11 Temmuz 2010 Pazar
Ey Asker ! 'Estikçe' tarihi gerçeği hatırla
Celalettin Can
10 Temmuz 2010
Bu ülkede elinde güç olan ‘estiği’ gibi konuşuyor. Kimse de dönüp ‘sen ne diyorsun?’ diye sormuyor. Gücü adalet duygusuyla kullanma yok. Güçlü olana hak verme var. Neden? Toplumsal genlerdeki tarihsel kültür bir yana, olanın bitenin hesabının sorulmaması, her yaptığının yanına kar kalması var da ondan!
Belki de en büyük sorun güç kültürü. Güçlüye tapınma, umduğunu sevme, sevmediğini ötekileştirme, ötekileştirdiğini yok sayma bir tür toplumsal haslet. Gücün merkezde yoğunlaşması, merkezde hangi görüşün olmasından çok merkezde olma ve merkeze yakın olma önem kazanmış bu ülke insanı için.
Bir TV kanalına birkaç gün önce bu ülkenin Genel Kurmay Başkanı: "TBMM'de milletvekili olarak yemin ediyorsunuz Anayasa üzerine ondan sonra bir yerde gidip terörist cenazesine katılıyorsunuz... Ya ayrıl milletvekilliğinden dağa mı gidiyorsun nereye gideceksen git veya Anayasa'ya verdiğin yeminin gereğini yerine getir... Bu ihanet insanlığa ihanet, vatana ihanet, millete ihanet”
Her kelimesi tehdit olan bu cümlelere karşı, kastedilen BDP milletvekillerini koruma ve onlara sahip çıkma en evvel kime düşer? Elbette TBMM başkanı Mehmet Ali Şahin’e düşer. Peki, o kimi sahiplenmiş: “TBMM çatısı altında görev yapan her milletvekili yapmış olduğu yemine sadık kalmalı” diyerek Genel Kurmay başkanını sahiplenmiş.
“Sözün bittiği nokta burasıdır” işte!
Genel Kurmay Başkanının haksız bir şekilde suçladığı vekiller, farz edelim ki yetki sınırlarını aşan icraatlar içinde oldular. Demokrasilerde, parlamenterlere müdahale etmek, onlara asli işlevlerini hatırlatmak atanmış/maaşlı, yetkisi göreviyle sınırlı bir askeri bürokrata mı düşer? Düşmez! Demokrasilerde parlamento ve sivil siyaset esastır. Bu göz ardı edilerek Meclis başkanları asker karşısında “esas duruşa” geçerse “düşer!” Bu durumda asker elbette seçilmiş parlamenterlere ‘dağ yolu’nu gösterir, gerekli koşullar doğarsa elbette darbe de yapar, başka bir şeyde..
Hani Ergenekon yargılanıyor, Milli Güvenlik Devleti yerini sivil demokratik devlete bırakıyordu. Bunun gereği asker artık eskisi gibi topluma ve siyasete müdahale edemeyecekti
hani. Yoksa Kürtler böyle şeylerden muaf mı?
Aksi takdirde siyasete tabi olması gereken Genel Kurmay başkanı, hangi cüretle seçilmiş parlamenterlere dil uzatıyor. Çok mu başarılı, çok mu dağdakilerin hakkından geliyor da temsilcileri nezdinde milyonlarca insana dağ yolunu gösterme pervasızlığını gösteriyor?
Sayın Genel Kurmay başkanı, Asker,Türkiye toplumuna karşı çok suç işledi. Bunu kanıtlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok. 30 yıl önce yaptığınız 12 Eylül darbesi ve sonuçları bu ülkenin başına bela oldu.Askeri kışla ilişkileri sınırları içinde şekillenen zihniyet dünyanızda tasarladığınız toplumsal proje ile bu toplumun en yurtsever, en çağdaş ve özverili nesillerini yok ederek bu ülkenin geleceğini çaldınız.Siz bu darbenin ve 80 öncesi ölen beş gencin hesabını vermeden Kürtlere çok sert ve yıkıcı bir şekilde saldırdınız.
30 yıl boyunca Diyarbakır Cezaevinden başlayarak, İç Düşman gördüğünüz Kürt halkına ve evlatlarına, kontrgerilla ve JİTEM üzerinden baskının, terörün,işkencenin,
yargısız infazın, kaybetmenin, faili meçhulün, zorla göçertmenin her türlü yöntemini uyguladınız. Siyaseti ve devleti işgal ettiğiniz halde, başarısızlıklarınızın tüm sonuçlarını zavallılaştırdığınız siyasetçilere ve bedelini çok ağır ödettiğiniz nispi demokratik haklara bağladınız. En büyük (İsrail, Amerika, Avrupa, İran, Irak, Suriye, feodal mütegallibe vb)dış/iç işbirlikçi güç siz olduğunuz halde, öz güç temelinde mücadele eden devrimci demokrasi güçlerini iş birlikçilikle suçladınız. “Demokrasi” kisvesi ardında en anti demokratik/militarist yasaları çıkarttınız. Halkın artan ölçüde açlığı ve dış politikanın en emperyalist eksenlere blokajı pahasına en yok edici silahları aldırttınız. En küçük bir itirazı bile kanla susturdunuz. Yetmedi, skandal andıçlar düzenleyerek istediğiniz siyasetçiyi, gazeteciyi sildirttiniz.
Olmadı! Kürtlerin iradesini kıramadınız. Silahın, haklı bir dava ve insan karşısındaki hükmünün sınırlarını görüp kendinizi yenileme, siyasetin ipini salma yerine, kurulmuş gibi halk ve demokrasi güçlerini suçluyorsunuz. TV’de muzaffer komutan edasıyla konuşuyorsunuz. Yok saydığınız bir halkın çoğu sivil ve silahsız 30 bin mensubunun katlini, bu ülkede annesi babası, ailesi, yakın çevresi olan insanları öldürmeyi marifetmiş gibi anlatıyorsunuz.Olanla bitenle ilgili sorumluluğunuzu gizleyen bir noktadan ‘dış güçler’ ve ’taşaronculuk’ üzerine retorik yapıyorsunuz. Gerçeği ters yüz ediyorsunuz! Belli ki bunca ölüme ve acıya rağmen doymamışsınız: kan istiyorsunuz.
Hala "artık sözün bittiği yerdeyiz. Türkiye son bir iki ayda ne kadar şehit verdi? Bu hepimizin yüreğini yakıyor. Artık bu konuda sorumlulukları olan kişiler, kuruluşlar, devletler ve Irak'ın kuzeyindeki yapılanmaların üzerine düşeni yapma zamanları geldi ve geçiyor..." gibi öfke manevralarıyla iç kamuoyuna dönük manipülasyon yaparken, İran ve İsrail politikalarıyla ilgili hükümetle el ele çizgiye gelme ‘gizli’ pazarlıklarıyla ABD’nin sonuna kadar önünüzü açmasını istiyorsunuz. Barzani-Talabani ikilisini, iktidarlarını koruyan bir yerden ‘öğrenilmiş çaresizliğe’ ikna ederek ortaya çıkan belli bir hareket sahası üzerinden doğrudan Kürt liderlik sahalarına dönük tertipler tasarlıyorsunuz. Böylece Kürt sorunu çözeceğinizi sanıyorsunuz. Her şey bir yana, bu yolun Kürtler ve Türkler arasında gerçek bir bölünmenin ve kanlı kışkırtmanın koşullarını yaratacağını düşünmüyorsunuz bile.
Haksız bir baskı, inkar ve tahakküme karşı, 30 yıllık mücadelenin kanıtladığı tarihi gerçek, Kürtlerin şahsında tezahür eden insanlık değerleri ve onurunun teslim alınamayacağıdır. 'Estikçe' bu hatırlana!
10 Temmuz 2010
Bu ülkede elinde güç olan ‘estiği’ gibi konuşuyor. Kimse de dönüp ‘sen ne diyorsun?’ diye sormuyor. Gücü adalet duygusuyla kullanma yok. Güçlü olana hak verme var. Neden? Toplumsal genlerdeki tarihsel kültür bir yana, olanın bitenin hesabının sorulmaması, her yaptığının yanına kar kalması var da ondan!
Belki de en büyük sorun güç kültürü. Güçlüye tapınma, umduğunu sevme, sevmediğini ötekileştirme, ötekileştirdiğini yok sayma bir tür toplumsal haslet. Gücün merkezde yoğunlaşması, merkezde hangi görüşün olmasından çok merkezde olma ve merkeze yakın olma önem kazanmış bu ülke insanı için.
Bir TV kanalına birkaç gün önce bu ülkenin Genel Kurmay Başkanı: "TBMM'de milletvekili olarak yemin ediyorsunuz Anayasa üzerine ondan sonra bir yerde gidip terörist cenazesine katılıyorsunuz... Ya ayrıl milletvekilliğinden dağa mı gidiyorsun nereye gideceksen git veya Anayasa'ya verdiğin yeminin gereğini yerine getir... Bu ihanet insanlığa ihanet, vatana ihanet, millete ihanet”
Her kelimesi tehdit olan bu cümlelere karşı, kastedilen BDP milletvekillerini koruma ve onlara sahip çıkma en evvel kime düşer? Elbette TBMM başkanı Mehmet Ali Şahin’e düşer. Peki, o kimi sahiplenmiş: “TBMM çatısı altında görev yapan her milletvekili yapmış olduğu yemine sadık kalmalı” diyerek Genel Kurmay başkanını sahiplenmiş.
“Sözün bittiği nokta burasıdır” işte!
Genel Kurmay Başkanının haksız bir şekilde suçladığı vekiller, farz edelim ki yetki sınırlarını aşan icraatlar içinde oldular. Demokrasilerde, parlamenterlere müdahale etmek, onlara asli işlevlerini hatırlatmak atanmış/maaşlı, yetkisi göreviyle sınırlı bir askeri bürokrata mı düşer? Düşmez! Demokrasilerde parlamento ve sivil siyaset esastır. Bu göz ardı edilerek Meclis başkanları asker karşısında “esas duruşa” geçerse “düşer!” Bu durumda asker elbette seçilmiş parlamenterlere ‘dağ yolu’nu gösterir, gerekli koşullar doğarsa elbette darbe de yapar, başka bir şeyde..
Hani Ergenekon yargılanıyor, Milli Güvenlik Devleti yerini sivil demokratik devlete bırakıyordu. Bunun gereği asker artık eskisi gibi topluma ve siyasete müdahale edemeyecekti
hani. Yoksa Kürtler böyle şeylerden muaf mı?
Aksi takdirde siyasete tabi olması gereken Genel Kurmay başkanı, hangi cüretle seçilmiş parlamenterlere dil uzatıyor. Çok mu başarılı, çok mu dağdakilerin hakkından geliyor da temsilcileri nezdinde milyonlarca insana dağ yolunu gösterme pervasızlığını gösteriyor?
Sayın Genel Kurmay başkanı, Asker,Türkiye toplumuna karşı çok suç işledi. Bunu kanıtlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok. 30 yıl önce yaptığınız 12 Eylül darbesi ve sonuçları bu ülkenin başına bela oldu.Askeri kışla ilişkileri sınırları içinde şekillenen zihniyet dünyanızda tasarladığınız toplumsal proje ile bu toplumun en yurtsever, en çağdaş ve özverili nesillerini yok ederek bu ülkenin geleceğini çaldınız.Siz bu darbenin ve 80 öncesi ölen beş gencin hesabını vermeden Kürtlere çok sert ve yıkıcı bir şekilde saldırdınız.
30 yıl boyunca Diyarbakır Cezaevinden başlayarak, İç Düşman gördüğünüz Kürt halkına ve evlatlarına, kontrgerilla ve JİTEM üzerinden baskının, terörün,işkencenin,
yargısız infazın, kaybetmenin, faili meçhulün, zorla göçertmenin her türlü yöntemini uyguladınız. Siyaseti ve devleti işgal ettiğiniz halde, başarısızlıklarınızın tüm sonuçlarını zavallılaştırdığınız siyasetçilere ve bedelini çok ağır ödettiğiniz nispi demokratik haklara bağladınız. En büyük (İsrail, Amerika, Avrupa, İran, Irak, Suriye, feodal mütegallibe vb)dış/iç işbirlikçi güç siz olduğunuz halde, öz güç temelinde mücadele eden devrimci demokrasi güçlerini iş birlikçilikle suçladınız. “Demokrasi” kisvesi ardında en anti demokratik/militarist yasaları çıkarttınız. Halkın artan ölçüde açlığı ve dış politikanın en emperyalist eksenlere blokajı pahasına en yok edici silahları aldırttınız. En küçük bir itirazı bile kanla susturdunuz. Yetmedi, skandal andıçlar düzenleyerek istediğiniz siyasetçiyi, gazeteciyi sildirttiniz.
Olmadı! Kürtlerin iradesini kıramadınız. Silahın, haklı bir dava ve insan karşısındaki hükmünün sınırlarını görüp kendinizi yenileme, siyasetin ipini salma yerine, kurulmuş gibi halk ve demokrasi güçlerini suçluyorsunuz. TV’de muzaffer komutan edasıyla konuşuyorsunuz. Yok saydığınız bir halkın çoğu sivil ve silahsız 30 bin mensubunun katlini, bu ülkede annesi babası, ailesi, yakın çevresi olan insanları öldürmeyi marifetmiş gibi anlatıyorsunuz.Olanla bitenle ilgili sorumluluğunuzu gizleyen bir noktadan ‘dış güçler’ ve ’taşaronculuk’ üzerine retorik yapıyorsunuz. Gerçeği ters yüz ediyorsunuz! Belli ki bunca ölüme ve acıya rağmen doymamışsınız: kan istiyorsunuz.
Hala "artık sözün bittiği yerdeyiz. Türkiye son bir iki ayda ne kadar şehit verdi? Bu hepimizin yüreğini yakıyor. Artık bu konuda sorumlulukları olan kişiler, kuruluşlar, devletler ve Irak'ın kuzeyindeki yapılanmaların üzerine düşeni yapma zamanları geldi ve geçiyor..." gibi öfke manevralarıyla iç kamuoyuna dönük manipülasyon yaparken, İran ve İsrail politikalarıyla ilgili hükümetle el ele çizgiye gelme ‘gizli’ pazarlıklarıyla ABD’nin sonuna kadar önünüzü açmasını istiyorsunuz. Barzani-Talabani ikilisini, iktidarlarını koruyan bir yerden ‘öğrenilmiş çaresizliğe’ ikna ederek ortaya çıkan belli bir hareket sahası üzerinden doğrudan Kürt liderlik sahalarına dönük tertipler tasarlıyorsunuz. Böylece Kürt sorunu çözeceğinizi sanıyorsunuz. Her şey bir yana, bu yolun Kürtler ve Türkler arasında gerçek bir bölünmenin ve kanlı kışkırtmanın koşullarını yaratacağını düşünmüyorsunuz bile.
Haksız bir baskı, inkar ve tahakküme karşı, 30 yıllık mücadelenin kanıtladığı tarihi gerçek, Kürtlerin şahsında tezahür eden insanlık değerleri ve onurunun teslim alınamayacağıdır. 'Estikçe' bu hatırlana!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder