3 Temmuz 2011 Pazar
ULAN ÖKÜZ ANADOLULU
Mustafa Köse
3 Temmuz 2011
Ankara valisi Nevzat Tandoğan bu sözü söylediği iddia olunur. 3 Mayıs 1944 yılında tutuklanan Osman Yüksel Serdengeçti Ankara valisi ve aynı zamanda Ankara belediye başkanı olan Nevzat Tandoğan huzuruna çıkarılınca kalaylanır. Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilik ile komünizm ile ne işiniz var. Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm lazımsa onu biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var.Birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek.İkincisi askere çağrıldığınızda askere gitmektir, der.
Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayan bu anlayış daha sonra yaşanacakların ip ucunu verdi. Bu zihniyet demokrasimizin gelişmesine engel oldu. Devleti yöneten kadro halka hep böyle baktı. Halkı hor gördü. Halk denilen şey sadece söylenenlere uymalıydı. Ne gerekiyorsa nelerin yapılması lazım olacaksa bu kadro kendi uhdesinde gördü. Ülkenin veya toplumun bir ihtiyacı varsa kendisi isterse verecektir. Bunları kimsenin talep etme isteme hakkı olmayacaktır.
Kurtuluş savaşın generali Kazım Karabekir paşa başkanlığında ve Hamidiye kahramanı Rauf Orbay’ın sekreterliğiyle ilk muhalefet teşkilatı kurulur. 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını açarlar. Çok sesli özürlüğü savunurlar. Ancak yönetici kadro buna tahammül etmez ve kapatılır. Yöneticilerin başına gelmeyen kalmaz.
Daha sonra Paris büyük elçisi Ali Fethi Bey Mustafa Kemalin önerisiyle ve onayıyla 17 Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkasını kurar. Yeni fırka çok kıssa bir zamanda büyük ilgi görür. Beklenmedik heyecan yönetici kadroyu ürkütür. Ali Fethi Bey çağrılarak Fırkayı kapatması istenir. Ali Fethi Bey 17 Kasım 1930’da içişleri bakanlığına bir dilekçeyle partiyi feshettiğini bildirir.
1946’da batı dünyasının bastırmasıyla çok partili düzene geçilir. Ancak zihniyet değişmediği için Başbakan Adnan Menderes ile iki bakanının asılmasıyla yeni bir dönemeç başladı. Bu yeni süreç yine kendini elit gören kadronun istediği gibi olacak şekilde düşünüldü. Çok partili ama riayet edecek bir parlamenter rejim arzulandı.
Zamanla bu zihniyet daha fazla organize oldu. Atanmışların, siyasetçilerin, basının ve devlet eliyle zengin yapılan sanayicilerin oluşturduğu vesayetçi bir rejime dönüştü. Kontrollü ve az gelişmiş bir kapitalizm arzulandı. Eksik demokrasi ve kısıtlı özgürlük istendi. Bunun için ne gerekiyorsa yapıldı. Gençlerin kanı akması mı gerekiyor, akıtıldı. Halk yoksul mu kalmalı, bırakıldı. Askeri darbe veya Askeri müdahale mi gerekiyor, fazlasıyla oldu. Gerilim, inkar ve baskı için bol malzeme vardı. Ermeniler, Kürtler, Aleviler, Türbanlılar, Çeşitli inanç guruplarının gözünün yaşına bakılmadı.
Komşularımızla olan ihtilaf hep iç politika için kullanıldı. Kötü komşuluğun bedelini büyük mali reçetelerle ödedik. Sadece Yunanistan ve biz 20 yılda 600 milyar dolar silahlanmaya para harcadık. Bunun bize payı yaklaşık 350 milyar dolardır.
12 Eylül Referandumundan sonra siyaset kurumu yeni bir imkan yarattı. Seçilenlerin ülkeyi yönetme olanağı gelişti. Demokrasimiz yeni bir aşamaya girdi. Sağ ve sol’un karıştığı farklı bir dönemeç. Küresel dünya şartlarına uygun demokrasi ölçülerini artık konuşmaya başladık. Global sürecin ilerici ve farklı adımlarını tartışır olduk. Bundan sonra kalan iş özgürlükçü, barışçı çağdaş bir anayasa yapmak kalıyor. Ancak ve hala birçok tuzak görünüyor.Bu tuzak vesayetçiler ile sivil demokratlar arasında olacak. Demokrasimiz bu mücadele üstünden gelişecektir.Yön alacaktır.
Ne yazık ki ve hala bir konuyu aşamadık. Ergenekon davası ve bununla ilgili yorumlar ile iktidarın sivil dikta özlemi arasında odaklaşan ve bazen ikisinin arasında sıkışan siyasi gündemlere odaklaşıyoruz. Bundan kaynaklı suni bir ikilem yaşıyoruz. Bu tartışma demokratik kültürümüzü ve demokrasimizi güçlendirmesi açısından önemli olacaktır. Kırk katır kırk satır ikileminden kurtulunca belki daha doğru bir demokrasi tarifi ortaya çıkacaktır.
Seçimlerde risk almadı. Beklenen demokratik çıkışı kötü kullandı. Bildik milliyetçi fırsatçılığına yöneldi. CHP ile MHP devletçi geleneği sürdürdü.Ancak en net ve en geniş açılımı Kürtler yaptılar. Geniş katılımlı demokrasi blok’unu oluşturdular. Kürtlerin bu açılımı demokrasimize büyük katkı yapacak diye bekliyorum.
Şimdi tekrar geriye dönüp devleti yöneten genleri tekrar gözden geçirelim.Bu genler baskı ve korkutmaların artık para yapmadığı askeri darbe şansının azaldığı bir dönemde neler yapabilir.Acaba bu kadro yeni bir oyunun peşine mi düştü. Siyaset alanını yeniden dizayn etmek mi istiyor. Şimdilik öyle görünüyor. Baykal ve MHP yöneticilerine kurulan kamera tuzakları bu izlenimi veriyor. CHP ile MHP üstünden bir hamle yapılmak isteniyor. Yani demokrasi olacaksa biz yaparız. Kürt meselesini de (varsa) biz çözeriz. Özgürlükler ihtiyaçsa biz sağlarız. Şeklinde manevra mı yapılıyor. Bu aldatmaca ile tekrar güç toplayıp eski konumu sağlamak istiyor gibi. CHP ve MHP’nin Ergenekon sanıklarına gösterdiği ilgi ve himayeyi neye yormak lazım.Hele CHP Kılıçdaroğlu’ile son çıkışları bunu andırmıyor mu? Her şeyi ben (nedense biz demiyor) çözerim demekle neyi anlatmak istiyor. Ne gerekiyorsa biz karar veririz ve bir ihtiyaç hasıl olursa buna biz karar verir ve biz çözeriz zihniyetinin devamı değil mi? Bunları kimlerle ve nasıl çözeceğini nedense ve bir türlü anlatmıyor.
Lakin derelerden çok su aktı. Akan su da iki defa yıkanılmıyor.Tabi ki her diyenin isteği olmaz. Bunun için uygun şartların olması lazım. Bu gün artık Kürtler, İnanç gurupları, Küçük ve orta ölçekli işletmeler, sivil toplum örgütleri kendilerine yukarıdan bakanları yönetici görmek istemiyor. Kendileri çalan ve kendileri oynayan bir demokrasi istiyorlar.
Bugün yeni bir anayasa ile bunu yakalama fırsatı var. Ve bu fırsatı kaçıracağımızı sanmıyorum.
3 Temmuz 2011
Ankara valisi Nevzat Tandoğan bu sözü söylediği iddia olunur. 3 Mayıs 1944 yılında tutuklanan Osman Yüksel Serdengeçti Ankara valisi ve aynı zamanda Ankara belediye başkanı olan Nevzat Tandoğan huzuruna çıkarılınca kalaylanır. Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilik ile komünizm ile ne işiniz var. Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm lazımsa onu biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var.Birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek.İkincisi askere çağrıldığınızda askere gitmektir, der.
Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayan bu anlayış daha sonra yaşanacakların ip ucunu verdi. Bu zihniyet demokrasimizin gelişmesine engel oldu. Devleti yöneten kadro halka hep böyle baktı. Halkı hor gördü. Halk denilen şey sadece söylenenlere uymalıydı. Ne gerekiyorsa nelerin yapılması lazım olacaksa bu kadro kendi uhdesinde gördü. Ülkenin veya toplumun bir ihtiyacı varsa kendisi isterse verecektir. Bunları kimsenin talep etme isteme hakkı olmayacaktır.
Kurtuluş savaşın generali Kazım Karabekir paşa başkanlığında ve Hamidiye kahramanı Rauf Orbay’ın sekreterliğiyle ilk muhalefet teşkilatı kurulur. 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını açarlar. Çok sesli özürlüğü savunurlar. Ancak yönetici kadro buna tahammül etmez ve kapatılır. Yöneticilerin başına gelmeyen kalmaz.
Daha sonra Paris büyük elçisi Ali Fethi Bey Mustafa Kemalin önerisiyle ve onayıyla 17 Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkasını kurar. Yeni fırka çok kıssa bir zamanda büyük ilgi görür. Beklenmedik heyecan yönetici kadroyu ürkütür. Ali Fethi Bey çağrılarak Fırkayı kapatması istenir. Ali Fethi Bey 17 Kasım 1930’da içişleri bakanlığına bir dilekçeyle partiyi feshettiğini bildirir.
1946’da batı dünyasının bastırmasıyla çok partili düzene geçilir. Ancak zihniyet değişmediği için Başbakan Adnan Menderes ile iki bakanının asılmasıyla yeni bir dönemeç başladı. Bu yeni süreç yine kendini elit gören kadronun istediği gibi olacak şekilde düşünüldü. Çok partili ama riayet edecek bir parlamenter rejim arzulandı.
Zamanla bu zihniyet daha fazla organize oldu. Atanmışların, siyasetçilerin, basının ve devlet eliyle zengin yapılan sanayicilerin oluşturduğu vesayetçi bir rejime dönüştü. Kontrollü ve az gelişmiş bir kapitalizm arzulandı. Eksik demokrasi ve kısıtlı özgürlük istendi. Bunun için ne gerekiyorsa yapıldı. Gençlerin kanı akması mı gerekiyor, akıtıldı. Halk yoksul mu kalmalı, bırakıldı. Askeri darbe veya Askeri müdahale mi gerekiyor, fazlasıyla oldu. Gerilim, inkar ve baskı için bol malzeme vardı. Ermeniler, Kürtler, Aleviler, Türbanlılar, Çeşitli inanç guruplarının gözünün yaşına bakılmadı.
Komşularımızla olan ihtilaf hep iç politika için kullanıldı. Kötü komşuluğun bedelini büyük mali reçetelerle ödedik. Sadece Yunanistan ve biz 20 yılda 600 milyar dolar silahlanmaya para harcadık. Bunun bize payı yaklaşık 350 milyar dolardır.
12 Eylül Referandumundan sonra siyaset kurumu yeni bir imkan yarattı. Seçilenlerin ülkeyi yönetme olanağı gelişti. Demokrasimiz yeni bir aşamaya girdi. Sağ ve sol’un karıştığı farklı bir dönemeç. Küresel dünya şartlarına uygun demokrasi ölçülerini artık konuşmaya başladık. Global sürecin ilerici ve farklı adımlarını tartışır olduk. Bundan sonra kalan iş özgürlükçü, barışçı çağdaş bir anayasa yapmak kalıyor. Ancak ve hala birçok tuzak görünüyor.Bu tuzak vesayetçiler ile sivil demokratlar arasında olacak. Demokrasimiz bu mücadele üstünden gelişecektir.Yön alacaktır.
Ne yazık ki ve hala bir konuyu aşamadık. Ergenekon davası ve bununla ilgili yorumlar ile iktidarın sivil dikta özlemi arasında odaklaşan ve bazen ikisinin arasında sıkışan siyasi gündemlere odaklaşıyoruz. Bundan kaynaklı suni bir ikilem yaşıyoruz. Bu tartışma demokratik kültürümüzü ve demokrasimizi güçlendirmesi açısından önemli olacaktır. Kırk katır kırk satır ikileminden kurtulunca belki daha doğru bir demokrasi tarifi ortaya çıkacaktır.
Seçimlerde risk almadı. Beklenen demokratik çıkışı kötü kullandı. Bildik milliyetçi fırsatçılığına yöneldi. CHP ile MHP devletçi geleneği sürdürdü.Ancak en net ve en geniş açılımı Kürtler yaptılar. Geniş katılımlı demokrasi blok’unu oluşturdular. Kürtlerin bu açılımı demokrasimize büyük katkı yapacak diye bekliyorum.
Şimdi tekrar geriye dönüp devleti yöneten genleri tekrar gözden geçirelim.Bu genler baskı ve korkutmaların artık para yapmadığı askeri darbe şansının azaldığı bir dönemde neler yapabilir.Acaba bu kadro yeni bir oyunun peşine mi düştü. Siyaset alanını yeniden dizayn etmek mi istiyor. Şimdilik öyle görünüyor. Baykal ve MHP yöneticilerine kurulan kamera tuzakları bu izlenimi veriyor. CHP ile MHP üstünden bir hamle yapılmak isteniyor. Yani demokrasi olacaksa biz yaparız. Kürt meselesini de (varsa) biz çözeriz. Özgürlükler ihtiyaçsa biz sağlarız. Şeklinde manevra mı yapılıyor. Bu aldatmaca ile tekrar güç toplayıp eski konumu sağlamak istiyor gibi. CHP ve MHP’nin Ergenekon sanıklarına gösterdiği ilgi ve himayeyi neye yormak lazım.Hele CHP Kılıçdaroğlu’ile son çıkışları bunu andırmıyor mu? Her şeyi ben (nedense biz demiyor) çözerim demekle neyi anlatmak istiyor. Ne gerekiyorsa biz karar veririz ve bir ihtiyaç hasıl olursa buna biz karar verir ve biz çözeriz zihniyetinin devamı değil mi? Bunları kimlerle ve nasıl çözeceğini nedense ve bir türlü anlatmıyor.
Lakin derelerden çok su aktı. Akan su da iki defa yıkanılmıyor.Tabi ki her diyenin isteği olmaz. Bunun için uygun şartların olması lazım. Bu gün artık Kürtler, İnanç gurupları, Küçük ve orta ölçekli işletmeler, sivil toplum örgütleri kendilerine yukarıdan bakanları yönetici görmek istemiyor. Kendileri çalan ve kendileri oynayan bir demokrasi istiyorlar.
Bugün yeni bir anayasa ile bunu yakalama fırsatı var. Ve bu fırsatı kaçıracağımızı sanmıyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder