7 Kasım 2009 Cumartesi
İSRAİL KORSANLIĞI VE DEMOKRATİK AÇILIM DÜŞMANLIĞI
Mihrac Ural
8 Kasım 2009
İsrail bir kez daha pervasız bir korsanlıkla, karada olduğu gibi havada ve denizde de eşkıyalık yapmakta kararlı olduğunu gösterdi.
İsrail, Akdeniz’de bir yük gemisini durdurup limanlarına çekerek, içinde silah konteynırlarının olduğu iddiasıyla dünya basını önünde show yaptı (5 Kasım 2009).
Eli mazlum kanıyla kirlenmiş en barbar devlet İsrail devletidir.
İsrail, bu bölgenin en büyük ve tek nükleer silah mekanizması olan bir devlet, bir savaş maratoncusudur. Toplumu ve devletiyle savaş ve düşman denklemi üzerine kurulmuştur. Halkını silahlı öbekler olarak yapılandırmış, şehirleşmesi; siteleri bu plan üzerinde hep yapılmış ve her an da yapılabilecek savaş için dizayn edilmiştir.
İsrail devletinin başına geçen her başbakan askeri kökenlidir ya da bir biçimde istihbarat servislerinin elamanıdır. Yapısal olarak olduğu kadar mantalite açısından da savaş güdüleriyle çalışan bir yönelim içindedir.
İsrail, bölgemizi kana boyayan tüm savaşların sebebidir. İşgallerin, halkı kıyıma uğratanların eli kanlı devletidir. Savaşsız bir dönemi, savaşsız bir süreci olmayan Orta Doğu’da kanlı senaryoların mimarı olarak bu devlet, II. Dünya Savaşı’nda batının kefareti olarak Filistin toprakları üzerinde zorla konumlandırılmıştır. Varlığı korsanlık üzerine kurulu olan dünyanın tek devleti İsrail’dir.
Bu vasıflarıyla İsrail, deniz korsanlığıyla ele geçirdiği iddiasında olduğu silahlar üzerinden kendini aklama şansına sahip değildir. Bu silahların kime ait olup olmadığı hiçbir anlama gelmez. Bölgemizde tek anlamlı şey, İsrail devletinin işgalciliği, yayılmacılığı ve buna karşı halkların direnişidir.
Bir tarafta dünyanın emperyalist güçleri ve bölgedeki jandarması İsrail, diğer tarafta bölgenin halkları ve direnen siyasal örgütleri bulunmaktadır. Bu denklem içinde bölgemizin her bir köşesinde vuku bulan her hadisenin anlamı çözülebilir.
İsrail devleti bu özelikleriyle bölgemizin bitip tükenmeyen savaşları ve toplumsal siyasal geriliğinin de nedeni olarak belirmektedir. Bölge halklarını bıçak sırtında bir yaşama mahkum eden işgalleri, konumlanışı, korsanlığı, barbarlığı, savaş mekanizmasının eli kanlı süreçleri, bölgemizdeki demokratikleşmenin de önünde en büyük engel olarak kendini göstermektedir. Yarım asırlık savaş süreçleri, bu bölgede üç kuşaktır yapılan tahripleri anlatmaya yeterlidir. Aynı zamanda bölge ülkelerinde gelişen siyasi olaylarda provokatörlük yapması bu yıkımı kat be kat artırmaktadır.
Bölgemizin ilkel milliyetçi algılarında, İsrail’in bölgemize konumlanışı ve yayılmacılığının da önemli bir etkisi bulunmaktadır. Yahudi halkını tenzih ederek, bu topraklardaki tarihi irdelemelerin tümü İsrail devletinin kuruluşuyla birlikte başlayan kanlı dönemi işaret eder.
İsrail devleti, Siyonist bir devlettir. Siyonizm, Batı emperyalizminin yan ürünlerinden biri olarak doğasında yayılmacılığı taşımaktadır; Yahudi emperyalist sermayenin genlerini taşır, toprak kadar nüfus alanları ve sermaye yayılması üzerine kuruludur. İsrail devleti kurucularının, Siyonizm’e bulmak istedikleri tarihsel kılıf, “40 asırlık Türk yurdu” söylencesinde yatan ırkçılıktan başka bir şey değildir. Siyonizm bir emperyalist siyasal duruştur ve kökleri emperyalist Yahudi sermayesinin çıkarlarına göre düzenlenmiştir.
Bu algılarla bölgemizde haksızca konumlandırılan İsrail devleti, Batı’nın kefaretini Filistin halkının sırtına yüklemiştir ve tüm bölgenin kaderine kara bir kabus olarak çökmüştür. Korsanlığının havada ve karada olduğu gibi denizlerde de sürmesinin altında bu vardır. Bu aynı zamanda büyük bir korkunun ifadesidir. Kendi bölgesinde ortak bir tarihe sahip olmayan, bu tarihin didişmeleriyle dengeye gelme başarısı gösteremeyen bir işgalci güç olarak İsrail siyonizmi gerçekte bir Nazi hareketi gibidir; ırkçıdır ve bunu sürdürmek için sürekli bir saldırı ve savaş hali ortamı içinde yaşamı dayatır. Ölüm felsefesi bu yönelimin ana felsefesidir.
İsrail toplumu, savaşsız ve düşmansız olarak kendi iç dengelerini ve bütünlüğünü sağlayamaz. Barış onun için ölümdür. Barışa muhtaç olmasına karşın, barışı engellemek için her türden komplonun üreticisi olarak çalışır.
Bu akıl İsrail’i tek ırka dayalı bir devlet olarak yeniden örgütleme eğilimindedir. Filistin halkının topraklarını gasp etmekle yetinmemekte, devletinin sınırları içinde farklı etnik hiçbir etnik yapıya yaşam hakkı tanımak istememektedir. Uzun zamandır seslendirilmek istenen Yahudi devleti yanı başında Filistin devleti söylemi budur. Dikkatli bir izleyicinin farkına varacağı bu söylemde sözü edilen iki devlet değil, İsrail için bir ırk devleti olarak “Yahudi devleti” tanımı yapılmaktadır. Bu tanım ırkçı bir devlet tanımıdır. İsrail devletini tek ırka dayalı devlet haline getirme tanımıdır. Bu amaçla kurulan “Irkçı duvar”, kapalı alanlarda Filistinlileri kendi toprakları üzerinde tutsak hale getirmektedir.
Yahudi devleti olarak tanımlanmak istenen İsrail devleti, sınırları içinde yaşayan Arapları tasfiye etmek istemektedir. BM kararlarıyla sürgündeki Filistinlilerin (1948 İsrail devletinin kuruluşuyla sürgün edilen 4 milyon Filistinli) topraklarına dönüş kararını tanımayan İsrail, var olanları da sürgün etme amacı taşımaktadır: Bu amaç ABD ve İngiltere dış politikasında Filistin’le ilgili temel yaklaşımları belirlemiştir. Buna zaman zaman Arap gericiliğinin de katıldığı görülmektedir.
İki devlet söylemi bu yanıyla çok tartışmalı bir söylemdir. Bölgemizdeki ortak yaşamı, aynı devlet altında farklılıkların demokratik ve barışçıl yaşamlarını yok etme amacı taşımaktadır. Bölücülüğü, kantonik küçük devletleri, hatta şehir ve aile devletlerinin kuruluşunu kışkırtmaktadır. Tüm amaç, emperyalist çıkarların bölgedeki bekçisi İsrail’in güvenlik altında olmasına dönüktür. Bunu ABD içinde etkin lobileriyle kışkırtanlar, gerçekte bölge barışını olduğu kadar dünya barışını da tehdit etmekten çekinmemektedirler. İsrail’in korsanlığındaki pervasızlığı burada görmek zor değildir.
Bölgemizin etnik ve inançsal çeşitliliğiyle oluşturduğu mozaik yapı, İsrail için en büyük düşmandır. Lübnan bu açıdan İsrail için katlanılmaz bir komşudur. Lübnan inanç çeşitliliğiyle oluşturduğu demokratik toplum örgütlenişi, emsal teşkil eder kaygısıyla İsrail için düşman ilan edilmiştir. Onlarca irili ufaklı savaşın Lübnan’a karşı dayatılmasının temelinde de bu yatmaktadır. Gerekçeler ise pek çoktur. Son savaşta (12 Temmuz 2006, 33 gün savaşı) aldığı ağır yenilgiyle İsrail devleti, kaygı ve korkularla bölgenin parçalanmasına yönelik komplolarına ağırlık vermiştir.
İsrail’in bölgemize dayatmak istediği harita, ABD’nin, Büyük Ortadoğu Projesi’nden (BOP) başka bir şey değildir. Lübnan savaşında aldığı ağır yenilgiyle gerileyen bu projenin İsrail gündeminden çıkması mümkün değildir. O, bu projeyi yaşamının bir parçası olarak belirlemiştir. Irak işgali bunun uzantısıydı. Ancak arkası getirilemedi. Lübnan savaşındaki kırılma, İsrail’i daha da azgınlaştırdı. ABD ile hala devam eden askeri manevraların ardı arkasının kesilmemesi, Lübnan semalarının sürekli ihlali, Suriye’nin bombalanması ve tehdit edilmesi, Iranın barış amaçlı nükleer tesislerinin vurulacağı ve olası bir savaş için yapılan hazırlıklar bunun bir belirtisi olarak ortada durmaktadır.
İsrail siyonizmini bu açıdan ciddi bir tarzda takip etmek, ülkemiz içinde büyük önem taşımaktadır. İsrail her demokratik açılımı kendi egemenlik sistemine karşı bir tehlike olarak görmektedir. Tek ırka dayalı bir devlet olma yönelimini ifade eden “Yahudi İsrail devleti” söylemi ve vurgusu bunu beslemektedir. Özelikle demokratik açılımlar, barış içinde bir arada yaşama gibi farklılıkların eşitler olarak siyasal etkinliğe sahip olacağı bir koşulu öngörüyorsa, İsrail buna kökten düşmanlık gösterecektir.
Bu yanıyla ülkemizdeki demokratik açılıma karşı, her türden komplonun içinde İsrail’in yer alması beklenmelidir. Ülkemizin İsrail yanlısı sağ ve sol içindeki güçler bu oyunun figüranları olarak, İsrail’in “demokratik ve barışçıl bir ülke” olduğu yalanını öne sürerek yapmaktadırlar. Yahudi halkı ile İsrail devletinin Nazilikten başka bir anlamı olmayan siyonizmini birbirine karıştırarak, halkımıza yanlış mesajlar veren bu yaklaşımların, ülkemiz demokratik açılımı sırasında neden milliyetçi refleksler gösterdiğini anlamak zor olmayacaktır.
Ülkemizdeki Kürt açılımına İsrail’in yaklaşımı, emsal teşkil edeceği kaygısıyla da şiddetle karşıdır. Her türden bölücülüğe evet diyerek bölgeyi kendi güç dengesine göre kabul edilebilir hale getirmek isteyen İsrail’in, demokratik açılımın bölgemizde öncelikle kendi sistemini sarsacağını bilmektedir. İsrail hükmü altında yaşayan Arapların demokratik yapıda ileriki yıllarda göstereceği etkinlik bu hesabın temelini oluşturmaktadır. İsrail siyonizm’inin demokratik açılım düşmanlığı, bölge halklarına karşı düşmanlığının bir parçasıdır. Bölgemizde Kürt halkının farklı devletler altında ertelenen birçok demokratik hakkının gecikme nedeni de bu korsan devlettir; bölgemize dayattığı savaşların milliyetçiliğin körüklenmesinde önemli bir etken olduğu bilinmektedir.
Bölge ve dünya barışının tehdit edilmesinde İsrail’in oynadığı rol, bölgemizde demokrasinin gelişmesi önünde oluşturduğu engellerle aynı doğrultuda derinleşmektedir.
Akdeniz’de yaptığı korsanlık, bu yayılmacı devletin ne ilk ne son korsanlığıdır. Bu son korsanlığı, 50 yıldır milyonlarca Filistinliyi topraklarından sürgüne gönderme barbarlığına örtü olabilecek bir şey sunamaz. Kendi uydurması olan bu gösteriler, içine girdiği çıkmazın ve kaosun ifadesidir. Hala işgal altında tuttuğu Arap topraklarının var olduğu bir koşulda, halkın direnme hakkının meşru olduğu verilerde, direnme güçlerine ait olsa da bu silahların sergilenmesiyle İsrail kirliliğini aklayamaz.
İsrail’in sırtındaki insanlık suçları kamburu, yeryüzünün hiçbir örtüsüyle örtülemez.
8 Kasım 2009
İsrail bir kez daha pervasız bir korsanlıkla, karada olduğu gibi havada ve denizde de eşkıyalık yapmakta kararlı olduğunu gösterdi.
İsrail, Akdeniz’de bir yük gemisini durdurup limanlarına çekerek, içinde silah konteynırlarının olduğu iddiasıyla dünya basını önünde show yaptı (5 Kasım 2009).
Eli mazlum kanıyla kirlenmiş en barbar devlet İsrail devletidir.
İsrail, bu bölgenin en büyük ve tek nükleer silah mekanizması olan bir devlet, bir savaş maratoncusudur. Toplumu ve devletiyle savaş ve düşman denklemi üzerine kurulmuştur. Halkını silahlı öbekler olarak yapılandırmış, şehirleşmesi; siteleri bu plan üzerinde hep yapılmış ve her an da yapılabilecek savaş için dizayn edilmiştir.
İsrail devletinin başına geçen her başbakan askeri kökenlidir ya da bir biçimde istihbarat servislerinin elamanıdır. Yapısal olarak olduğu kadar mantalite açısından da savaş güdüleriyle çalışan bir yönelim içindedir.
İsrail, bölgemizi kana boyayan tüm savaşların sebebidir. İşgallerin, halkı kıyıma uğratanların eli kanlı devletidir. Savaşsız bir dönemi, savaşsız bir süreci olmayan Orta Doğu’da kanlı senaryoların mimarı olarak bu devlet, II. Dünya Savaşı’nda batının kefareti olarak Filistin toprakları üzerinde zorla konumlandırılmıştır. Varlığı korsanlık üzerine kurulu olan dünyanın tek devleti İsrail’dir.
Bu vasıflarıyla İsrail, deniz korsanlığıyla ele geçirdiği iddiasında olduğu silahlar üzerinden kendini aklama şansına sahip değildir. Bu silahların kime ait olup olmadığı hiçbir anlama gelmez. Bölgemizde tek anlamlı şey, İsrail devletinin işgalciliği, yayılmacılığı ve buna karşı halkların direnişidir.
Bir tarafta dünyanın emperyalist güçleri ve bölgedeki jandarması İsrail, diğer tarafta bölgenin halkları ve direnen siyasal örgütleri bulunmaktadır. Bu denklem içinde bölgemizin her bir köşesinde vuku bulan her hadisenin anlamı çözülebilir.
İsrail devleti bu özelikleriyle bölgemizin bitip tükenmeyen savaşları ve toplumsal siyasal geriliğinin de nedeni olarak belirmektedir. Bölge halklarını bıçak sırtında bir yaşama mahkum eden işgalleri, konumlanışı, korsanlığı, barbarlığı, savaş mekanizmasının eli kanlı süreçleri, bölgemizdeki demokratikleşmenin de önünde en büyük engel olarak kendini göstermektedir. Yarım asırlık savaş süreçleri, bu bölgede üç kuşaktır yapılan tahripleri anlatmaya yeterlidir. Aynı zamanda bölge ülkelerinde gelişen siyasi olaylarda provokatörlük yapması bu yıkımı kat be kat artırmaktadır.
Bölgemizin ilkel milliyetçi algılarında, İsrail’in bölgemize konumlanışı ve yayılmacılığının da önemli bir etkisi bulunmaktadır. Yahudi halkını tenzih ederek, bu topraklardaki tarihi irdelemelerin tümü İsrail devletinin kuruluşuyla birlikte başlayan kanlı dönemi işaret eder.
İsrail devleti, Siyonist bir devlettir. Siyonizm, Batı emperyalizminin yan ürünlerinden biri olarak doğasında yayılmacılığı taşımaktadır; Yahudi emperyalist sermayenin genlerini taşır, toprak kadar nüfus alanları ve sermaye yayılması üzerine kuruludur. İsrail devleti kurucularının, Siyonizm’e bulmak istedikleri tarihsel kılıf, “40 asırlık Türk yurdu” söylencesinde yatan ırkçılıktan başka bir şey değildir. Siyonizm bir emperyalist siyasal duruştur ve kökleri emperyalist Yahudi sermayesinin çıkarlarına göre düzenlenmiştir.
Bu algılarla bölgemizde haksızca konumlandırılan İsrail devleti, Batı’nın kefaretini Filistin halkının sırtına yüklemiştir ve tüm bölgenin kaderine kara bir kabus olarak çökmüştür. Korsanlığının havada ve karada olduğu gibi denizlerde de sürmesinin altında bu vardır. Bu aynı zamanda büyük bir korkunun ifadesidir. Kendi bölgesinde ortak bir tarihe sahip olmayan, bu tarihin didişmeleriyle dengeye gelme başarısı gösteremeyen bir işgalci güç olarak İsrail siyonizmi gerçekte bir Nazi hareketi gibidir; ırkçıdır ve bunu sürdürmek için sürekli bir saldırı ve savaş hali ortamı içinde yaşamı dayatır. Ölüm felsefesi bu yönelimin ana felsefesidir.
İsrail toplumu, savaşsız ve düşmansız olarak kendi iç dengelerini ve bütünlüğünü sağlayamaz. Barış onun için ölümdür. Barışa muhtaç olmasına karşın, barışı engellemek için her türden komplonun üreticisi olarak çalışır.
Bu akıl İsrail’i tek ırka dayalı bir devlet olarak yeniden örgütleme eğilimindedir. Filistin halkının topraklarını gasp etmekle yetinmemekte, devletinin sınırları içinde farklı etnik hiçbir etnik yapıya yaşam hakkı tanımak istememektedir. Uzun zamandır seslendirilmek istenen Yahudi devleti yanı başında Filistin devleti söylemi budur. Dikkatli bir izleyicinin farkına varacağı bu söylemde sözü edilen iki devlet değil, İsrail için bir ırk devleti olarak “Yahudi devleti” tanımı yapılmaktadır. Bu tanım ırkçı bir devlet tanımıdır. İsrail devletini tek ırka dayalı devlet haline getirme tanımıdır. Bu amaçla kurulan “Irkçı duvar”, kapalı alanlarda Filistinlileri kendi toprakları üzerinde tutsak hale getirmektedir.
Yahudi devleti olarak tanımlanmak istenen İsrail devleti, sınırları içinde yaşayan Arapları tasfiye etmek istemektedir. BM kararlarıyla sürgündeki Filistinlilerin (1948 İsrail devletinin kuruluşuyla sürgün edilen 4 milyon Filistinli) topraklarına dönüş kararını tanımayan İsrail, var olanları da sürgün etme amacı taşımaktadır: Bu amaç ABD ve İngiltere dış politikasında Filistin’le ilgili temel yaklaşımları belirlemiştir. Buna zaman zaman Arap gericiliğinin de katıldığı görülmektedir.
İki devlet söylemi bu yanıyla çok tartışmalı bir söylemdir. Bölgemizdeki ortak yaşamı, aynı devlet altında farklılıkların demokratik ve barışçıl yaşamlarını yok etme amacı taşımaktadır. Bölücülüğü, kantonik küçük devletleri, hatta şehir ve aile devletlerinin kuruluşunu kışkırtmaktadır. Tüm amaç, emperyalist çıkarların bölgedeki bekçisi İsrail’in güvenlik altında olmasına dönüktür. Bunu ABD içinde etkin lobileriyle kışkırtanlar, gerçekte bölge barışını olduğu kadar dünya barışını da tehdit etmekten çekinmemektedirler. İsrail’in korsanlığındaki pervasızlığı burada görmek zor değildir.
Bölgemizin etnik ve inançsal çeşitliliğiyle oluşturduğu mozaik yapı, İsrail için en büyük düşmandır. Lübnan bu açıdan İsrail için katlanılmaz bir komşudur. Lübnan inanç çeşitliliğiyle oluşturduğu demokratik toplum örgütlenişi, emsal teşkil eder kaygısıyla İsrail için düşman ilan edilmiştir. Onlarca irili ufaklı savaşın Lübnan’a karşı dayatılmasının temelinde de bu yatmaktadır. Gerekçeler ise pek çoktur. Son savaşta (12 Temmuz 2006, 33 gün savaşı) aldığı ağır yenilgiyle İsrail devleti, kaygı ve korkularla bölgenin parçalanmasına yönelik komplolarına ağırlık vermiştir.
İsrail’in bölgemize dayatmak istediği harita, ABD’nin, Büyük Ortadoğu Projesi’nden (BOP) başka bir şey değildir. Lübnan savaşında aldığı ağır yenilgiyle gerileyen bu projenin İsrail gündeminden çıkması mümkün değildir. O, bu projeyi yaşamının bir parçası olarak belirlemiştir. Irak işgali bunun uzantısıydı. Ancak arkası getirilemedi. Lübnan savaşındaki kırılma, İsrail’i daha da azgınlaştırdı. ABD ile hala devam eden askeri manevraların ardı arkasının kesilmemesi, Lübnan semalarının sürekli ihlali, Suriye’nin bombalanması ve tehdit edilmesi, Iranın barış amaçlı nükleer tesislerinin vurulacağı ve olası bir savaş için yapılan hazırlıklar bunun bir belirtisi olarak ortada durmaktadır.
İsrail siyonizmini bu açıdan ciddi bir tarzda takip etmek, ülkemiz içinde büyük önem taşımaktadır. İsrail her demokratik açılımı kendi egemenlik sistemine karşı bir tehlike olarak görmektedir. Tek ırka dayalı bir devlet olma yönelimini ifade eden “Yahudi İsrail devleti” söylemi ve vurgusu bunu beslemektedir. Özelikle demokratik açılımlar, barış içinde bir arada yaşama gibi farklılıkların eşitler olarak siyasal etkinliğe sahip olacağı bir koşulu öngörüyorsa, İsrail buna kökten düşmanlık gösterecektir.
Bu yanıyla ülkemizdeki demokratik açılıma karşı, her türden komplonun içinde İsrail’in yer alması beklenmelidir. Ülkemizin İsrail yanlısı sağ ve sol içindeki güçler bu oyunun figüranları olarak, İsrail’in “demokratik ve barışçıl bir ülke” olduğu yalanını öne sürerek yapmaktadırlar. Yahudi halkı ile İsrail devletinin Nazilikten başka bir anlamı olmayan siyonizmini birbirine karıştırarak, halkımıza yanlış mesajlar veren bu yaklaşımların, ülkemiz demokratik açılımı sırasında neden milliyetçi refleksler gösterdiğini anlamak zor olmayacaktır.
Ülkemizdeki Kürt açılımına İsrail’in yaklaşımı, emsal teşkil edeceği kaygısıyla da şiddetle karşıdır. Her türden bölücülüğe evet diyerek bölgeyi kendi güç dengesine göre kabul edilebilir hale getirmek isteyen İsrail’in, demokratik açılımın bölgemizde öncelikle kendi sistemini sarsacağını bilmektedir. İsrail hükmü altında yaşayan Arapların demokratik yapıda ileriki yıllarda göstereceği etkinlik bu hesabın temelini oluşturmaktadır. İsrail siyonizm’inin demokratik açılım düşmanlığı, bölge halklarına karşı düşmanlığının bir parçasıdır. Bölgemizde Kürt halkının farklı devletler altında ertelenen birçok demokratik hakkının gecikme nedeni de bu korsan devlettir; bölgemize dayattığı savaşların milliyetçiliğin körüklenmesinde önemli bir etken olduğu bilinmektedir.
Bölge ve dünya barışının tehdit edilmesinde İsrail’in oynadığı rol, bölgemizde demokrasinin gelişmesi önünde oluşturduğu engellerle aynı doğrultuda derinleşmektedir.
Akdeniz’de yaptığı korsanlık, bu yayılmacı devletin ne ilk ne son korsanlığıdır. Bu son korsanlığı, 50 yıldır milyonlarca Filistinliyi topraklarından sürgüne gönderme barbarlığına örtü olabilecek bir şey sunamaz. Kendi uydurması olan bu gösteriler, içine girdiği çıkmazın ve kaosun ifadesidir. Hala işgal altında tuttuğu Arap topraklarının var olduğu bir koşulda, halkın direnme hakkının meşru olduğu verilerde, direnme güçlerine ait olsa da bu silahların sergilenmesiyle İsrail kirliliğini aklayamaz.
İsrail’in sırtındaki insanlık suçları kamburu, yeryüzünün hiçbir örtüsüyle örtülemez.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder