3 Kasım 2009 Salı
DEMOKRASİ KAYGISI
Mihrac Ural
3 Kasım 2009
Kaygı sosyalistçe bir reflekstir. Her şeyi sorgulamak, neden sonuç ilişkilerini bulmak. Bu refleks dünyayı anlamak kadar değiştirmek için de gereklidir. Bunun için tarihin en büyük özverilerini sosyalistler sundu demek yanlış değildir. Bu bir demokrasi mücadelesi olduğu kadar, yeni bir üretim tarzı için de mücadele olarak belirmişti; yeryüzünün tüm kapitalist sistemleri, hükümetleri, yönetimleri, darbecileri her türden demokratik hakkı gasp etmek üzere toplumun geniş emekçi kesimlerine aydın ve demokrat kesimlerine akıl almaz baskılar dayatıyorlardı. Kaba bir kuşatma, nefes alma olanağı olmayan bir zindan haline getirilmişti dünya.
Belli bir sistem içinde, o sistemin dengeleri, ilişki ve çelişkileri ortamında kurulu dengeler sosyalistlerin de siyasal algılarını şekillendiriyordu. Bu noktada önemli handikaplarla yüz yüze kalındı. Dünyayı kapalı bir devre içinde kavrayan ve bu kapalılığın denklemleriyle değiştirmek gündeme geliyordu. Böylesi bir mücadele doğal olarak sistemi aşan, yadsınmayı gerçekleştirecek bir yenilenmeyi, dönüşümü, yeni bir üretim sistemine geçişi ve bunların anlamlandıracak bir devrime yönelimi mümkün kılmıyordu. Tersine geçekçi bir dönüşüm stratejisine bağlı yürütülmediği için, bir reform hareketi oluşturmak dahi mümkün olmuyordu. Sosyalizmin dünya ölçeğinde vuku bulan gerilemesinin ülkemizde gelip dayandığı yer bu süreçlerin ürünü olmuştu.
Sosyalistler, önermeleri ve mücadele stratejileriyle devrimci olmak bir yana, reformist bile olamadılar. Bu gün gelinen yerde adı sosyalist olan ufalmış melez öbeklerin, ortak ülke siyasal arenasında olmak bir yana, edebiyatında dahi marjinallikleri tartışılabilir haldedir. Bu aynı zaman da ülkemizin bir şansızlığıdır.
Sosyalistlerin algı değişimine yönelmeleri gerekiyor. 19. yy. siyasal sonuçlarını ilke edinerek artık bir yere varmanın olanağı kalmamıştır. Dünyayı anlamak ve değiştirmek için, gelişmeleri doğru yakalamak gerekiyor. Sınıf mücadelesi sorununu önceki makalelerde işlemeye çalıştım. Ve özetle, sınıf mücadelesi ihmal edilmemesi gereken reformist bir mücadeledir, devrime yol açmaz dedim. Belli bir sistemin ana unsuru olan bir sınıf, var oluş koşulu olan sistemi yıkamaz. Tarihte bunun örneği de yoktur zaten. Köleler Spartaküsle Roma kapıları önünde ne yapacaklarını şaşırıp durmuşlardı. Ortaçağ Avrupa’sında serflerin Münzer hareketiyle varacakları sonuç, feodal kralların tahtları önünde diz çökmekti. Kapitalizmde işçi sınıfının ulaştığı yer ise fabrikanın iflasını önlemek için ücretinden bile feragat edip burjuvazisine arka çıkmak olmuştur. Yeni bir üretim tarzı ya da yeni bir uygarlığın oluşumunda, eski üretim tarzının hiçbir temel unsuru etkin olamaz. Tersine yeninin önünde bir engel olarak belirirler. Var oluş nedenleri olan sistemi, varlıklarının konumu itibariyle de olsa savunma durumuna geçerler. Bu açıdan eskiyi yadsıyacak yeniyi kuracak verilerin eskinin içinde gelişmekte olan olgularda aramak gerek. Bu olgular üzerinde yoğunlaşmak ve gelecek projelerin tahayyüllerini oluşturup, siyasal programlara ulaşmak gerek.
Demokrasi tam bu noktada siyasal görevlerimiz açısından önem taşıyor. Özgürleştirici özelliğiyle demokrasi, gerçekçi bir gelecek projesinde, ilerlemeyi tıkayan, gelişmeyi engelleyen eski üretim tarzının da aşılması için önemli bir siyasal yönelimdir. Özellikle, burjuvazinin demokratik işlevler konusunda tarihini doldurmuş olması ve demokrasinin artık bir burjuva tercih ya da muhteva olmaktan çıkmasıyla daha anlamlı hale gelmiştir.
Önerim özetle şudur;
Demokrasi mücadelesi eskiyi aşmanın yeniyi kurmanın temel mücadele alanıdır. Demokrasi artık hiçbir yanıyla burjuva değildir, onun tamamlanmamış görevlerinin tamamlanması anlamında da değildir. Demokrasi tarihsel bir misyonun devrimci mücadele yönelimidir.
Bunu sosyalizmle de karıştırmamak gerek. Sosyalizmi toplumsal mülkiyet olarak gören ve bunun sonucu üretim tarzının değişeceğini sanan zihniyet artık çok ilkel ve geride kalmış, aşılmış bir 19. yy. siyasal algısıdır. Sosyalistler tarihle uyumlu, geleceğe ilişkin bir toplumsal proje sahibi olacaklarsa, sınıf mücadelesi algılarını yenileştirip, işçi sınıfının halklaşması gereğine yönelerek, demokrasi mücadelesini sahiplenmeleri gerekmektedir. Daha çok özgürlük ve güvencelere bağlanmış demokrasiyle, teknolojinin ve bir bütün olarak üretici güçlerin gelişiminin önünü açma mücadelesi yürütmeleri gerek. Bunun stratejisi, emperyalist siyasetin küreselleşme dayatmalarına karşı, küresel üretim stratejisi olarak belirlenmelidir.
Küresel üretim tarzı, yeni bir üretim tarzı olarak eskinin bağrında, kapitalizmi yadsıyarak gelişmekte olan ve egemen olma yönünde yeryüzünü kaplayan bir tarihsel ilerici üretim tarzıdır. Bu gün emperyalist küreselleşme, küresel üretim tarzına karşı savaş halindedir. Kavram benzerliğinin risklerine karşın, gerçekçi tarihsel ilerleme küresel üretimde ifadesini bulmaktadır. İnsanlığın ortak akıl birikimlerinin bir ürünü olan, kapitalist mülkiyet tarzının tüm engellerine karşı doğup büyüyen, feodal krallıkların kanatları altında kapitalizmin gelişmesi gibi kapitalizmin kanatları altında da olsa gelişen ve egemen olma yönünde tarihi misyonunu yerine getiren küresel üretim, ne bir coğrafya, ne bir ulus, ne de bir ülke merkezli üretim değildir. Bilgi birikimi ve dönüşümünün evrensel ölçeklerde sentezinin bir ürünü olarak sanal üretimle başlayıp sanal tüketimle kalitesini ve değişim etkinliğini oturtan bu yeni üretim tarzı, bütün yönleriyle olgunlaşmamış da olsa eskinin yadsınmasını sağlayacak olandır.
Böylesi bir gelişmeyi stratejik bir hedef olarak algılamak, doğal olarak bizi demokrasinin artan önemine ve burjuva olmaktan çıkan, değişen niteliksel muhtevasına da bir göndermedir. Demokrasi mücadelesini ve demokratik siyasal görevlerimizi tüm yönleriyle böylesi önemli bir stratejiye göre dizayn etmek muhtevasını da belirlemektir.
Sosyalizmin demokrasi algısı yok mudur? Burjuva demokrasisi dışında bir sosyalist demokrasi önermesi elbette ki var. Ancak bu her zaman proletarya diktatörlüğü eksenine oturtulmuştur. Gerekçeleriyle birlikte kendi içinde tutarlı gibi görülen bir önermedir de. Ancak bu önerme tekrarla ifade ettiğim gibi 19. yy. algılarındaki siyasal önermelerin ürünüdür. Bu gün kendine sosyalistim diyen ve proletarya diktatörlüğünün esamisini dahi ağzına alan bir çevrenin olmadığı göz önüne alınırsa, yaşanan ideolojik kırılma ve malum sosyalist demokrasinin temel dayaklardan yoksunluğu daha iyi anlaşılmış olur.
Sosyalist demokrasi diye yapılan önermenin, insanlık tarihinin en büyük aydınlarınca, en büyük entelektüellerince ve en büyük devrimcilerinin eliyle ortaya konan ikamesi bu gün artık yaşamamaktadır. Proletaryanın sosyalist demokrasisi, tarih tarafından iflas ettiği açığa çıkmıştır. İnsanlığa açtıkları ufukları hiçbir şekilde inkar etmeden ve bu tarihsel emekleri geçmiş mücadelemizin onurlu bir sayfası olarak ele alarak ve bu deneyler üzerinde yükselerek denilebilir ki, uygulanabilir sosyalizmin mümkün olan en kapsamlı demokrasisi, burjuva demokrasisinden bile geri olduğu, üretici güçleri özgürleştirmek bir yana ele aldığı yerde bıraktığı, yeni bir üretim tarzı ikame etmekten ziyade özel mülkiyeti bir kararnameyle toplumsal mülkiyete dönüştürme gibi tarihsel bir tutarlılığı olmayacak girişimler yaptığı görülmüştür. Evrimin yaratacağı olgunluklar üzerinde gerçekleşmeyen siyasal önerme ve yapıların, gerisin geriye dönüşünü, hazin hallerimizle 1990’larla birlikte dünyanın tüm “Sosyalist blok” ülkelerinde görerek, sosyalist demokrasi deneyiminin gerçekçi olmadığını anlamış olduk.
Ancak bu, ne demokrasinin burjuva tekelinde olduğuna ne de tarihsel misyonunda bir tıkanma anlamına gelmiyordu. Demokrasi özgürleştirici etkinliğiyle, insanlık tarihinin tamamlanmamış birçok evrim ihtiyaçlarının gerçekleşmesi açısından (tamamlanmamış uluslaşma süreçleri) rolünü oynamaya devam edeceği gibi, yeni bir üretim tarzının eskiyi yadsımasında da önemli bir rol oynamaya adaydır. Küresel üretim tarzının yeryüzünde yükselen konumlanışında demokrasi ve demokrasi mücadelesi çok büyük bir önem taşımaktadır.
Bu aynı zamanda insanlığın ikinci bir aydınlanma çağı tarzında ilerlediğinden de söz edilebilir ki, bu konuyu ileriki makalelerimde irdelemeye çalışacağım.
Kapitalizmin şafağında doğan burjuva devrimciliği, bu çağda tarihini çoktan doldurmuştur. Burjuvaziye ve sistemine bağlanacak demokrasi umutları liberallerin bir yalanıdır. Bu alanda sürecek bir demokrasi mücadelesi, ilerlemelerle gerilemeler arasında hak kazanımları bulunur. Bunun adı reformdur. Sınıf mücadelesi tam bu noktada anlamlıdır. Bir adım ötesinde tökezler ve yeni bir üretim tarzına açılım için yeterli değildir; yadsınmanın yadsınmasını gerçekleştiremez. Kendi kendini inkar etme dinamiği ancak içinden gelen, içinde ve kanatları altında kuluçka dönemini geçiren, büyüyen, olgunlaşan başka bir unsur haline gelen verilerle mümkündür.
Demokrasi mücadelesi bu anlamda tarihin ebesidir, devrimcidir.
Bu anlamda da, tarihsel bir devrimci misyon üstlenmiş demokrasiden ve mücadelesinden söz ediyoruz. Bu sosyalist demokrasi değildir.
Sosyalistlerin tarihle uyumlu olma kaygıları ve aydın ahlakları, ütopyaları terk ederek bu muhtevalarıyla anlamlı olan, gerçekleşebilir ve bir o kadar uğruna kitlelerin mücadele edebilecekleri bir demokrasi algısına yönelmelidir. Sol’u marjinal hallerden söküp çıkaracak boyut budur. Bu aynı zamanda gerçekçi anlamda tarihle cesur bir yüzleşme için de kapıları aralayacaktır. Zira tarihle yüzleşme görevini tamamlamamış bir solun, demokrasi mücadelesi de hayalden ibaret kalacaktır.
3 Kasım 2009
Kaygı sosyalistçe bir reflekstir. Her şeyi sorgulamak, neden sonuç ilişkilerini bulmak. Bu refleks dünyayı anlamak kadar değiştirmek için de gereklidir. Bunun için tarihin en büyük özverilerini sosyalistler sundu demek yanlış değildir. Bu bir demokrasi mücadelesi olduğu kadar, yeni bir üretim tarzı için de mücadele olarak belirmişti; yeryüzünün tüm kapitalist sistemleri, hükümetleri, yönetimleri, darbecileri her türden demokratik hakkı gasp etmek üzere toplumun geniş emekçi kesimlerine aydın ve demokrat kesimlerine akıl almaz baskılar dayatıyorlardı. Kaba bir kuşatma, nefes alma olanağı olmayan bir zindan haline getirilmişti dünya.
Belli bir sistem içinde, o sistemin dengeleri, ilişki ve çelişkileri ortamında kurulu dengeler sosyalistlerin de siyasal algılarını şekillendiriyordu. Bu noktada önemli handikaplarla yüz yüze kalındı. Dünyayı kapalı bir devre içinde kavrayan ve bu kapalılığın denklemleriyle değiştirmek gündeme geliyordu. Böylesi bir mücadele doğal olarak sistemi aşan, yadsınmayı gerçekleştirecek bir yenilenmeyi, dönüşümü, yeni bir üretim sistemine geçişi ve bunların anlamlandıracak bir devrime yönelimi mümkün kılmıyordu. Tersine geçekçi bir dönüşüm stratejisine bağlı yürütülmediği için, bir reform hareketi oluşturmak dahi mümkün olmuyordu. Sosyalizmin dünya ölçeğinde vuku bulan gerilemesinin ülkemizde gelip dayandığı yer bu süreçlerin ürünü olmuştu.
Sosyalistler, önermeleri ve mücadele stratejileriyle devrimci olmak bir yana, reformist bile olamadılar. Bu gün gelinen yerde adı sosyalist olan ufalmış melez öbeklerin, ortak ülke siyasal arenasında olmak bir yana, edebiyatında dahi marjinallikleri tartışılabilir haldedir. Bu aynı zaman da ülkemizin bir şansızlığıdır.
Sosyalistlerin algı değişimine yönelmeleri gerekiyor. 19. yy. siyasal sonuçlarını ilke edinerek artık bir yere varmanın olanağı kalmamıştır. Dünyayı anlamak ve değiştirmek için, gelişmeleri doğru yakalamak gerekiyor. Sınıf mücadelesi sorununu önceki makalelerde işlemeye çalıştım. Ve özetle, sınıf mücadelesi ihmal edilmemesi gereken reformist bir mücadeledir, devrime yol açmaz dedim. Belli bir sistemin ana unsuru olan bir sınıf, var oluş koşulu olan sistemi yıkamaz. Tarihte bunun örneği de yoktur zaten. Köleler Spartaküsle Roma kapıları önünde ne yapacaklarını şaşırıp durmuşlardı. Ortaçağ Avrupa’sında serflerin Münzer hareketiyle varacakları sonuç, feodal kralların tahtları önünde diz çökmekti. Kapitalizmde işçi sınıfının ulaştığı yer ise fabrikanın iflasını önlemek için ücretinden bile feragat edip burjuvazisine arka çıkmak olmuştur. Yeni bir üretim tarzı ya da yeni bir uygarlığın oluşumunda, eski üretim tarzının hiçbir temel unsuru etkin olamaz. Tersine yeninin önünde bir engel olarak belirirler. Var oluş nedenleri olan sistemi, varlıklarının konumu itibariyle de olsa savunma durumuna geçerler. Bu açıdan eskiyi yadsıyacak yeniyi kuracak verilerin eskinin içinde gelişmekte olan olgularda aramak gerek. Bu olgular üzerinde yoğunlaşmak ve gelecek projelerin tahayyüllerini oluşturup, siyasal programlara ulaşmak gerek.
Demokrasi tam bu noktada siyasal görevlerimiz açısından önem taşıyor. Özgürleştirici özelliğiyle demokrasi, gerçekçi bir gelecek projesinde, ilerlemeyi tıkayan, gelişmeyi engelleyen eski üretim tarzının da aşılması için önemli bir siyasal yönelimdir. Özellikle, burjuvazinin demokratik işlevler konusunda tarihini doldurmuş olması ve demokrasinin artık bir burjuva tercih ya da muhteva olmaktan çıkmasıyla daha anlamlı hale gelmiştir.
Önerim özetle şudur;
Demokrasi mücadelesi eskiyi aşmanın yeniyi kurmanın temel mücadele alanıdır. Demokrasi artık hiçbir yanıyla burjuva değildir, onun tamamlanmamış görevlerinin tamamlanması anlamında da değildir. Demokrasi tarihsel bir misyonun devrimci mücadele yönelimidir.
Bunu sosyalizmle de karıştırmamak gerek. Sosyalizmi toplumsal mülkiyet olarak gören ve bunun sonucu üretim tarzının değişeceğini sanan zihniyet artık çok ilkel ve geride kalmış, aşılmış bir 19. yy. siyasal algısıdır. Sosyalistler tarihle uyumlu, geleceğe ilişkin bir toplumsal proje sahibi olacaklarsa, sınıf mücadelesi algılarını yenileştirip, işçi sınıfının halklaşması gereğine yönelerek, demokrasi mücadelesini sahiplenmeleri gerekmektedir. Daha çok özgürlük ve güvencelere bağlanmış demokrasiyle, teknolojinin ve bir bütün olarak üretici güçlerin gelişiminin önünü açma mücadelesi yürütmeleri gerek. Bunun stratejisi, emperyalist siyasetin küreselleşme dayatmalarına karşı, küresel üretim stratejisi olarak belirlenmelidir.
Küresel üretim tarzı, yeni bir üretim tarzı olarak eskinin bağrında, kapitalizmi yadsıyarak gelişmekte olan ve egemen olma yönünde yeryüzünü kaplayan bir tarihsel ilerici üretim tarzıdır. Bu gün emperyalist küreselleşme, küresel üretim tarzına karşı savaş halindedir. Kavram benzerliğinin risklerine karşın, gerçekçi tarihsel ilerleme küresel üretimde ifadesini bulmaktadır. İnsanlığın ortak akıl birikimlerinin bir ürünü olan, kapitalist mülkiyet tarzının tüm engellerine karşı doğup büyüyen, feodal krallıkların kanatları altında kapitalizmin gelişmesi gibi kapitalizmin kanatları altında da olsa gelişen ve egemen olma yönünde tarihi misyonunu yerine getiren küresel üretim, ne bir coğrafya, ne bir ulus, ne de bir ülke merkezli üretim değildir. Bilgi birikimi ve dönüşümünün evrensel ölçeklerde sentezinin bir ürünü olarak sanal üretimle başlayıp sanal tüketimle kalitesini ve değişim etkinliğini oturtan bu yeni üretim tarzı, bütün yönleriyle olgunlaşmamış da olsa eskinin yadsınmasını sağlayacak olandır.
Böylesi bir gelişmeyi stratejik bir hedef olarak algılamak, doğal olarak bizi demokrasinin artan önemine ve burjuva olmaktan çıkan, değişen niteliksel muhtevasına da bir göndermedir. Demokrasi mücadelesini ve demokratik siyasal görevlerimizi tüm yönleriyle böylesi önemli bir stratejiye göre dizayn etmek muhtevasını da belirlemektir.
Sosyalizmin demokrasi algısı yok mudur? Burjuva demokrasisi dışında bir sosyalist demokrasi önermesi elbette ki var. Ancak bu her zaman proletarya diktatörlüğü eksenine oturtulmuştur. Gerekçeleriyle birlikte kendi içinde tutarlı gibi görülen bir önermedir de. Ancak bu önerme tekrarla ifade ettiğim gibi 19. yy. algılarındaki siyasal önermelerin ürünüdür. Bu gün kendine sosyalistim diyen ve proletarya diktatörlüğünün esamisini dahi ağzına alan bir çevrenin olmadığı göz önüne alınırsa, yaşanan ideolojik kırılma ve malum sosyalist demokrasinin temel dayaklardan yoksunluğu daha iyi anlaşılmış olur.
Sosyalist demokrasi diye yapılan önermenin, insanlık tarihinin en büyük aydınlarınca, en büyük entelektüellerince ve en büyük devrimcilerinin eliyle ortaya konan ikamesi bu gün artık yaşamamaktadır. Proletaryanın sosyalist demokrasisi, tarih tarafından iflas ettiği açığa çıkmıştır. İnsanlığa açtıkları ufukları hiçbir şekilde inkar etmeden ve bu tarihsel emekleri geçmiş mücadelemizin onurlu bir sayfası olarak ele alarak ve bu deneyler üzerinde yükselerek denilebilir ki, uygulanabilir sosyalizmin mümkün olan en kapsamlı demokrasisi, burjuva demokrasisinden bile geri olduğu, üretici güçleri özgürleştirmek bir yana ele aldığı yerde bıraktığı, yeni bir üretim tarzı ikame etmekten ziyade özel mülkiyeti bir kararnameyle toplumsal mülkiyete dönüştürme gibi tarihsel bir tutarlılığı olmayacak girişimler yaptığı görülmüştür. Evrimin yaratacağı olgunluklar üzerinde gerçekleşmeyen siyasal önerme ve yapıların, gerisin geriye dönüşünü, hazin hallerimizle 1990’larla birlikte dünyanın tüm “Sosyalist blok” ülkelerinde görerek, sosyalist demokrasi deneyiminin gerçekçi olmadığını anlamış olduk.
Ancak bu, ne demokrasinin burjuva tekelinde olduğuna ne de tarihsel misyonunda bir tıkanma anlamına gelmiyordu. Demokrasi özgürleştirici etkinliğiyle, insanlık tarihinin tamamlanmamış birçok evrim ihtiyaçlarının gerçekleşmesi açısından (tamamlanmamış uluslaşma süreçleri) rolünü oynamaya devam edeceği gibi, yeni bir üretim tarzının eskiyi yadsımasında da önemli bir rol oynamaya adaydır. Küresel üretim tarzının yeryüzünde yükselen konumlanışında demokrasi ve demokrasi mücadelesi çok büyük bir önem taşımaktadır.
Bu aynı zamanda insanlığın ikinci bir aydınlanma çağı tarzında ilerlediğinden de söz edilebilir ki, bu konuyu ileriki makalelerimde irdelemeye çalışacağım.
Kapitalizmin şafağında doğan burjuva devrimciliği, bu çağda tarihini çoktan doldurmuştur. Burjuvaziye ve sistemine bağlanacak demokrasi umutları liberallerin bir yalanıdır. Bu alanda sürecek bir demokrasi mücadelesi, ilerlemelerle gerilemeler arasında hak kazanımları bulunur. Bunun adı reformdur. Sınıf mücadelesi tam bu noktada anlamlıdır. Bir adım ötesinde tökezler ve yeni bir üretim tarzına açılım için yeterli değildir; yadsınmanın yadsınmasını gerçekleştiremez. Kendi kendini inkar etme dinamiği ancak içinden gelen, içinde ve kanatları altında kuluçka dönemini geçiren, büyüyen, olgunlaşan başka bir unsur haline gelen verilerle mümkündür.
Demokrasi mücadelesi bu anlamda tarihin ebesidir, devrimcidir.
Bu anlamda da, tarihsel bir devrimci misyon üstlenmiş demokrasiden ve mücadelesinden söz ediyoruz. Bu sosyalist demokrasi değildir.
Sosyalistlerin tarihle uyumlu olma kaygıları ve aydın ahlakları, ütopyaları terk ederek bu muhtevalarıyla anlamlı olan, gerçekleşebilir ve bir o kadar uğruna kitlelerin mücadele edebilecekleri bir demokrasi algısına yönelmelidir. Sol’u marjinal hallerden söküp çıkaracak boyut budur. Bu aynı zamanda gerçekçi anlamda tarihle cesur bir yüzleşme için de kapıları aralayacaktır. Zira tarihle yüzleşme görevini tamamlamamış bir solun, demokrasi mücadelesi de hayalden ibaret kalacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder