13 Temmuz 2010 Salı
12 Temmuz 2006 BÖLGEMİZİN KADERİNİ DEĞİŞTİREN KAPIŞMA
Siyonist terör devleti İsrail, Beyrut’u yakıp yıkıyor. 12 Temmuz 2006
Mihrac Ural
12 Temmuz 2010
Bir kez daha savaş tamtamları çalıyor. Bölgemizi kana bulamak, insanlığı da buna 11sürükleyerek sonu gelmez kıyımlara kapı aralamak isteyen karanlık güçler, “Eylül ayını bekleyin” deyip duruyorlar.
Bu senaryo daha önce de sahnelenmişti. 12 Temmuz 2006'da İsrail'in Lübnan’a saldırısı öyle başladı. Ağır bir yenilgiyle bu karanlık senaryo son buldu; Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çöktü.
Aynı amaçla, evrensel riskler ortamında yeni bir senaryo dayatılmaya çalışılıyor. İran’a saldırı ve Kürt halkı üzerine oyunlar sahnelenmek isteniyor. Yalan yanlış haberler, gizlenen doğrularla at başı gidiyor.
Bölgede ve dünyada gerileyen güçler, bölge halklarımızın yükselen direniş güçlerinin önünü kesmek istiyor. Bu amaçla, yalan kurgularla ölüm denklemleri tezgahlanmak isteniyor.
Buna izin vermemek hepimizin sorumluluğudur.
***
Bugün 12 Temmuz 2006 İsrail’in Lübnan’a açtığı haksız savaşın 4. yıldönümü.
Bugün, davalarında haklı olanların, küçük bir direnme gücü, kararlı bir irade ve özveriyle yeryüzünün 4. en güçlü silahlı kuvvetine sahip Siyonist İsrail’e karşı zafer kazandığı gündür.
Bu savaşın üzerinden 4 yıl geçti. Geçen her zaman dilimi, bu savaşı ve sonuçlarını bölgemizin kaderini belirleyen en önemli dönüm noktası olarak belirdiğini göstermektedir.
Bölge güçler dengesinin değişmesinde bir dönüm noktası olan bu savaş, Siyonist İsrail devletinin Lübnan’a saldırısıyla başladı. Siyonist güçler ve emperyalist güçlerle birlikte bu savaş için yıllar boyu hazırlık yapılmıştı, uygun zaman ve ortam bekleniyordu. Irak işgal edilmiş, Arap halkında büyük tepkiler doğmuştu. Gerici Arap yönetimlerinin onayı olsa da halkın tepkisi tahminlerin de ötesindeydi. Arap alemindeki tepkilerinin dinmesi beklendi. Bahaneler arandı. Irak’ı işgale götüren büyük yalanlardan biri örülmek istendi; hiçbir gerekçe olmasa da 2006 Eylül ayı savaş ilan ayı olacaktı.
Lübnan halk direniş gücü Hizbullah’ın İsrailli iki askeri kaçırması savaş gerekçesi ilan edildi ki bu tür hadiseler on yıllardır sık sık tekrar eden hadiselerdi ve bir sorun olmamıştı. 1200’ü aşkın ölü 4000 yaralı... Lübnan denilen ülkenin tüm alt ve üst yapısı yıkıldı, doğası da yıkıldı.
Lübnan üzerine dayatılan bu kirli savaşı anlamak için, Sovyet sistemin çöküşü ardından, dünya güçler dengesinin tek kutuplu bir dünyayla sonuçlanmasını aklımızda tutup, haritaya bir göz atmak yeterli olacaktır.
Haritada, Afganistan, Kafkaslar, İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Akdeniz’in bir hat gibi birbirini izleyen zincir halkaları olarak dizili olduğu görülecektir. Bu hat, emperyalist güçlerin yaşam hattıdır; enerji ve kaynaklar açısından yeryüzünün en zengin hattıydı. Bunun denetim altına alınması için, gerekirse işgal, her türden provokasyon, yaratıcı anarşi ve benzeri her kirlilik her ihanet ortaya sürülecekti.
Afganistan çökmüştü, Irak işgal edilmişti. Kafkasların özgürlüğüne yeni kavuşmuş ülkeleri arasından satın alınabilecek ülkeler satın alınmış, askeri üsler ve asker konuşlandırılması tamamlanmıştı.
Geride İran, Suriye ve Lübnan kalmıştı. İran büyük lokma sona bırakılacaktı. Suriye, Lübnan sahası düşürülerek kuşatılacak o alanda boğma harekatı yapılacaktı. Denize açılan kapıları kapatılacak ve kıskaç altında ya istenilen yere gelecekti ya da devrileceği hesaplanmıştı. Sonuçta New Coların (Yeni Muhafazakarların) üzerinde on yıllar çalıştığı ve Siyonist İsrail’in yaşam alanlarını koruyup genişletme üzerine dizayn edilmiş planlar hayata geçirilmekteydi.
ABD kendi halkının çıkarlarını bile öteleyerek bu girişimlerin arkasında sürükleniyordu; Siyonist lobi etkileri altında yuvarlanıp giden oğul Bush yönetimi dünyayı yakıp yıkmayı, 1000 yıllık tek kutuplu Roma dönemi gibi bir dünya egemenliği kurmayı umuyorlardı. Dünyaya yeni düzen verilecekti.
Bölgemiz için dizayn edilen bu dehşet planlarına da bir ad bulunmuştu. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP).
O kesitin ABD dışişleri bakanı Condoleezza Rice, savaşın ilk haftasında Lübnan’a gelerek işbirlikçi Fuat Senyora hükümetiyle toplanıp, başta Lübnan halkının direnen örgütü Hizbullah ve Filistin örgütleri olmak üzere, bölgenin tüm direnme etkinliklerinin kırılarak, kadro ve militanlarının terörist olarak yakalanıp zindanlara doldurulacağını ve yargılanacaklarını ilan ediyordu; kitleler halinde yapılacak tutuklamalar için de statların düzenlenmesini istiyordu. Lübnan hükümetinden, kendi halkını statlarda kapatması isteniyordu.
Yeni bir çağ açıldığı iddia ediliyor, herkese ayağınızı denk alın deniyordu. Bölge tarihini bilmeyen cahiller de bu korkular altında sürükleniyorlardı. Gerici Arap yönetimleri (ılımlılar), gerici siyasal örgütler, hatta kararsız demokratlar da bu projede kendilerine yer açmak için sıraya geçmişti.
100 yıl önce de benzer bir durum vardı. Haçlılar gelmiş bölgemizin her alanını işgal etmişti. Bu işgalin ebedi kalacağı söylenmiş bunun korkusuyla teslimiyetçiler sıra sıra dizilmişti. Ancak onlarda tutunamadı, bu toprakların yerli halkları, bu toprakları yaşama ilk kez açan ve dolayısıyla anavatan halene getirenler, kararlı bir direnme iradesi göstererek yüz yıllar sonra da olsa kendi toprakları üzerinde egemen oldu.
Haçlılar üç yüzyıl kaldılar. Uzun bir zaman gibi, ama kalıcı değillerdi, onlarda göçüp gittiler. Bu toprağın halkları, gövdelerine vurulmuş bu hançeri, yabancı cismi kabul etmedi; defetti. Bu toprağın direnişiydi, bu dilin direnişiydi, bu bölge kültürünün direnişiydi.
İmparatoriçe Zennubiya, tutsak edilip elleri ayakları zincirli Roma’ya götürülürken “uygarlığın gücü güç uygarlığını er ya da geç yenecektir” diye haykırdığında, işte bu kültür adına, bu alem adına direnişi sembolize ediyordu.
Bu köklü halkların direnişiydi. Bugün tarihin tüm kasvetine karşın dıştan gelip istilacı bir güç olarak bölgemizde hükümranlığını dayatan hiçbir gücün kalıcı olmaması da bu iradeye bağlıydı.
Tarihi derslerin soyutlaması da budur.
Terör devleti Siyonist İsrail henüz 50 yaşında. Halkların yaşam süreleri açısından bu işgalci devletin yaşı bir hiçtir. Devam edeceği ise çok şüphelidir. İsrail devleti bu yol ve yöntemlerle yıkılmaya mahkumdur; öncelikle de kendi halkı tarafından yıkılmalıdır. Bu algımızı, bölgenin yerli halkı Yahudileri tenzih ederek dile getiriyoruz.
İsrail, Lübnan’a saldırmakla BOP sürecinin başladığına inanan ABD-İngiliz-Fransızlar ve “çeyrek adamlar” olarak tanımlanan gerici Arap yönetimleri, bölge üzerinde toplum mühendisliği yarışlarına başlamışlardı. Tümü, savaşın en fazla 10-15 gün süreceğini düşünüyorlardı.
Olmadı, savaş uzadıkça İsrail kayıplar verdi ve hiçbir noktada tutunamadı. Buna karşı, direnmenin gücü denizde savaş gemilerini batırıyor, karada ise füzeleri Başkentleri Tel-Aviv’i vuracağını gösteren menzillere ulaşıyor, hedefleri de tam isabet buluyordu. İsrail’in Hayfa kenti, direnme örgütünün füzeleri altında teslim alınmış gibiydi. 3 milyon insanın sığınıklarda yaşamları kaosa dönmüştü. Generaller savaştan uzak alanlarda bile korku içinde duvar diplerinden yürür hale gelmişti.
İsrail kazdığı kuyuya düşmüş çırpınıyordu. Savaş uzadıkça İsrail, yardım nidaları S.O.S.verip duruyordu. ABD’den İngiltere’ye, Fransa’dan İtalya’ya lojistik destek için İsrail’e hava köprüsü kuruldu, en ağır bombalar ve füzeler taşındı. İsrail artık bu savaşı sürdürme durumunda değildi ve büyük bir riskle yüz yüze kalmıştı.
İsrail savaşın sonlarına doğru, bu işi daha çok sürdüremeyeceğini anlamıştı. ABD –İngiltere böylesi bir durumda savaşı durdurmanın akıl almaz sonuçları olacağı kaygısıyla savaşa devam ısrarı yapıyorlardı. Son nefes, kara harekatıyla yapıldı.
Siyonist Genelkurmay kara harekatıyla ilgili olarak tedirgin ve isteksizdi, kendi gerçekliğini herkesten daha çok biliyordu. Ama karar ABD den geldi ve kara harekatı son bir şans olarak yapıldı. Sonuç tam bir bozgun. Yalın ayaklı asker kaçışlarını, tankların olduğu yerde çakılışı takip ediyordu. Direnme gücü kendi toprağında başarılı bir savaş verip kazanıyordu. Bu savaş, işgalciye karşı bir savaştı; tüm inançların, hukukların, uluslararası anlaşmaların tanıdığı bir hakkın kullanılmasıydı.
33 gün süren savaşın sonuçları, BOP’un çöküşü ve İsrail’in bölgede güçler dengesi açısından yıkıldığını gösteriyordu. Artık İsrail emperyalist güçler için de bir riskti. Dostluğu zor taşınır, sorunlu bir ülke haline gelmişti.
12 Temmuz 2006 tarihi bu yanıyla bölgemizin kaderini değiştiren büyük ve önemli günlerin bir tarihi haline gelmiştir.
Bu tarih aynı zamanda ABD’nin Afganistan’dan Kafkaslara, Akdeniz’e uzanan güzergahta kurmak istediği enerji yolları üzerindeki güvenlik saltanatı ve tek kutuplu dünya hegemonyasının da sonu olmuştu.
Gerileyen bir güç olarak ABD bölgeden ağır bedeller ödemeden nasıl kaçacağıyla meşguldür. Bölgeden çekilme planlarının kaygıları altında ezilmektedir. İsrail ise, çok daha yüksek bir kaygı ve korkuyla yaşamaktadır; son çare olarak ABD’yi İran’a karşı bir savaşa sürükleme provokasyonu örme çabasındadır. Bu yanıyla İsrail, evrensel ölçekte risk yaratan bir ülke haline gelmiştir.
12 Temmuz 2006 bir kirli ve bir o kadar ölümcül bir devrin kapandığı tarihtir.
Bölgenin onurlu insanları bu gün yeniden doğmuştur. Her işbirlikçi de bu gün bin kez onursuzlaşmıştır. Bu günden sonra dizginler halkların elindedir. Yeni handikaplar, çöküşler olsa da makus kader yenilgiye uğratılmıştır.
Bu satırın yazarı, söz konusu kesiti olayların merkez sahasında izlemiş ve bu kesitteki gerginliklerin kuşaklar boyu tahrip edeci etkisini hissetmiştir. Bu gün yine Eylül aylarına doğru bir savaş senaryosunun hayaleti, propaganda mahiyetinde de olsa alttan alta servis edilmektedir. Gerçek ya da yalan bu risk her zaman zaten vardı. Bu noktada geçmişimizin derslerini bilince çıkarıp bölge halklarının yeni oyunlara düşmemesi için tüm gücümüzle direnmede kararlı olmalıyız.
Özellikle Kürt özgürlük hareketi ve halkı üzerinden geçirilmek istenen kirli planlara dikkat edilmelidir. Bu dikkat yalan haber yaygaracısı kuklalara karşı olduğu kadar, hazırlanan ölüm senaryolarına karşı da bir dikkati içermelidir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder