16 Kasım 2009 Pazartesi
KOCAVEZİR... KOCAVEZİR...
(Öner Ödemiş'in ÜÇ UCUBE başlıklı yazısı için)
Mihrac Ural'ın notu:
17 kasım 2009
Adana her Acilci gibi, benim de devrimci kişiliğimin oluşumunda derin izleriyle, yoldaşlıktaki tutarlılığı ve onurlu duruşuyla bu güne dek izleri olan bir dev şehir...
Bu şehrin nabzı ülkemizin kalp atışlarını verir; burada ayağa kalkan halkın sonuç almadan dindiği görülmemiştir. Burası Adana Akdenizin kalbi, Torosların bereketli ovası, yiğitlerin Harman olduğu devrimcilerin Acilci doğduğu şehir.
Bu şehrin birde Kocaveziri var...
Yürek dediğin kor olan, insan dediğin erdemli olan, örgüt dediğin dik duran, kaypaklığa geçit vermeyen, yanlışı affetmeyen Kocavezir... Mahalle olmaktan çok bir belli bir kültürün beşiği...
Adana cezaevine Adıyaman'dan geldim (Nisan 1980), doğduğum ikinci adresime gelmiştim. Akrabalarımın yarısı Adanalı...
Adana çalışmasında ilk nüveleri 1976 yıllarına kadar uzanan, o günün en özverili insanlarıyla yükseltilen çalışmalar, Cihangirler, Ahmetler, Özcanlar, Ali Çakmaklılar vardı. Bu gün aynı yerde olunmasa da hakkı yenmez insanlar...
Bu şehirde CEPHE dergisinin yayın kararını verdim ve ilk sayısının hazırlanışı yapıldı. Bu şehirde, o gün gereken tüm eylemler, bu gün hala yaşayan canlı tanıklarıyla yigit insanların girişimi olarak yapıldı. Bunu bilen bilir, bilmeyenlerin ihbarcılık amaçlı povokasyon söylemleri ise ağzımızdan laf alamayacaktır, muhatabımız olamayacaklar da; Genelkurmayın kurduğu sitelerde görevli olan, polis işbirlikçisi itirfaçılar ve MİT ajanları hedefimizdir, muhatabımız değil.
Kocavezir, koca yüreklerin dergahı. sessiz sitemsiz devrimci sorumluluk taşıyanların meydanı, er meydanı. Bu mahalenin erdemli insanları, topuklarını kırarak yürüyen, ellerini kanat gibi açan yiğitleriyle bize ait olan, örgütsel tarihiksnsi köşe taşını, tek tek dizen demokrasi savaşçıları...
Bu şehirde kuşatmadan sıyrılarak özgür oldum, bu şehirde zindan duvarlarını aşarak özgürlüğüme kavuştum; uzun süren tünel çalışmamızın açığa çıkıp, büyük ve kanlı baskın sonrası en olmaz ve ihtimal dışı bir koşulda, gece kestiğimiz demir parmaklıkların ardından, görüş kabinlerinde sabahlayarak kazandık özgürlüğü. Yanımda çıkmasına izin verdiğim, yönelimleri iki dudağım arasında olanların yalanlarına inat.
Gülay'ın koluna girip çıktım, Adana firarı sonrasında Cemal Ayhan'ın evinde güvenle korundum. O onurlu insanların evinde özgürlüğümün ilk uykusunu uyudum, o yiğit hanımın elinden yemek yedim. Bunun değerini bilmek benim boynumun borcu, buna sadık kalmak insane olmaktır, diremi...
Bizim kültür budur. Annemin vefatında taziyelerini ileten bu aile benim için ebedi dostum, yoldaşım kardeşim bacımın ailesidir. Benim için demokrasi mücadelesini anlamlı kılan algılar bura oluşuyor, sınıfsal sınırlara mahpus kalmadan. Benim için devrimci mücadelenin anlamı da budur. Bu aynı zamanda Kocavezir ruhunun, hangi yüreklerde taşındığının da adıdır.
Ne mutlu sana Öner Ödemiş ne mutlu...
Ben de geleceğim, ben de tek tek o sokakları, o güzel insanları ziyaret edeceğim... Şırdancı Kemel'den şırdan yiyecek, Kebaçı Mesut'tan kebap… Pazarda ise, çuval çuval zindana gelen fındıkları, sebzeleri, meyveleri seredeceğim... Tellevi'ye koyduğum içki yasağını kaldıralı uzun zaman olmadı, içki merakı olmayan biri olarak onunla da bir tek atacağım...
ÜÇ UCUBEYE
Öner Ödemiş
17 Kasım 2009
Kocavezir…
Adana da bir mahalle… Kocavezir’i diğer mahallelerden farklı kılan ise Acil tarihinde ki yeridir. On gündür buralardayım… Sokak sokak dolaştım… Şırdancı Kemalden şırdan yedim. Kebapçı Mesutu ziyaret ettim.. Eski karpuz pazarına, şimdi ki haliyle bit pazarına gittim.Eski dostları, yoldaşları ziyaret ettim… Geçmişi, geçmişte yaşanılanları yeniden yaşadık. Belleğimizde ki pek çok anıyı yeniden canlandırdık, konuştukça silinmeye yüz tutmuş anılarımız, yeniden bilincimiz de açığa çıktı. Ali Çakmalı’yı konuştuk, Ahmet Çolak’ı, Ahmet Yiğenler’i, Serdar Soyergin’i, Cumali’yi, Cemali.. Gülay’ı… Ve diğer yoldaşları...
Konuştukça detaylar çıktı ortaya. Konuştukça, bilincimizdeki anılar daha bir canlandı. İnsanlar, kimlikler, eylemler, olaylar. Ve tabi ki yalanlar ve gerçekler…
Çokça da Ali Çakmaklı’yı ve Nebil Rahuma’yı konuştuk.. Son günlerinde birlikte olan dostlarla birlikte, belleğimizi yeniledik.. Okuyoruz dediler yazılan yalanları ve tabi ki Kocavezir ağzı ile küfrü sallayıp, bunları hesabı yazmakla verilmez dediler. Yine Kocavezir geleneğiyle yöntemler önerdiler…
Sevindim… Hemen herkes bu tartışmalı süreci izliyor ve bir kanaat oluşturuyor. Doğruları bilen insanlara yanlışları asla kabul ettiremezsiniz. Bu insanlar, bütün bir süreci olanca canlılığıyla yaşamış insanlar ve yalana asla tahammülleri olmayan, sadakatli insanlar. Hemen her biriyle geçmişten paylaştığımız bir süreç ve eylemlilik var. Hemen hepsi yakalanmalar sonrasındaki tavırlarımızı bilirler ve kesinlikle saygı duyarlar. Hemen hepsinin yaşamlarını bir şekilde bilirim ve bir biçimde paylaşmışımdır. Sevindim, çünkü bir kez daha yalanların işe yaramadığını gözlerimle gördüm… Sevindim çünkü bu beş para etmez ihbarcılara karşı bir kin ve nefret bilenerek güçlenmiş… Bunlar, iğrenç yalanlar yazarak, kendi cellatlarını oluşturmuşlar….
Sevindim, çünkü sadakat hala bir erdem olarak canlılığını olanca şiddetiyle koruyor…
Sevindim çünkü dostluklarımız, zamanın korozyonuna asla uğramamışlar.
Sevindim, işbirlikçi hainlerin gerçek yüzleri herkes tarafından alenen biliniyor…
Bu ihbarcılar hakkımda yazmadıklarını bırakmadılar. Beni katil ilan ettiler, çek-senet tahsilatçısı, yağmacı vb. Yazdığım yazılar için önceleri o yazamaz, birileri yazıyor ve onun imzasını atıyor dediler. Beni tanımadıkları belli idi… Sadece M.Ural’ın yanında duran ve tarihsel süreci birebir yaşadım diyen bir insana tahammülleri yoktu. Saldırdılar. Belden aşağıya vurdular. İhbar ettiler. Arabam fitilleri sökülerek didik didik arandı. Antakya da yolum polis tarafından kesilerek sorgulandım. Sınır kapısında göz altına alındım… İhbarlar yerlerine bir şekilde ulaştı hep…
Bunları yeni yaşayan insanlar değiliz, asla da taviz vermeyiz… Her koşulda tavrımı koyarım. Bunu dangalaklar dışında, beni tanıyan herkes bilir. Cezaevinden çıktığım 90'lı yılından sonra, birkaç yıl öncesine kadar gazetecilik yaptım… Az kazandım, işsiz kaldım ama hep onurlu yaşadım… İyi yerlerde de çalıştım, bakanlıklar, siyasi partiler, televizyonlar… Dergilere, gazetelere yazılar da yazdım, denemeler, derlemeler, makaleler, öyküler.. Param hiç olmadı, günlük yaşamımı idame ettirecek miktarın dışında da paraya hiç ihtiyaç duymadım.
Son 2-3 yıldır, gazetecilik dışında ticaret yaparak, yaşamımı sürdürmeye çalışıyorum… Şu çok bahsedilen ve hemen hemen herkese mal edilen kiremitleri ve başka inşaat malzemelerini Suriye ye satıyorum. Şam da, Halep de ve Lazkiye de bayilerim var. Onlar aylık ihtiyaçlarını bana bildiriyorlar bende buradan, Suriye temsilciğini aldığım bir firmadan bu malları alarak gönderiyorum. Az çok, yaşamımı idame ettirecek, onurlu bir şekilde yaşayacak bir gelire sahip oluyorum… İyi de gidiyor. Sanırım bu onursuzluk değildir, ve ayıp bir şey değildir. Veya devrimciler inşaat malzemesi satamaz diye bir kural yoktur… Bu işi ben tek başıma yapıyorum… Hiçbir ortağım yok. Hele zavallı Mehmet Yavuz sattığım kiremitleri bir kez bile görmedi.. Hiçbir alakası da olmadı ve yok… Suriye de ki arkadaşlar benim işimde fiili olarak yoklar. Ama bana ihtiyaç duyduğum noktalarda yardımcı oluyorlar… Tüm ilişkileri de bu…
Bu ihbarcılar, ikide bir benim işime musallat olarak benim yaşamımı idame ettirmemi engellemeye çalışıyorlar. Bu namussuzlar beni polise ihbar ediyorlar, “bu adamı artık paketleyin” diyorlar… “Bu adamı ortalıkta dolaştırmayın” diyorlar… Yolum çevriliyor, arabam fitilleri sökülerek aranıyor, gözaltına alınıyorum yaşa dışı bir şekilde ve bu insanlar hala devrimci kavramını ağızlarına alıyorlar…
Bu döküntüler işbirlikçi, ihbarcı, satılmışlar… Tek yaptıkları iş onurlu insanlar saldırmak ve ihbar etmek…. Yalan söylemek, tarihsel gerçeklerimizi çarpıtmaya çalışmak ve yanyana duran insanların arasına nifak sokmak… İşleri bu.. İşlerini yapıyorlar…
İyi işler…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder