23 Temmuz 2010 Cuma
Yönetenlerin Meşruiyet Arayışı:Referandum
Ertan İlda
10 Temmuz 2010
Anayasa değişiklik paketinin görüşüldüğü günlerde, 7 Nisan 2010 tarihinde, konuya ilişkin kaleme aldığım "Muhsin Kızılkaya ve Kürtler" başlıklı yazıyı şöyle sonuçlandırmışım.
<İşte bu nedenle artık “sobe” demenin zamanıdır! Egemen sınıfların tahterevalli oyununda bu ülkede dışlanan ve ötekileştirilen tüm etnik, dinsel ve cinsiyetçi grup ve topluluklar bir figür olmayı reddetmelidirler. Kürtlerin yerel yönetimleri ve kültürel kurumlarıyla , Alevilerin cemevleri ve örgütlülük düzeyleriyle ulaştıkları defacto haklarını tanımlamaktan uzak bir anayasal metin, peşinen reddedilmelidir. Emekçilerin ve sömürülen geniş yığınların örgütlenme ve ifade özgürlüğünü güvence altına almayan, buna ilişkin anti-demokratik hükümleri olduğu gibi koruyan bir metnin referandum konusu yapılması durumunda , “Bu oyunu beğenmedik, oynamıyoruz !” diyebilme becerisi ve uyanıklığını gösterebilmeliyiz.>
Bu ve benzer önermeler bir çok kişi tarafından "çocukluk hastalığı" olarak nitelendirilmesine rağmen, sosyal yaşamda karşılık bulması artık o kadar uzak değil. 12 Eylül 2010 günü yapılacak referandum oylamasında Kürtler, "Alın yasanızı başınıza çalın. Biz oynamıyoruz! " demeye hazırlanıyorlar. İktidar ve muhalefetiyle siyasi arenada yer alan güçler ise, "Evetçi" ve "Hayırcı"lar olarak iki büyük kampa ayrılmış durumdalar. Liberaller çoktan birinciler lehine pozisyonlarını aldılar. En müşkül durumda olanlar ise, "Yetmez ama Evet" ile "Hayır" arasında bir türlü kararlılık ortaya koyamayan ve kendisini solda konumlandıran kesimler arasında görülmektedir. Gerçektende egemen sınıfın siyasal temsilcilerinin ördüğü denklemde "Evet" ve "Hayır" sözcükleri, "kırk katır mı, kırk satır mı?" ikilemini ortaya koymaktadır. Bir başka ifadeyle, başına yeter ya da yetmez sözcüğünü almış bir "evet" , AKP'nin siyasal hanesine yazılmış bir evet olacaktır. Aynı şey "Hayır" için geçerli olup, ırkçı ve milliyetçi cephenin hanesine yazılacaktır. Bu çıplak gözle görülen bir sonuç.
Referanduma konu olan taslağın neler içerdiği, kimler için neler ifade ettiği konusu çok tartışıldı ve üzerinde epeyce fikir yürütüldü. Bu anlamda bu noktadan hareketle akıl yürütmeye çalışmak artık anlamlı durmuyor. Denklem doğru kurulmalı. Soru şu: İki dönemdir iktidarda olan AKP hükümeti, Anayasa değişikliği gibi önemli bir siyasal atağı, neden şimdi gündemine aldı ? AKP yi oluşturan siyasal kadrolar ve bu kadroları destekleyen çevreler, 12 Eylül 1980 den bu yana Türkiye'de şu ya da bu şekilde iktidarların içinde, çevresinde ve çeperinde yer aldı. ANAP'ın, DYP nin tüm kadroları, olduğu gibi yıldızı parlayan "islamcı demokrat parti"ye sükun ettiler. Onlar için işler yolunda gittiği oranda da orada kalacaklardır. Hal böyle olunca yıllarca anti-demokratik ve ırkçı uygulamalara imza atan ve hala bunu sürdüren bu çevereler (Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu, Murat Başeskioğlu, Köksal Toptan ve daha niceleri - milli görüş'ün dönekleri, bunlardan ne bir adım önde ne de geridedir ), hangi sebeplerle "demokrat" olmaya yönelmiş olabilirler?
Bu sorulara verilen cevaplar çoğunlukla şu şekilde olmaktadır: "AKP, kendi iktidarını sağlamlaştırmak ve gizli gündemini hayata geçirmek istemektedir. Bu nedenle elini kolunu bağlayan tüm kurumları adım adım ele geçirmekte, olası ayak bağlarından da kurtulmak istemektedir. Yapılan bir yol temizliğidir". Süregelen düzenin devamından yana olanların öne sürdüğü ve kendi içinde iç tutarlılığı ve belli temelleri olan bu savın karşısına, düzenin köşe taşlarını olduğu gibi koruyarak yoluna devam etmek isteyen iktidar partisi AKP, bir "değişim gücü" olarak çıkıyor ve yönetilenler nezdinde yeniden meşruiyet arıyor. Yani eşyasının doğasına uygun olanı yapıyor. Yönetmek ve yönetebilmek için öncelikle meşru olmalısınız.
Peki iktidarın böyle bir sorunu var mı? Evet var. Bu düzen Kürtler nezdinde artık meşru değildir. Kabul ve onay vermediklerini hergün ortaya koyuyorlar. Bu düzen, Aleviler nezdinde de meşru değildir. Onlar da taleplerini isteklerini hergün ortaya koyuyorlar. Yönetilme zihniyetine ciddi itirazları var. Bu düzenin ürettiği diğer tüm sosyal sorunların sonuçları geniş kesimler tarafından daha bir sorgulanmaktadır. İşte AKP yi , yönetim gücü olarak toplumla yeni bir sözleşmeye yönelten basınç tam da budur. Gelgelelim demokrasi kültürü olmayan hatta buna ihtiyaç duymayan ve hatta bunun karşısında yer alan kesimleri "değişim gücü" olarak karşımıza çıkaran sebep de burada aranmalıdır. O yüzden de kapılarında çöplenip kalalım diye, önümüze pişirip koydukları yemekte, "yal" oluyor.
Şimdi soru şu: 12 Eylül 2010 günü "evet" oyu vererek gayri-meşru düzenin meşruiyet arayışına sol'dan bir destek mi sağlayacağız, yoksa "Hayır" diyerek ırkçı ve faşist cephenin hanesine mi yazılacağız? İkisini de sol değerler adına redediyorum. "Alın yasanızı başınıza çalın. Bende oynamıyorum!"
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder