15 Kasım 2011 Salı
AHMET KAYA ANISINA; ÖZLEDİK İKİ GÖZÜM
Paris Louver Müzesi Camlı Ehram sahası 1988 Ahmet Kaya –Mihrac Ural
Mihrac Ural
İki gözüm Ahmet Kaya anısına 16 Kasım 2011
2010 anmasında şunları yazmıştım; “Derler ki, Picasso Paris'e ilk ayak bastığında tren garında piştovunu çekerek üç el ateş eder ve "Parisss Parisss Parisss duy sesimi, ben geldim işte buradayım" diye bağırmaya başlar. Kimse umurunda değildi ve kimse de o mahşeri kalabalıkta bu haykırışla ilgilenmedi. Picasso, Paris gibi sanat merkezindeki değirmenlerin öğütücü etkinliğine karşı bir meydan okuyuş olarak ortaya bir tavır sergilemişti. Koyduğu bu tavrının hep arkasında da kalmıştı. Sonra ülkesini büyük elçi olarak temsil edecek ve dünyanın önünde saygıyla eğildiği resimlerin ressamı olacaktı.
Ben de, Ahmet Kaya yoldaşımın benzer bir haykırışına tanık oldum. Onu sizinle paylaşacağım.1992 Kasım ayının son günleri, Frankfurt’ta buluşuyorduk. Yıllardır kopmuş bir ilişkinin buluşmasıydı; özlemlerle dolu…
Şehrin merkezinde dört yol kavşağı ve insan selinin ortasında bir araya gelecektik. Saatler gelip çattığında bir anda birbirimizi karşımızda gördük ve bizi ayıran caddenin trafiğinin korkunç akışına bakmadan, Almanya'da olması asla düşünülmeyecek tarzda yolu keserek hızla birbirimize koştuk! Sarıldık sıkıca, sıvazladık sırtlarımızı etkince…
Ahmet aniden geri çekildi. Tedirgin oldum, nedir demeye kalmadan elini beline götürdü, şaşkınlığımı üstümden atamadan silahını çekti. Havaya doğru tuttu ve 14'lüsünün şarjörünü boşaltana kadar sıktı. Dehşete düşmüştük. Çevreden bize ne oluyoruz diye bakanlar az değildi. "İşte biz buradayız. Dünya alem sesimizi duysun biz buradayız direnmeye de devam edeceğiz" diye coşkuyla bağırdı. Aniden gerginliğim kayboldu. Picasso’yu hatırladım, Ahmet devrimciliğini, yoldaşlığını ve direncini haykırıyordu; tıpkı Picasso gibi.
Sonra hep bir aradaydık. Sürekli haberleşip buluşarak, okuduklarımızı tartışarak, gelecek siyasal yönelimler üzerinde sohbetler yaparak güçlenip derinleşen yoldaşlıkla yürüdük. O dostluğun erdemiydi, vefanın ikircimsiz algısıydı.
Bölge her alanda gergin bir süreçten geçiyordu. 1999’da interpolün kırmızı bültenle aradığını açıkladığı siyasiler aranmaya başladı. Bunun üzerine 1999 sonunda tutuklandım. Hiçbir gerekçe öne sürülmeden siyasi mülteci olan bir insan tutuklanıyordu. Bir yıl güneş yüzü görmeden, tuvaleti başucunda olan bir hücrede yattım. İki ülke arasında bozgunculuk yapmak gerekçesiyle zorunlu ikameti bu hücre olmuştu.
2000 Kasımının ilk haftasında serbest bırakıldım. Henüz evime yoldaşlarıma çocuklarıma yeni kavuşmuştum. Yer sofrasında yemek yiyordum. Telefon çaldı. İki gözüm Ahmet Kaya yoldaş hattın diğer ucunda, “geçmiş olsun” dileklerini iletiyordu. Uzaktan dostluk elini, ruhunu, nefesini iletiyordu.
Ben de iki gözüm Ahmet’i hiçbir yerde ve hiçbir zaman yalnız bırakmadım. O hala içimizde derinliklerimizde tüm canlılığıyla yaşamaya devam ediyor.”
Bu Gün 16 Kasım 2011 itibariyle Ahmet’i, çok daha fazla özlüyoruz. Bir yanımız eksik kalmış hallerdeyiz. O davudi sesiyle, inci gibi dizili güftelerin duygu seliyle, ülkemiz üzerinde yoğunlaşan karanlıkların, gericiliğin, ırkçı-milliyetçiliğin puslu havasında bir müzik pusulası gibiydi. Karanlıklar çöktükçe ona ihtiyacımız bir kat daha artıyor. 12 Eylül karanlıklarından çıkmışın yol haritasıydı; “Yorgun demokrat”ı söylerken hepimizin yüreklerin, akıllarına seslenmişti, “uyanın artık, susma zamanı bitti, yola koyulun…” bu çağrıyla bir dönemin karanlıklarından çıkılmaya çalışıldı. Yazımın başlığını, onun severek tekrar ettiği “iki güzüm” hitabını başlık yaptım. Evet özlemişiz Ahmet’i hem de çok….
Ahmet Kaya, sevinciyle tasasıyla bizden biriydi. Başına gelenlerin tümü de bununla ilgiliydi. Halk olması, halkının haklı davası için haykırmasıydı. Paris’te birlikte geçirdiğim o mitingli yürüyüşlü yıllarda, Demokrasi mücadelesindeki algımızın görevlerini eksiksiz yerine getirmeye çalıştık. Halkımızın hak ve talepleri için ileriye dönük planlarımız vardı. Bunun için özgün toplantılarda aldığımız kararlar vardı. Bunları da yeri geldikçe tek tek okurlarla paylaşacağım.
Bu yılın Ahmet Kaya anısına ilişkin yazımı, her defasında olduğu gibi, Gülten Kaya’nın onurlu ve dik duruşunu selamlayarak noktalayacağım. Gülten, Ahmet Kaya’yı her defasında yeniden bizlere, dinleyicilerine halkına kazandırmakla hepimiz adına bir çaba verdi. Bu yiğit kadının, kararlılıkla, zorluklara göğüs gere gere verdiği mücadeleyi selamlıyorum.
Gülten, bir kez daha her kahramanın arkasında dev bir kadın olduğunu gösterdi. Onu bu satırlardan bir kez daha selamlarım.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder