1 Kasım 2009 Pazar
Dil Sevgisi…
Faiz Cebiroğlu
faizce@hotamail.com
1 Kasım 2009
Herkes dilini sevmelidir. Herkes dilini oluştuğu gibi sevmelidir. Bunlar doğrudur. Ama dil sevgisi başka, dil abartmacılığı başkadır. Dil uydurmacılığı başka, dil ırkçılığı başkadır. Ne yazık ki, Türkiye’de yıllardır yapılan, dil sevgisi değil, dil abartmacılığı, dil uydurmacılığı ve dil ırkçılığıdır. ”Bir Profesörün Evhamları” başlıklı yazımda ve diğer yazılarımda bunlar üzerinde durdum, duruyorum. Önemlidir. Dillerin ve de beyinlerin ezilmek istendiği bir Türkiye’de bu konular üzerinde durmak çok önemlidir.
Bir düşünün; yüzde 90’nı yabancı sözcüklerden oluşan; Türkiye’deki tüm yer, yöre ve yerleşim adlarının Türkçe olmadığı bir Türkçe ve Türkiye’den bahsediyoruz. Ama tüm bunlara karşılık, YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, hiç sıkılmadan, Kürtçe için ”ödünç alınmış bir dil” diyebiliyor!
Türkiye’de bu mentalite, bu ırkçı bakış açısı, hiç kuşkusuz, yıllardır sürdürülen, ”resmi dil – resmi ideoloji”nin bir sonucudur. Bu ideoloji, yanlızca sıradan insanlarımızı değil, aydınlarımızı, YÖK Başkanı gibi profesörlerimizi de hem cahil, hem de ırkçı bir duruma getirmiştir.
Türk Dil Kurumu’na bakın. Türkçeye katkı yapmak bir yana, işi gücü anlamsız kelimeler uydurmak ve başka halkların dilini küçümsemek oluyor. Bu anlamda, Türk Dil Kurumu ve bu kurumda çalışan bu ”dil bilmezler kurulu” yalnız abartmacı ve uydurmacı değil, aynı zamanda Kürtçe ve diğer dillere karşı tam ırkçı bir kurum oluyor. Türk Dil Kurumu yıllardır, ”Güneş – dil” teorisi saçmalığı ile, ”Türkçe, dünyadaki tüm dilleri etkilemiş ve aydınlatmıştır(!)” diyecek kadar uydurmacı bir kurum oluyor.
Örnek mi, çoktur. Bunları başka çalışmalarımızda yapmak mümkün. Yapacağız. Ama hızlıca, Türkçede, Türkçeye, ”uyduruk” ve çok ”anlamsız” sözcüklerden oluşan / yapılan iki örnek vermek istiyorum:
Bir: ”Tespit” sözcüğü. Arapçadır. Tespit etmek. Öz Türkçesi: ”Saptamak” olarak yapılmış. Hem Türk Dil Kurumu, hem de diğer Türkçe dil uzmanları ”saptamak” sözcüğünü öz Türkçe olarak kabûl ediyor ve bizlere sunuyorlar. Peki bundan daha büyük cehalet olur mu? Arapça ”tespit” yine arapça olan ”sabt” tan geliyor; bu anlamda ”saptamak” Arapça’nın arapçası oluyor!
İki: ”Cep telefon”. Bu nereden çıktı? Cebin telefonu nasıl oluyor, bilmiyorum. Görmedim. Duymadım. Bilmiyorum. Tek bildiğim, mobil telefonun Türkçeye ”cep telefonu” olarak tercüme edildiğidir. Peki, dünyada bundan daha uyduruk bir ”isim” ve ”sıfat” olur mu?..Cep: Arapça, “ceyb”. Telefon: Fransızca, “téléphone”. Türk Dil Kurumu, Arapça ve Fransızca’dan sözcükler uydurarak ”mobil telefonu”,Türkçe’ye, ”cep telefonu” olarak çeviriyor, çevirebiliyor!
Oysa ki, ”mobil”, mobildir; bu sıfat Fransızca’dır; ”hareketli” ve ”taşınabilir” demek oluyor. Mobil telefon; taşınabilen telefon demektir. Cepte taşınır. Çantaya konur. Arabada taşınır, başka yerlerde konur, taşınır…
Peki, mobil olan, taşınabilen telefon nasıl oluyor da, Türkçe’de ”cep telefonu” oluyor?..
Bakın, ”mobil telefonlar” İran’da ve tüm Arap ülkelerinde de kullanılıyor. Ama ne zengin Farsça’da, ne de zengin Arapça’da, Türkiye’deki “Türk Dil Kurumu” gibi ”mobil telefonu” cep telefonu” olarak tercüme etmedi. Edemez. Onlar da biliyor; dil ”uydurma” ve ”abartmalardan” oluşan bir fenomen değildir. Olamaz.
Ey ”Türk Dil Kurumu”, dil uzmanı olmak bu mudur?
Evet, buraya kadar bir nokta açıktır, şudur: İlerde, Türkiye’de, yapılacak dönüşümlerde ilk işimiz, böylesi abartmacı, uydurmacı ve ırkçı ”Türk Dil Kurumu” nu ortadan kaldırmak olmalıdır.
Devam ediyorum. Gerçekten ne utanmazlık, yıllardır hem Türk Dil Kurumu, hem de bu kuruma hizmet edenler, hiç sıkılmadan başka dilden gelen sözcükleri ince hilelerle bizlere ”Türkçe” diye sunmuşlar, sunuyorlar. Böylesi ”dil uzmanlığı” rezilliğini elbettte biz devrimci aydınlar olarak deşifre etmeliyiz. Ediyoruz. Bu yolda yalnız değiliz. Kürtçe dili ve edebiyatı üzerine kafa yoran Zana Farqînî vardır. Kürt kimliği üzerine yorulmak bilmez bir kavga veren İsmail Beşikçi vardır. Başkaları vardır.
Bu bağlamda, Türkiye’deki kavgamız, aynı zamanda, ”dil, kimlik ve kültür” kavgası oluyor. Bunu sürdüreceğiz. Sürdürüyoruz.
Devam ediyorum ama daha önceleri yazdıklarımı tekrarlıyorum. Tekrarlıyoruz: her tekrarımızda ve yazılarımızda mutlaka yenilik vardır. Olacaktır. Unutmamak gerekiyor; ırkçı asimilasyoncu bir Türkiye’de doğruları ”tekrarlamak” ve sürekli ”tekrarlamak” artık zorunlu olmuştur. Budur.
Cehalete bir bakın; sözüm ona ,dil uzmanlarımız, farklı kelimelerden ama Türkçe olmayan kelimelerden yaptırdıkları ”uydurmalarla” bazı yerleşim yerlerimizi, illerimizi dahi ”Türkçeleştirmişler!”
Peki dil kurumu ya da uzmanı olamak bu mudur?
Daha önceleri yazdım, tekrarlıyorum. Örnek olsun diye tekrarlıyorum. Ne yazık ki, Türkiye’de farklı kelimelerden yapılan uydurmalarla bazı illerin adları değiştirilerek bizlere Türkçe diye yutturulmaya çalışılmıştır; ancak Türkçe değildir. Örnek olsun, Denizli. Türkiye’de hemen hemen herkes Denizli şehrinin Türkçe olduğunu sanır, ancak Türkçe değildir.
Denizli, 14. yüzyılda ”Domuslu” olarak adlandırılan bir yerdir. Domuslu’nun anlamını bilmeyen dil uzmanlarımız, Domuslu’yu ”Denizli” olarak Türkçeleştirmiştir! Böylece, denizin olmadığı Denizli ve çevresinde, Domuslu, Denizli olarak isimlendirilmiştir. Oysaki, ”Domus”, Latince’de ”Ev” demektir. Denizle ilgisi yoktur.
Keza, Kırıklareli, Kırkkale. Bu şehirler de Türkçe sanılmaktadır; ancak Türkçe değildir. Kirk-lar-eli: ”Kirk”, ”kyriakòn” ”kyros”, Grekçe ve kilise demektir. Tanrıya dua edildiği yer, ev. Tanrı evi oluyor.
Kırık-kale: Kirk yine Grekçe ve kilise demek. ”Kale” Arapça’dan getirilmiş bir sözcüktür.
Bu ve buna benzer onlarca örnek vermek mümkün. Bunları ilerde yapacağım. Ama ben burada şunu söylüyorum: Başka dillerden Türkçeye geçen sözcükler, ince hilelerle, bizlere, sanki Türkçe kökenden gelmişler gibi sunuluyor. İşte bunu kabûl edemeyiz. Etmiyoruz. Tepkim ve tepkimiz bunun içindir.
Tüm bunlar açıkken, ”resmi ideoloji – resmi dil savunucuları” hiç sıkılmadan ”Kürtçe ödünç alınmış bir dil” diyebiliyor. İşte tepkimiz, bunun içindir.
Yalnız bu kadar değil, dahası var; Türkiye’de ‘resmi dil – resmi ideoloji’nin” yarattığı tahribat yalnız bununla sınırlı değildir. Kemalist resmi ideoloji, politika, sanat, edebiyat alanında ve her alanda utanılası tahribat yaptığını görmek mümkün. Basit bir örnek vereyim: Karacaoğlan şiirleri. Halk Ozanı Karacaoğlan 17. yüzyılda yaşamış, Tüm Anadolu’yu dolaşarak şiirlerinde, koşmalarında sevdasını ve kavgasını dile getirmiştir. Yazdığı koşmalarda, şiirlerde güzel Kürt kızlarından da bahsetmiş, tutulduğu güzel Kürt kızlarına olan aşkını ve sevdasını şiirlerinde işlemiştir:
”Birem birem devşirirler odunu
Bilem dedim, bilemedim adını
Elbistan yanaklı Kürtler kadını
Bir kız bana emmi dedi, neyleyim.”
Ama nedense, Türkiye’de yeni baskıları yapılan Karacaoğlan kitaplarında ve bu şiirde yer alan “Kürt” ,“Kürtler” kadını dizesi yok, kaldrılmıştır. ”Kürtler” kadını;
“Erzurum yanaklı “Türkmen” kadını...” olarak değiştirilmiştir!..
Peki bundan daha utanç verici ve ırkçı bir durum olur mu?
Peki böylesi ilkel bir ırkçılık, dünyanın hangi ülkesinde / ülkelerinde bulunur?
Biliniyor, dünyanın bir çok ülkesinde birden fazla dil, anadili ve resmi dili mevcuttur. Tüm bu diller o ülkeler için bir zenginlik olarak kabûl edilmektedir. O ülkelerde hiç kimse Türkiye’de yapılan böylesi dil rkçılığına girmez, tenezül etmez. Zira, çok dillik, onlar için ve herkes için bir zenginlik olarak kabûl edilmektedir. Budur.
Bakın, 5 milyonluk Danimarka’da, Danca diline bir çok Kürtçe sözcük geçmiştir. Örnek olsun, “Newroz”. Newroz, Danca sözlüğünde şöyle tanımlanıyor: New: Ny(yeni). roz: dag (gün) . Yani “yeni gün”. Newroz: Kürtlerin 21 Mart’ta kutladıkları Yeni Yıl Bayramı. 21 Mart, ilkbahar bayramı olarak ta kutlanmaktadır.”
Acaba “newroz” neden Türk Dil Kurumu’nun hazırlamış olduğu sözlükte yok?
Danimarka’da ve Danca diline geçen ”newroz” Danca dili için bir zenginlik olarak kabûl edilmektedir. Burada hiç kimse “vah dilimiz “ecnebileşiyor, yok oluyor” gibi bir düşünceye sahip değil. Olamaz.
Ama Türkiye’de durum tam tersidir. Türkiye’de “resmi dil, resmi ideolojinin” yaratmış olduğu insani bakış açısı, ne yazık ki, insanlarımızı ırkçı yapmıştır.
İşte bunları yazıyoruz. Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan şahsında Türkiye’de yapılan “ilkel ırkçılığı” göstermeye çalışıyoruz. Bunları yazmak, söylemek aydın olmanın asgari ölçütleri oluyor, diyoruz…
Evet; herkes dilini sevmelidir. Ama herkes dilini oluştuğu gibi sevmelidir.
Herkes dilini sevmelidir, ama dil sevgisi başka, dil abartmacılığı, dil uydurmacılığı ve dil ırkçılığı başkadır!
faizce@hotamail.com
1 Kasım 2009
Herkes dilini sevmelidir. Herkes dilini oluştuğu gibi sevmelidir. Bunlar doğrudur. Ama dil sevgisi başka, dil abartmacılığı başkadır. Dil uydurmacılığı başka, dil ırkçılığı başkadır. Ne yazık ki, Türkiye’de yıllardır yapılan, dil sevgisi değil, dil abartmacılığı, dil uydurmacılığı ve dil ırkçılığıdır. ”Bir Profesörün Evhamları” başlıklı yazımda ve diğer yazılarımda bunlar üzerinde durdum, duruyorum. Önemlidir. Dillerin ve de beyinlerin ezilmek istendiği bir Türkiye’de bu konular üzerinde durmak çok önemlidir.
Bir düşünün; yüzde 90’nı yabancı sözcüklerden oluşan; Türkiye’deki tüm yer, yöre ve yerleşim adlarının Türkçe olmadığı bir Türkçe ve Türkiye’den bahsediyoruz. Ama tüm bunlara karşılık, YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, hiç sıkılmadan, Kürtçe için ”ödünç alınmış bir dil” diyebiliyor!
Türkiye’de bu mentalite, bu ırkçı bakış açısı, hiç kuşkusuz, yıllardır sürdürülen, ”resmi dil – resmi ideoloji”nin bir sonucudur. Bu ideoloji, yanlızca sıradan insanlarımızı değil, aydınlarımızı, YÖK Başkanı gibi profesörlerimizi de hem cahil, hem de ırkçı bir duruma getirmiştir.
Türk Dil Kurumu’na bakın. Türkçeye katkı yapmak bir yana, işi gücü anlamsız kelimeler uydurmak ve başka halkların dilini küçümsemek oluyor. Bu anlamda, Türk Dil Kurumu ve bu kurumda çalışan bu ”dil bilmezler kurulu” yalnız abartmacı ve uydurmacı değil, aynı zamanda Kürtçe ve diğer dillere karşı tam ırkçı bir kurum oluyor. Türk Dil Kurumu yıllardır, ”Güneş – dil” teorisi saçmalığı ile, ”Türkçe, dünyadaki tüm dilleri etkilemiş ve aydınlatmıştır(!)” diyecek kadar uydurmacı bir kurum oluyor.
Örnek mi, çoktur. Bunları başka çalışmalarımızda yapmak mümkün. Yapacağız. Ama hızlıca, Türkçede, Türkçeye, ”uyduruk” ve çok ”anlamsız” sözcüklerden oluşan / yapılan iki örnek vermek istiyorum:
Bir: ”Tespit” sözcüğü. Arapçadır. Tespit etmek. Öz Türkçesi: ”Saptamak” olarak yapılmış. Hem Türk Dil Kurumu, hem de diğer Türkçe dil uzmanları ”saptamak” sözcüğünü öz Türkçe olarak kabûl ediyor ve bizlere sunuyorlar. Peki bundan daha büyük cehalet olur mu? Arapça ”tespit” yine arapça olan ”sabt” tan geliyor; bu anlamda ”saptamak” Arapça’nın arapçası oluyor!
İki: ”Cep telefon”. Bu nereden çıktı? Cebin telefonu nasıl oluyor, bilmiyorum. Görmedim. Duymadım. Bilmiyorum. Tek bildiğim, mobil telefonun Türkçeye ”cep telefonu” olarak tercüme edildiğidir. Peki, dünyada bundan daha uyduruk bir ”isim” ve ”sıfat” olur mu?..Cep: Arapça, “ceyb”. Telefon: Fransızca, “téléphone”. Türk Dil Kurumu, Arapça ve Fransızca’dan sözcükler uydurarak ”mobil telefonu”,Türkçe’ye, ”cep telefonu” olarak çeviriyor, çevirebiliyor!
Oysa ki, ”mobil”, mobildir; bu sıfat Fransızca’dır; ”hareketli” ve ”taşınabilir” demek oluyor. Mobil telefon; taşınabilen telefon demektir. Cepte taşınır. Çantaya konur. Arabada taşınır, başka yerlerde konur, taşınır…
Peki, mobil olan, taşınabilen telefon nasıl oluyor da, Türkçe’de ”cep telefonu” oluyor?..
Bakın, ”mobil telefonlar” İran’da ve tüm Arap ülkelerinde de kullanılıyor. Ama ne zengin Farsça’da, ne de zengin Arapça’da, Türkiye’deki “Türk Dil Kurumu” gibi ”mobil telefonu” cep telefonu” olarak tercüme etmedi. Edemez. Onlar da biliyor; dil ”uydurma” ve ”abartmalardan” oluşan bir fenomen değildir. Olamaz.
Ey ”Türk Dil Kurumu”, dil uzmanı olmak bu mudur?
Evet, buraya kadar bir nokta açıktır, şudur: İlerde, Türkiye’de, yapılacak dönüşümlerde ilk işimiz, böylesi abartmacı, uydurmacı ve ırkçı ”Türk Dil Kurumu” nu ortadan kaldırmak olmalıdır.
Devam ediyorum. Gerçekten ne utanmazlık, yıllardır hem Türk Dil Kurumu, hem de bu kuruma hizmet edenler, hiç sıkılmadan başka dilden gelen sözcükleri ince hilelerle bizlere ”Türkçe” diye sunmuşlar, sunuyorlar. Böylesi ”dil uzmanlığı” rezilliğini elbettte biz devrimci aydınlar olarak deşifre etmeliyiz. Ediyoruz. Bu yolda yalnız değiliz. Kürtçe dili ve edebiyatı üzerine kafa yoran Zana Farqînî vardır. Kürt kimliği üzerine yorulmak bilmez bir kavga veren İsmail Beşikçi vardır. Başkaları vardır.
Bu bağlamda, Türkiye’deki kavgamız, aynı zamanda, ”dil, kimlik ve kültür” kavgası oluyor. Bunu sürdüreceğiz. Sürdürüyoruz.
Devam ediyorum ama daha önceleri yazdıklarımı tekrarlıyorum. Tekrarlıyoruz: her tekrarımızda ve yazılarımızda mutlaka yenilik vardır. Olacaktır. Unutmamak gerekiyor; ırkçı asimilasyoncu bir Türkiye’de doğruları ”tekrarlamak” ve sürekli ”tekrarlamak” artık zorunlu olmuştur. Budur.
Cehalete bir bakın; sözüm ona ,dil uzmanlarımız, farklı kelimelerden ama Türkçe olmayan kelimelerden yaptırdıkları ”uydurmalarla” bazı yerleşim yerlerimizi, illerimizi dahi ”Türkçeleştirmişler!”
Peki dil kurumu ya da uzmanı olamak bu mudur?
Daha önceleri yazdım, tekrarlıyorum. Örnek olsun diye tekrarlıyorum. Ne yazık ki, Türkiye’de farklı kelimelerden yapılan uydurmalarla bazı illerin adları değiştirilerek bizlere Türkçe diye yutturulmaya çalışılmıştır; ancak Türkçe değildir. Örnek olsun, Denizli. Türkiye’de hemen hemen herkes Denizli şehrinin Türkçe olduğunu sanır, ancak Türkçe değildir.
Denizli, 14. yüzyılda ”Domuslu” olarak adlandırılan bir yerdir. Domuslu’nun anlamını bilmeyen dil uzmanlarımız, Domuslu’yu ”Denizli” olarak Türkçeleştirmiştir! Böylece, denizin olmadığı Denizli ve çevresinde, Domuslu, Denizli olarak isimlendirilmiştir. Oysaki, ”Domus”, Latince’de ”Ev” demektir. Denizle ilgisi yoktur.
Keza, Kırıklareli, Kırkkale. Bu şehirler de Türkçe sanılmaktadır; ancak Türkçe değildir. Kirk-lar-eli: ”Kirk”, ”kyriakòn” ”kyros”, Grekçe ve kilise demektir. Tanrıya dua edildiği yer, ev. Tanrı evi oluyor.
Kırık-kale: Kirk yine Grekçe ve kilise demek. ”Kale” Arapça’dan getirilmiş bir sözcüktür.
Bu ve buna benzer onlarca örnek vermek mümkün. Bunları ilerde yapacağım. Ama ben burada şunu söylüyorum: Başka dillerden Türkçeye geçen sözcükler, ince hilelerle, bizlere, sanki Türkçe kökenden gelmişler gibi sunuluyor. İşte bunu kabûl edemeyiz. Etmiyoruz. Tepkim ve tepkimiz bunun içindir.
Tüm bunlar açıkken, ”resmi ideoloji – resmi dil savunucuları” hiç sıkılmadan ”Kürtçe ödünç alınmış bir dil” diyebiliyor. İşte tepkimiz, bunun içindir.
Yalnız bu kadar değil, dahası var; Türkiye’de ‘resmi dil – resmi ideoloji’nin” yarattığı tahribat yalnız bununla sınırlı değildir. Kemalist resmi ideoloji, politika, sanat, edebiyat alanında ve her alanda utanılası tahribat yaptığını görmek mümkün. Basit bir örnek vereyim: Karacaoğlan şiirleri. Halk Ozanı Karacaoğlan 17. yüzyılda yaşamış, Tüm Anadolu’yu dolaşarak şiirlerinde, koşmalarında sevdasını ve kavgasını dile getirmiştir. Yazdığı koşmalarda, şiirlerde güzel Kürt kızlarından da bahsetmiş, tutulduğu güzel Kürt kızlarına olan aşkını ve sevdasını şiirlerinde işlemiştir:
”Birem birem devşirirler odunu
Bilem dedim, bilemedim adını
Elbistan yanaklı Kürtler kadını
Bir kız bana emmi dedi, neyleyim.”
Ama nedense, Türkiye’de yeni baskıları yapılan Karacaoğlan kitaplarında ve bu şiirde yer alan “Kürt” ,“Kürtler” kadını dizesi yok, kaldrılmıştır. ”Kürtler” kadını;
“Erzurum yanaklı “Türkmen” kadını...” olarak değiştirilmiştir!..
Peki bundan daha utanç verici ve ırkçı bir durum olur mu?
Peki böylesi ilkel bir ırkçılık, dünyanın hangi ülkesinde / ülkelerinde bulunur?
Biliniyor, dünyanın bir çok ülkesinde birden fazla dil, anadili ve resmi dili mevcuttur. Tüm bu diller o ülkeler için bir zenginlik olarak kabûl edilmektedir. O ülkelerde hiç kimse Türkiye’de yapılan böylesi dil rkçılığına girmez, tenezül etmez. Zira, çok dillik, onlar için ve herkes için bir zenginlik olarak kabûl edilmektedir. Budur.
Bakın, 5 milyonluk Danimarka’da, Danca diline bir çok Kürtçe sözcük geçmiştir. Örnek olsun, “Newroz”. Newroz, Danca sözlüğünde şöyle tanımlanıyor: New: Ny(yeni). roz: dag (gün) . Yani “yeni gün”. Newroz: Kürtlerin 21 Mart’ta kutladıkları Yeni Yıl Bayramı. 21 Mart, ilkbahar bayramı olarak ta kutlanmaktadır.”
Acaba “newroz” neden Türk Dil Kurumu’nun hazırlamış olduğu sözlükte yok?
Danimarka’da ve Danca diline geçen ”newroz” Danca dili için bir zenginlik olarak kabûl edilmektedir. Burada hiç kimse “vah dilimiz “ecnebileşiyor, yok oluyor” gibi bir düşünceye sahip değil. Olamaz.
Ama Türkiye’de durum tam tersidir. Türkiye’de “resmi dil, resmi ideolojinin” yaratmış olduğu insani bakış açısı, ne yazık ki, insanlarımızı ırkçı yapmıştır.
İşte bunları yazıyoruz. Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan şahsında Türkiye’de yapılan “ilkel ırkçılığı” göstermeye çalışıyoruz. Bunları yazmak, söylemek aydın olmanın asgari ölçütleri oluyor, diyoruz…
Evet; herkes dilini sevmelidir. Ama herkes dilini oluştuğu gibi sevmelidir.
Herkes dilini sevmelidir, ama dil sevgisi başka, dil abartmacılığı, dil uydurmacılığı ve dil ırkçılığı başkadır!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder