HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

11 Temmuz 2011 Pazartesi

“HİVAR EL VATANİ” ve KÜRTLER

Mihrac Ural
10 Temmuz 2011

Soğuk savaşın kalıplarıyla 21. Yy artık yürünemez. Algılarımızdaki Saddam rejimi Baas algısıyla uzak yakın hiçbir benzerliği olmayan Suriye rejimi, temel demokratikleşme ve özgürlük sorunlarını çözmek için önemli belirtileri ortaya koyan devrim gibi reformlara yönelmiştir. Bununla da kalınmamış ortak vatan çatısı altında kalmayı kabul eden, dış güçlerle ortak yanı olmayan, ülkesi üzerinde batkılı güçlerin o-askeri operasyon yürütme çağrılarına bulaşmamış, eli kanlı katil şebekeleri ret eden, legal illegal, inanç ve etnik temelde siyasi yapılanmaya giden tüm muhalif güçleri Suriye için diyaloga çağırmıştır; bu güçlerle ülkeyi siyasi açıdan yeniden omuz omuza yapılandırma hedefini koymuştur. Bu adımlar Suriye’nin yeniden doğuşuna işaret ediyor.

Yeniden doğuş, kendi simgelerini de vatan algısıyla tarihinden ve eli altındaki en yakın kaynaklardan oluşturmaya başladı bile. Soğuk savaş statüleriyle tüm Arapları tek devlet altında birleştirme gibi, tahayyülü geniş ulusçu söylemler yerine, vatan söylemleri, ortak ülke ve içinde yaşayan her türden farklılığın birliğini söylemlerine taşımaya başlamıştır. Suriye bunu güçlü birliğiyle, halkın etkince yönetiminin aldığı kararları destekleyerek elde etmektedir. Bu aynı zamanda tüm dış müdahaleleri, eli kanlı şebekelerin komplo kuklası girişimleri, komşuluk adına ikiyüzlü siyasetle arkadan hançerleyenleri iflasla yüz yüze bırakıyor.

Suriye’nin bölgemizde oluşturduğu örnek, ülkemiz sorunlarının çözümü için gerekli tutumlara da önemli bir göndermedir; tüm farklılıklarıyla halkına güvenmeden onların taleplerini sağlamadan sorunları aşmanın mümkünü olmayacaktır.

***

Suriye’de sistem, eski kabuğundan sıyrılmak ve reformların getireceği yenilenmeyi hazmedebilmenin sancılarını yaşıyor. Bunun için halkıyla barışmanın yollarını arıyor. Tüm muhalifleri ortak vatan çatısı altında yeniden kuruluş için diyaloga çağırıyor. 3 aydır kanlı bir arenaya sürüklenmek istenen Suriye, bu kaostan çıkışı sisteme muhaliflerle ortak bir masada oturuyor. Baas’çı sistemle ilgili ülkemiz algılarında Saddam olgusu derin izler bırakmıştır. Buna Uluslararası medyanın akıl almaz yalan, abartı, kurgu haberlerinin etkisini de eklediğimizde Suriye tablosu bir vahşet görüntüsüne bürünür. Ancak bu gerçeğin hiçbir yanını oluşturmuyor. Gerçekle hiçbir ilişkisi olmayan bu yanılsamaya aldanmayan tüm gözlemcilerin teslim ettiği gerçek, Suriye’de bir karşı-devrim hareketi olduğudur; dış destekli, nefret ve intikam üzerinde kurgulanmış eli kanlı şebekelerle bir mücadele olduğudur. Halkın, özgürlük ve demokraside dile gelen haklı reform taleplerinin ise, yönetimin aldığı ve anında hayata geçirdiği “devrim gibi reform kararlarıyla”, ortak vatan çatısı altında kalarak, komplolara, askeri operasyon çağrılarına taviz vermeyen muhalefetin de katılımıyla yeniden şekillenecek ülkenin siyasal yapılanmasını ikame etme çabası bulunmaktadır. Halkın haklı taleplerini araç olarak kullanıp ülkeyi kanlı bir iç savaşa, mezhep ya da kardeş kavgasına sürükleyerek sonu gelmez bir bataklık yaratmaya çalışanların ise bu gelişmelerin yolunu kesmek için ellerinden gelen her türden kirliliği yaptıkları açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Bu süreçte Suriye yönetimi barışçıl protestolara şiddet uygulama ve kurşun sıkmayı kesinlikle yasakladığını ilan etmiştir; ancak protestoları araç olarak kullanıp sivil ve güvenlik güçlerine aynı anda çapraz kurşun yağmuru yağdırarak insanları katledenlerin, ölüler üzerinden siyasetle, gösterilerine yakıt oluşturdukları da açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır. Suriye’de devlet halkını silah sıkmamıştır eli kanlı şebekelerin direncini kırmak için bir savunma çabası içinde olmuştur; ölen 1400 kişinin yarısına yakını güvenlik görevlilerinden olması bunu göstermeye yeterlidir.

Her şeye rağmen Suriye, soğuk savaş döneminden kalma devlet yapılanmasını değiştirmekle karşı karşıyadır. Bu yapıyla devam edilemeyeceği açıktır. Bu değişimi yönetin öncülüğünde yapabilme şansı ise çok yüksektir: Beşşar Esad yönetiminin Suriye’de arkasına aldığı halk desteği bunun zeminidir. Tüm dış müdahalelere, sınır komşusu ülkelerin akıl almaz tarzda ve ahlaksızca iç işlerine karışılmasına rağmen, reform kararlarını kararlılıkla uygulamaya, vatan çatısı altında tüm muhalefetle koşulsuzca yuvarlak masa etrafında oturup ülkeyi yeniden yapılandırmaya davet etmesi bunun bir işaretidir. Hivar el Vatani toplantısı böyle bir atmosferde Şam’da bağlandı.

HİVAR

Faruk el Şara, başkanlığında açılan toplantı, 200 aydın, öğretim üyesi, bağımsız milletvekili, sanatçı sivil toplum kuruluş temsilcileri, etnik, dini ve mezhepsel çevre temsilcileri Şam’da Hivar el Vatani toplantısında (Vatan için diyalog) bir araya geldi (10 Temmuz 2011)

Suriye üzerine yazdığım onlarca makalede, Suriye’nin handikabı Kürt sorunudur tespitini yaptım. Kürtler olmadan Suriye güçsüzdür dedim tersi de doğru Kürtleriyle Suriye güçlüdür diye belirleme yaptım. Suriye er ya da geç, bir biçimde demokratikleşecektir: Bu ülke ne Mısır gibi yarı yolda kalacak ne de Tunus gibi. Çünkü demokratikleşme yönünde bir irade ortaya çıkmış ve bunu halkın ezici çoğunluğunun desteğini almış olan yönetim ısrarla ve kararlılıkla istediğini göstermiştir. Bunu da ni dış baskılar nede bunların desteklediği eli kanlı şebekeler karşısında geri bir adım atma anlamında yapmaktadır. Yapılanlar halkın ihtiyacı olması nedeniyle ileri bir adım olarak gündeme gelmektedir.

Suriye’nin Kürtler konusundaki tutumunu gerçek anlamda belirleyici olması esprisi, Kürtlerin Suriye’de haklarına bir an önce kavuşması gereken en önemi farklı bir etnik yapı olmasındandır; tabi ki buna eklenmesi gereken Süryanilerin de olduğunu belirtmeliyim.

Bu yaklaşımı Suriye’de Kürtlerle ilgili tarihi bilgilerime, son 30 yıllık kendi gözlem ve tanıklığını yaptığım gelişmelere bağlı olarak değerlendirdim. Özellikle de Türkiye’de Kürt sorunu tarihi ve bugünüyle ilgili indekslemelere önem vererek bu soyutlamayı yaptım. İki farklı ülke iki farklı yaklaşım diye de Suriye’nin kendi Kürtleriyle çok daha barışık ve geleceği birlikte omuzlama yönünde çok daha ileri durumda olduğunu belirledim.

İki ülke iki farklı ilişki bu noktada çok önemlidir. Suriye 17 Nisan 1946 yılında bağımsız bir devlet oldu. Bu kısa tarih itibariyle baktığımızda Egemen ulus Araplarla Kürtler arasında ne Irak’ta ne de Türkiye’de cereyan eden bir kırılma olmadı. Bu ülkede Kürtler hiçbir zaman toplu bir kıyıma uğramadı. Hiç bir zaman dillerine Türkiye benzeri bir yasak gelmedi, Kürt olmak, Kürtçe konuşmak, Kürt isimleri almak ya da bundan dolayı bir baskı olmadı. Türkiye’de bu gün bile halkın oylarıyla seçilmiş bir Kürt partisiyle Başbakanın görüşmesi yapması için, Kürt özgürlük hareketine “Terörist” suçlamasının yapılması şart koşuluyor. Oysa bu en güç koşullarda bile Suriye Kürtlerle, legal, illegal tüm temsilcileriyle görüşülüyor. Sözde çoğulcu olan Türkiye siyasal sahnesinde bile Kürt olmak ağır bir suçtu. Oysa, Suriye’de başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı, bakanlık yapmış olan Kürtlere, Kürt denilmesinde bir mahsur yoktu. Bu günde öyledir. Çünkü devletin adı bir ırkın adı değildi; Suriye adı, kadim Süryani yurdu anlamına gelen bir coğrafi alan adıdır ve herkesi içine kapsamaktadır. Yani Türkiye yerine Anadolu Cumhuriyeti tanımını düşündüğümüzde benzer bir gerçekle karşılaşmış oluruz.

Osmanlıda ortaya çıkan 20 Kürt halk ayaklanması bir yana, Cumhuriyet’te 19 Kürt halk ayaklanması ve sonuçları Osmanlıyı aratmayacak bir şekildeydi.. Yüz binler katledildi. Koçgiri, Şeyh Sait, Dersim, ve aradaki katliamlar, buna jenosit demek yanlış değildir. 1984 Eruh-Şemdilli olaylarından 22 Haziran 2010 tarihli Halkalı olayına kadar, resmi kaynaklara yansıyan bilanço şudur: 6.653 güvenlik görevlisi, 5.687 vatandaş, 41.828 Kürt özgürlük savaşçısı, 21.615 yaralı, 300 milyar dolar da maliyet (http://www.gazeteci.tv/26-yillik-teror-bilancosu-hangi-yil-ne-kadar-terorist-oldu-ne-kadar-sehit-verdik-80725h.htm). Bu rakamların güvenlik güçleriyle ilgili olanı tam olarak tespit edilmiş olsa da Kürtlerle ilgili olanının çok daha fazla olduğunu kestirmek zor değildir. Buna son bir yılın bilançosunu ve 17 bin faili meçhulü de eklediğimizde rakamların dehşet boyutunu görmek zor değildir. Bu ise, 65.000’e yakın Kürt’ün katledildiği resmi rakamlarca da onaylanmış demektir.
Oysa Suriye’de 1962 sayımında vatandaşlık hakkı almayan Kürtlerin yaşadığı sorunlar, önceden karara bağlanmış olmasına rağmen geç kalınmış olsa da 15 gün içinde sonuçlanmıştır. Yüz binlerce Kürt bu hakkı almıştır; kimlik kartını alıp pasaport çıkararak yurt dışı gezlerine başlayanların da olduğu haberleri sıklıkla gelmeye başlamıştır. Türkiye’de Kürtlerin böylesi bir sorunla karşı karşıya kalmamış olması, Suriye’deki konumlarını daha kötü yapmaz; Bu sorunda vergi ve askerlikten çekinen Kürtlerin kendi hatalarını da olduğu ve sonuçlarından olumsuz etkilenince bunu dile getirmeleri ve çözümünün böylesine bir hızla olması, oldukça anlamlıdır. İki ülke, iki farklı ilişki türüne de bu sorun önemli bir gösterge sayılmalıdır. Kürtler Türkiye’de çektikleri ve çekmeye devam ettikleri acının hiçbir boyutunu ve türünü Suriye’de çekmediler; ancak demokratik haklarının askıda olduğu tartışmasız bir gerçektir. Suriye’nin handikabı da budur.

Kürtlerin tarihleri boyunca. Suriye’de silahlı bir harekete girişmemeleri ve son olaylarda eli kanlı şebekelerin kin ve nefret üzerine kurulu kanlı eylemlerinden uzak kalmaları, bir yandan haklı ve barışçıl taleplerine bir işaret olduğu kadar, Suriye devletine olan yaklaşımları açısından da önemli bir göstergedir. Suriye devletinin eli kanlı şebekelerle karşı Cisir El Şuğurda, Banyas, Humus ve Deraa’da aldığı güvenlik önlemleri ve silahlı çatışma süreçlerinin hiçbir türüne Kürt bölgesinde yönelmemiş olması bu farkı ayrıca ve önemli ortaya koymaktadır. Ülkemiz Siyonist solunun ve bölge cahillerinin dile getirdikleri yalan, kurgu, abartma ve medya illizüyonlarının etkisindeki yazılarda ima edilmeye çalışılan korkunç tablonun Suriye Kürtleri açısından bir anlam taşımadığını tekrarla belirteceğim; iki ülke iki farklı ilişki.

Şam’da bugün yapılan (10 Temmuz 2011) Hivar el Vatani (Vatan için diyalog) toplantısına dönecek olursak, Kürtler adına konuşan, Suriye Kürtlerinin ezici çoğunluğunu temsil ettiğini dile getiren Ömer Oso’nun konuşması, bu toplantının en önemli ve en ilgi çeken konuşması olarak belirdi.

Ömer Oso’yu alat kimi paragraflarını aktaracağım bir röportajda buldum
“Bilindiği üzere PKK lideri Sayın Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi için başta ABD, Britanya, İsrail ve Türkiye Suriye’ye karşı savaş kararı aldılar. Suriye’den çıkmak zorunda kalan Öcalan’ı Yunanistan kabul etmeyince, PKK lideri sorumlu bulunduğum Rusya sahasına gelmek zorunda kaldı.

Jirinovski, Mitranof ve çok sayıda milletvekili ile birlikte Havaalanına Öcalan’ı karşılamaya gittik.

Öcalan Havaalanına Rozerin, Omer Oso Ve Mervan Zirki ile birlikte geldi. Öcalan dışında kimsenin vizesi yoktu. Öcalan Jirinovski’ye ait eve yerleşti.” ( Mahir Welat’ın Hülya Yetişen’le yaptığı röportaj, 8 Nisan 2011 http://www.kurdistan-report.com/?p=2726)

Ömer Oso, aynı minval üzerinde bir temsilcilik konumu taşıyorsa, gerçekten de Suriye Kürtlerinin çoğunluğunun sorunlarını dile getirebilecek özelliğini koruyor demektir. Konuşması da buna önemle işaret etmektedir.

Kürtlerin Suriye’de, Cumhurbaşkanlığı 49 nolu kararnameyle kazınılan vatandaşlık haklarının oluşturmaya başladığı karşılıklı güven ortamında, karar bağlanan reformların hızla ikame edilmesinin gerekli olduğunu dile getirdi.

Türkiye’de Kürtlerin uğradı zulümden örnekler veren Oso, Erdoğan’la Suriye’nin kurduğu ve on yılına mal olan ilişkinin önceden bilinen sonuçlarına geldiğini dile getirdi. Bu nedenle Kürtler karşısında böylesine bir baskıcı bir rejimden Suriye’nin alacağı hiçbir dersin olamayacağını belirtti.

Suriye’yi ezeli ve ebedi bir ortak vatan olarak gördüklerini, siyasi haklarının demokratik bir çerçevede verilmesiyle Kürtlerin, Suriyeli olarak bu topraklarda geçmişte olduğu gibi diğer kardeşleriyle mücadeleye devam etme sorumluluğu içinde olacaklarını belirtti. Tarihten yüklüce örnekler verdi.

Kürtlerin tüm sorunlarını barışçıl diyalogla çözeceklerini dile getiren Oso, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) gibi bölücü planlara, askeri müdahale ve kışkırtmalara, ülkelerini kararlıca savunacaklarını belirtti.

Siyasi temsil haklarının parlamento ve hükümette herhangi bir oran şartı koşmaksızın, ortak vatan bilinciyle hakları olan bu kazanımı almaları gerektiği üzerinde duran Oso, dış müdahale ve komploların iç sorunların yarattığı açıklardan dolayı ülkede böylesine kanlı süreçlere yol açtığını. Bunun için el birliğiyle bu sorunları aşmak gerektiğine vurgu yaptı. Bu çerçevede “hukukun üstünlüğüyle mücehhez bir medeni devletle statükocu yapılanmayı aşarak, 3. Cumhuriyeti kurmanın zorunlu olduğunu” ifade ederek, bu üç cumhuriyeti şöyle tanımladı. “1. Bağımsızlıktan sonra kurulan Cumhuriyet,2. Hafız Esad’ın tashih hareketiyle kurduğu 1970-2000) Cumhuriyet ve 3. Beşşar Esad’ın ıslahatlarıyla kurulacak Cumhuriyet olması gerektiği, Kürtlerin bu yeni cumhuriyette haklarını kazanmış olarak, güçlüce yer alacaklarını” ifade etti.

Bu ifadelere, önemli değer biçen toplantı delegeleri ve bölge devrimci hareketleri, Suriye için Kürt sorunu, aşılması gereken ön önemli sorun olduğu ve Kürtlerin bu yaklaşımının barışçıl geçişi için önemli bir adım olduğu yönünde görüşlerin oluşmasına yol açtı. Bu görüşlere katılmayan ancak Kürtleri temsil gücü olmayan farklı siyasal etkinliklerin olduğu da bilinmektedir.

Komşumuz Suriye, hızla yeni ve demokratik bir anayasa ikamesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Yeni ve demokratik bir anayasa için de muhalifleri davet ederek ilk adımı atmıştır. Ülkemizde hiçbir zaman göremeyeceğimiz, hayal bile edemeyeceğimiz tarzda ortak ülke algısıyla af kurumunu çalıştırıp bu birliğin korunmasına çalışmaktadır. Eli kana bulaşmamış, tüm muhalifleri legal illegal örgüt mensubu olsa da, devlete karşı insan katli dışında hangi suçları işlemiş olursa olsun serbestçe gelip Hivar el vatini’ye katılabileceği güvencesini vermiştir. Bunun için de yurtdışında olanlara elçiliklerden pasaport alma hakkı tanımıştır. Kendine ve haklıyla ilişkisine güvenmeyenlerin katılmayı ret ettiği bu toplantının kapılarını sonuna kadar ortak vatanın yeniden kuruluşuna katkı yapacak olanlara açık olduğu da belirtilmiştir.

Katılımcı bir çoğulcu siyasal sisteme doğru giden komşumuz Suriye’nin zor günleri aşarak, ülkemizin demokratikleşme sürecine gerçekten örnek oluşturacak adımlar atması ülkemiz devrimci hareketin de temennisidir.

Yeniden doğum süreci yaşayan komşumuz Suriye,daha çok toplantılara tanık olacaktır; ilerleme ve gerilemelerle bu süreci tamamlamak için çalışacaktır. Dış müdahalelerin önü kesildikçe Suriye halkı bu süreçten başarıyla çıkacaktır. 23 milyonluk bir ülkede, 15 milyon insanın destek gösterileriyle meydanları doldurduğu bir kesitte bu sürecin başarılmaması için hiçbir neden yoktur.

Başkenti Şam’ın ikinci büyük kenti Halebin etkin desteğini almış bir yönetim karşısında, bir siyesi program bile oluşturamayan, camilere ve cuman namazına edeksli bir muhalefetin, dıştan ne kadar destek alırsa alsın fasit bir daire içinde kalacağı açıktır.

Hama kentine ABD ve Fransız Büyük elçilerinin yaptığı kural ihlali davranışlarla, muhaliflere kan taşınacağını sanmak ise çok sığı bir algıdır. Bu adımla ABD, Suriye’yle süren 40 yıllık savaşında bir kez daha iflas ettiğini göstermiştir. Bölge stratejistleri bu adımı, BOP’un Suriye’deki son mevzilerini korumak için yapılan bir kamikaziye benzetmektedirler.

Suriye bir süre daha, kabul edilebilir ölçekte sorunlarla yaşayacağı açıktır. Ancak sonun başlangıcına girilmiştir. Bu ülkeye diz çökertmek isteyen planların işlemediğini anlaşılmıştır.

Suriye ayrıca soğuk savaş döneminin bu gün için içi çok kof slogancı söylemlerinden sıyrılarak, ayakları yere basan, gerçekçi ölçülere dayanan vatan olgusunun önemini kavramaya başlamış bulunmaktadır. Tüm Arapları bir devlet çatısı altına birleştirmekten çıkmış, kendi ülkesinin gerekleriyle ilgili olmaya, bunu anlamaya başlamıştır; dün doğru olanın, bu gün de doğru olmayabileceği gerçeğiyle yüz yüze kalmıştır. Soğuk savaşın ne kurumlarıyla ne de yasalarıyla yürünemeyeceğini, devleti ve toplumu tek partinin yönlendirmesinin (Sosyalist sistemlerden örnek alınan Anayasanın 8. Maddesi) artık aşılması gereken bir geçmiş dönem kalıntısı olduğunu bilince çıkarmıştır, yenilenmek için de samimice çaba vermektedir. Bu yönde yeni simgeler, yeni tarih algısıyla ilgili arayışlar başlamıştır. Bunlar arasında bayrak algısı öne çıkan bir unsurdur.

Şam’da 23 milyonu temsilen 2300 mt. olarak yapılıp etrafında toplanan bayrak, Lazkiye'de 16 km olarak, dünyanın en büyük bayrağı olarak açıldı. 1 milyon 400 bin kişinin etrafında toplandığı bu bayrak, Suriye'de hızla tırmanın ortak vatan algısının simgesi haline geliyor; bu da kendini daha çok Arap milliyetçiliğiyle ifade eden Baas çizgisinden çıkış kanalarından bir olarak belirmektedir. Milyonlarca insanın meydanları dolduran destek gösterilerinde Baas bayrağının açılmaması da önemli bir işarettir.

BAYRAK YARIŞI

Suriye kendini toparlamaya çalışıyor. Bunun en önemli belirtisi bayrağını yeni yeni keşfetmesidir. Dene kadar bir bez parçası olarak görülen bayrak bu gün birliğin, dış güç müdahalelerine meydan okumanın simgesi. O aynı zamanda, Beşşar Esad’ın yürütmekte olduğu devrim gibi reformların da simgesi olmaya başladı. Bunu ülkenin dört bir köşesinde başlayan bayrak yarışlarıyla ifade etti. Başkent Şam’da 2300 metre uzunluğunda. 23 milyon Suriyeliyi temsil eden bayrak etrafında milyon kişinin toplanmasıyla başlayan süreç, halkın coşkulu katılımlarıyla her yerleşim biriminde festival gibi katılımlarla sürdü. Halep bu sürece çok görkemli bir katılışla, bir milyon kişinin yolları doldurduğu yönetime destek gösterisin, üzerine oynanmak istenen tüm oyunlara cevap verdi. Şer güçlerine “buraya kadar” dedi (6 Temmuz 2011).
Bayrak algısı kimi yerde milliyetçi ilkel ve ırkçı olabilir. Kimi yerde ise vatan birliğini tüm renkleriyle temsil eder. Suriye yeniden doğarken ortaya çıkan tabloda, Araplar, Kürtler, Ermeniler, Müslümanlar, Alevi’si-Sünni’si-İsmail’i ve Dürzileriyle, Hıristiyanlar tüm mezhepleriyle Ezidiler ve diğerleri ülkelerine yönelen dış güçlerin müdahaleleriyle yaşanan kanlı süreçlere karşı birlik olduklarını ifade etmek üzere bayrak etrafında etkin bir duruş sergilemeye başladılar. Suriye toplumu birliğini yeni simgelerle ya da eskiden olup ihmal ettiği ancak bu gün her zamandan daha çok ihtiyaç duyduğu simgelere sarılmaya başladı. Bayrak yarışının çağrıştırdığı ön önemli boyut budur.

Lazkiye bu yarışta, sadece diğer kentleri değil, aynı zamanda dünyayı da geride bıraktı. 14 ili ve işgal altındaki Golan tepelerini ve ilhak edilmiş Liva İskenderun, Antakya ve çevresini temsilen 16 km lik dünyanın en uzun bayrağı etrafında milyonlarca insanın Lazkiye-Şam otoyolunu doldurarak gösterdi. Suriye tarihinin en görkemli gösterisi 10 Temmuz 2011 tarihiyle bu gün, Şam’da vatan çatısı altında tüm siyasal güçlerle (muhalif-destekçi) bağlanmakta olan Hivar el Vatani (Vatan için diyalog) toplantısına denk gelmesi de ayrıca anlamlıydı.

Bu tarihi anı ben ve ailem, yoldaşlarım ve çocuklarımızla giderek saygıyla paylaştık. Komşu ülkenin bu coşkusuna ortak olduk, milyonlar içinde, temsil ettiğimiz değerlerin gereğini, Türkiye devrimci hareketinin bir parçası olarak yerine getirdik.

Kıssadan hisseye gelince

Ülkemiz önemli bir seçim sürecinden geçmiştir. Demokratik anayasa ikamesi artık ertelenmez bir görev haline gelmiştir. Seçim sonuçları, ülkemizin tüm farklılıkları adına, demokrasi ve özgürlüklerin ikamesi için Kürt halkının ortaya koyduğu performansın hayati önemdeki rolünü ortaya çıkarmıştır. Veriler, bu sürecin uzun bir denim aynı minvalde olacağını gösteriyor. Yeni anayasa oluşturma mücadelesinde, etkin katılımla, ortak ülkemizin tüm farklılıklarını temsil edecek kanaatlerin ele alınması bu sürecin gerçekten demokratik sonuçları için büyük öneme sahiptir.
D
emokratik anayasa bir ülkenin tarihinde önemli bir dönemeçtir: Böylesi bir sorumluluğu sadece parlamentoya yüklemek yetersizdir. Halkın özgür irade ve tercihleriyle Milletvekili seçilmişlerin bile parlamentoya gidemediği, %10 seçim barajıyla toplumun önemli bir kemsinin parlamentoya gitme şansının olmadığı bir ülkede anayasayı tek başına parlamento da yapamaz. Bu girişim komşumuzdan örnek alınacak bir yöntemle, toplumun tüm dokularını temsil edecek bir katılımla oluşturulması zorunludur.

Bölgemiz ülkemizi bu ölçüde ilgilendiriyorsa, bundan çıkarılacak ders kimsenin iç işlerine karışmamaktır, tersine olumlu örneklerinden yararlanmak olacaktır.

Hiç yorum yok: