17 Kasım 2009 Salı
DEMEMİZ O Kİ ONLAR TARİHE ADLARINI KANLARI İLE YAZDILAR
Zeki BAYTERİN
18 Kasım 2009
Hiç yüzünüz kızarmaz mı sizin? Onca yıl sonra, dile kolay, üzerine yirmi küsur yıl geçmiş.
Yirmi küsur yıl. Hiç kininiz azalmaz mı sizin? Yirmi küsur yılda yirmi gram dürüstlük girmez mi dağarcığınıza? Birazcık olsun değişmez mi o berbat ahlakınız? Ve sıkılmaz mı hiç insan bunca yıldır aynı şeyleri söyleyip durmaktan, aynı yalanları ısıtıp ısıtıp ortalığa sürmekten aynen aydınlık. Yine o diz boyu ahlaksızlığıyla o bildiğimiz aynı kötü numaralar.
Bayatladı artık ve bıktırdı. Çünkü, hiç yüzü kızarmayan, daha doğrusu kızaracak bir yüze sahip olmayan insanlarla karşı karşıya olduğunuzu eğer en baştan bilmiyorsanız, bu kadar zırvanın nasıl becerilip bir araya getirildiği sorusu karşısında aciz kalabilirsiniz. Gerçekten de herhangi bir devrimci insanın böylesi bir yalan dolan yığını içersinde bocalamaması çok zordur. Devrimcilik kavramını dürüstlük kavramıyla hep bir arada düşünmüş ve öğrenmişseniz, yandınız bütün bu akıl almaz sahtekarlıklar içersinde ne yapacağınızı şaşırırsınız.
Tarih yazım biçiminin çok belirgin temel kuralları vardır ve bunlar pek zorlanmadan görülebilir.
Örneğin PDA usulü tarih yazımının birinci ve en önemli kuralı, zayıflamış yada zayıfladığı varsayılan hafıza sakatlığı, belleğe oynamaktır.
Sözgelimi bir yazıda sözünü ettiğiniz olaylar yirmi küsur yıldan fazla zaman önce gerçekleşmişse, arada yeni kuşakların yetiştiğini ve bu kuşakların söz konusu döneme ait bilgilerinin zayıf olduğunu bilirsiniz. Yada en azından böyle bir varsayıma sahipsinizdir. Devrimci hareketin bugünkü insanlarının büyük çoğunluğu bırakınız 70'i, 80'i bile yetişkinlik dönemlerinde yaşamamışlardır. Sorun yalnızca bilgi sorunu değil, daha önemlisi bir atmosferi yaşamamıştır. 70'lı yılların sonunda Türkiye'nin manzarası nedir, yaşanan gerçeklik nasıldır, nasıl bir hava hakimdir. Bunlar uzakta kalmış şeylerdir.
Örneğin, bırakın 70’leri insanımız, 80 öncesini bile kavramakta zorlanmaktadır. Çok basit örnektir, bu insan kuşağına bir polder olayını anlatabilmek önemli bir sorundur. Devlet güçlerinin günümüzdeki sarsılmaz homojenliğini yaşayan insanın, Emniyet Müdürlüğü bahçesinde oturma eylemi yapan polisler gibi bir manzarayı kafasında hayal edebilmesi gerçekten de zordur. Seyir, bu ülke toprağında kendisi önceleyen kerte kerte gerçekleşen hesaplaşmalar kopuşlarla kendi bağımsız yolunu çizdiği bir süreçtir yürüyüştür.
Dün artık yaşanan olgu, bugün okunan bir tarih olmuş, toplumsal bellek unutkanlık ile sakatlanmıştır. Tarihsel bir olaydan söz ediliyorsa en iyi PDA’lılar bilir, bütün yazı içersinde tek bir objektif kanıt bulamazsınız. İddialar her zaman çok kalın ve nettir. Ama bunu destekleyen kanıt ve tanıklar ya hiç ortada yoktur ya da belirsizdir. Ya bulanıklık yaratacak abuk sabuk iddalar yada sorular ortaya atıp sahipsiz bırakacak, yada söyleniyor duyumdur gibi sözcüklerin arkasına saklanacak. Tipik kontra bildirisi yöntemidir ve tek bir ciddi amacı vardır, okuyanların en azından bir bölümünün zihnini bulandırmak.
Kimdir bu eski önemli şahsiyetler
Örneğin, Deniz GEZMİŞ yakalanır. Yakalanınca da hanyayı konyayı anlar ve mutlaka yaptığı yanlışları, işlediği günahları anlatacak bir güvenilir dost arar, aklına kim gelir PERİNÇEK! Başka kim olabilir ki? O dönem bütün devrimcilerin canları gibi sevdikleri, en çok görmek istedikleri dostları PERİNÇEK'tir. Hemen telgraf çeker, acele gel diye Deniz, görüşmede ne varsa döker. Tarihi hatalar yaptıklarını itiraf eder İçini döküp rahatlar. Tarihin cilvesine bakınız ki, bütün cuntacıların en tehlikeli grup olarak tanımlayıp ilk tutuklanacaklar listesine koyduğu PDA’nın şefi 12 Mart sonrasında henüz avukattır, cuntaların oyuncağı olan Deniz GEZMİŞ ise idamlık tutuklu.
Olayın iki tanığından biri artık konuşma olanağından mahrumdur, diğeri de Türkiye solunun en güvenilir kadrosu olan Perinçek'tir!
Tarih işte böyle yazılır. Siz inanırsınız ya da inanmazsınız, keyfiniz bilir, bu bir yüzde hesabıdır okuyanların kaçta kaçının bu şarlatanlığa inanacak kadar saf olduğu üzerine yapılan bir yüzde hesabı vardır ve Perinçek, çok düşük yüzdelere bile çoktan razıdır. Çünkü O, bütün devrimcileri kandıramayacağını bilecek kadar akıllıdır.
1968'in ünlü gençlik liderinin yerinde artık yanlış bir devrim stratejisinin kurbanı olmuş genç bir insan vardır.
Deniz GEZMİŞ' ten söz ediliyor !!
Darbe hazırlıkçıları Deniz'in her şeyini bilmektedirler. Elindeki silahlar yetersiz bulunur, bu silahlarla mı ihtilal yapacaksın denir yenileri sağlanır. Kaldığı bütün evleri cunta şefleri zaten bilmektedir. Deniz devletin hatta Amerikalıların bilgisi dahilinde oradan oraya gitmiş, kaçmış, yakalanmış.
Mahirlere gelince, onların zaten Deniz'lere rekabet etmekten başka bir dertleri yoktur. Deniz bütün bunları yapınca, onlarda duramazlar, daha fazla maceraya sürüklenirler.
Bugünün havasını soluyan bir devrimci kuşağa, geçmiş üzerine karmaşık karanlık bir öykü anlatılıyor. O günlerde yaşanan yoğun politik kaynaşma içersinde devrimci hareketin bu güçlerle temas noktaları olmuştur. Devrimci hareketin bizzat kendi örgütsel ağı içinde yer alan ordu mensupları bu temas noktalarında rol oynamışlardır. Herkes farkındadır, bütün bunların en çok farkında olan da kuşkusuz İbrahim KAYPAKKAYA'dır. Gevezelikle devrimciliğin karşı karşıya durduğu bir noktada KAYPAKKAYA tez elden yolunu seçip kendisi ve çevresini bu garip topluluktan kurtarmıştır. Bir tarih vardır 12 Mart günü bitip tükenmemiştir. Sonrası vardır, sonrasında savaşanlar ve yan çizenler vardır. Cuntayla dişe diş savaşan, silahını canını ortaya koyan ve bu uğurda düşenler bir yandadır, ihanetin zavallı kadroları öte yana.
Ötesi vardır, 72'lerin de 80’lerin de sonrası vardır. Ve orada, yine eğrisiyle doğrusuyla devrimci mücadeleyi yükseltmeye çalışan devrimci güçleri ve en büyük misyon olarak kendine ihaneti seçmiş olan çevresini görürüz. Ayrım yine çok nettir, Devrimciler ve herkesin lanetlediği muhbirler güruhu.
Tarih açıktır. Ve tarih bütündür. Sonrası ve daha sonrası vardır. Ve orada yine devletin itfaiyecisi rolündeki ihanetçi güruhuyla karşılaşırız.
Artık yeter ihanetçi tayfası, aslında bu kadarlık bir karşılığı bile haketmiş değildir.
Ayrıca öte yandan, AYDINLIK usulü tarih yazımı diye haksız yere paye verdiğimiz bu çerçöp yığını hakkında okurunun yeterince bilgilendiğini, hatta epey sıkıldığını biliyoruz. Kaldı ki, onların bütün safsatalarını tek tek ele almak ve onu girdiği bütün labirentlerde izleyebilmek mümkün değildir. Bunlar o denli karmaşık labirentlerdir ki, bunu kabullenebilmek, namuslu insanların harcı değildir.
Bir tek şey ise çok kesindir, devrimci düşmanlığı.
18 Kasım 2009
Hiç yüzünüz kızarmaz mı sizin? Onca yıl sonra, dile kolay, üzerine yirmi küsur yıl geçmiş.
Yirmi küsur yıl. Hiç kininiz azalmaz mı sizin? Yirmi küsur yılda yirmi gram dürüstlük girmez mi dağarcığınıza? Birazcık olsun değişmez mi o berbat ahlakınız? Ve sıkılmaz mı hiç insan bunca yıldır aynı şeyleri söyleyip durmaktan, aynı yalanları ısıtıp ısıtıp ortalığa sürmekten aynen aydınlık. Yine o diz boyu ahlaksızlığıyla o bildiğimiz aynı kötü numaralar.
Bayatladı artık ve bıktırdı. Çünkü, hiç yüzü kızarmayan, daha doğrusu kızaracak bir yüze sahip olmayan insanlarla karşı karşıya olduğunuzu eğer en baştan bilmiyorsanız, bu kadar zırvanın nasıl becerilip bir araya getirildiği sorusu karşısında aciz kalabilirsiniz. Gerçekten de herhangi bir devrimci insanın böylesi bir yalan dolan yığını içersinde bocalamaması çok zordur. Devrimcilik kavramını dürüstlük kavramıyla hep bir arada düşünmüş ve öğrenmişseniz, yandınız bütün bu akıl almaz sahtekarlıklar içersinde ne yapacağınızı şaşırırsınız.
Tarih yazım biçiminin çok belirgin temel kuralları vardır ve bunlar pek zorlanmadan görülebilir.
Örneğin PDA usulü tarih yazımının birinci ve en önemli kuralı, zayıflamış yada zayıfladığı varsayılan hafıza sakatlığı, belleğe oynamaktır.
Sözgelimi bir yazıda sözünü ettiğiniz olaylar yirmi küsur yıldan fazla zaman önce gerçekleşmişse, arada yeni kuşakların yetiştiğini ve bu kuşakların söz konusu döneme ait bilgilerinin zayıf olduğunu bilirsiniz. Yada en azından böyle bir varsayıma sahipsinizdir. Devrimci hareketin bugünkü insanlarının büyük çoğunluğu bırakınız 70'i, 80'i bile yetişkinlik dönemlerinde yaşamamışlardır. Sorun yalnızca bilgi sorunu değil, daha önemlisi bir atmosferi yaşamamıştır. 70'lı yılların sonunda Türkiye'nin manzarası nedir, yaşanan gerçeklik nasıldır, nasıl bir hava hakimdir. Bunlar uzakta kalmış şeylerdir.
Örneğin, bırakın 70’leri insanımız, 80 öncesini bile kavramakta zorlanmaktadır. Çok basit örnektir, bu insan kuşağına bir polder olayını anlatabilmek önemli bir sorundur. Devlet güçlerinin günümüzdeki sarsılmaz homojenliğini yaşayan insanın, Emniyet Müdürlüğü bahçesinde oturma eylemi yapan polisler gibi bir manzarayı kafasında hayal edebilmesi gerçekten de zordur. Seyir, bu ülke toprağında kendisi önceleyen kerte kerte gerçekleşen hesaplaşmalar kopuşlarla kendi bağımsız yolunu çizdiği bir süreçtir yürüyüştür.
Dün artık yaşanan olgu, bugün okunan bir tarih olmuş, toplumsal bellek unutkanlık ile sakatlanmıştır. Tarihsel bir olaydan söz ediliyorsa en iyi PDA’lılar bilir, bütün yazı içersinde tek bir objektif kanıt bulamazsınız. İddialar her zaman çok kalın ve nettir. Ama bunu destekleyen kanıt ve tanıklar ya hiç ortada yoktur ya da belirsizdir. Ya bulanıklık yaratacak abuk sabuk iddalar yada sorular ortaya atıp sahipsiz bırakacak, yada söyleniyor duyumdur gibi sözcüklerin arkasına saklanacak. Tipik kontra bildirisi yöntemidir ve tek bir ciddi amacı vardır, okuyanların en azından bir bölümünün zihnini bulandırmak.
Kimdir bu eski önemli şahsiyetler
Örneğin, Deniz GEZMİŞ yakalanır. Yakalanınca da hanyayı konyayı anlar ve mutlaka yaptığı yanlışları, işlediği günahları anlatacak bir güvenilir dost arar, aklına kim gelir PERİNÇEK! Başka kim olabilir ki? O dönem bütün devrimcilerin canları gibi sevdikleri, en çok görmek istedikleri dostları PERİNÇEK'tir. Hemen telgraf çeker, acele gel diye Deniz, görüşmede ne varsa döker. Tarihi hatalar yaptıklarını itiraf eder İçini döküp rahatlar. Tarihin cilvesine bakınız ki, bütün cuntacıların en tehlikeli grup olarak tanımlayıp ilk tutuklanacaklar listesine koyduğu PDA’nın şefi 12 Mart sonrasında henüz avukattır, cuntaların oyuncağı olan Deniz GEZMİŞ ise idamlık tutuklu.
Olayın iki tanığından biri artık konuşma olanağından mahrumdur, diğeri de Türkiye solunun en güvenilir kadrosu olan Perinçek'tir!
Tarih işte böyle yazılır. Siz inanırsınız ya da inanmazsınız, keyfiniz bilir, bu bir yüzde hesabıdır okuyanların kaçta kaçının bu şarlatanlığa inanacak kadar saf olduğu üzerine yapılan bir yüzde hesabı vardır ve Perinçek, çok düşük yüzdelere bile çoktan razıdır. Çünkü O, bütün devrimcileri kandıramayacağını bilecek kadar akıllıdır.
1968'in ünlü gençlik liderinin yerinde artık yanlış bir devrim stratejisinin kurbanı olmuş genç bir insan vardır.
Deniz GEZMİŞ' ten söz ediliyor !!
Darbe hazırlıkçıları Deniz'in her şeyini bilmektedirler. Elindeki silahlar yetersiz bulunur, bu silahlarla mı ihtilal yapacaksın denir yenileri sağlanır. Kaldığı bütün evleri cunta şefleri zaten bilmektedir. Deniz devletin hatta Amerikalıların bilgisi dahilinde oradan oraya gitmiş, kaçmış, yakalanmış.
Mahirlere gelince, onların zaten Deniz'lere rekabet etmekten başka bir dertleri yoktur. Deniz bütün bunları yapınca, onlarda duramazlar, daha fazla maceraya sürüklenirler.
Bugünün havasını soluyan bir devrimci kuşağa, geçmiş üzerine karmaşık karanlık bir öykü anlatılıyor. O günlerde yaşanan yoğun politik kaynaşma içersinde devrimci hareketin bu güçlerle temas noktaları olmuştur. Devrimci hareketin bizzat kendi örgütsel ağı içinde yer alan ordu mensupları bu temas noktalarında rol oynamışlardır. Herkes farkındadır, bütün bunların en çok farkında olan da kuşkusuz İbrahim KAYPAKKAYA'dır. Gevezelikle devrimciliğin karşı karşıya durduğu bir noktada KAYPAKKAYA tez elden yolunu seçip kendisi ve çevresini bu garip topluluktan kurtarmıştır. Bir tarih vardır 12 Mart günü bitip tükenmemiştir. Sonrası vardır, sonrasında savaşanlar ve yan çizenler vardır. Cuntayla dişe diş savaşan, silahını canını ortaya koyan ve bu uğurda düşenler bir yandadır, ihanetin zavallı kadroları öte yana.
Ötesi vardır, 72'lerin de 80’lerin de sonrası vardır. Ve orada, yine eğrisiyle doğrusuyla devrimci mücadeleyi yükseltmeye çalışan devrimci güçleri ve en büyük misyon olarak kendine ihaneti seçmiş olan çevresini görürüz. Ayrım yine çok nettir, Devrimciler ve herkesin lanetlediği muhbirler güruhu.
Tarih açıktır. Ve tarih bütündür. Sonrası ve daha sonrası vardır. Ve orada yine devletin itfaiyecisi rolündeki ihanetçi güruhuyla karşılaşırız.
Artık yeter ihanetçi tayfası, aslında bu kadarlık bir karşılığı bile haketmiş değildir.
Ayrıca öte yandan, AYDINLIK usulü tarih yazımı diye haksız yere paye verdiğimiz bu çerçöp yığını hakkında okurunun yeterince bilgilendiğini, hatta epey sıkıldığını biliyoruz. Kaldı ki, onların bütün safsatalarını tek tek ele almak ve onu girdiği bütün labirentlerde izleyebilmek mümkün değildir. Bunlar o denli karmaşık labirentlerdir ki, bunu kabullenebilmek, namuslu insanların harcı değildir.
Bir tek şey ise çok kesindir, devrimci düşmanlığı.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder