3 Temmuz 2010 Cumartesi
AMAN HA DİKKAT IRKÇILK BULAŞICIDIR !...
AYRI VARLIK Blog notu:
Salim Diyap’ın alta okuyacağınız makalesi, ülkemizde çok hassas bir konuya işaret ediyor; milliyetçilik bulaşıcıdır diyor…
Blogumuzda, “milliyetçilik bir vebadır” diye onlarca makalede belirlemeler yapıldı. Salim Diyap alttaki makalesinde, kendi algıları ve üslubuyla değinirken, farklılıklarımızın birbirini karmasını isteyip, bölücülüğü kışkırtan milliyetçi duruşların tehlikesine işaret ediyor. Bu milliyetçiliğin, en tehlikeli türü olan, ezilen bir etnik dokunun ezen ulus özentisi , kraldan çok kralcı milliyetçiliğine dikkat çekiyor…
Bu göndermeler, 4 milyonu aşkın nüfusuyla ülkemizin üçüncü en büyük etnik topluluğu olan Türkiyeli Arapları yakından ilgilendiriyor; bu da makalenin önemini arttırıyor.
Ülkemizde gerçek anlamda bir demokratik süreç, öncelikle ötekileştirilmek istenen farklılıkların birbirini anlamasından geçtiği bilinmelidir. Salim Diyap makalesinde bu nokta üzerinde de duruyor.
Türkiyeli Arap aydınları, Kürt özgürlük mücadelesine dünyanın her yerinde sahip çıktılar; Türkiye’deki yoğun yaşam bölgelerinde de sonuna kadar destek vermeye devam ediyorlar. AYRI VARLIK Blogu, Kürt halkının demokratik talep ve özgürlük mücadelesinin yanında, her bedeli ödeme pahasına siyasal yelpazedeki yerini belirlemiştir.
Bu çizgi, on yılların birikimi ve rotası içinde doğrularının arkasında kararlı bir irade olarak devam etmektedir.
Salim Diyap arkadaşın makalesinde de ortaya konan bu tutum, kimlik hakları arayışında, halkların birbiriyle dayanışması açısından önem taşıyor.
Makaleyi okurlarımızla paylaşmayı gerekli gördük.
Birlikte okuyalım….
Salim Diyap
3 Haziran 2010
İlçemizde birilerince ön plana çıkarılmaya çalışılan milliyetçi söylemler “Kürt milletvekili istemiyoruz” söylemi ile ırkçılık boyutuna varmış durumdadır.
Dağıtan ve yazanların Samandağlı oldukları kuşkulu “Samandağlı gençler” imzasını taşıyan bildiriler Samandağ’ını ve Samandağlıyı PKK nın ardıl potansiyel gücü olarak görüp öyle değerlendiriyor…
Bu söylemlerin karşısında nasıl tavır belirlemek lazım hususuna girmeden önce milliyetçiğinin tarihsel muhtevası husussunda birkaç söz söyleme gereği duyuyorum bu birkaç söz yazımızın sonraki bölümlerini daha bir anlaşılır kılacaktır.
Milliyetçiliğin ya da ulusalcılığın tarihsel anlamı 1900lerin başlarında burjuvazinin bir talebi olarak ortaya çıkmış olmasındadır, milliyetçi-lik; her ulusun kendi milli burjuvazisini yaratma çabasının bir ürünü olarak, feodal üretim ilişkilerinin kapitalistleştiği bir döneme denk gelir. Bu tarihsel durumun bilincinde olan burjuvazi dünyanın birçok yerinde ezilen halkların Ulusal kimlik edinmelerini kendisi teşvik eder, destekler. Burjuvazi, birçok coğrafyada tek ulus Teorileri üzerinden milli ve siyasal coğrafyalar üretir. Bu uğraşında burjuvazi ezilen halkın desteği da alarak feodaliteye karşı bunu başarır.
İster parlamenter sistemde 'yani seçimle' ister Fransa da ve Türkiye de olduğu gibi bir ihtilalle olsun bu süreç hep burjuvazinin lehine akmış ve burjuvazinin ellerinde biçimlenmiştir. Ancak burjuvazi için; sermayenin serbest dolaşımı sayabileceğimiz küreselleşme sürecin-de milliyetçiliğin ne anlama geldiğini burjuvazinin kendisi fiili olarak koyar. Bir zamanlar kendi elleri ile var ettiği ulusu 'ideolojik alanda ciddi bir kafa karışıklığına neden olsa da, kendisi bile Gericilik olarak tanımlar.
Fakat burjuvazi gündelik kışkırtmasını en geri noktadan yapar ve kitlelerin manipülasyonunu bu sayede sağlar, kafa olarak burjuvazinin destekçisi olsalar bile siyasal ve kültürel olarak daha geri noktada olan ezilen sınıfın eğitimsiz olan bir bölümü tarihsel gelişimi çarpıtmak pahasına da olsa ırkçı bir anlayışın adına burjuvazinin terk etmekle yüz yüze kaldığını, yoksul kitleler ulusalcılık ya da milliyetçilik diyerek sahip çıkmaktadır. Ülküsü Ergenekon ile somutlanmış olan bir anlayış, tamamen Türk kanı ve İslam değerleri üzerine inşa edilmiş bir ideolojinin yanı sıra amaca ulaşmak için gelişmiş ülkelerin jandarmalığına soyunmuş, aynı coğrafya üzerinde yaşayan diğer ulusları yok sayan bir anlayışa da milliyetçilik diyebilmektedir.
Birçok kavramın sözlük karşılığı bu şahısların düşünsel yapısını anlatmaya yeterli olmayabilir, ama bu tür insanların içinde yaşadıkları ülkenin hali pür mayili göz önünde tutulursa ve hangi coğrafyada ve hangi sistem içerisinde olursa olsun bu tür insanların yaptığı ürettiği faşistlikten ve faşizim den başka bir şey değildir.
Her ne kadar miadı dolmuş bir burjuva ideolojisi olsa da, Milliyetçi-liğin günümüzde en kabul edilir olan yorumu, Üzerinde yaşadığımız coğrafyadaki topraklarda yaşayan tüm insanlarla birlikte refah ve barış içinde yaşamak olmalıdır. Bu da kendi insanımızın emekleriyle üretilmiş, inşa edilmiş yatırımlara sahip çıkıp, bu yatırımları bu ülke sınırları içinde yaşayan herkese eşit sunmamızdan ve ülkenin kendi kendine yeter hale getirilmesi ile mümkündür. İnsanların birbirini düşman bilmesi ve politik alanlarda bu ırkçı söylemleri rehber edinmesi ile olacak bir şey değildir. Çünkü bir ömür, Türklerin Kürtlere küfür ettiği, bütün ülke insanın tek ırk üzerinden değerlendirilip buna her karşı çıkanı düşman belleyerek varılacak yere çoktan varılmıştır. Görülüyor ki bu yer; içi egemen devlet yapısınca boşaltılmış ve içeriği, ırkçılar ya da ümmetçiler tarafından doldurulmuş demokrasinin çok uzağında bir yerdir. Bu yerde duranlar bir süre sonra neyi savunduğunu kendileri bile anlayamaz bir hale gelmektedir.
.
Genel tabloda durum bu olunca, bir gurup akıl evveli, Samandağ toplumuna gözünü dikmiş, yerelin de desteklemeye alışık olduğu CHP gibi bir partinin topluma saldığı milliyetçilik söylemi üzerinden ırkçılık gibi bir zehir i Samandağlının fikriyatına zerk etmeye çalışmaktadır.. Her ne kadar Samandağlının bu şahısların bu söylem ile çelişik bir ekonomik siyasal kültürel konumu olsa da, fikirsel donanımdan yoksun beyinler bu partinin sol söylem üzerinden oluşturulan, ırkçılığın tuzağına düşmektedir.
SAMANDAĞ İNSANI,
TARİHLERİ BOYUNCA İNSAN HAYATINI DEĞERLİ GÖRMÜŞTÜR…
Ortada dilendirilmek istenmeyen bir Kürt sorunu vardır. Bu sorunun temelinde yok sayılan bir kültür, yok sayılan bir halk, yok sayılan bir tarih vardır. Irkçı ve inkârcı söylemeler bu sorunun yaratıcısıdır, bu sorunu yaratan politikalar bu sorunun çözümüne katkı sağlayamaz. Bu gün 40 bin insanın ölümüne sebebiyet vermiş ırkçı söylemlerdeki ısrar bu sorunu derinleştirerek olası daha üst boyutlara taşımaktadır. Bu boyut Kürt ve Türk halkının sokakta işyerinde okullarda mahallelerde karşı karşıya gelebilme olasılığıdır. Yani toplumun cinnet halidir, yani ırkçılığın doruk noktası ve ülkenin bölünmesidir.
Biz Samandağlılar, bu ırkçı politikalar neticesinde uzun bir dönemdir yok sayılmış, hakir görülmüş ve dışlanmış bir topluluk olarak eşitsizliğin, ırkçılığın, savaşın, ölümün ve gözyaşının tarafı olmaktan öznele kaçınmalıyız.
Yaşadıklarımızdan örendiklerimiz doğrultusunda iki halk arasında oluşması muhtemel bir cinnet halinin tarafı değil engelleyicisi olmalıyız.
Kendimize Devlet mi PKK mı? Sursunu sormadan önce, SAVAŞ mı BARIŞ mı sorusunu sormalıyız. Çünkü insan hayatı Samandağlının ananelerinde hep değerli olmuştur. Samandağ halkı; İnsan yaşamına değer vermiş bir topluluk olarak, yaşamı boyunca kardeşliği kutsamış, yaşamsal her alanda Barıştan yana tavır belirlemiş ve kendi içinde ırkçı söylemelere asla izin vermemiştir. Bundan sonra da bu insani özelliklerini koruyarak bu faşizan açılımlara hayatın hiçbir alanında pirim vermemelidir. Hatta karşı karşıya gelmesi muhtemel halklar arasında her koşulda ezilmişten yana diyalog ve dayanışmanın sözcüsü olmalıdır.
Yani her etkinliğinde ırkçılarca sesi kısılmaya çalışılan herhangi bir halkın temsilcisini ağırlayabilmeli, söz söyleme hakkını koruyup kollayabilmelidir. Bu yerine göre bir TÜRK, yerine göre bir KÜRT, yerine göre bir ERMENİ olabilmelidir. Bu gün Almanya da hakir görülen üçüncü sınıf muamelesi gören Türklerle omuz omuza mücadele edebilen Samandağlılar Samandağ’ında da bir Kürt ü bir Arap ı bir Türk ü kendi demokrat ve özgürlükçü anlayışları gereği ağırlayabilmeli, söz hakkı tanımalı, ülkedeki ve dünyadaki can alıcı sorunları birde onların ağzından dinleyebilmelidir.
Bu bir demokrasi kültürüdür ve toplumların olgunlukları ile ilişkilidir. Birilerince toplum da yaymaya çalıştığı biçimi ile teröriste taraf olmak anlamında algılansa da, bu tavır benimsenmesi ve saygı duyulması gereken bir tavırdır. Bu tavır İlle de bir şey ile ilişkilendirilecekse o da suçlayıcıların kafalarında olmayan “demokrasi” ile ilişkilendirilebilir…
SAMANDAĞINDA SOLU TEMSİL EDENLER DAHA CÜRETLİ OLMAK ZORUNDADIR…
Samandağ’ında son dönemlerde, sol adına hareket eden guruplar ve kişiler ısrarla, bir ürküntü içinde Kürt hareketini siyasal alanda temsil eden partilerden bir kaçış, bir uzak duruş sergilemektedirler.
Bir zamanlar Kürt hareketinin temsilcisi olanlar, parti teşkilatlarının kuranlar, bu partilerden aday olabilmek için kapı aşındıranlar bu gün içinde bulundukları siyasi örgütlenmeler her ne kadar geçmişte sahiplendikleri partilere yakın dursa da, hatta merkezi anlamda onlarla ortak siyasi projeler üretse de, yerelde bu hareketlerden uzak durmaya özen göstermektedirler. Bunun nedeni yerelde CHP nin ve resmi siyasetin oluşturduğu Kürtleri ötekileştiren karşıya alan sistemli bir politikanın baskın gelmesinden kaynaklanmaktadır.
Ancak resmi ideolojinin oluşturduğu bu abluka solun ve solcuların geri adımlar atarak dağıtılabileceği bir olgu dağîlidir. Tam tersine, bu ablukanın dağılması demokrasinin ve demokrasiye özgü normların meşruluk kazanması neticesinde sağlanabilir.
Bu da Samadağın da bulunan sol güçlerin ne pahasına olursa olsun kendi demokrasi anlayışlarına uygun politikalar ve tavırlar sergilemesine bağlıdır.
Bu kararlı tutum neticesinde; Kimilerin ellerinde tutuğu mevzileri kaybetmek de vardır. Bu kayıp, mevcut olan şoven kitlelerin desteği ile mevzileri korumaya tercih edilebilmelidir. İnanıyorum ki ancak kendi demokrasi anlayışımızla yoğurabildiğimiz icraatlarımız bize kalıcı mevziler kazandırabilir. Aksi takdirde elimizde bulunan mevzilerimiz bizleri ve düşüncelerimizi esir alan, demokrasi mücadelesinde edilgenleştiren prangalar haline dönüşebilir.
Bugün Samandağ gibi bir yerde, demokrasiyi ve demokrat söylemleri karşılarına alarak, ırkçı söylemleri yükseltenler, solun; “Aman bizi Kürtlerle benzeştirmesinler! bu bizim oy kaybımıza neden olur” gibi pragmatist ve makyevelist söylemlerinden yararlanmaktadırlar.
Yerel seçimlerde ÖDP nin DYP ile ittifakı ve yerel seçimler kazanıldıktan sonra, 12 Eylül dönemini anımsatan (Devlet kimsenin hizmetçisi değildir. Kendi okulunu kendin yap, kendi hastaneni, kendi yolunu kendin yap) halktan para toplayıp belediyenin yol yapma durumu, cadde düzenleyen her işverenin ismini cadde ismi olarak belirlenmesi gibi, sağ zihniyete uygun solla ilişkilendirilmemesi gereken icraatlar, Samandağ insanının kafasında sağ zihniyetli politikacılarda meşruluk sağlamaktadır. Bu meşruluk üzerinden kendine zemin hazırlayan faşizan düşünceler kendini ifade etme ve insan örgütleme alanı da bulmaktadır. Sorgulanması gereken bir başka durum ise burjuva partilerinin bu icraatlara karşı çıkmaması destek vermesidir. Çünkü bu icraatlar solun değil onların dünyasına, siyasi yapılarına uygun icralardır.
Sol adına hareket eden kimi kişiler de; ne pahasına olursa olsun bu belediye yönetimini alacağım anlayışı. Kısa bir zaman zarfında, ne pahasına olursa olsun hizmet yapacağım düşüncesine dönüşmüştür. Şu anda da, ne pahasına olursa olsun herkesi idare edip kaybetmeyeceğim histerisi ile en temel demokrasi taleplerini dilendiremez konuma gelmiş bulunmaktadırlar.
İşte bunun neticesinde söz konusu şahıslar Kürt sorunu gibi önemli ve ülke genelini ilgilendiren bir konuda ses edemez, faşizan saldırılar karşısında tepki koyamaz duruma gelmiş bulunmaktadırlar. “Irkçılık bulaşıcı bir hastalıktır” derken bu hastalığın amaçları için her şeyi yapmaya hazır potansiyeller üzerinden sirayet edebileceğini de ayrıca belirtmek isterim…
“Ben milletvekilliği düşmüş bir Kürt milletvekilini 14 Temmuzda Samandağı’nda istemiyorum” diyen bir veya birkaç şahsa verilecek cevabın, ne söylediğini anlamaktan aciz, savaşın ve faşizmin değirmenine su taşıdığından bir haber, zavallı birkaç insana verilecek cevap olarak düşünmüyorum. Bu güruh kişilere verilecek en eğitici ders, tüm Türkiye de olduğu gibi, Samandağın her yerinde kardeşliğe, özgürlüğe demokrasiye. Halkların kardeşliğine ve barışa sahip çıkarak verilmelidir.
Ayrıca cevap bu ilçede gelmiş geçmiş sol emek üzerinde şekil bulmuş her örgütlenmeyi kapsayan gür bir sesle verilmelidir. Ezen ezilen ilişkisinde ezilenden yana tarafız, yok sayılmak istenenin yanındayız tarzında olmalıdır ve bu cevap, başta sol emeği temsil ettiğini savunan belediye başkanlığınca verilmelidir.
Çünkü bu gün ezilen Kürt halkının, eşit haklar talebi üzerinde şekil bulmamış ve böylesine bir demokrasi ile ilişkilenmemiş, bir solun varlığı egemenlerin istediği ve teşvik ettiği bir sol niteliği taşımaktadır.
Bu gün Samandağı’nda belediyeyi elinde tutan ve kendini solda tarif eden şahıslar için gidişat o yönde değilse…. bu şahıslar, bu cevabı vermekte gecikilmemelidir.
İşte o zaman Samandağın da solun halkın sempatisinde edindiği o insani yeri bilen ve sol söylemi işlerine geldiğinde kullanmaya meraklı şahıslar olmaktan çıkıp Bu ırkçı söylemelerden medet uman şahıslara alanları boş bırakmış olmayacaklardır.
Aksi takdirde Bu tavırsızlık bilinçlice benimsenmiş olup, kimi kişler herkese eşit bir mesafede durma eşitsizliği ve pragmatist makyelevist hareket alışkısını solculuk diye yutturmaya devam edecektir ve bütün bu ödünler her kesimden oy devşirmeye yönelik omurgasız bir duruşun eseri olacaktır.
Bilinmelidir ki; Irkçılık hayatın her alanında kaybedilecek ve kazanılacak hesaba katılmadan reddedilmesi gereken, karşısında mücadele edilmesi gereken gayri insani, gayri ahlaki bir olgudur.
Evet, Samandağı’nda artık burjuvazinin bile yöntem olarak reddettiği ve gericilik olarak değerlendirdiği ırkçı, şoven söylemler bazı güruh kişilerce dilendiriliyor. Tabutlarından fırlayan bu vampirler, sivri dişleri ile sırıtarak… Bu ülkeyi bölünmenin eşiğine getiren kendi zihniyetleri değilmiş gibi…
Kan diyor
Savaş diyor
Bölücüler diyor…
Bu ırkçı, bu şoven şahısların yüzlerine kardeşliğin, eşitliğin güneşini yansıtan aynaları ne pahasına olursa olsun ısrarla tutun
En nefret etikleri şey gün ışığıdır
En nefret etikleri şey kendi çehreleridir
Gözlerinin içine bakarak
Yüzlerine tutun aynalarınızı
Eşitliğin ve kardeşliğin güneşi o güzel simalarınızdan, beyninizden ufuklarınızdan kaybolmadığı sürece bu vampirlerle tarihin hiç bir döneminde karşılaşmayacaksınız
Aman ha dikkat!
Irkçılık, faşistlik ve aptallık bulaşıcıdır…
Salim Diyap’ın alta okuyacağınız makalesi, ülkemizde çok hassas bir konuya işaret ediyor; milliyetçilik bulaşıcıdır diyor…
Blogumuzda, “milliyetçilik bir vebadır” diye onlarca makalede belirlemeler yapıldı. Salim Diyap alttaki makalesinde, kendi algıları ve üslubuyla değinirken, farklılıklarımızın birbirini karmasını isteyip, bölücülüğü kışkırtan milliyetçi duruşların tehlikesine işaret ediyor. Bu milliyetçiliğin, en tehlikeli türü olan, ezilen bir etnik dokunun ezen ulus özentisi , kraldan çok kralcı milliyetçiliğine dikkat çekiyor…
Bu göndermeler, 4 milyonu aşkın nüfusuyla ülkemizin üçüncü en büyük etnik topluluğu olan Türkiyeli Arapları yakından ilgilendiriyor; bu da makalenin önemini arttırıyor.
Ülkemizde gerçek anlamda bir demokratik süreç, öncelikle ötekileştirilmek istenen farklılıkların birbirini anlamasından geçtiği bilinmelidir. Salim Diyap makalesinde bu nokta üzerinde de duruyor.
Türkiyeli Arap aydınları, Kürt özgürlük mücadelesine dünyanın her yerinde sahip çıktılar; Türkiye’deki yoğun yaşam bölgelerinde de sonuna kadar destek vermeye devam ediyorlar. AYRI VARLIK Blogu, Kürt halkının demokratik talep ve özgürlük mücadelesinin yanında, her bedeli ödeme pahasına siyasal yelpazedeki yerini belirlemiştir.
Bu çizgi, on yılların birikimi ve rotası içinde doğrularının arkasında kararlı bir irade olarak devam etmektedir.
Salim Diyap arkadaşın makalesinde de ortaya konan bu tutum, kimlik hakları arayışında, halkların birbiriyle dayanışması açısından önem taşıyor.
Makaleyi okurlarımızla paylaşmayı gerekli gördük.
Birlikte okuyalım….
Salim Diyap
3 Haziran 2010
İlçemizde birilerince ön plana çıkarılmaya çalışılan milliyetçi söylemler “Kürt milletvekili istemiyoruz” söylemi ile ırkçılık boyutuna varmış durumdadır.
Dağıtan ve yazanların Samandağlı oldukları kuşkulu “Samandağlı gençler” imzasını taşıyan bildiriler Samandağ’ını ve Samandağlıyı PKK nın ardıl potansiyel gücü olarak görüp öyle değerlendiriyor…
Bu söylemlerin karşısında nasıl tavır belirlemek lazım hususuna girmeden önce milliyetçiğinin tarihsel muhtevası husussunda birkaç söz söyleme gereği duyuyorum bu birkaç söz yazımızın sonraki bölümlerini daha bir anlaşılır kılacaktır.
Milliyetçiliğin ya da ulusalcılığın tarihsel anlamı 1900lerin başlarında burjuvazinin bir talebi olarak ortaya çıkmış olmasındadır, milliyetçi-lik; her ulusun kendi milli burjuvazisini yaratma çabasının bir ürünü olarak, feodal üretim ilişkilerinin kapitalistleştiği bir döneme denk gelir. Bu tarihsel durumun bilincinde olan burjuvazi dünyanın birçok yerinde ezilen halkların Ulusal kimlik edinmelerini kendisi teşvik eder, destekler. Burjuvazi, birçok coğrafyada tek ulus Teorileri üzerinden milli ve siyasal coğrafyalar üretir. Bu uğraşında burjuvazi ezilen halkın desteği da alarak feodaliteye karşı bunu başarır.
İster parlamenter sistemde 'yani seçimle' ister Fransa da ve Türkiye de olduğu gibi bir ihtilalle olsun bu süreç hep burjuvazinin lehine akmış ve burjuvazinin ellerinde biçimlenmiştir. Ancak burjuvazi için; sermayenin serbest dolaşımı sayabileceğimiz küreselleşme sürecin-de milliyetçiliğin ne anlama geldiğini burjuvazinin kendisi fiili olarak koyar. Bir zamanlar kendi elleri ile var ettiği ulusu 'ideolojik alanda ciddi bir kafa karışıklığına neden olsa da, kendisi bile Gericilik olarak tanımlar.
Fakat burjuvazi gündelik kışkırtmasını en geri noktadan yapar ve kitlelerin manipülasyonunu bu sayede sağlar, kafa olarak burjuvazinin destekçisi olsalar bile siyasal ve kültürel olarak daha geri noktada olan ezilen sınıfın eğitimsiz olan bir bölümü tarihsel gelişimi çarpıtmak pahasına da olsa ırkçı bir anlayışın adına burjuvazinin terk etmekle yüz yüze kaldığını, yoksul kitleler ulusalcılık ya da milliyetçilik diyerek sahip çıkmaktadır. Ülküsü Ergenekon ile somutlanmış olan bir anlayış, tamamen Türk kanı ve İslam değerleri üzerine inşa edilmiş bir ideolojinin yanı sıra amaca ulaşmak için gelişmiş ülkelerin jandarmalığına soyunmuş, aynı coğrafya üzerinde yaşayan diğer ulusları yok sayan bir anlayışa da milliyetçilik diyebilmektedir.
Birçok kavramın sözlük karşılığı bu şahısların düşünsel yapısını anlatmaya yeterli olmayabilir, ama bu tür insanların içinde yaşadıkları ülkenin hali pür mayili göz önünde tutulursa ve hangi coğrafyada ve hangi sistem içerisinde olursa olsun bu tür insanların yaptığı ürettiği faşistlikten ve faşizim den başka bir şey değildir.
Her ne kadar miadı dolmuş bir burjuva ideolojisi olsa da, Milliyetçi-liğin günümüzde en kabul edilir olan yorumu, Üzerinde yaşadığımız coğrafyadaki topraklarda yaşayan tüm insanlarla birlikte refah ve barış içinde yaşamak olmalıdır. Bu da kendi insanımızın emekleriyle üretilmiş, inşa edilmiş yatırımlara sahip çıkıp, bu yatırımları bu ülke sınırları içinde yaşayan herkese eşit sunmamızdan ve ülkenin kendi kendine yeter hale getirilmesi ile mümkündür. İnsanların birbirini düşman bilmesi ve politik alanlarda bu ırkçı söylemleri rehber edinmesi ile olacak bir şey değildir. Çünkü bir ömür, Türklerin Kürtlere küfür ettiği, bütün ülke insanın tek ırk üzerinden değerlendirilip buna her karşı çıkanı düşman belleyerek varılacak yere çoktan varılmıştır. Görülüyor ki bu yer; içi egemen devlet yapısınca boşaltılmış ve içeriği, ırkçılar ya da ümmetçiler tarafından doldurulmuş demokrasinin çok uzağında bir yerdir. Bu yerde duranlar bir süre sonra neyi savunduğunu kendileri bile anlayamaz bir hale gelmektedir.
.
Genel tabloda durum bu olunca, bir gurup akıl evveli, Samandağ toplumuna gözünü dikmiş, yerelin de desteklemeye alışık olduğu CHP gibi bir partinin topluma saldığı milliyetçilik söylemi üzerinden ırkçılık gibi bir zehir i Samandağlının fikriyatına zerk etmeye çalışmaktadır.. Her ne kadar Samandağlının bu şahısların bu söylem ile çelişik bir ekonomik siyasal kültürel konumu olsa da, fikirsel donanımdan yoksun beyinler bu partinin sol söylem üzerinden oluşturulan, ırkçılığın tuzağına düşmektedir.
SAMANDAĞ İNSANI,
TARİHLERİ BOYUNCA İNSAN HAYATINI DEĞERLİ GÖRMÜŞTÜR…
Ortada dilendirilmek istenmeyen bir Kürt sorunu vardır. Bu sorunun temelinde yok sayılan bir kültür, yok sayılan bir halk, yok sayılan bir tarih vardır. Irkçı ve inkârcı söylemeler bu sorunun yaratıcısıdır, bu sorunu yaratan politikalar bu sorunun çözümüne katkı sağlayamaz. Bu gün 40 bin insanın ölümüne sebebiyet vermiş ırkçı söylemlerdeki ısrar bu sorunu derinleştirerek olası daha üst boyutlara taşımaktadır. Bu boyut Kürt ve Türk halkının sokakta işyerinde okullarda mahallelerde karşı karşıya gelebilme olasılığıdır. Yani toplumun cinnet halidir, yani ırkçılığın doruk noktası ve ülkenin bölünmesidir.
Biz Samandağlılar, bu ırkçı politikalar neticesinde uzun bir dönemdir yok sayılmış, hakir görülmüş ve dışlanmış bir topluluk olarak eşitsizliğin, ırkçılığın, savaşın, ölümün ve gözyaşının tarafı olmaktan öznele kaçınmalıyız.
Yaşadıklarımızdan örendiklerimiz doğrultusunda iki halk arasında oluşması muhtemel bir cinnet halinin tarafı değil engelleyicisi olmalıyız.
Kendimize Devlet mi PKK mı? Sursunu sormadan önce, SAVAŞ mı BARIŞ mı sorusunu sormalıyız. Çünkü insan hayatı Samandağlının ananelerinde hep değerli olmuştur. Samandağ halkı; İnsan yaşamına değer vermiş bir topluluk olarak, yaşamı boyunca kardeşliği kutsamış, yaşamsal her alanda Barıştan yana tavır belirlemiş ve kendi içinde ırkçı söylemelere asla izin vermemiştir. Bundan sonra da bu insani özelliklerini koruyarak bu faşizan açılımlara hayatın hiçbir alanında pirim vermemelidir. Hatta karşı karşıya gelmesi muhtemel halklar arasında her koşulda ezilmişten yana diyalog ve dayanışmanın sözcüsü olmalıdır.
Yani her etkinliğinde ırkçılarca sesi kısılmaya çalışılan herhangi bir halkın temsilcisini ağırlayabilmeli, söz söyleme hakkını koruyup kollayabilmelidir. Bu yerine göre bir TÜRK, yerine göre bir KÜRT, yerine göre bir ERMENİ olabilmelidir. Bu gün Almanya da hakir görülen üçüncü sınıf muamelesi gören Türklerle omuz omuza mücadele edebilen Samandağlılar Samandağ’ında da bir Kürt ü bir Arap ı bir Türk ü kendi demokrat ve özgürlükçü anlayışları gereği ağırlayabilmeli, söz hakkı tanımalı, ülkedeki ve dünyadaki can alıcı sorunları birde onların ağzından dinleyebilmelidir.
Bu bir demokrasi kültürüdür ve toplumların olgunlukları ile ilişkilidir. Birilerince toplum da yaymaya çalıştığı biçimi ile teröriste taraf olmak anlamında algılansa da, bu tavır benimsenmesi ve saygı duyulması gereken bir tavırdır. Bu tavır İlle de bir şey ile ilişkilendirilecekse o da suçlayıcıların kafalarında olmayan “demokrasi” ile ilişkilendirilebilir…
SAMANDAĞINDA SOLU TEMSİL EDENLER DAHA CÜRETLİ OLMAK ZORUNDADIR…
Samandağ’ında son dönemlerde, sol adına hareket eden guruplar ve kişiler ısrarla, bir ürküntü içinde Kürt hareketini siyasal alanda temsil eden partilerden bir kaçış, bir uzak duruş sergilemektedirler.
Bir zamanlar Kürt hareketinin temsilcisi olanlar, parti teşkilatlarının kuranlar, bu partilerden aday olabilmek için kapı aşındıranlar bu gün içinde bulundukları siyasi örgütlenmeler her ne kadar geçmişte sahiplendikleri partilere yakın dursa da, hatta merkezi anlamda onlarla ortak siyasi projeler üretse de, yerelde bu hareketlerden uzak durmaya özen göstermektedirler. Bunun nedeni yerelde CHP nin ve resmi siyasetin oluşturduğu Kürtleri ötekileştiren karşıya alan sistemli bir politikanın baskın gelmesinden kaynaklanmaktadır.
Ancak resmi ideolojinin oluşturduğu bu abluka solun ve solcuların geri adımlar atarak dağıtılabileceği bir olgu dağîlidir. Tam tersine, bu ablukanın dağılması demokrasinin ve demokrasiye özgü normların meşruluk kazanması neticesinde sağlanabilir.
Bu da Samadağın da bulunan sol güçlerin ne pahasına olursa olsun kendi demokrasi anlayışlarına uygun politikalar ve tavırlar sergilemesine bağlıdır.
Bu kararlı tutum neticesinde; Kimilerin ellerinde tutuğu mevzileri kaybetmek de vardır. Bu kayıp, mevcut olan şoven kitlelerin desteği ile mevzileri korumaya tercih edilebilmelidir. İnanıyorum ki ancak kendi demokrasi anlayışımızla yoğurabildiğimiz icraatlarımız bize kalıcı mevziler kazandırabilir. Aksi takdirde elimizde bulunan mevzilerimiz bizleri ve düşüncelerimizi esir alan, demokrasi mücadelesinde edilgenleştiren prangalar haline dönüşebilir.
Bugün Samandağ gibi bir yerde, demokrasiyi ve demokrat söylemleri karşılarına alarak, ırkçı söylemleri yükseltenler, solun; “Aman bizi Kürtlerle benzeştirmesinler! bu bizim oy kaybımıza neden olur” gibi pragmatist ve makyevelist söylemlerinden yararlanmaktadırlar.
Yerel seçimlerde ÖDP nin DYP ile ittifakı ve yerel seçimler kazanıldıktan sonra, 12 Eylül dönemini anımsatan (Devlet kimsenin hizmetçisi değildir. Kendi okulunu kendin yap, kendi hastaneni, kendi yolunu kendin yap) halktan para toplayıp belediyenin yol yapma durumu, cadde düzenleyen her işverenin ismini cadde ismi olarak belirlenmesi gibi, sağ zihniyete uygun solla ilişkilendirilmemesi gereken icraatlar, Samandağ insanının kafasında sağ zihniyetli politikacılarda meşruluk sağlamaktadır. Bu meşruluk üzerinden kendine zemin hazırlayan faşizan düşünceler kendini ifade etme ve insan örgütleme alanı da bulmaktadır. Sorgulanması gereken bir başka durum ise burjuva partilerinin bu icraatlara karşı çıkmaması destek vermesidir. Çünkü bu icraatlar solun değil onların dünyasına, siyasi yapılarına uygun icralardır.
Sol adına hareket eden kimi kişiler de; ne pahasına olursa olsun bu belediye yönetimini alacağım anlayışı. Kısa bir zaman zarfında, ne pahasına olursa olsun hizmet yapacağım düşüncesine dönüşmüştür. Şu anda da, ne pahasına olursa olsun herkesi idare edip kaybetmeyeceğim histerisi ile en temel demokrasi taleplerini dilendiremez konuma gelmiş bulunmaktadırlar.
İşte bunun neticesinde söz konusu şahıslar Kürt sorunu gibi önemli ve ülke genelini ilgilendiren bir konuda ses edemez, faşizan saldırılar karşısında tepki koyamaz duruma gelmiş bulunmaktadırlar. “Irkçılık bulaşıcı bir hastalıktır” derken bu hastalığın amaçları için her şeyi yapmaya hazır potansiyeller üzerinden sirayet edebileceğini de ayrıca belirtmek isterim…
“Ben milletvekilliği düşmüş bir Kürt milletvekilini 14 Temmuzda Samandağı’nda istemiyorum” diyen bir veya birkaç şahsa verilecek cevabın, ne söylediğini anlamaktan aciz, savaşın ve faşizmin değirmenine su taşıdığından bir haber, zavallı birkaç insana verilecek cevap olarak düşünmüyorum. Bu güruh kişilere verilecek en eğitici ders, tüm Türkiye de olduğu gibi, Samandağın her yerinde kardeşliğe, özgürlüğe demokrasiye. Halkların kardeşliğine ve barışa sahip çıkarak verilmelidir.
Ayrıca cevap bu ilçede gelmiş geçmiş sol emek üzerinde şekil bulmuş her örgütlenmeyi kapsayan gür bir sesle verilmelidir. Ezen ezilen ilişkisinde ezilenden yana tarafız, yok sayılmak istenenin yanındayız tarzında olmalıdır ve bu cevap, başta sol emeği temsil ettiğini savunan belediye başkanlığınca verilmelidir.
Çünkü bu gün ezilen Kürt halkının, eşit haklar talebi üzerinde şekil bulmamış ve böylesine bir demokrasi ile ilişkilenmemiş, bir solun varlığı egemenlerin istediği ve teşvik ettiği bir sol niteliği taşımaktadır.
Bu gün Samandağı’nda belediyeyi elinde tutan ve kendini solda tarif eden şahıslar için gidişat o yönde değilse…. bu şahıslar, bu cevabı vermekte gecikilmemelidir.
İşte o zaman Samandağın da solun halkın sempatisinde edindiği o insani yeri bilen ve sol söylemi işlerine geldiğinde kullanmaya meraklı şahıslar olmaktan çıkıp Bu ırkçı söylemelerden medet uman şahıslara alanları boş bırakmış olmayacaklardır.
Aksi takdirde Bu tavırsızlık bilinçlice benimsenmiş olup, kimi kişler herkese eşit bir mesafede durma eşitsizliği ve pragmatist makyelevist hareket alışkısını solculuk diye yutturmaya devam edecektir ve bütün bu ödünler her kesimden oy devşirmeye yönelik omurgasız bir duruşun eseri olacaktır.
Bilinmelidir ki; Irkçılık hayatın her alanında kaybedilecek ve kazanılacak hesaba katılmadan reddedilmesi gereken, karşısında mücadele edilmesi gereken gayri insani, gayri ahlaki bir olgudur.
Evet, Samandağı’nda artık burjuvazinin bile yöntem olarak reddettiği ve gericilik olarak değerlendirdiği ırkçı, şoven söylemler bazı güruh kişilerce dilendiriliyor. Tabutlarından fırlayan bu vampirler, sivri dişleri ile sırıtarak… Bu ülkeyi bölünmenin eşiğine getiren kendi zihniyetleri değilmiş gibi…
Kan diyor
Savaş diyor
Bölücüler diyor…
Bu ırkçı, bu şoven şahısların yüzlerine kardeşliğin, eşitliğin güneşini yansıtan aynaları ne pahasına olursa olsun ısrarla tutun
En nefret etikleri şey gün ışığıdır
En nefret etikleri şey kendi çehreleridir
Gözlerinin içine bakarak
Yüzlerine tutun aynalarınızı
Eşitliğin ve kardeşliğin güneşi o güzel simalarınızdan, beyninizden ufuklarınızdan kaybolmadığı sürece bu vampirlerle tarihin hiç bir döneminde karşılaşmayacaksınız
Aman ha dikkat!
Irkçılık, faşistlik ve aptallık bulaşıcıdır…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder