11 Kasım 2011 Cuma
ĞADİR BAYRAMI
ARAP ALEVİLERİN
ĞADİR BAYRAMI KUTLU OLSUN
http://mirural.blogspot.com/ - http://www.facebook.com/profile.php?id=100002585630850
Bu gün Ğadir bayramı, kimse elini bir işe sürmesin,
bırakın iş yapmayı, insanlık üretin, insanlık için düşünün,
hepimize gerekli olan budur...
Mihrac Ural - 13 Kasım 2011 Pazar – Ğadir Bayramı münasebetiyle
II. Basıma ön söz.
(18 Zulhücce 1432)
Bu yazı, İnanç algılarımın, kültür kimliğimin önemli tanılarından birini oluşturuyor. Bu gün Ğadir bayramıdır, bu yıl 13 Kasım 2011 Pazar gününe denk geliyor ( 18 Zilhücce 1432). Laik, demokrat ve dünyasal algılarını fizik yasalarıyla bilimin verileriyle algılayan biri olarak, bu günü ben de mensup olduğun toplulukla birlikte sevinçle, coşkuyla ve özgünce kutluyorum. Bugününün resmi tatil olması için, İnanç topluluğunun tüm girişimlerine var gücümle katılıyorum. Bu hakkın alınması için en önde mücadele ediyorum. Demokratik hak ve özgürlüklerin parçalanamaz bir bütün olduğuna inanıyorum. Düne kadar, bu gerçekçi ve haklı talepleri dile getirmekten hep çekindiğimiz için halkımdan özür diliyorum.
Altta, uzun uzun konusunu ettiği Ğadir bayramı, Arap Alevileri için inanç algısının merkezinde duran bir gündür. Öyle ki, ebeveynlerim, ölümden önce, mezar taşlarına Hz Ali sevgisini işlememizi vasiyet ettiler. Ateşe meydan okuyan bu beyitleri istedikleri gibi, her ikisinin mezar taşlarına işledik. Beyitlerin Arapçası ve Türkçesi şöyle;
Arapçası:
Vilayeti li emir el nahil tekfini
İnda el memamti ve tahsiyli va tekfini
Tıynati kad cubilet kabla tekvini
Bi hubbi Haydara fa keyfa ennari tekvini
Türkçesi:
Ölümümde, yıkanıp kefenimi giydiğimde
Velayetimi emir el müminin Aliye vermişim, bu yeter...
Harcım, tekvinimden önce Haydara’nın sevgisiyle karılmış
Hangi ateş beni yakabilir ki…
Böylesine derin, böylesine köklü bir bağlılıkla inancına sarılmış bu kuşakların mesajlarını doğru kavramayı en az kendi adıma bir görev sayıyorum. Bu ister düşünsel, ister kültürel bir yaklaşım olsun isterse inançsal açıdan olsun ötelenemez bir görevdir. Bu inancın, 1400 yıl içinde oluşturduğu sarsılmaz kimlik, doğal olarak irdelenmeyi gerektirir. Bize ait olan, bizim coğrafyamızın gerçekliğinde ayakları yere basan bu hat, imparatorlukların, devletlerin, haritaların değiştiği, ideolojilerin ardı ardına yıkıldığı süreçlerde insani mesajına devam etmemsi ise önünde saygıyla eğilmeyi gerektirir. Ben de aynen öyle yapıyorum. Bununla da onur ve gurur duyuyorum.
Hepinizin bayramı kutlu olsun.
***
I.Basım: 23 Kasım 2010
23 Kasım 2010 Salı (18 Zulhicce 1431) bu gün, İslam aleminin ve özel olarak Arap Alevilerinin en kutsal günlerinden biridir.
Bu gün Hz Muhammed Veda Haccı dönüşünde (son hac ya da Hecatülveda - Hacetülbelağ) (Hicri 18 Zulhicce 10 / Miladi 8 Mart 632) Ğadir Hum bölgesinde, Hz. Ali’nin elini tutup, havaya kaldırarak ve tüm Müslümanlara seslenir “Allahumma men kintu veliyah fa haza Ali mevlah, Allahumma vali men vallah ve adi men adah” (Allah’ım ben kimin velisi isem, Ali onların mevlasıdır. Allah’ım onunla olanların yanında ol, düşmanlarının da düşmanı ol) der.
ĞADİR ALGISI
Bu ilanla, Hz. Ali’nin, Hz Muhammed’den sonra Müslümanların halifesi olduğu tespit edilmiş olur. Hz. Ali artık “Emir el Müminin”dir. Bu ilan Kuran ayetlerinden yapılan aktarmalarla da Tanrının, Peygamber Mahammed’e verdiği emrin sonucu gerçekleştiği ifade edilir.
Bu ilan, İslam aleminde çığır açtı. Onaylayanlara ve ret edenlere rağmen bu ilan, İslam tarihinin bu güne kadar süren en önemli hadiselerinden biri oldu. İnananlara göre bu karar, İslam mesajının yol haritasıydı, İslam’ın gerçek manasına tanrısal bir işaretti; bu güne kadar süren, yarında sürecek olan hakkın yoluydu. İnananlar, bu ilanı İnsana mesaj olarak gelen, insan erdemleri ve sosyal ilişkileri için çağının devrimi olan İslam’ı, her türden maddi çıkarın ötesinde bir ahlak sistemi olarak sürdürmenin güvencesi olarak görür.
İnanmayanlar açısından ise durum farklı. Böylesi bir ilan, dünyasal imparatorluklarının önünde önemli bir engeldi; toparlanıp birleşen, tarihsel iç kavgalarını bitirmiş olan Arap kabilelerinin açılımı, yayılması, yeni toprakları istila ederek hükümranlık kurması önünde bir engeldi. Bu ilan insan merkezliydi, başka milletlerin insanıyla Arplar arasında eşitliği öngörüyordu, peygamberin “la farka beyne Arabi ve Acemi illa bittakva” sözüne uyan, Arap milliyetçiliği adı altında başkalarını sömürme amaçlı dünyasal çıkarlara önem vermeyendi. Bu ilanı, İslam’a güç dengelerinin bozulmasıyla giren Arap eski egemenlerinin, mali açıdan güçlü kesimlerin maddi çıkarları ve gelişimleri önünde önemli bir engeldi. Bu nedenle, Hz. Ali’ye biat etmek, çıkarlarına aykırıydı. Peygamberin yaptığı bu ilanı görmemezlikten gelmek ya da buna inananlara karşı savaşmak gerekirdi.
Bu iki farklı algının iki farklı kitlesi, dayandığı sınıfsal gücü ve İslam’ın yayılma döneminde farklı duruşları vardı. Bunları da şöyle tasnif edebiliriz.
KARŞITLAR
Birincisi; peygamber tanrının mesajını iletmekle yükümlü bir kuldur. Dolaysıyla, tanrısal kalıcı bir hüküm veremez. Ölümünden sonra şura ile karar verilir, miras yoluyla Müslümanların halifesi olunmaz. Ğadir Hum’da yapılan ilan tartışmalıdır, Müslümanların bölünmemesi için ısrarlı olmamak gerek. Ali Allahın razı olduğu bir kuludur, Allahın yüzünü kerametli kıldığı ender bir insandır; “Kerrem Allah-u Vechu” diyerek konuyla ilgili ısrarcı olmayan bir duruş sergilerler.
İkincisi; Ğadir Hum’u ilanını toptan inkar edenlerdir.
Bu eğilim, başlangıçta İslam öncesi hakim olan aile ve çevrelerin eski inançların oluşturduğu mahalle baskısı altında İslam’a karşı içten huzursuz olanlarla başladı. Bu çevreler açısından İslam, daha ileri ve adil bir insanı yaşam sistemi, bir inanç olarak değil de bir devlet, bir hükümranlık alanı, ideolojisi, gücü olarak algılanır. Dünyevi, maddi çıkar merkezli imparatorluk kuruluş eğilimleri de bu çevrelerde başlar (Emeviler). Bu eğilim, İslama kılıç zoruyla katılmasının ve yakın akrabalarını İslama karşı her savaşta kaybetmiş olmasının acısını taşır. Peygamber İslam mesajını vermeye b.aşladığı andan itibaren en acımasız saldırıları Mekelilerin başında olan amcazadelerinden görmüştür; Mekke’nin egemen güçleri olarak, Ebu cehil, Ebu Süfyan ve oğlu Muaviye, Müslümanlara kesilmeyen kanlı baskınlar sürdürmüştür.
İslam’ın zaferle sonuçlanan ilk muharebesi Bedir savaşıdır (Tarih; Hicri, 17 Ramazan 2 H / Miladi, 13 Mart 624) Ebu Cehil bu savaşta çocuklarıyla birlikte katledilince, Emevi çevreleri, İntikam çılgınlığını başlatmıştır. Bu savaşta Muaviye’nin annesi, Ebu Süfyan’ın karısı Hind, amcasını kardeşini ve çocuğunu kaybetmenin refleksleriyle, intikam içinde çırpınışında yaralı bir yılan haline gelmiştir.
Mekeliler, 1 yıl sonra intikam almak üzere Müslümanlara karşı, Medine’ye doğru sefere çıktılar. iki güç Uhud dağı eteklerinde karşı karşıya geldi.
Uhud muharebesi, (tarih: H:3 Şavval 3 / M: 23 Mart 625) Hz. Hamza’nın şehit olduğu muharebedir. Bu savaşta özgürlük vadiyle, Hz. Hamza’yı katletmesi için Hind tarafından özel olarak kiralanan Cabir bin Mutim’in kölesi “Vahşi” adındaki zenci de yer almıştır. Bu savaşta Cahiliye Arapların başında Ebu süfyan (Muaviyenin babası) ve Halid Bin velid yer alıyordu. Vahşi, saklandığı kayanın arkasından bulduğu ilk fırsatta Hz Hamza’yı şehit etmiştir. Hind’in “savaş yerinde Şehit yatan Hamza’nın göğsünü açıp, ciğerini çiğ çiğ yediği” söylenir.
Kin bu ilkel kabilelerde kültürün bir parçası olarak sürüyordu (Kırk yıl sonra intikam alan biri, “çok erken oldu” dermiş). Bu ilkellik bin yılların içinde şekillenmiştir. Bu yüzden yeni kültür, din, inanç da olsa, eskiyi kısa bir süreçte alt etmesi mümkün değildir.
Eski egemenler, İslam’a girmekle ne eski kültürlerini ne de eski ekonomik güçlerini kaybetmişti, sorunun özü de buradadır). Bu çevreler İslam’daki iktidar mücadelesinde, geçmişten gelen egemenliklerinin devamında ısrarlı olan çevrelerdir. Emeviler (Beni Ümeyye) bu kolun en önemli unsurlarıdır. Hz. Muhammed’in İslam mesajına karşı en kanlı savaşları bu çevreler vermişti. Peygamberin ölümünden sonra iktidarı bir kez daha ele geçirmişlerdi, sırtlarında İslam gömleği olsa da eski inanç ve kültürlerinin bilinçaltı kuşatmasıyla bir kez daha egemen konuma gelmişlerdi. İslamda hilafeti babadan oğla saltanat gibi geçirende bunlar olmuştur (Muaviye’den Yezid’e)
Dolaysıyla Ğadir Hum ilanını tanımamayı, onun arkasında duranlara karşı barbarca davranmayı, İslamla süren savaşlarının yeni düzlemdeki devamı olarak gördüler. İslam’a karşısındaki yakın geçmişin yenilgilerinin intikamını almaya giriştiler. Bu nedenle, Tanrının emriyle Peygamberin Ğadir Hum’da Hz. Ali‘yle ilgili yaptığı “İnananların mevlası Ali’dir” ilanı, iktidarlarına yönelik İslamın devam eden bir savaşı olarak gördüler. Bu yüzden en acımasız kıyım ve ölüm saldırısını bu yolun yolcularına ve özellikle Ehlibeytin masum imamlarına ve taraftarı Alevileri yöneltirler. Bu gelenek onların izcileri tarafından da sürdürüldü. Akıl almaz fetvalar İslam adına, İslamın özü, manası, gerçeği, insanlık mesajının taşıyıcılarına karşı yöneltilmiş oldu. Cami hutbelerinde Hz. Ali’ye ağır hakaretleri ikame eden, Kerbela’da Peygamberin torunu Hz.Hüseyn’i şehit eden, kafasını kesip mızrağa diken, Şam sokaklarına yalın ayak ibreti alem diye süründüren bunlardır. Bu yöntemin çok daha acımasız türleri ve fetvaları Alevilere reva görende bunlardır. “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir” ilkesini bile çiğneyen, dar çıkarların mahkumları da bunlar ve bu güne kadar süren ardıllarıdır.
Ğadir Hum ilanına yandaş olmayanların bu iki eğilim de, dünyasal, dar maddi çıkarları için hadis, icma, kıyas adı altında kan taşıdılar. Bunun için, İslam’ın gerçek mesajı Ehlibeyt ve yandaşlarına karşı kesintisiz bir ölüm denklemi geliştirdiler, zulüm ettiler.
İNANANLAR
Ğadir Hum ilanına inanan ve bu yolla hakkın tarafında olduğuna inananlar da kendi aralarında iki büyük topluluk oluştururlar.
Birincisi; Şiilerdir.
Ehlibeytin yolunda, inanç ritüeli olarak da Sünnilerle aynı biçim içinde ibadet eden bu kesim Ğadir Hum ilanını sadece zahiri yanıyla ele alır. Olayı dünyasal bir iktidar olayı olarak görür. Bu nedenle Kerbela’da Hz.Hüseyn’in katledilmesini, bu güne dek süren bir dünyasal intikam zemininde algılar. Hüseyn katledilmiştir katledenler İslam’ı katletmiştir refleksi gösterirler.
Şiilik bir ölçüye kadar Arap İslam yayılmacılığı karşısında Fars refleksinin tercihi, farklılığının bir ifadesi olarak yer alır. Fıkıh, farz ve öğretinin sisteminde farklılığına karşı genel İslam tanımı içinde mütalaa edilen bir konumda yerini belirler.
Ğadır Hum ilanı insani mesaj açısından Şiilikte önemli olsa da Kerbela’nın dünyasal etki ve sonuçları daha çok önemsenir. Hz. Hüseyn ve şehit olması daha çok kutsanır.
Şiilikten oldukça farklı olan Anadolu Aleviliğinde Ğadir Hum ilanına ilişkin açık bir algı, literatür bulunmamaktadır.
İkincisi; Arap Aleviliği
Arap Alevi topluluğuna resmi kayıtlarda “Nusayriler” adını verilmeye çalışılır. Bu tanım doğru değildir. Hz. Ali’nin inanç algısında temel unsur olduğu bir topluluğu, Muhammed bin Nusayr’in saygıyla bilinen önemi ne olursa olsun topluluğu buradan yola çıkarak tanımlamak doğru değildir. Kaldı ki, “Nusayri” adı üzerinde çok farklı yorumlar bulunmaktadır. Daha çok da Osmanlının Alevileri tahkir etmek üzere kullanıldığı bilinmektedir. Alevi kavramı, 1000 yıldır batini yazıtlarda kullanılan bir kavramdır. Arap Alevileri, kendi aralarında, kendilerini mezhebin kurucusu ve büyük şeyhi Hüseyn Bin Hamdan El Hasibi (Kas) adına atfen, Hasibi olarak tanımlarlar. Buna rağmen, bu inanç topluluğu en iyi tanımlayacak en doğru kavram “Alevi” kavramıdır.
Arap Aleviliği özü itibariyle batini bir felsefi yoldur. İslam’dır, İslam’ın tüm farzlarını esas alır bunun da ötesinde dünya ve ahret algısının derinliğine ibadetine önem verir. Derinlik bu inanç algısının felsefesidir. Bu kesimde Ğadir Hum ilanı algısı çok güçlüdür ve her şeyin başlangıcını buradan görür ve buradan geliştirir. Bu günü bayramların en büyüğü olarak kabul eder.
Tanrının Peygamberi aracılığıyla dile gelen Ğadir Hum ilanı, tüm tartışmaları sona erdiren bir açıklama olduğuna inanırlar; hilafet Hz. Ali’nindir, Hz. Ali Emir El müminindir. Hz. Ali, inancın MANASIDIR.
Felsefi boyutta bu ilan, doğadaki maddi manevi her varlığın bir özü olduğu ve bu özün hareketiyle yönelimlerini belirlediği saptamasına dayanır. Batini yanıyla bu ilana verilen anlam, her düşüncenin özü, manası onun gerçek var oluşunu izah eder. İslam’ın insani mesaj olarak taşıdığı anlam Hz. Ali’de ve onun ardılları olan Ehlibeyt’in yolunda olduğuna işaret eder. İslam’ın özü aynı zamanda inancın manasıdır. İnancı anlamak için manasına ulaşmak gerek. İslam’ın manası da Ğadir Hum mevkiinde Hz Muhammed’in yüz bini aşkın Müslüman’ın şahit olduğu ilanla Hz. Ali’dir
Bu adım İslam’ın mesajına yol göstermiştir. Hilafet olayında bu ilan inananların İslam’daki insanı öze, gerçek manaya tutunmalarına bir çağrıdır. Hz. Ali’yi, Aleviler indinde MANA yapan da budur.
İnsanlığın geçtiği büyük uygarlıkların son doruğunu temsi eden üçlemede Ali, Muhammed, Selman aynı zamanda insanlık düşün evriminin de dorukları olarak tasnif edilirler. Buna felsefi, tarihi belirlemeye şahadet etmeyi, "Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden âbduhu ve Resuluhu." Kelime-i şahadeti kadar önemserler.
Ğadir Hum ilanı, kimi İslam alemi mezheplerince yok sayılmaya, üzeri örtülmeye çalışılması, gerçekte 1400 yıldır süren acımasız Alevi kıyımın bir parçası olarak devam etmektedir.
İnancı dünyasal çıkarların mihverine itenler, bu yanlış yönelime karşı çıkan Peygamberin Ehlibeyt’ini düşman ilan etme nedeni de budur. Oysa inanç, insan merkezli olmaksızın onun erdemlerini ve onursal var oluşunu korumaksızın, ne tanrısal bir mesaj ne de doğruluk yönelimi olabilir. Bu nedenle her düşünce formu gibi inancın da bir manada kendini ifade etmesi gerek. İslam’da MANA Hz. Ali’dir; bu da Ğadir Hum’da tanrının peygamber Muhammed’e verdiği bir emirle ilan edilmiştir.
ĞADİR HUM’A GİDİŞ
İslam’ın yayılması ilk adımda meşakkatli bir yol izledi. Peygamber en yakın akrabalarıyla savaşmak zorunda kaldı. Yeni bir din, yeni bir tanrı, yeni bir gelenek ve görenek yaratmak, binlerce yılın köklü yapılarını, inanç simgelerini, putlarını, ritüellerini yıkmak demekti. Doğal olarak karşısında ilk elden egemen olanları bulacaktı. Bunların ağırlıklı kemsi Peygamberin amcezadeleriydi.
Ebu Süfyan ve Karısı Hind bilindiği gibi İslam’a karşı en büyük direnişi gösteren Beni Ümeyya (Emevi) egemenleriydi. İslam güçlenip Mekke fethedileceği açık olunca, göstermelik bir U dönüşüyle bunlarda İslam olduklarını kelime-i şahadet getirerek İslam’ın engellenemeyen ileri atılımına katıldılar. Oysa eski çok tanrılı inançları ve egemenlikleri tamamıyla dünyasal ve maddi değerler üzerine kurulmuştu. Kültürel algıları bu kapsamda tarihsel geçmişe dayanan çok köklü bir dokusu vardı. Peygamberin erken ölümü ise, bu kültürel dokunun kendi algılarıyla İslam’ı da kendi çıkarlarına bir araç olarak kullanmaya yönlendirmesi kaçınılmazdı. Halife Osman zamanında Emevilerin sık sık ve ısrarla eski dine dönme yönünde kulis çalışmaları ise tarihçiler tarafından tespit edilmiş vakalar arasındadır (Ebu Süfyan, amcası oğlu olan Halife Osman’a "Ey Ümeyye Oğulları! Hilafeti tıpkı bir top gibi birbirinize pas verin. Ebu Süfyan'ın yemin ettiği şeye andolsun ki ne cennet vardır, ne de cehennem." Tarih-i Taberi, c. ıo, s. 58; Müruc'üz-Zeheb, c. 2, s. 343. Dediği rivayet edilir).
Beyt ül Mal’in (İslam maliyesi), Halife Osman zamanında yakın çevre arasında haksızca dağıtımı, iktidarı paylaşmada Emevilerin eski kültür algılarıyla çalışmaları bu konuda önemli bir belirtidir) Ebu Süfyaan ve Hind’in oğlu Muaviye, Emevi soyu açısından bu rolü, vali olarak gönderildiği Şam’da, Halife Osman’ın katledilmesi üzerine yürüttüğü çirkin oyunlarla zorlanmadan oynamaya başladı (Osman’ın kanlı gömleğini Emevi camii kapısına aylarca asılı tutarak Hz Ali düşmanlığının kışkırtılması olayı, Hz. Hasan’ın aldatılması ve zehirletilmesi olayı gibi).
İslam’ın insanı mesajı bu süreçle birlikte ters yüz edilerek, Irkçı, milliyetçi, dünyasal çıkarların hükümranlığı için kullanılmaya başlandı. Amaç bir imparatorluk kurma haline geldi. Fütuhat başka milletlerin kıyımı ve emekleriyle ürettikleri servetlerini talana dönüştü. Bunun içinde uyduruk Hadislerle her şey şer-i hale getirildi. Bu kanaldan yeni bir şeriat İslam’ın insan özüne aykırı olarak şekillendi.
Bunun karşısında duran gerçek müminler ise acımasızca doğrandı. Bu nedenle de peygamberin Ehlibeyti, torun ve yakınları bu kıyımın en önemli hedefi oldu. Ehlibeytin yolundan giden Aleviler bu aşamadan sonra, her türden suçlamaya maruz kalarak ölüm takibatlarına, toplu kıyımlara uğradı.
Bu algı İslam’ın bölünmesinde önemli bir rol oynadı. İslam’ı, insani mesaj olan özünden çıkaran dünyasal çıkarların hükümranları, kapı kullarının uydurma hadislerinden türettikleri “Sünnet”i şeriat ilan edip, İnananları böldüler. Baskı ve zorla mahkum ettiklerini, hakimlerin uydurmalarına esir ettiler, insanlık dışı fetvalarla da kardeşi kardeşe kırdırdılar. Bu tarihi sürecin en kanlı hedefi de Ehlibeyt oldu.
Ehlibeyt, İnancın MANASIDIR. Batınıdır, gerçeğin içeriği ve özüdür. Bu yüzden dünyasal çıkar imparatorlarının hedefi oldular zehirletildiler, kanlı kıyımla öldürüldüler. Şehitlerin en ulusu Hz. Hüseyn Kerbela’da bunun için katledildi (Arap Alevilerine göre o ölmedi, her bir Alevi’de inanç ve düşün olarak yaşamaya devam ediyor; o tanrı katına Hz. İsa gibi yükseltildi. Kuran’da Hz. İsa ile ilgili ayetin, aynıyla Hz. Hüseyn için geçerli olduğu belirtilir; Nisa Süresi 157. Ayet )
Bu gelişmeler, tanrının bir sınavı olarak ilgili tüm gerçek Müslümanları kapsadı. Acılar çekildi, kovuşturmalara düşüldü, zehirlendi, kafalar kesilip top niyetine oyun aracı oldu. Buna rağmen dünden bu güne, İslam’ın insanlığa yönelik mesajına bağlı olanlar Ğadir Hum’u unutmadı, bu günün ipine sıkıca sarılıp birlik olmanın, hak yolunda yürümenin izini sürdü.
Ğadir Hum bir bayramdır, hakka gidişin yol haritasıdır. Bu gerçeğin şahitleri Sadece Aleviler değildir. Dört mezhepten biri olan Hambeli Mezhebinin kurucusu İmam Ahmet Bin Hambel’in meşhur Hadis kitabı Müsned; C.4;S372’de Zeyd Bin Erkam’ın bizzat Hz. Muhammed’in ağzından Hz. Ali’nin Müslümanların mevlası ilan edildiğini duyduğunu ve bunu tekrarla kendisine soran Ebü’-Tüfeyl’in sorusu üzerine” Evet Resul Allahtan duydum” diyerek cevap verdiğini aktarır. Ğadir Hum’daki ilan, onlarca sahabe tarafından da teyit ediğini yazar.
Bu konuda İmam Ahmet bin Hanbel şunları yazıyor; "O gün otuz ashap ayağa kalkıp Gadir Hum hadisini kendi kulaklarıyla işittiklerine tanıklık ettiler." (Müsned C.1 S;119 Hadis 633)
Ayrıca Gadir Hum olayına, Ehl-i Sünnet tarihçileri, hadis ve tefsir yazarları da önemle işaret eder.
Ayrıca, İslam’ın insanı mesajı, ehlibeyt ve Hz Ali’nin en sadık takipçisi, sosyal adaletin en kadim temsilcisi Abuzer El Ğifari de Ğadir Hum hadisesinin canlı tanığıdır; “ Gören şu gözlerimi, duyan şu kulaklarımı mezarda yiyecek kurtlar hakkı için yemin ederim ki Hz. Muhammed’in ağzından, hz. Ali’yi “tüm Müslümanların mevlası” olduğunu ilan edişinin tanığıyım” der.
Ğadir Hum ilanının tanrısal bir emir olmasına gelince farklı kaynaklarca teyit edilen şu belirlemeleri görürüz.
Hac farzı Hicretin 9. Yılında (M.631) vahiyle inerek Kuran’daki yerini aldı; “Orada apaçık deliller vardır, İbrahim’in makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana Allah için Kabe’yi haccetmesi gereklidir. Kim inkar ederse, bilsin ki; doğrusu Allah alemlerden müstağnidir.”( Diyanet işleri meali; ALİ İMRAN 3/97.)
Hz. Muhammed bu emirle H. 10 tarihinde Veda hacı’na gider.
Hz. Muhammed son haccını eda etmeye gidişi bir tanrı emri olarak gerçekleştiği belirtilir. Allah Resulüne, ilan etmesini istediği bir gerçeğin duyulmasını ister ve bunun için peygamberini veda haccı yapmaya yönlendirir. Bunun için vahiy gelir ve ayet iner; "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen mesajı ilet. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini ulaştırmış olamazsın. (Hiçbir şeyden korkma) Allah seni insanlara karşı koruyacaktır" (Maide 67) Bu ayetle bir sırrın açıklanacağına dair işaret verilir.
Ezanlar okunur ve Veda haccına gidiş ilan edilir. Müslümanlar akın akın veda haccına katılmak üzere gelir. Yüz bini aşkın (114 000) Müslüman’ın toplandığı rivayet edilir.
Hac farzı eda edilip dönülünce, Ğadir Hum vadisi mevkiinde mola verilir. Bu molada Hz. Muhammed, Hz. Ali’nin elini yükseğe kaldırıp müminlerin mevlası (sorumlusu) olduğunu ilan eder. Bu ilan yapılır yapılmaz, vahi gelir ve Allah, Peygamberin görevini tamamlayıp son emrini böylece yerine getirmesi üzerine şu meşhur ayeti indirir; "Bugün dininizi tamamladım, size nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslam'ı seçtim." (Maide 3)
İslam dininin tamamlandığı ilanı, Ğadir Hum’da Hz. Ali‘nin Emir el Müminin (İnananların mevlası) ilan edilmesiyle gerçekleştiğine işaret edilir. Bu nedenle bu gün, Tüm inananların, İslam aleminin ve özelikle Alevilerin en kutsal günü sayılır..
Bu gün Arap Alevileri için inancın MANA günüdür, özün, niteliğin cevherin ilan edildiği gündür, sırların en büyüğünün inananlarla paylaşıldığı gündür. Batini derinlikte bu gün, insanlık için düşünme ve emek verme günüdür. Düşüncenin tarihsel evrimi içinde oluşturduğu dorukların (kubbe) Muhammediye kesitindeki “Mana”nın ilanı olarak görülür. Bu yüzden bu günün arifesinden itibaren (dün ve bu gün) hiçbir iş yapılmaz; sadece insanlık için düşünülür, insanlık üretilmeye çalışılır. İnancın insanlık mesajı bilince çıkarılır.
SONUÇ
Bu satırların yazarı, inanan inanmayan insanlık için, doğruya gidişin bin bir yolu içinde kendi özgünlüğüyle yer alan, insan erdemini esas alan, bizden olan ve bizim için olan tüm değerlere sahip çıkmayı görev sayar. Bu yanıyla İnsanlık bilgi birikim hazinesinin önemli bir unsuru olan Aleviliği önemle dikkate alır ve onun talibi olduğunu ilan eder.
Bu münasebetle, insanlığa ve insanlık barışına adanmış hikmet yollarından biri olan Alevilerin Ğadir Bayramını kutluyorum.
Kim nerede ve ne olursa olsun, herkesi İnsanlık ailesinin gerçek ve haklı bir üyesi olmak için insani erdemlere bağlı kalmaya davet ediyorum. İnsanlık üretmeye koşun diyorum…
Not: Yararlandığım kaynak, Abdülhüseyn Şerefüddin El Musevi “EL MÜRACAAT” Kitabı. Velayet Yayıncılık
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder