HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

11 Kasım 2011 Cuma

ĞADİR BAYRAMI



ARAP ALEVİLERİN
ĞADİR BAYRAMI KUTLU OLSUN


http://mirural.blogspot.com/ - http://www.facebook.com/profile.php?id=100002585630850

Bu gün Ğadir bayramı, kimse elini bir işe sürmesin,
bırakın iş yapmayı, insanlık üretin, insanlık için düşünün,
hepimize gerekli olan budur...



Mihrac Ural - 13 Kasım 2011 Pazar – Ğadir Bayramı münasebetiyle

II. Basıma ön söz.
(18 Zulhücce 1432)

Bu yazı, İnanç algılarımın, kültür kimliğimin önemli tanılarından birini oluşturuyor. Bu gün Ğadir bayramıdır, bu yıl 13 Kasım 2011 Pazar gününe denk geliyor ( 18 Zilhücce 1432). Laik, demokrat ve dünyasal algılarını fizik yasalarıyla bilimin verileriyle algılayan biri olarak, bu günü ben de mensup olduğun toplulukla birlikte sevinçle, coşkuyla ve özgünce kutluyorum. Bugününün resmi tatil olması için, İnanç topluluğunun tüm girişimlerine var gücümle katılıyorum. Bu hakkın alınması için en önde mücadele ediyorum. Demokratik hak ve özgürlüklerin parçalanamaz bir bütün olduğuna inanıyorum. Düne kadar, bu gerçekçi ve haklı talepleri dile getirmekten hep çekindiğimiz için halkımdan özür diliyorum.

Altta, uzun uzun konusunu ettiği Ğadir bayramı, Arap Alevileri için inanç algısının merkezinde duran bir gündür. Öyle ki, ebeveynlerim, ölümden önce, mezar taşlarına Hz Ali sevgisini işlememizi vasiyet ettiler. Ateşe meydan okuyan bu beyitleri istedikleri gibi, her ikisinin mezar taşlarına işledik. Beyitlerin Arapçası ve Türkçesi şöyle;

Arapçası:

Vilayeti li emir el nahil tekfini
İnda el memamti ve tahsiyli va tekfini
Tıynati kad cubilet kabla tekvini
Bi hubbi Haydara fa keyfa ennari tekvini


Türkçesi:

Ölümümde, yıkanıp kefenimi giydiğimde
Velayetimi emir el müminin Aliye vermişim, bu yeter...
Harcım, tekvinimden önce Haydara’nın sevgisiyle karılmış
Hangi ateş beni yakabilir ki…


Böylesine derin, böylesine köklü bir bağlılıkla inancına sarılmış bu kuşakların mesajlarını doğru kavramayı en az kendi adıma bir görev sayıyorum. Bu ister düşünsel, ister kültürel bir yaklaşım olsun isterse inançsal açıdan olsun ötelenemez bir görevdir. Bu inancın, 1400 yıl içinde oluşturduğu sarsılmaz kimlik, doğal olarak irdelenmeyi gerektirir. Bize ait olan, bizim coğrafyamızın gerçekliğinde ayakları yere basan bu hat, imparatorlukların, devletlerin, haritaların değiştiği, ideolojilerin ardı ardına yıkıldığı süreçlerde insani mesajına devam etmemsi ise önünde saygıyla eğilmeyi gerektirir. Ben de aynen öyle yapıyorum. Bununla da onur ve gurur duyuyorum.

Hepinizin bayramı kutlu olsun.

***

I.Basım: 23 Kasım 2010

23 Kasım 2010 Salı (18 Zulhicce 1431) bu gün, İslam aleminin ve özel olarak Arap Alevilerinin en kutsal günlerinden biridir.

Bu gün Hz Muhammed Veda Haccı dönüşünde (son hac ya da Hecatülveda - Hacetülbelağ) (Hicri 18 Zulhicce 10 / Miladi 8 Mart 632) Ğadir Hum bölgesinde, Hz. Ali’nin elini tutup, havaya kaldırarak ve tüm Müslümanlara seslenir “Allahumma men kintu veliyah fa haza Ali mevlah, Allahumma vali men vallah ve adi men adah” (Allah’ım ben kimin velisi isem, Ali onların mevlasıdır. Allah’ım onunla olanların yanında ol, düşmanlarının da düşmanı ol) der.

ĞADİR ALGISI

Bu ilanla, Hz. Ali’nin, Hz Muhammed’den sonra Müslümanların halifesi olduğu tespit edilmiş olur. Hz. Ali artık “Emir el Müminin”dir. Bu ilan Kuran ayetlerinden yapılan aktarmalarla da Tanrının, Peygamber Mahammed’e verdiği emrin sonucu gerçekleştiği ifade edilir.

Bu ilan, İslam aleminde çığır açtı. Onaylayanlara ve ret edenlere rağmen bu ilan, İslam tarihinin bu güne kadar süren en önemli hadiselerinden biri oldu. İnananlara göre bu karar, İslam mesajının yol haritasıydı, İslam’ın gerçek manasına tanrısal bir işaretti; bu güne kadar süren, yarında sürecek olan hakkın yoluydu. İnananlar, bu ilanı İnsana mesaj olarak gelen, insan erdemleri ve sosyal ilişkileri için çağının devrimi olan İslam’ı, her türden maddi çıkarın ötesinde bir ahlak sistemi olarak sürdürmenin güvencesi olarak görür.

İnanmayanlar açısından ise durum farklı. Böylesi bir ilan, dünyasal imparatorluklarının önünde önemli bir engeldi; toparlanıp birleşen, tarihsel iç kavgalarını bitirmiş olan Arap kabilelerinin açılımı, yayılması, yeni toprakları istila ederek hükümranlık kurması önünde bir engeldi. Bu ilan insan merkezliydi, başka milletlerin insanıyla Arplar arasında eşitliği öngörüyordu, peygamberin “la farka beyne Arabi ve Acemi illa bittakva” sözüne uyan, Arap milliyetçiliği adı altında başkalarını sömürme amaçlı dünyasal çıkarlara önem vermeyendi. Bu ilanı, İslam’a güç dengelerinin bozulmasıyla giren Arap eski egemenlerinin, mali açıdan güçlü kesimlerin maddi çıkarları ve gelişimleri önünde önemli bir engeldi. Bu nedenle, Hz. Ali’ye biat etmek, çıkarlarına aykırıydı. Peygamberin yaptığı bu ilanı görmemezlikten gelmek ya da buna inananlara karşı savaşmak gerekirdi.

Bu iki farklı algının iki farklı kitlesi, dayandığı sınıfsal gücü ve İslam’ın yayılma döneminde farklı duruşları vardı. Bunları da şöyle tasnif edebiliriz.

KARŞITLAR

Birincisi; peygamber tanrının mesajını iletmekle yükümlü bir kuldur. Dolaysıyla, tanrısal kalıcı bir hüküm veremez. Ölümünden sonra şura ile karar verilir, miras yoluyla Müslümanların halifesi olunmaz. Ğadir Hum’da yapılan ilan tartışmalıdır, Müslümanların bölünmemesi için ısrarlı olmamak gerek. Ali Allahın razı olduğu bir kuludur, Allahın yüzünü kerametli kıldığı ender bir insandır; “Kerrem Allah-u Vechu” diyerek konuyla ilgili ısrarcı olmayan bir duruş sergilerler.

İkincisi; Ğadir Hum’u ilanını toptan inkar edenlerdir.

Bu eğilim, başlangıçta İslam öncesi hakim olan aile ve çevrelerin eski inançların oluşturduğu mahalle baskısı altında İslam’a karşı içten huzursuz olanlarla başladı. Bu çevreler açısından İslam, daha ileri ve adil bir insanı yaşam sistemi, bir inanç olarak değil de bir devlet, bir hükümranlık alanı, ideolojisi, gücü olarak algılanır. Dünyevi, maddi çıkar merkezli imparatorluk kuruluş eğilimleri de bu çevrelerde başlar (Emeviler). Bu eğilim, İslama kılıç zoruyla katılmasının ve yakın akrabalarını İslama karşı her savaşta kaybetmiş olmasının acısını taşır. Peygamber İslam mesajını vermeye b.aşladığı andan itibaren en acımasız saldırıları Mekelilerin başında olan amcazadelerinden görmüştür; Mekke’nin egemen güçleri olarak, Ebu cehil, Ebu Süfyan ve oğlu Muaviye, Müslümanlara kesilmeyen kanlı baskınlar sürdürmüştür.

İslam’ın zaferle sonuçlanan ilk muharebesi Bedir savaşıdır (Tarih; Hicri, 17 Ramazan 2 H / Miladi, 13 Mart 624) Ebu Cehil bu savaşta çocuklarıyla birlikte katledilince, Emevi çevreleri, İntikam çılgınlığını başlatmıştır. Bu savaşta Muaviye’nin annesi, Ebu Süfyan’ın karısı Hind, amcasını kardeşini ve çocuğunu kaybetmenin refleksleriyle, intikam içinde çırpınışında yaralı bir yılan haline gelmiştir.

Mekeliler, 1 yıl sonra intikam almak üzere Müslümanlara karşı, Medine’ye doğru sefere çıktılar. iki güç Uhud dağı eteklerinde karşı karşıya geldi.

Uhud muharebesi, (tarih: H:3 Şavval 3 / M: 23 Mart 625) Hz. Hamza’nın şehit olduğu muharebedir. Bu savaşta özgürlük vadiyle, Hz. Hamza’yı katletmesi için Hind tarafından özel olarak kiralanan Cabir bin Mutim’in kölesi “Vahşi” adındaki zenci de yer almıştır. Bu savaşta Cahiliye Arapların başında Ebu süfyan (Muaviyenin babası) ve Halid Bin velid yer alıyordu. Vahşi, saklandığı kayanın arkasından bulduğu ilk fırsatta Hz Hamza’yı şehit etmiştir. Hind’in “savaş yerinde Şehit yatan Hamza’nın göğsünü açıp, ciğerini çiğ çiğ yediği” söylenir.

Kin bu ilkel kabilelerde kültürün bir parçası olarak sürüyordu (Kırk yıl sonra intikam alan biri, “çok erken oldu” dermiş). Bu ilkellik bin yılların içinde şekillenmiştir. Bu yüzden yeni kültür, din, inanç da olsa, eskiyi kısa bir süreçte alt etmesi mümkün değildir.

Eski egemenler, İslam’a girmekle ne eski kültürlerini ne de eski ekonomik güçlerini kaybetmişti, sorunun özü de buradadır). Bu çevreler İslam’daki iktidar mücadelesinde, geçmişten gelen egemenliklerinin devamında ısrarlı olan çevrelerdir. Emeviler (Beni Ümeyye) bu kolun en önemli unsurlarıdır. Hz. Muhammed’in İslam mesajına karşı en kanlı savaşları bu çevreler vermişti. Peygamberin ölümünden sonra iktidarı bir kez daha ele geçirmişlerdi, sırtlarında İslam gömleği olsa da eski inanç ve kültürlerinin bilinçaltı kuşatmasıyla bir kez daha egemen konuma gelmişlerdi. İslamda hilafeti babadan oğla saltanat gibi geçirende bunlar olmuştur (Muaviye’den Yezid’e)

Dolaysıyla Ğadir Hum ilanını tanımamayı, onun arkasında duranlara karşı barbarca davranmayı, İslamla süren savaşlarının yeni düzlemdeki devamı olarak gördüler. İslam’a karşısındaki yakın geçmişin yenilgilerinin intikamını almaya giriştiler. Bu nedenle, Tanrının emriyle Peygamberin Ğadir Hum’da Hz. Ali‘yle ilgili yaptığı “İnananların mevlası Ali’dir” ilanı, iktidarlarına yönelik İslamın devam eden bir savaşı olarak gördüler. Bu yüzden en acımasız kıyım ve ölüm saldırısını bu yolun yolcularına ve özellikle Ehlibeytin masum imamlarına ve taraftarı Alevileri yöneltirler. Bu gelenek onların izcileri tarafından da sürdürüldü. Akıl almaz fetvalar İslam adına, İslamın özü, manası, gerçeği, insanlık mesajının taşıyıcılarına karşı yöneltilmiş oldu. Cami hutbelerinde Hz. Ali’ye ağır hakaretleri ikame eden, Kerbela’da Peygamberin torunu Hz.Hüseyn’i şehit eden, kafasını kesip mızrağa diken, Şam sokaklarına yalın ayak ibreti alem diye süründüren bunlardır. Bu yöntemin çok daha acımasız türleri ve fetvaları Alevilere reva görende bunlardır. “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir” ilkesini bile çiğneyen, dar çıkarların mahkumları da bunlar ve bu güne kadar süren ardıllarıdır.

Ğadir Hum ilanına yandaş olmayanların bu iki eğilim de, dünyasal, dar maddi çıkarları için hadis, icma, kıyas adı altında kan taşıdılar. Bunun için, İslam’ın gerçek mesajı Ehlibeyt ve yandaşlarına karşı kesintisiz bir ölüm denklemi geliştirdiler, zulüm ettiler.

İNANANLAR

Ğadir Hum ilanına inanan ve bu yolla hakkın tarafında olduğuna inananlar da kendi aralarında iki büyük topluluk oluştururlar.

Birincisi; Şiilerdir.

Ehlibeytin yolunda, inanç ritüeli olarak da Sünnilerle aynı biçim içinde ibadet eden bu kesim Ğadir Hum ilanını sadece zahiri yanıyla ele alır. Olayı dünyasal bir iktidar olayı olarak görür. Bu nedenle Kerbela’da Hz.Hüseyn’in katledilmesini, bu güne dek süren bir dünyasal intikam zemininde algılar. Hüseyn katledilmiştir katledenler İslam’ı katletmiştir refleksi gösterirler.

Şiilik bir ölçüye kadar Arap İslam yayılmacılığı karşısında Fars refleksinin tercihi, farklılığının bir ifadesi olarak yer alır. Fıkıh, farz ve öğretinin sisteminde farklılığına karşı genel İslam tanımı içinde mütalaa edilen bir konumda yerini belirler.

Ğadır Hum ilanı insani mesaj açısından Şiilikte önemli olsa da Kerbela’nın dünyasal etki ve sonuçları daha çok önemsenir. Hz. Hüseyn ve şehit olması daha çok kutsanır.

Şiilikten oldukça farklı olan Anadolu Aleviliğinde Ğadir Hum ilanına ilişkin açık bir algı, literatür bulunmamaktadır.

İkincisi; Arap Aleviliği

Arap Alevi topluluğuna resmi kayıtlarda “Nusayriler” adını verilmeye çalışılır. Bu tanım doğru değildir. Hz. Ali’nin inanç algısında temel unsur olduğu bir topluluğu, Muhammed bin Nusayr’in saygıyla bilinen önemi ne olursa olsun topluluğu buradan yola çıkarak tanımlamak doğru değildir. Kaldı ki, “Nusayri” adı üzerinde çok farklı yorumlar bulunmaktadır. Daha çok da Osmanlının Alevileri tahkir etmek üzere kullanıldığı bilinmektedir. Alevi kavramı, 1000 yıldır batini yazıtlarda kullanılan bir kavramdır. Arap Alevileri, kendi aralarında, kendilerini mezhebin kurucusu ve büyük şeyhi Hüseyn Bin Hamdan El Hasibi (Kas) adına atfen, Hasibi olarak tanımlarlar. Buna rağmen, bu inanç topluluğu en iyi tanımlayacak en doğru kavram “Alevi” kavramıdır.

Arap Aleviliği özü itibariyle batini bir felsefi yoldur. İslam’dır, İslam’ın tüm farzlarını esas alır bunun da ötesinde dünya ve ahret algısının derinliğine ibadetine önem verir. Derinlik bu inanç algısının felsefesidir. Bu kesimde Ğadir Hum ilanı algısı çok güçlüdür ve her şeyin başlangıcını buradan görür ve buradan geliştirir. Bu günü bayramların en büyüğü olarak kabul eder.

Tanrının Peygamberi aracılığıyla dile gelen Ğadir Hum ilanı, tüm tartışmaları sona erdiren bir açıklama olduğuna inanırlar; hilafet Hz. Ali’nindir, Hz. Ali Emir El müminindir. Hz. Ali, inancın MANASIDIR.

Felsefi boyutta bu ilan, doğadaki maddi manevi her varlığın bir özü olduğu ve bu özün hareketiyle yönelimlerini belirlediği saptamasına dayanır. Batini yanıyla bu ilana verilen anlam, her düşüncenin özü, manası onun gerçek var oluşunu izah eder. İslam’ın insani mesaj olarak taşıdığı anlam Hz. Ali’de ve onun ardılları olan Ehlibeyt’in yolunda olduğuna işaret eder. İslam’ın özü aynı zamanda inancın manasıdır. İnancı anlamak için manasına ulaşmak gerek. İslam’ın manası da Ğadir Hum mevkiinde Hz Muhammed’in yüz bini aşkın Müslüman’ın şahit olduğu ilanla Hz. Ali’dir

Bu adım İslam’ın mesajına yol göstermiştir. Hilafet olayında bu ilan inananların İslam’daki insanı öze, gerçek manaya tutunmalarına bir çağrıdır. Hz. Ali’yi, Aleviler indinde MANA yapan da budur.

İnsanlığın geçtiği büyük uygarlıkların son doruğunu temsi eden üçlemede Ali, Muhammed, Selman aynı zamanda insanlık düşün evriminin de dorukları olarak tasnif edilirler. Buna felsefi, tarihi belirlemeye şahadet etmeyi, "Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden âbduhu ve Resuluhu." Kelime-i şahadeti kadar önemserler.

Ğadir Hum ilanı, kimi İslam alemi mezheplerince yok sayılmaya, üzeri örtülmeye çalışılması, gerçekte 1400 yıldır süren acımasız Alevi kıyımın bir parçası olarak devam etmektedir.

İnancı dünyasal çıkarların mihverine itenler, bu yanlış yönelime karşı çıkan Peygamberin Ehlibeyt’ini düşman ilan etme nedeni de budur. Oysa inanç, insan merkezli olmaksızın onun erdemlerini ve onursal var oluşunu korumaksızın, ne tanrısal bir mesaj ne de doğruluk yönelimi olabilir. Bu nedenle her düşünce formu gibi inancın da bir manada kendini ifade etmesi gerek. İslam’da MANA Hz. Ali’dir; bu da Ğadir Hum’da tanrının peygamber Muhammed’e verdiği bir emirle ilan edilmiştir.

ĞADİR HUM’A GİDİŞ

İslam’ın yayılması ilk adımda meşakkatli bir yol izledi. Peygamber en yakın akrabalarıyla savaşmak zorunda kaldı. Yeni bir din, yeni bir tanrı, yeni bir gelenek ve görenek yaratmak, binlerce yılın köklü yapılarını, inanç simgelerini, putlarını, ritüellerini yıkmak demekti. Doğal olarak karşısında ilk elden egemen olanları bulacaktı. Bunların ağırlıklı kemsi Peygamberin amcezadeleriydi.

Ebu Süfyan ve Karısı Hind bilindiği gibi İslam’a karşı en büyük direnişi gösteren Beni Ümeyya (Emevi) egemenleriydi. İslam güçlenip Mekke fethedileceği açık olunca, göstermelik bir U dönüşüyle bunlarda İslam olduklarını kelime-i şahadet getirerek İslam’ın engellenemeyen ileri atılımına katıldılar. Oysa eski çok tanrılı inançları ve egemenlikleri tamamıyla dünyasal ve maddi değerler üzerine kurulmuştu. Kültürel algıları bu kapsamda tarihsel geçmişe dayanan çok köklü bir dokusu vardı. Peygamberin erken ölümü ise, bu kültürel dokunun kendi algılarıyla İslam’ı da kendi çıkarlarına bir araç olarak kullanmaya yönlendirmesi kaçınılmazdı. Halife Osman zamanında Emevilerin sık sık ve ısrarla eski dine dönme yönünde kulis çalışmaları ise tarihçiler tarafından tespit edilmiş vakalar arasındadır (Ebu Süfyan, amcası oğlu olan Halife Osman’a "Ey Ümeyye Oğulları! Hilafeti tıpkı bir top gibi birbirinize pas verin. Ebu Süfyan'ın yemin ettiği şeye andolsun ki ne cennet vardır, ne de cehennem." Tarih-i Taberi, c. ıo, s. 58; Müruc'üz-Zeheb, c. 2, s. 343. Dediği rivayet edilir).

Beyt ül Mal’in (İslam maliyesi), Halife Osman zamanında yakın çevre arasında haksızca dağıtımı, iktidarı paylaşmada Emevilerin eski kültür algılarıyla çalışmaları bu konuda önemli bir belirtidir) Ebu Süfyaan ve Hind’in oğlu Muaviye, Emevi soyu açısından bu rolü, vali olarak gönderildiği Şam’da, Halife Osman’ın katledilmesi üzerine yürüttüğü çirkin oyunlarla zorlanmadan oynamaya başladı (Osman’ın kanlı gömleğini Emevi camii kapısına aylarca asılı tutarak Hz Ali düşmanlığının kışkırtılması olayı, Hz. Hasan’ın aldatılması ve zehirletilmesi olayı gibi).

İslam’ın insanı mesajı bu süreçle birlikte ters yüz edilerek, Irkçı, milliyetçi, dünyasal çıkarların hükümranlığı için kullanılmaya başlandı. Amaç bir imparatorluk kurma haline geldi. Fütuhat başka milletlerin kıyımı ve emekleriyle ürettikleri servetlerini talana dönüştü. Bunun içinde uyduruk Hadislerle her şey şer-i hale getirildi. Bu kanaldan yeni bir şeriat İslam’ın insan özüne aykırı olarak şekillendi.

Bunun karşısında duran gerçek müminler ise acımasızca doğrandı. Bu nedenle de peygamberin Ehlibeyti, torun ve yakınları bu kıyımın en önemli hedefi oldu. Ehlibeytin yolundan giden Aleviler bu aşamadan sonra, her türden suçlamaya maruz kalarak ölüm takibatlarına, toplu kıyımlara uğradı.

Bu algı İslam’ın bölünmesinde önemli bir rol oynadı. İslam’ı, insani mesaj olan özünden çıkaran dünyasal çıkarların hükümranları, kapı kullarının uydurma hadislerinden türettikleri “Sünnet”i şeriat ilan edip, İnananları böldüler. Baskı ve zorla mahkum ettiklerini, hakimlerin uydurmalarına esir ettiler, insanlık dışı fetvalarla da kardeşi kardeşe kırdırdılar. Bu tarihi sürecin en kanlı hedefi de Ehlibeyt oldu.

Ehlibeyt, İnancın MANASIDIR. Batınıdır, gerçeğin içeriği ve özüdür. Bu yüzden dünyasal çıkar imparatorlarının hedefi oldular zehirletildiler, kanlı kıyımla öldürüldüler. Şehitlerin en ulusu Hz. Hüseyn Kerbela’da bunun için katledildi (Arap Alevilerine göre o ölmedi, her bir Alevi’de inanç ve düşün olarak yaşamaya devam ediyor; o tanrı katına Hz. İsa gibi yükseltildi. Kuran’da Hz. İsa ile ilgili ayetin, aynıyla Hz. Hüseyn için geçerli olduğu belirtilir; Nisa Süresi 157. Ayet )

Bu gelişmeler, tanrının bir sınavı olarak ilgili tüm gerçek Müslümanları kapsadı. Acılar çekildi, kovuşturmalara düşüldü, zehirlendi, kafalar kesilip top niyetine oyun aracı oldu. Buna rağmen dünden bu güne, İslam’ın insanlığa yönelik mesajına bağlı olanlar Ğadir Hum’u unutmadı, bu günün ipine sıkıca sarılıp birlik olmanın, hak yolunda yürümenin izini sürdü.

Ğadir Hum bir bayramdır, hakka gidişin yol haritasıdır. Bu gerçeğin şahitleri Sadece Aleviler değildir. Dört mezhepten biri olan Hambeli Mezhebinin kurucusu İmam Ahmet Bin Hambel’in meşhur Hadis kitabı Müsned; C.4;S372’de Zeyd Bin Erkam’ın bizzat Hz. Muhammed’in ağzından Hz. Ali’nin Müslümanların mevlası ilan edildiğini duyduğunu ve bunu tekrarla kendisine soran Ebü’-Tüfeyl’in sorusu üzerine” Evet Resul Allahtan duydum” diyerek cevap verdiğini aktarır. Ğadir Hum’daki ilan, onlarca sahabe tarafından da teyit ediğini yazar.

Bu konuda İmam Ahmet bin Hanbel şunları yazıyor; "O gün otuz ashap ayağa kalkıp Gadir Hum hadisini kendi kulaklarıyla işittiklerine tanıklık ettiler." (Müsned C.1 S;119 Hadis 633)

Ayrıca Gadir Hum olayına, Ehl-i Sünnet tarihçileri, hadis ve tefsir yazarları da önemle işaret eder.

Ayrıca, İslam’ın insanı mesajı, ehlibeyt ve Hz Ali’nin en sadık takipçisi, sosyal adaletin en kadim temsilcisi Abuzer El Ğifari de Ğadir Hum hadisesinin canlı tanığıdır; “ Gören şu gözlerimi, duyan şu kulaklarımı mezarda yiyecek kurtlar hakkı için yemin ederim ki Hz. Muhammed’in ağzından, hz. Ali’yi “tüm Müslümanların mevlası” olduğunu ilan edişinin tanığıyım” der.

Ğadir Hum ilanının tanrısal bir emir olmasına gelince farklı kaynaklarca teyit edilen şu belirlemeleri görürüz.

Hac farzı Hicretin 9. Yılında (M.631) vahiyle inerek Kuran’daki yerini aldı; “Orada apaçık deliller vardır, İbrahim’in makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana Allah için Kabe’yi haccetmesi gereklidir. Kim inkar ederse, bilsin ki; doğrusu Allah alemlerden müstağnidir.”( Diyanet işleri meali; ALİ İMRAN 3/97.)

Hz. Muhammed bu emirle H. 10 tarihinde Veda hacı’na gider.

Hz. Muhammed son haccını eda etmeye gidişi bir tanrı emri olarak gerçekleştiği belirtilir. Allah Resulüne, ilan etmesini istediği bir gerçeğin duyulmasını ister ve bunun için peygamberini veda haccı yapmaya yönlendirir. Bunun için vahiy gelir ve ayet iner; "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen mesajı ilet. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini ulaştırmış olamazsın. (Hiçbir şeyden korkma) Allah seni insanlara karşı koruyacaktır" (Maide 67) Bu ayetle bir sırrın açıklanacağına dair işaret verilir.


Ezanlar okunur ve Veda haccına gidiş ilan edilir. Müslümanlar akın akın veda haccına katılmak üzere gelir. Yüz bini aşkın (114 000) Müslüman’ın toplandığı rivayet edilir.

Hac farzı eda edilip dönülünce, Ğadir Hum vadisi mevkiinde mola verilir. Bu molada Hz. Muhammed, Hz. Ali’nin elini yükseğe kaldırıp müminlerin mevlası (sorumlusu) olduğunu ilan eder. Bu ilan yapılır yapılmaz, vahi gelir ve Allah, Peygamberin görevini tamamlayıp son emrini böylece yerine getirmesi üzerine şu meşhur ayeti indirir; "Bugün dininizi tamamladım, size nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslam'ı seçtim." (Maide 3)

İslam dininin tamamlandığı ilanı, Ğadir Hum’da Hz. Ali‘nin Emir el Müminin (İnananların mevlası) ilan edilmesiyle gerçekleştiğine işaret edilir. Bu nedenle bu gün, Tüm inananların, İslam aleminin ve özelikle Alevilerin en kutsal günü sayılır..

Bu gün Arap Alevileri için inancın MANA günüdür, özün, niteliğin cevherin ilan edildiği gündür, sırların en büyüğünün inananlarla paylaşıldığı gündür. Batini derinlikte bu gün, insanlık için düşünme ve emek verme günüdür. Düşüncenin tarihsel evrimi içinde oluşturduğu dorukların (kubbe) Muhammediye kesitindeki “Mana”nın ilanı olarak görülür. Bu yüzden bu günün arifesinden itibaren (dün ve bu gün) hiçbir iş yapılmaz; sadece insanlık için düşünülür, insanlık üretilmeye çalışılır. İnancın insanlık mesajı bilince çıkarılır.

SONUÇ

Bu satırların yazarı, inanan inanmayan insanlık için, doğruya gidişin bin bir yolu içinde kendi özgünlüğüyle yer alan, insan erdemini esas alan, bizden olan ve bizim için olan tüm değerlere sahip çıkmayı görev sayar. Bu yanıyla İnsanlık bilgi birikim hazinesinin önemli bir unsuru olan Aleviliği önemle dikkate alır ve onun talibi olduğunu ilan eder.

Bu münasebetle, insanlığa ve insanlık barışına adanmış hikmet yollarından biri olan Alevilerin Ğadir Bayramını kutluyorum.

Kim nerede ve ne olursa olsun, herkesi İnsanlık ailesinin gerçek ve haklı bir üyesi olmak için insani erdemlere bağlı kalmaya davet ediyorum. İnsanlık üretmeye koşun diyorum…

Not: Yararlandığım kaynak, Abdülhüseyn Şerefüddin El Musevi “EL MÜRACAAT” Kitabı. Velayet Yayıncılık

Hiç yorum yok: