu noktada demokrasi ve özgürlük sorununa gelmiş oluruz.
Nasıl ki, burjuvazi kendi yeni sistemini feodalizme karşı ikame ederken yani, emek araçlarından makine araçlarına geçişi başarırken ihtiyaç duyduğu demokrasi ve özgürlük için tüm ulusu bayrağı altında toplayıp başarı sağlamışsa, bu günde yapılması gereken devrimcilerin tüm toplumsal güçleri tarihin ilerlemesine uygun eğilimler içindeki kitleleri ve yapıları ortak bir bölen etrafında daha çok özgürlük ve demokrasi bayrağı altında toplamalıdır.
Daha çok özgürlük ve demokrasi tarihsel olarak burjuvazinin ikame edebileceği bir girişim olmayacağına göre, bunu devrimcilerin yapması, gelişmekte olan yeni uygarlık ve toplumsal üretimin ikamesi için önermesi gereklidir.
Demokrasi ve özgürlük soyut kavramlardır. Bu kavramlar, her çağda kendine göre anlam kazanır; kölelikten feodalizme geçerken, feodalizmden kapitalizme geçerken hep bir ihtiyaçtır ancak tarihsel kesit farklılığı gereği zaman ve mekan olguları gereği, birbirinde amaç ve yönelim olarak da farklıdırlar.
Şimdi de kapitalizmden yeni bir uygarlığa gidişte, demokrasi ve özgürlüğü sonuna kadar derinleştirme ihtiyacı vardır.
İşçi sınıfı, sınıf mücadelesiyle burjuvazinin tıkadığı demokrasi ve özgürlük için katkı yapabilir, ama bu sürecin (yeni uygarlığa geçişin) öncüsü olamaz ve bu süreci inşa edemez. Kavram kodlamalarına takılmadan (sosyalizm gibi) denebilir ki, feodalizmden kapitalizme nasıl ki serfler öncülük yapmadıysa kapitalizmden yeni üretim ilişkisine geçişin öncüsü de işçi sınıfı olmayacaktır; tersini iddia etmek, çok parlak cümlelerle olsa da tarihsel nesnel ve materyalist algıya oturmaz. Bu da bu güne kadar işçi sınıfı merkezli politikaların neden başarısız olduğunu açıklar.
Burada ezber bozulmalıdır. Ama sakin kimse kimseyi inkarcılıkla suçlamasın, sakince düşünce tartışması yapsın. Eski sistemin temel gücü olan bir sınıf, yeni bir üretim sistemi kurabilir mi bunu düşünsün. Bu mümkün değilse, parlak cümlelerle da bunu iddia etmek mümkün olamaz.
Bilişim çağını iyice irdelemek gerek, yeni toplumsal ilişkileri bilişim çağının insan kolektif aklıyla ortaya koyduğu verileri doğru oturtmak gerek.
Kapitalizmi aşacak, onun içinde olgunlaşan, tıpkı kapitalizmin feodalizm içinde olgunlaşması gibi bir seyirle gelişen verileri bilince çıkarmak ve bunlardan yana, bunları tıkayan ve asla demokratik bir dinamiği kalmamış olan burjuvaziye ve liberalliğine dayanmadan, gerçek devrimci demokrasiyi yalnızca devrimcilerin savunacağını bilince çıkarmak gerek.
Kodlara takılmadan, bu günden yeni sınıf tanımı kodları aramadan, gelecek toplumun ancak artan demokrasi ve özgürlükle gelebileceğinin anlaşılması bu sürecin en önemli adımıdır. Bu en küçük yerel demokratik talebin (ilkel gibi gelse de Kürt ulusu özgürlük hareketinin, anadille eğitim özgürlüğü gibi çok yerel taleplerin bile) ikamesiyle, en evrensel olan küresel üretim ilişkisine yükselmeyi amaçlamak gerek.
Bu nedenle demokrasi eski kodların sınıf temeline değil, yeni kodların devrimci zeminine oturtulmuş olur.
Bu ise eskinin kısır ortamından çıkıştır, sonuçsuz bir sınıf mücadelesinde kısır döngü içinde reformizmden öteye geçmeyen çırpınışlar yerine yeni bir uygarlık, yeni bir toplumsal siteme yükseliştir.
Bu nedenle tarihle uyumlu bir ilericilik ve devrimcilik artık sınıf mücadelesinin eski kodlarına hapsolunarak ikame edilemez demek yanlış değildir.
Sözlerimi burada noktalıyorum.
Bu tartışma sürerse konuyu daha geniş açıdan irdeleyen yazıları buraya aktarmam mümkün olabilir.
Başarı dileklerimle.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder