9 Kasım 2009 Pazartesi
Ekim Devrimi ve Sosyalizmin Paradigma Krizi
Arif Işıldar
9 Kasım 2009
Üst not:
Bu yazı iki sayfa olarak kurgulanmıştır. Ancak buna sadık kalmayı başaramadım. Hal böyle olunca Atak'ın genel yayın yönetmeninin “yine uzun olmuş” serzenişli e-iletisi ulaşmakta geç kalmadı. Ben de şair maharetiyle bezenmiş kısa ve özlü yazılardan yanayım. Bu yazı da o türden olsun istedim, yazarken frene basmaya çalıştım fakat beynimde fren işlevi gören mekanizmanın arızalı olduğunu fark ettim, bu durumda arabayı (yazıyı) vites küçülterek durdurmak durumunda kaldım, bunu başarıncaya kadar baktım ki uzun bir mesafe almışım.
Uzun yazılara katlanmak, derinliklerinde yüzmek, hayatı akan suya benzeyenlerin işidir, buna katlanamayıp yazılarda göz sörfü yaparak okuma tembelliklerini örtenlerin hayatı ise bardaktaki suya benzer. Benim kanım o dur ki hayata en yoğun yerinden tutunup 24 saat koşturanlar en çok okuyanlardır. Boşuna dememişler bir işin hemen yapılmasını istiyorsanız çok yoğun olduğunu söyleyen birine vereceksiniz. Okumak faslında da bu böyledir. Şairin kavliyle söylersek “bunca okumamaya nasıl vakit bulabiliyoruz” çağında 'uzun yazı' yakınmaları basıncına yenik düşüp iğneyle kuyu kazar gibi on yılların emeğiyle elde ettiğimiz fikri birikimlerimizi ortaya koyup 'yazılı kültür' geleneğine yeni ilmikler atmaktan imtina etmemeliyiz.
* * *
Zaferinin her yıl dönümünde Büyük October devrimi üzerine yazma geleneğini bozmayarak yazı dizimizi bu yıl da sürdürüyoruz.
Ekim devrimi ve temel öğretileri üzerine bina edilen reel sosyalizm deneyimi, farklı boyutlarıyla okunması gereken bir sosyalizm pratiğidir. Bu sürecin tüm boyutlarıyla bilince çıkarılması yeni 'sosyalist' paradigmanın oluşturulması açısından bir anahtar özelliği taşır. Bu noktada sosyalizmle ilgili daha önceki yazılarımızda altını çizdiğimiz bir noktayı burada terennüm etmeliyiz: Marksizm'i idrak ettiği ve uyarlayabildiği kadarıyla Ekim devrimi ve reel sosyalizm, “bilgi toplumu” sosyalizminin laboratuarıdır.
Düşünceler yok olmayıp belirli bir evrim sarmalında mutasyona uğrayarak devam ediyorsa bu sanayi çağının sosyalist düşünce ve kuramının da süreceği anlamına gelir. Bir başka deyişle “bilgi toplumu”nun sosyalist paradigması da yoktan var olmayacak, sanayi çağında oluşmuş ve denenmiş sosyalist fikir ve birikimleri içine katarak yeni bir senteze ulaşacaktır. Öyleyse Ekim devrimini ve açtığı reel sosyalizm çağının yükseliş, düşüş ve çöküş sürecini neden ve sonuçlarıyla aydınlatmadan sosyalist hareketin paradigma krizini çözmek konusunda ciddi bir ilerleme sağlamak olası değildir.
Sosyalist paradigma krizi
Sosyalist sistemin çökmesi sadece ekonomik ve siyasal bir tıkanmanın değil aynı zamanda sosyalizmin temel değerler bütünündeki krizin bir yansımasıdır. Paradigma krizi, tecrübe edilen sosyalist kuram ve süreçlerin tecrübe edilmesiyle aşılamayacak bir tarihsel derinlik taşımaktadır. Bunun için de kriz olgusu sosyalizmin temel değerler dizisinde yapılacak reformlarla çözülemez. Dünya bugün küreselleşmede ifadesini bulan yeni bir toplumsal-tarihsel sürece girmiştir ve bu durum sosyalizmi yeni bir paradigma sorunuyla karşı karşıya getirmiştir.
Bunu söylemek Marks ve Lenin'in temel yaklaşımlarını ve Ekim devrimiyle açılan ve Sovyetler Birliği'nin yıkılmasına kadar uzanan sosyalizm döneminin teorik birikimlerini, siyasal tecrübelerini ve kültürel-entelektüel mirasını reddetmek değildir. Sosyalizmin doğruları rehberimiz, yanlışları ve hataları ise aşılmış tarihimizdir. Ancak önemle belirtmek gerekir ki sosyalist mücadele süreklilik-kopuş denkleminde tarihinin en büyük ve köklü kopuş sorunuyla yüz yüze gelmiştir ve bundan yeni bir değerler dizgesi oluşturarak çıkabilmesi için Marks ve Lenin'in omuzları üzerine çıkmak durumundadır.
Bir daha belirtmek gerekirse, sosyalist paradigmadaki zaman aşımı sorununun aşılması bir bakıma geçmişin aydınlatılmasıyla alakalıdır. Bu noktada geçmişe bakış geleceğin sosyalist düşünce teknelerine fener tutan bir özellik taşımalıdır. Bu bağlamda Ekim devrimi derslerini ve tüm bir reel sosyalizm tecrübesini doğru okumak daha da bir ehemmiyet kazanıyor. Bu notlardan sonra Ekim devrimine dair okumalarımıza geçebiliriz.
Ekim devrimi bir erken doğumdur
Ekim devrimi sanayi çağında sosyalizmin bir erken doğumudur. Lenin gibi büyük bir Marksist'in ebeliğinde doğmuş ve 20. asrın sosyal-ulusal devrimlerinin kıvılcımını yakmıştır. Buna rağmen Ekim devrimi 'doğum arızaları' olan bir ihtilaldir. Lenin de erken doğum sorunsalının devrimin emekleme ve büyüme aşamasında yaratacağı olası sorunların bilincindedir. Lenin'in devrimin 73. gününde dışarı çıkıp kar üstünde zıplayarak başardık diye çığlık atmasının bununla da ilgili bir yanı vardır. 1871'deki Paris Komünü iktidarı 72 gün yaşabilmiştir. Lenin'in sevinci, Ekim devriminin, Paris Komününden bir gün fazla yaşayarak onu geçmesine dayanmaktadır.
İlginçtir. Tarih sosyalistlerin önüne benzer bir sorunu çıkarmış gibidir. Ekim devriminin eseri olan Sovyetler Birliği 21 Aralık 1991'de yıkılmıştır. Bunu reel sosyalist sistemin bitiş miladı olarak kabul edersek ve bir rakamsal hesaplama yaparsak; Ekim devrimin gerçekleştiği tarih ile Sovyetler Birliği'nin yıkılış tarihi arasında 74 yıllık bir zaman dilimi ortaya çıkıyor. Önümüzdeki on yıllarda ve/veya asırlarda sosyalist devrimi gerçekleştirecek olan sosyalistler, demek ki ancak zaferlerinin 75. yılında Sovyet Devrimini geçtik diye Lenin gibi dışarı çıkacak ve zıplayarak sevinç çığlıkları atabilecek.
Ekim devrimi erken doğumdur söylencesinin arka planı:
Rusya sanayi devrimleri kuşağı haricindedir
Rusya'da sanayi devrimi yaşanmamıştır. Yukarıdan gerçekleştirilen kapitalist dönüşümler kendi iç dinamikleriyle gelişen ve sanayi devrimine yönelen bir burjuvalaşma sürecinin ulaşabileceği iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel tevekkülü yaratmaya yetmemiştir. Bu ne demektir? Sosyalist bir devrim ve toplum kuruculuğu açısından nesnel-toplumsal koşulların yeterince olgun olmaması demektir. Nitekim Ekim devrimi tarihsel-nesnel ve maddi şartlar bakımından yetersiz bir yapı devralmıştır, belirli bir olgunluğa erişmiş iktisat üzerinde sosyalizm kuruculuğuna yönelmek yerine sanayileşme ve demokrasi gibi ana arterlerle uğraşarak ileri sanayi ülkeleriyle arasındaki farkı kapatmaya koşulmak zorunda kalmıştır.
Bu yönelimin iki kaldıracından biri sosyalist sanayileşme planlaması bir diğeri de tek partili sosyalist demokrasi denemesidir.
Sanayi devriminden geçmemiş dolayısıyla burjuva demokrasisiyle demlenmemiş bir “köylü” toplumunda girişilen sosyalist kuruculuk denemesi imkânsız gibi görünen başarıların altına imza atarak Sovyet Devrimi'ni bir dünya gücü haline getirmiştir. Ancak alt ve üstyapı mekanizmalarıyla aynı sosyalist yapılanma 80'lere gelindiğinde kelimenin gerçek anlamıyla külüstür bir arabaya dönüşmüştür. Uzayı fethetmek, nükleer bir askeri güce dönüşmek ve dünya politikalarını belirleyen merkezi iki odaktan biri durumuna gelmek ile üretilen domateslerin şehirlerarası dağıtımını gerçekleştirecek bir ulaşım sisteminden yoksun olmanın yarattığı paradoks Sovyetlerdeki yapısal dengesizliklerin tehdit edici boyutlarda seyrettiğinin bir göstergesidir.
İktisadi evrimin düzeyi demokrasinin sınırlarıdır
Bu tablo önemlidir zira bir siyasal-toplumsal devrimi önceleyen koşulların o devrimin tüm bir hayat hikâyesini belirlediğini yani doğum arızalarının zaferin ardından gelen dönemi önemli oranda etkilemeye devam ettiğini göstermektedir. İktisadi evrim düzeyi geriye dönüşsüz yeni bir toplum kuruculuğuna yeterlilik oluşturmayan toplumsal süreçlerde cereyan eden demokratik ya da sosyalist devrimlerin kapitalizmi galebe çalacak nihai sonuçlara ulaşmaları olası değildir. Bu olayın iktisatla ilgili olan yanıdır. Diğer bir yanı siyasal alanla irtibatlıdır ve bunun adı demokrasidir. İktisadın siyaseti belirlediği sanayi çağında iktisadi evrim düzeyi ne ise demokrasinin menzili de o kadardır. Gerçi bir ülkenin siyasal yaşamını etkileyen sosyal doku, kültürel konturlar, inanç biçimleri hatta ruhi şekillenme gibi daha bir dizi faktörden söz edilebilir ancak bunların hiçbiri demokrasi süreci üzerinde iktisat kadar etkili değildir.
Sosyalizmde geriye dönüş potansiyeli
20. yüzyılın başlarındaki Rusya dünya kapitalist sisteminde en geri ülkeler statüsündedir. En zayıf halka oluşu ve bunun siyasal-sosyal planda yarattığı sınıf çelişkisi sekiz ay arayla biri burjuva demokratik diğeri de sosyalist nitelikli iki devrimin hayat bulmasına zemin oluşturduysa da bu paydanın geriye dönüşsüz bir devrim ve sosyalizm kuruculuğu açısından yeterli bir kaldıraç oluşturmadığı yaşanan reel sosyalizm deneyiminde ortaya çıkmıştır. Politik bir devrime yakın olan, devrim kuşağına giren bir ülke sosyalizm kuruculuğu bakımından yeterli bir toplumsal-iktisadi düzeneğe sahip olduğu anlamına gelmemektedir. Tedrici ve sindirilmiş iktisadi ve toplumsal evrimlerin değil de yukarıdan basınçlarla zıplamalı ve dengesizce biçimlenen toplumsal süreçlerin ürünü olan her devrim ciddi oranda geriye dönüş potansiyeli taşır. Sovyet devriminde de olan budur ve “doğum izleri” belirlememizin anlatmak istediği de bundan başkası değildir. Özetle, tarihten devralınan geri iktisadi-toplumsal ve siyasal yapı, her ne kadar sosyalist devrimin kapısını açmış olsa da o yapı üzerinden gerçekleştirilecek bir sıçrayışla kapitalizmi ve bir bütün olarak Batı uygarlığı değerler sistemini aşabilmek yeryüzüyle gökyüzünün birleşmesi kadar zordur. Bu noktada dünya ezilenleri için sosyalizm, vahşi kapitalizmin cehennemi çöllerinde bir vahayı ifade etse de gerçek şu ki tüm kuram, kural ve yönelimleriyle aynı uygarlığın sahası içinde at koşturmuştur.
Sosyalizm Batı uygarlığının bir versiyonudur
Batı uygarlığı ile reel sosyalizm ilişkisi konusunda Mihrac Ural Hoca medrese-sinde öğrendiklerimizi kendi kelimelerimizle yeniden dillendirirsek; sosyalizmde iktisadın mülkiyet biçimi ve araç-gereçlerin düzenlenmesi ile siyasalın düzeneği emekçi sınıfların çıkarına içkin tanzim edilmiş olsa da bu iki akışkanın tüm hikâyesi aynı uygarlık paradigmasının sınırları içerisinde cereyan etmiştir. Bu noktada komünizm kavramıyla yeni uygarlık çağrışımları yapsa da sanayi çağı sosyalizmi Batı uygarlığı paradigmasında proletaryayı daha doğrusu onun politik temsil güçlerini (partiyi) sürücü koltuğuna oturtma önermesidir dersek yanlış olmaz. Ekim devrimi de bu önermenin pratiğe uyarlanmış ilk ve tek örneğidir. Ne ki Ekim devriminin bir erken doğum olması, Sovyet sosyalizminin kapitalist rakipleriyle iktisadi yarışa çok gerilerden başlamak zorunda kalması ve daha da önemlisi reel sosyalizmin Batı uygarlığı paradigmasına (kapitalizme değil) alternatif bir sosyalist değerler sistemi geliştirememesi, üretim tarzı babında tarihsel bir devrime açılma dinamiklerini ve potansiyellerini kemirici bir etki yapmıştır.
Ekim devrimi İngiltere'de olsaydı
Burada aklımıza düşen ve tartışma götürücü potansiyeli olan bir soruyu kayda geçmeliyiz. Ekim devrimi sanayi çağının en geri ülkelerinden biri olan Rusya'da değil de en ileri ülkesi durumundaki İngiltere'de gerçekleşmiş olsaydı sosyalist toplum kuruculuğu süreci yeni bir uygarlığa sıçrama tahtası olup kapitalist sistemi nihai bir yenilgiye uğratabilir miydi? Daha açık soralım, Ekim devrimi sanayileşmenin ileri bir halkası olan İngiltere'de gerçekleşseydi sosyalizm geriye dönüş sorunu yaşar mıydı? Bu bilinmez. Bilinense Ekim devrimiyle kapitalizmi çevreden kuşatarak merkezi fethetme yönünde yapılan bu ilk tarihsel hamlenin şimdilik başarısız olduğudur. Bu başarısızlık diğer yanıyla Bolşevizm'in eseri olan Sovyet sosyalizminin evrensel bir sosyalist modele dönüşme dinamiklerinin yetersizliğini ortaya çıkarmıştır.
Bolşevizm bir Rus özgünlüğüdür
Ekim devrimi bir Bolşevik klasiğidir. Bolşevizm'se bir Rus özgünlüğüdür. Rusya siyasal tarihinde Lenin kadar kendi toplum ve insan gerçeğini anlayan bir başka lider olmamıştır. Lenin'in başarısının başlangıcı burasıdır. Başarısının kilit noktası ise Batının düşünce sistematiği içerisinde şekillenen Marksizm'i Doğunun Rusya'sına uyarlayabilme yetisidir. Ancak uyarlama mekanik bir kopyalama değildir. Bolşevizm ne kadar Marksist sosyalizmin evrensel tez ve yaklaşımlarından etkilenmiş ve bunları içselleştirmişse bir o kadar da Rus tarih, toplum ve kültür gerçeğinden etkilenmiştir. Zaten öncellerini oluşturan toplumsal, tarihsel, kültürel ve siyasal koşullardan ve bunların yarattığı etkilerden tamamen boşanmış ve gökten zembille indirilen bir sosyalist mefkûre ve iktidar-toplum modeli olamaz. İkame edilen devrim bir ulusun veya halkın tarihsel-toplumsal gelişme düzeyine tekabül etmek zorundadır dolayısıyla bu bahiste iradenin beygir gücü nesnelin elvermesi ölçüsündedir.
Unutulmamalı ki sosyalist devrim de sosyalizm kuruculuğu da ancak belirli şartlar içerisinde gerçeklik kazanır ve her iki aşamada o şartların izlerini taşır. Bu meyanda biz sosyalizmi kurduk ve artık yüz yılların bin yılların karması olan eski toplumsal ve kültürel salkımlardan kesinkes kurtulduk diye bir şey yoktur. Bu bağlamda Alev Alatlı'nın “bir çağda pek çok çağ birden yaşanır” belirlemesini toplum gelişimine uyarlarsak, bir toplumda pek çok toplumun birden yaşandığı gerçeğine ulaşmakta zorlanmayız. Sosyalizm kuruculuğu da farklı iktisadi-toplumsal sarkaçların birbirinin içinde yaşayarak ve yeni sentezlerde bir üst düzeyde yeniden üremeye devam ederek varlığını sürdürmesi kaidesini bozamadı.
Denebilir ki Ekim devrimi Rus düşünce sistematiğinin, toplum, tarih ve kültür evriminin sosyalist kimlikle Batı uygarlığının değerleri temelinde yeniden düzenlenmesi projesi olarak anlam kazanmıştır. Zira bir işçi devrimi karakteri taşıması ve kendini Sovyet kavramıyla tanımlaması Bolşevizm'deki mahallilik (Rus özgünlüğü, kendine münhasırlık) tonunu grileştirmeye yetmemektedir. 74 yıllık Sovyet sosyalizminin her aşamasında Rus aidiyeti başat bir rol oynamıştır. Netice itibariyle Sovyet sosyalizminin temelde bir Rus sosyalizmi olması ve İkinci Dünya Savaşı'nın özgül koşullarında ikame edilen sosyalist Doğu bloğunun bu etkenin damgasını taşıması ama daha da önemlisi sosyalist âlemin kapitalist dünyayı müzelere havale edecek bir tarihsel devrime açılamaması, Ekim devriminin ve izdüşümü olan sosyalizmin evrenselleşme iddialarına hayat hakkı tanımamıştır. Bu sürecin bir başka dikkat çeken boyutu da sosyalizmdeki felsefi, kültürel ve entelektüel zenginliği fukaralaştırması, sosyalizm algısını iktidar-devlet pratiğine indirgemesidir.
Üniformalı (devletleşmiş) sosyalizm/entelektüel çölleşme
Marks, Engels ve Lenin'den sonra bilimsel sosyalizm ciddi bir felsefi ve entelektüel boşluğa düşmüştür. Sosyalizmdeki paradigma krizinin sosyalist sistemde yarattığı çözülme bu süreci daha da derinleştirmiş, sosyalizm ütopya, felsefe ve entelektüel nosyondan ziyade bir iktidar-devlet pratiği olarak determine edilmiştir. Bu da sosyalist hareketin düşünsel ve entelektüel birikiminde ve yaratımlarında çıtanın düşmesine neden olmuştur. Bu hikâyenin başlangıcı da sosyalist düşüncenin, resmi üniformalar giydirilerek devlet ideolojisi haline dönüştürüldüğü yıllara uzanmaktadır.
Türkiye'dekine benzer bir şekilde resmi sosyalist ideolojiyle maniple edilen tek tip sistem ekonomik kalkınma, siyasal nüfuz ve askeri devleşme noktasında Batı'nın düzeyine erişirken felsefe, kültür, entelektüellik, sanat vs. boyutunda tersi etkiler yaratmış, sosyalist kültür, farklılık, yaratıcılık, eleştiri, muhalefet vb. dinamikler konserve edilmiştir. Marks ve Engels döneminde (Paris Komünü hadisesini saymazsak) devletleşme ortamı bulamayan dolayısıyla felsefi ve entelektüel açıdan ivmesini koruyan sosyalist ideoloji her ne kadar iki ustanın ardılı olan sosyalist düşünürler tarafından beslendiyse de bu parametre sosyalizmin Rusya'da Ekim devrimiyle birlikte bir iktidar biçimine dönüşmesiyle ama özellikle de Lenin'in erken ölümüyle beraber ciddi oranda sekteye uğramıştır. Stalin döneminde bu olay daha da derinleşmiş ve devlet ekseninde gerçekleştirilen göz kamaştırıcı sosyalist hamlelere karşın sosyalizmin felsefe ve entelektüel denizinin bir kovaya akıtılması durumu yaşanmıştır. Devrimin fikirsel bir kısırlaşması olarak da tanımlanabilecek olan bu tablo aynı şekilde politik yaşama da sirayet etmiştir. Resmi ideoloji, idari kurallar ve hükümler manzumesinde ifadesini bulan Sovyet sistemi, muhalifsiz bir demokrasi denemesi olarak sirayet etmiştir.
Sosyalist demokraside muhalefet kavramı
Sosyalist demokrasi retoriği bilimsel sosyalizm literatüründe önemli bir yer işgal etmiştir. Bunun pratiğe ilk intikali de Ekim devrimiyle başlamıştır. Lenin devrimin başlangıcında devrimle kesişen tüm siyasal kümesleri sosyalist demokrasinin bileşenlerine dâhil etmek için uğraş vermiştir. Ancak bundan sonuç alamamış ve Sovyet demokrasisi devrime önderlik eden gücün koşullamasıyla tek partili bir siyasal sistem olarak şekillenmiştir. Böylece Rusya özgülünde ortaya çıkan, tüm toplumsal kesimlerin tek bir partide temsil edilmesine dayalı siyasal iktidar modeli giderek tüm sosyalist rejimlerin yegâne referansı olmuştur. 2. Dünya Savaşı'nı takip eden dönemde Türkiye bile tek partili rejimden çok partili sisteme geçiş yaparken Sovyet yönetimi tek partili sistem anlayışını komünizme kadar sürecek genel geçer bir format olarak telakki etmiştir. Zira bu model Doğu Avrupa'da inşasına girişilen “kararname sosyalizmi”nin de düsturu olarak uygulama koyulmuştur.
Sovyet sosyalizminde yaşanan çözülme aynı zamanda proletarya diktatörlüğünün bir yönetim şekli olarak betimlenen tek tip (partili) sosyalist demokrasinin çöküşüdür. Sovyet sosyalist demokrasisi aynı uygarlık değerleri sathında sanayi devrimi kuşağından geçmiş ülkelerin çok partili demokrasilerine karşı Rusya özgülünde ikame edilmiş tek partili demokrasi modelidir. Bu model işçi ve emekçilerin çıkarlarıyla belirli oranda örtüşmüş olabilir ancak demokrasi sadece ekonomik menfaatlere karşılık düşen bir idare şekli değildir. Toplumun düşünsel, siyasal, kültürel, entelektüel, sanatsal vb. öznelerinin kendilerini özgürce ifade edip geliştirdiği, eleştirme, reddetme, muhalefet etme hakkını kullandığı bir platformdur.
Sovyet demokrasisinin çıkmazı
Çağdaş dünyada düşüncenin-fikrin politik biçimlenmesi olan partiler çeşnisine kapalı demokrasilerin -bu ister kapitalist ister sosyalist olsun- tarihsel demokrasinin evriminde yeni bir merhaleyi ve açılımı temsil etme kapasitesi yoktur. Sovyet demokrasinin çıkmazı da buradadır. Bırakalım sosyalist ülkelerde fikirsel planda kapitalizmi savunan parti tabelalarını görmek, (oysa burjuva demokrasisi kendi diyarında sosyalist parti tabelalarının varlığını idrak etmiştir) sosyalist değerler temelinde tek partili yönetime oluşan muhalif hareketlere bile tahammül edilememiştir. Sosyalist düşünce, örgüt, iktidar ve toplum biçimlenmesinde oluşan Tekçilik geleneği aynı değerler üzerinde oluşan her tür muhalefeti şiddetle yâdsıma, yaşam hakkı tanımama gibi vahim sonuçlar yaratmıştır. Sovyetlerde rejimi eleştirenlerin dillere destan Sibirya'nın tecrit hücrelerinde ölüme terk edilmesi veya Kamboçya'da Maoculuk adına Pol Pot yönetiminin milyara varan insanı kırımdan geçirmesi tekçi demokrasi algısı ve uygulamasının vaka-i şerriye dönüşmesinin tipik örnek-leridir. Bugün bile sol sosyalist hareketlerin ekseriyetinde farklı düşünceye, öner-melere, eleştirilere, itiraz etmelere ça-tık gözle yaklaşıldığı bilmediğimiz bir gerçek değildir.
Çok sesli sosyalist demokrasi
Sosyalist demokrasi algılarımız ve kültürümüz tek sesliliğe içkindir ve Marksizm'den, Ekim devriminden ve Sovyet sosyalizminden öğrendiğimiz bu ezberi bozmanın zamanı gelmiştir.
Sosyalist düşünce bilişim çağında iddialı devrimci fikirler kümesinde varlığını sürdürmek istiyorsa o zaman paradigma değişimini gerçekleştirmek durumundadır ki bunun açılımlarından biri de düşün ve demokrasi anlayışını çeşitlendirerek bunu siyasal pratiğe uyarlamaktır. Sosyalizm cıngılında artık tek doğru fikir, ideoloji, parti, program vs. yoktur. Yeni uygarlık koşulunda sosyalist hareket çok sesliliği idrak etmek durumundadır, sosyalist demokrasi çok partili bir karakter taşımadan burjuva demokrasinin pabucunu dama atamaz, yeni uygarlık sürecinin gerektirdiği tarihsel demokrasinin dönüşümüne karşılık düşen bir demokrasi algısı ve pratiği olamaz. Sosyalist bir ülkede birbirinden farklı sınıf ve katmanların kendilerini ayrı siyasal örgütlenmelerde ifade etmesi, kiminin iktidarda kimininse muhalefette olması demokrasinin işleyişi açısından bir tehlike değil aksine sosyalist toplumun olmazsa olmaz özelliklerinden olan akışkanlık ve aşkınlığın resmi statüsü içinde dondurularak bitkisel hayata girmesi tehlikesini önleyecek güvencelerden biridir.
Sosyalist rejimde kapitalist parti tabelaları
Şimdi bu noktada böylesi bir demokrasi düzeneğinde, düşünce babında kapitalist parti tabelalarına da yer olmalı demeye getirsek yok daha neler türünden tepkiler alacağımızdan eminiz. Ancak bilinmelidir ki karşı çıktığınız demokrasinin fikirlerinizi idrak etme düzeyinden daha ileri bir demokrasi idraki ve fiili geliştiremiyorsanız demokrasi bahsinde varacağınız yer kapitalizmin politik sonuçlarına münhasır bir sosyalist hayat hikâyesi yazmaktan öteye geçmeyecektir. Özetle, çok partili burjuva demokrasisinin yeni bir demokrasi paradigmasına ebelik yapamadığı bir tarihi aşamada tek partili sosyalist demokrasi de bu noktadaki iddialarını yitirerek, uygarlık gemisinde kader ortağı olduğu burjuva demokrasisiyle birlikte tarihsel olarak zaman aşımına uğramıştır. Bu mealde sosyalist demokrasi açılımlarımızı yeniçağın demokrasi vizyonu temelinde geliştirmekten başka bir seçenek görünmemektedir.
Yeni paradigma önermeleri
Yukarıda dile getirdiğimiz görüşler, sosyalizmin yaşadığı trajedinin temelinde bir paradigma krizinin olduğu yönündeki gözlemlerimizin bir yansımasıdır. Zira sosyalist sistemde yaşanan çöküş paradigma krizinin dışa vuruşundan ibarettir. Ancak bu krizin sanayi çağının sosyalist paradigmasının revize edilmesiyle aşılamayacağını, sosyalizm adına yeni bir paradigma oluşumuna gidilecekse bunun içinin yeni uygarlık değerleriyle örtük devrimci önerme ve yönelimlerle doldurulması gerektiğini daha yazının başında ifade etmiştik.
Sosyalizmin paradigma krizi tespitinde kesişen çok sayıda düşünür ve görüş olmakla birlikte yeniyi ortaya koymada kimsede hazır bir reçete bulunmamaktadır. Dünyanın en birikimli sosyalist düşünür ve ideologlarını okuyun şimdilik somut olarak söylenebilen, yaşayan sosyalizm derslerinin, sosyalistlerin bundan böyle neler yapmaması gerektiği üzerine fikir yürütmektir. Ancak bu kadarının bile bilince çıkarılması, sosyalist düşünce ve davranış çubuğunun kolaycı ve tecrübe edileni tecrübe etme sürekliğinden değil de büyük tarihsel kopuştan yana bükülmesinde kamçılayıcı bir etki yaratacağını söylemek abartma olmayacaktır.
Sonuç olarak, reel sosyalizm eleştirisinin ötesine gitmek ve yeni paradigma konusunda iz sürmekte ısrarcı olanlara, düşünce teknelerimize fener tutan Mihrac Ural hoca'nın yeni toplumsal uygarlık değerlerinin oluşum süreci ve bunun gündelik yaşama yansımaları üzerine geliştirdiği çözümlemeleri okuyup takip etmelerini salık veriyoruz.
9 Kasım 2009
Üst not:
Bu yazı iki sayfa olarak kurgulanmıştır. Ancak buna sadık kalmayı başaramadım. Hal böyle olunca Atak'ın genel yayın yönetmeninin “yine uzun olmuş” serzenişli e-iletisi ulaşmakta geç kalmadı. Ben de şair maharetiyle bezenmiş kısa ve özlü yazılardan yanayım. Bu yazı da o türden olsun istedim, yazarken frene basmaya çalıştım fakat beynimde fren işlevi gören mekanizmanın arızalı olduğunu fark ettim, bu durumda arabayı (yazıyı) vites küçülterek durdurmak durumunda kaldım, bunu başarıncaya kadar baktım ki uzun bir mesafe almışım.
Uzun yazılara katlanmak, derinliklerinde yüzmek, hayatı akan suya benzeyenlerin işidir, buna katlanamayıp yazılarda göz sörfü yaparak okuma tembelliklerini örtenlerin hayatı ise bardaktaki suya benzer. Benim kanım o dur ki hayata en yoğun yerinden tutunup 24 saat koşturanlar en çok okuyanlardır. Boşuna dememişler bir işin hemen yapılmasını istiyorsanız çok yoğun olduğunu söyleyen birine vereceksiniz. Okumak faslında da bu böyledir. Şairin kavliyle söylersek “bunca okumamaya nasıl vakit bulabiliyoruz” çağında 'uzun yazı' yakınmaları basıncına yenik düşüp iğneyle kuyu kazar gibi on yılların emeğiyle elde ettiğimiz fikri birikimlerimizi ortaya koyup 'yazılı kültür' geleneğine yeni ilmikler atmaktan imtina etmemeliyiz.
* * *
Zaferinin her yıl dönümünde Büyük October devrimi üzerine yazma geleneğini bozmayarak yazı dizimizi bu yıl da sürdürüyoruz.
Ekim devrimi ve temel öğretileri üzerine bina edilen reel sosyalizm deneyimi, farklı boyutlarıyla okunması gereken bir sosyalizm pratiğidir. Bu sürecin tüm boyutlarıyla bilince çıkarılması yeni 'sosyalist' paradigmanın oluşturulması açısından bir anahtar özelliği taşır. Bu noktada sosyalizmle ilgili daha önceki yazılarımızda altını çizdiğimiz bir noktayı burada terennüm etmeliyiz: Marksizm'i idrak ettiği ve uyarlayabildiği kadarıyla Ekim devrimi ve reel sosyalizm, “bilgi toplumu” sosyalizminin laboratuarıdır.
Düşünceler yok olmayıp belirli bir evrim sarmalında mutasyona uğrayarak devam ediyorsa bu sanayi çağının sosyalist düşünce ve kuramının da süreceği anlamına gelir. Bir başka deyişle “bilgi toplumu”nun sosyalist paradigması da yoktan var olmayacak, sanayi çağında oluşmuş ve denenmiş sosyalist fikir ve birikimleri içine katarak yeni bir senteze ulaşacaktır. Öyleyse Ekim devrimini ve açtığı reel sosyalizm çağının yükseliş, düşüş ve çöküş sürecini neden ve sonuçlarıyla aydınlatmadan sosyalist hareketin paradigma krizini çözmek konusunda ciddi bir ilerleme sağlamak olası değildir.
Sosyalist paradigma krizi
Sosyalist sistemin çökmesi sadece ekonomik ve siyasal bir tıkanmanın değil aynı zamanda sosyalizmin temel değerler bütünündeki krizin bir yansımasıdır. Paradigma krizi, tecrübe edilen sosyalist kuram ve süreçlerin tecrübe edilmesiyle aşılamayacak bir tarihsel derinlik taşımaktadır. Bunun için de kriz olgusu sosyalizmin temel değerler dizisinde yapılacak reformlarla çözülemez. Dünya bugün küreselleşmede ifadesini bulan yeni bir toplumsal-tarihsel sürece girmiştir ve bu durum sosyalizmi yeni bir paradigma sorunuyla karşı karşıya getirmiştir.
Bunu söylemek Marks ve Lenin'in temel yaklaşımlarını ve Ekim devrimiyle açılan ve Sovyetler Birliği'nin yıkılmasına kadar uzanan sosyalizm döneminin teorik birikimlerini, siyasal tecrübelerini ve kültürel-entelektüel mirasını reddetmek değildir. Sosyalizmin doğruları rehberimiz, yanlışları ve hataları ise aşılmış tarihimizdir. Ancak önemle belirtmek gerekir ki sosyalist mücadele süreklilik-kopuş denkleminde tarihinin en büyük ve köklü kopuş sorunuyla yüz yüze gelmiştir ve bundan yeni bir değerler dizgesi oluşturarak çıkabilmesi için Marks ve Lenin'in omuzları üzerine çıkmak durumundadır.
Bir daha belirtmek gerekirse, sosyalist paradigmadaki zaman aşımı sorununun aşılması bir bakıma geçmişin aydınlatılmasıyla alakalıdır. Bu noktada geçmişe bakış geleceğin sosyalist düşünce teknelerine fener tutan bir özellik taşımalıdır. Bu bağlamda Ekim devrimi derslerini ve tüm bir reel sosyalizm tecrübesini doğru okumak daha da bir ehemmiyet kazanıyor. Bu notlardan sonra Ekim devrimine dair okumalarımıza geçebiliriz.
Ekim devrimi bir erken doğumdur
Ekim devrimi sanayi çağında sosyalizmin bir erken doğumudur. Lenin gibi büyük bir Marksist'in ebeliğinde doğmuş ve 20. asrın sosyal-ulusal devrimlerinin kıvılcımını yakmıştır. Buna rağmen Ekim devrimi 'doğum arızaları' olan bir ihtilaldir. Lenin de erken doğum sorunsalının devrimin emekleme ve büyüme aşamasında yaratacağı olası sorunların bilincindedir. Lenin'in devrimin 73. gününde dışarı çıkıp kar üstünde zıplayarak başardık diye çığlık atmasının bununla da ilgili bir yanı vardır. 1871'deki Paris Komünü iktidarı 72 gün yaşabilmiştir. Lenin'in sevinci, Ekim devriminin, Paris Komününden bir gün fazla yaşayarak onu geçmesine dayanmaktadır.
İlginçtir. Tarih sosyalistlerin önüne benzer bir sorunu çıkarmış gibidir. Ekim devriminin eseri olan Sovyetler Birliği 21 Aralık 1991'de yıkılmıştır. Bunu reel sosyalist sistemin bitiş miladı olarak kabul edersek ve bir rakamsal hesaplama yaparsak; Ekim devrimin gerçekleştiği tarih ile Sovyetler Birliği'nin yıkılış tarihi arasında 74 yıllık bir zaman dilimi ortaya çıkıyor. Önümüzdeki on yıllarda ve/veya asırlarda sosyalist devrimi gerçekleştirecek olan sosyalistler, demek ki ancak zaferlerinin 75. yılında Sovyet Devrimini geçtik diye Lenin gibi dışarı çıkacak ve zıplayarak sevinç çığlıkları atabilecek.
Ekim devrimi erken doğumdur söylencesinin arka planı:
Rusya sanayi devrimleri kuşağı haricindedir
Rusya'da sanayi devrimi yaşanmamıştır. Yukarıdan gerçekleştirilen kapitalist dönüşümler kendi iç dinamikleriyle gelişen ve sanayi devrimine yönelen bir burjuvalaşma sürecinin ulaşabileceği iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel tevekkülü yaratmaya yetmemiştir. Bu ne demektir? Sosyalist bir devrim ve toplum kuruculuğu açısından nesnel-toplumsal koşulların yeterince olgun olmaması demektir. Nitekim Ekim devrimi tarihsel-nesnel ve maddi şartlar bakımından yetersiz bir yapı devralmıştır, belirli bir olgunluğa erişmiş iktisat üzerinde sosyalizm kuruculuğuna yönelmek yerine sanayileşme ve demokrasi gibi ana arterlerle uğraşarak ileri sanayi ülkeleriyle arasındaki farkı kapatmaya koşulmak zorunda kalmıştır.
Bu yönelimin iki kaldıracından biri sosyalist sanayileşme planlaması bir diğeri de tek partili sosyalist demokrasi denemesidir.
Sanayi devriminden geçmemiş dolayısıyla burjuva demokrasisiyle demlenmemiş bir “köylü” toplumunda girişilen sosyalist kuruculuk denemesi imkânsız gibi görünen başarıların altına imza atarak Sovyet Devrimi'ni bir dünya gücü haline getirmiştir. Ancak alt ve üstyapı mekanizmalarıyla aynı sosyalist yapılanma 80'lere gelindiğinde kelimenin gerçek anlamıyla külüstür bir arabaya dönüşmüştür. Uzayı fethetmek, nükleer bir askeri güce dönüşmek ve dünya politikalarını belirleyen merkezi iki odaktan biri durumuna gelmek ile üretilen domateslerin şehirlerarası dağıtımını gerçekleştirecek bir ulaşım sisteminden yoksun olmanın yarattığı paradoks Sovyetlerdeki yapısal dengesizliklerin tehdit edici boyutlarda seyrettiğinin bir göstergesidir.
İktisadi evrimin düzeyi demokrasinin sınırlarıdır
Bu tablo önemlidir zira bir siyasal-toplumsal devrimi önceleyen koşulların o devrimin tüm bir hayat hikâyesini belirlediğini yani doğum arızalarının zaferin ardından gelen dönemi önemli oranda etkilemeye devam ettiğini göstermektedir. İktisadi evrim düzeyi geriye dönüşsüz yeni bir toplum kuruculuğuna yeterlilik oluşturmayan toplumsal süreçlerde cereyan eden demokratik ya da sosyalist devrimlerin kapitalizmi galebe çalacak nihai sonuçlara ulaşmaları olası değildir. Bu olayın iktisatla ilgili olan yanıdır. Diğer bir yanı siyasal alanla irtibatlıdır ve bunun adı demokrasidir. İktisadın siyaseti belirlediği sanayi çağında iktisadi evrim düzeyi ne ise demokrasinin menzili de o kadardır. Gerçi bir ülkenin siyasal yaşamını etkileyen sosyal doku, kültürel konturlar, inanç biçimleri hatta ruhi şekillenme gibi daha bir dizi faktörden söz edilebilir ancak bunların hiçbiri demokrasi süreci üzerinde iktisat kadar etkili değildir.
Sosyalizmde geriye dönüş potansiyeli
20. yüzyılın başlarındaki Rusya dünya kapitalist sisteminde en geri ülkeler statüsündedir. En zayıf halka oluşu ve bunun siyasal-sosyal planda yarattığı sınıf çelişkisi sekiz ay arayla biri burjuva demokratik diğeri de sosyalist nitelikli iki devrimin hayat bulmasına zemin oluşturduysa da bu paydanın geriye dönüşsüz bir devrim ve sosyalizm kuruculuğu açısından yeterli bir kaldıraç oluşturmadığı yaşanan reel sosyalizm deneyiminde ortaya çıkmıştır. Politik bir devrime yakın olan, devrim kuşağına giren bir ülke sosyalizm kuruculuğu bakımından yeterli bir toplumsal-iktisadi düzeneğe sahip olduğu anlamına gelmemektedir. Tedrici ve sindirilmiş iktisadi ve toplumsal evrimlerin değil de yukarıdan basınçlarla zıplamalı ve dengesizce biçimlenen toplumsal süreçlerin ürünü olan her devrim ciddi oranda geriye dönüş potansiyeli taşır. Sovyet devriminde de olan budur ve “doğum izleri” belirlememizin anlatmak istediği de bundan başkası değildir. Özetle, tarihten devralınan geri iktisadi-toplumsal ve siyasal yapı, her ne kadar sosyalist devrimin kapısını açmış olsa da o yapı üzerinden gerçekleştirilecek bir sıçrayışla kapitalizmi ve bir bütün olarak Batı uygarlığı değerler sistemini aşabilmek yeryüzüyle gökyüzünün birleşmesi kadar zordur. Bu noktada dünya ezilenleri için sosyalizm, vahşi kapitalizmin cehennemi çöllerinde bir vahayı ifade etse de gerçek şu ki tüm kuram, kural ve yönelimleriyle aynı uygarlığın sahası içinde at koşturmuştur.
Sosyalizm Batı uygarlığının bir versiyonudur
Batı uygarlığı ile reel sosyalizm ilişkisi konusunda Mihrac Ural Hoca medrese-sinde öğrendiklerimizi kendi kelimelerimizle yeniden dillendirirsek; sosyalizmde iktisadın mülkiyet biçimi ve araç-gereçlerin düzenlenmesi ile siyasalın düzeneği emekçi sınıfların çıkarına içkin tanzim edilmiş olsa da bu iki akışkanın tüm hikâyesi aynı uygarlık paradigmasının sınırları içerisinde cereyan etmiştir. Bu noktada komünizm kavramıyla yeni uygarlık çağrışımları yapsa da sanayi çağı sosyalizmi Batı uygarlığı paradigmasında proletaryayı daha doğrusu onun politik temsil güçlerini (partiyi) sürücü koltuğuna oturtma önermesidir dersek yanlış olmaz. Ekim devrimi de bu önermenin pratiğe uyarlanmış ilk ve tek örneğidir. Ne ki Ekim devriminin bir erken doğum olması, Sovyet sosyalizminin kapitalist rakipleriyle iktisadi yarışa çok gerilerden başlamak zorunda kalması ve daha da önemlisi reel sosyalizmin Batı uygarlığı paradigmasına (kapitalizme değil) alternatif bir sosyalist değerler sistemi geliştirememesi, üretim tarzı babında tarihsel bir devrime açılma dinamiklerini ve potansiyellerini kemirici bir etki yapmıştır.
Ekim devrimi İngiltere'de olsaydı
Burada aklımıza düşen ve tartışma götürücü potansiyeli olan bir soruyu kayda geçmeliyiz. Ekim devrimi sanayi çağının en geri ülkelerinden biri olan Rusya'da değil de en ileri ülkesi durumundaki İngiltere'de gerçekleşmiş olsaydı sosyalist toplum kuruculuğu süreci yeni bir uygarlığa sıçrama tahtası olup kapitalist sistemi nihai bir yenilgiye uğratabilir miydi? Daha açık soralım, Ekim devrimi sanayileşmenin ileri bir halkası olan İngiltere'de gerçekleşseydi sosyalizm geriye dönüş sorunu yaşar mıydı? Bu bilinmez. Bilinense Ekim devrimiyle kapitalizmi çevreden kuşatarak merkezi fethetme yönünde yapılan bu ilk tarihsel hamlenin şimdilik başarısız olduğudur. Bu başarısızlık diğer yanıyla Bolşevizm'in eseri olan Sovyet sosyalizminin evrensel bir sosyalist modele dönüşme dinamiklerinin yetersizliğini ortaya çıkarmıştır.
Bolşevizm bir Rus özgünlüğüdür
Ekim devrimi bir Bolşevik klasiğidir. Bolşevizm'se bir Rus özgünlüğüdür. Rusya siyasal tarihinde Lenin kadar kendi toplum ve insan gerçeğini anlayan bir başka lider olmamıştır. Lenin'in başarısının başlangıcı burasıdır. Başarısının kilit noktası ise Batının düşünce sistematiği içerisinde şekillenen Marksizm'i Doğunun Rusya'sına uyarlayabilme yetisidir. Ancak uyarlama mekanik bir kopyalama değildir. Bolşevizm ne kadar Marksist sosyalizmin evrensel tez ve yaklaşımlarından etkilenmiş ve bunları içselleştirmişse bir o kadar da Rus tarih, toplum ve kültür gerçeğinden etkilenmiştir. Zaten öncellerini oluşturan toplumsal, tarihsel, kültürel ve siyasal koşullardan ve bunların yarattığı etkilerden tamamen boşanmış ve gökten zembille indirilen bir sosyalist mefkûre ve iktidar-toplum modeli olamaz. İkame edilen devrim bir ulusun veya halkın tarihsel-toplumsal gelişme düzeyine tekabül etmek zorundadır dolayısıyla bu bahiste iradenin beygir gücü nesnelin elvermesi ölçüsündedir.
Unutulmamalı ki sosyalist devrim de sosyalizm kuruculuğu da ancak belirli şartlar içerisinde gerçeklik kazanır ve her iki aşamada o şartların izlerini taşır. Bu meyanda biz sosyalizmi kurduk ve artık yüz yılların bin yılların karması olan eski toplumsal ve kültürel salkımlardan kesinkes kurtulduk diye bir şey yoktur. Bu bağlamda Alev Alatlı'nın “bir çağda pek çok çağ birden yaşanır” belirlemesini toplum gelişimine uyarlarsak, bir toplumda pek çok toplumun birden yaşandığı gerçeğine ulaşmakta zorlanmayız. Sosyalizm kuruculuğu da farklı iktisadi-toplumsal sarkaçların birbirinin içinde yaşayarak ve yeni sentezlerde bir üst düzeyde yeniden üremeye devam ederek varlığını sürdürmesi kaidesini bozamadı.
Denebilir ki Ekim devrimi Rus düşünce sistematiğinin, toplum, tarih ve kültür evriminin sosyalist kimlikle Batı uygarlığının değerleri temelinde yeniden düzenlenmesi projesi olarak anlam kazanmıştır. Zira bir işçi devrimi karakteri taşıması ve kendini Sovyet kavramıyla tanımlaması Bolşevizm'deki mahallilik (Rus özgünlüğü, kendine münhasırlık) tonunu grileştirmeye yetmemektedir. 74 yıllık Sovyet sosyalizminin her aşamasında Rus aidiyeti başat bir rol oynamıştır. Netice itibariyle Sovyet sosyalizminin temelde bir Rus sosyalizmi olması ve İkinci Dünya Savaşı'nın özgül koşullarında ikame edilen sosyalist Doğu bloğunun bu etkenin damgasını taşıması ama daha da önemlisi sosyalist âlemin kapitalist dünyayı müzelere havale edecek bir tarihsel devrime açılamaması, Ekim devriminin ve izdüşümü olan sosyalizmin evrenselleşme iddialarına hayat hakkı tanımamıştır. Bu sürecin bir başka dikkat çeken boyutu da sosyalizmdeki felsefi, kültürel ve entelektüel zenginliği fukaralaştırması, sosyalizm algısını iktidar-devlet pratiğine indirgemesidir.
Üniformalı (devletleşmiş) sosyalizm/entelektüel çölleşme
Marks, Engels ve Lenin'den sonra bilimsel sosyalizm ciddi bir felsefi ve entelektüel boşluğa düşmüştür. Sosyalizmdeki paradigma krizinin sosyalist sistemde yarattığı çözülme bu süreci daha da derinleştirmiş, sosyalizm ütopya, felsefe ve entelektüel nosyondan ziyade bir iktidar-devlet pratiği olarak determine edilmiştir. Bu da sosyalist hareketin düşünsel ve entelektüel birikiminde ve yaratımlarında çıtanın düşmesine neden olmuştur. Bu hikâyenin başlangıcı da sosyalist düşüncenin, resmi üniformalar giydirilerek devlet ideolojisi haline dönüştürüldüğü yıllara uzanmaktadır.
Türkiye'dekine benzer bir şekilde resmi sosyalist ideolojiyle maniple edilen tek tip sistem ekonomik kalkınma, siyasal nüfuz ve askeri devleşme noktasında Batı'nın düzeyine erişirken felsefe, kültür, entelektüellik, sanat vs. boyutunda tersi etkiler yaratmış, sosyalist kültür, farklılık, yaratıcılık, eleştiri, muhalefet vb. dinamikler konserve edilmiştir. Marks ve Engels döneminde (Paris Komünü hadisesini saymazsak) devletleşme ortamı bulamayan dolayısıyla felsefi ve entelektüel açıdan ivmesini koruyan sosyalist ideoloji her ne kadar iki ustanın ardılı olan sosyalist düşünürler tarafından beslendiyse de bu parametre sosyalizmin Rusya'da Ekim devrimiyle birlikte bir iktidar biçimine dönüşmesiyle ama özellikle de Lenin'in erken ölümüyle beraber ciddi oranda sekteye uğramıştır. Stalin döneminde bu olay daha da derinleşmiş ve devlet ekseninde gerçekleştirilen göz kamaştırıcı sosyalist hamlelere karşın sosyalizmin felsefe ve entelektüel denizinin bir kovaya akıtılması durumu yaşanmıştır. Devrimin fikirsel bir kısırlaşması olarak da tanımlanabilecek olan bu tablo aynı şekilde politik yaşama da sirayet etmiştir. Resmi ideoloji, idari kurallar ve hükümler manzumesinde ifadesini bulan Sovyet sistemi, muhalifsiz bir demokrasi denemesi olarak sirayet etmiştir.
Sosyalist demokraside muhalefet kavramı
Sosyalist demokrasi retoriği bilimsel sosyalizm literatüründe önemli bir yer işgal etmiştir. Bunun pratiğe ilk intikali de Ekim devrimiyle başlamıştır. Lenin devrimin başlangıcında devrimle kesişen tüm siyasal kümesleri sosyalist demokrasinin bileşenlerine dâhil etmek için uğraş vermiştir. Ancak bundan sonuç alamamış ve Sovyet demokrasisi devrime önderlik eden gücün koşullamasıyla tek partili bir siyasal sistem olarak şekillenmiştir. Böylece Rusya özgülünde ortaya çıkan, tüm toplumsal kesimlerin tek bir partide temsil edilmesine dayalı siyasal iktidar modeli giderek tüm sosyalist rejimlerin yegâne referansı olmuştur. 2. Dünya Savaşı'nı takip eden dönemde Türkiye bile tek partili rejimden çok partili sisteme geçiş yaparken Sovyet yönetimi tek partili sistem anlayışını komünizme kadar sürecek genel geçer bir format olarak telakki etmiştir. Zira bu model Doğu Avrupa'da inşasına girişilen “kararname sosyalizmi”nin de düsturu olarak uygulama koyulmuştur.
Sovyet sosyalizminde yaşanan çözülme aynı zamanda proletarya diktatörlüğünün bir yönetim şekli olarak betimlenen tek tip (partili) sosyalist demokrasinin çöküşüdür. Sovyet sosyalist demokrasisi aynı uygarlık değerleri sathında sanayi devrimi kuşağından geçmiş ülkelerin çok partili demokrasilerine karşı Rusya özgülünde ikame edilmiş tek partili demokrasi modelidir. Bu model işçi ve emekçilerin çıkarlarıyla belirli oranda örtüşmüş olabilir ancak demokrasi sadece ekonomik menfaatlere karşılık düşen bir idare şekli değildir. Toplumun düşünsel, siyasal, kültürel, entelektüel, sanatsal vb. öznelerinin kendilerini özgürce ifade edip geliştirdiği, eleştirme, reddetme, muhalefet etme hakkını kullandığı bir platformdur.
Sovyet demokrasisinin çıkmazı
Çağdaş dünyada düşüncenin-fikrin politik biçimlenmesi olan partiler çeşnisine kapalı demokrasilerin -bu ister kapitalist ister sosyalist olsun- tarihsel demokrasinin evriminde yeni bir merhaleyi ve açılımı temsil etme kapasitesi yoktur. Sovyet demokrasinin çıkmazı da buradadır. Bırakalım sosyalist ülkelerde fikirsel planda kapitalizmi savunan parti tabelalarını görmek, (oysa burjuva demokrasisi kendi diyarında sosyalist parti tabelalarının varlığını idrak etmiştir) sosyalist değerler temelinde tek partili yönetime oluşan muhalif hareketlere bile tahammül edilememiştir. Sosyalist düşünce, örgüt, iktidar ve toplum biçimlenmesinde oluşan Tekçilik geleneği aynı değerler üzerinde oluşan her tür muhalefeti şiddetle yâdsıma, yaşam hakkı tanımama gibi vahim sonuçlar yaratmıştır. Sovyetlerde rejimi eleştirenlerin dillere destan Sibirya'nın tecrit hücrelerinde ölüme terk edilmesi veya Kamboçya'da Maoculuk adına Pol Pot yönetiminin milyara varan insanı kırımdan geçirmesi tekçi demokrasi algısı ve uygulamasının vaka-i şerriye dönüşmesinin tipik örnek-leridir. Bugün bile sol sosyalist hareketlerin ekseriyetinde farklı düşünceye, öner-melere, eleştirilere, itiraz etmelere ça-tık gözle yaklaşıldığı bilmediğimiz bir gerçek değildir.
Çok sesli sosyalist demokrasi
Sosyalist demokrasi algılarımız ve kültürümüz tek sesliliğe içkindir ve Marksizm'den, Ekim devriminden ve Sovyet sosyalizminden öğrendiğimiz bu ezberi bozmanın zamanı gelmiştir.
Sosyalist düşünce bilişim çağında iddialı devrimci fikirler kümesinde varlığını sürdürmek istiyorsa o zaman paradigma değişimini gerçekleştirmek durumundadır ki bunun açılımlarından biri de düşün ve demokrasi anlayışını çeşitlendirerek bunu siyasal pratiğe uyarlamaktır. Sosyalizm cıngılında artık tek doğru fikir, ideoloji, parti, program vs. yoktur. Yeni uygarlık koşulunda sosyalist hareket çok sesliliği idrak etmek durumundadır, sosyalist demokrasi çok partili bir karakter taşımadan burjuva demokrasinin pabucunu dama atamaz, yeni uygarlık sürecinin gerektirdiği tarihsel demokrasinin dönüşümüne karşılık düşen bir demokrasi algısı ve pratiği olamaz. Sosyalist bir ülkede birbirinden farklı sınıf ve katmanların kendilerini ayrı siyasal örgütlenmelerde ifade etmesi, kiminin iktidarda kimininse muhalefette olması demokrasinin işleyişi açısından bir tehlike değil aksine sosyalist toplumun olmazsa olmaz özelliklerinden olan akışkanlık ve aşkınlığın resmi statüsü içinde dondurularak bitkisel hayata girmesi tehlikesini önleyecek güvencelerden biridir.
Sosyalist rejimde kapitalist parti tabelaları
Şimdi bu noktada böylesi bir demokrasi düzeneğinde, düşünce babında kapitalist parti tabelalarına da yer olmalı demeye getirsek yok daha neler türünden tepkiler alacağımızdan eminiz. Ancak bilinmelidir ki karşı çıktığınız demokrasinin fikirlerinizi idrak etme düzeyinden daha ileri bir demokrasi idraki ve fiili geliştiremiyorsanız demokrasi bahsinde varacağınız yer kapitalizmin politik sonuçlarına münhasır bir sosyalist hayat hikâyesi yazmaktan öteye geçmeyecektir. Özetle, çok partili burjuva demokrasisinin yeni bir demokrasi paradigmasına ebelik yapamadığı bir tarihi aşamada tek partili sosyalist demokrasi de bu noktadaki iddialarını yitirerek, uygarlık gemisinde kader ortağı olduğu burjuva demokrasisiyle birlikte tarihsel olarak zaman aşımına uğramıştır. Bu mealde sosyalist demokrasi açılımlarımızı yeniçağın demokrasi vizyonu temelinde geliştirmekten başka bir seçenek görünmemektedir.
Yeni paradigma önermeleri
Yukarıda dile getirdiğimiz görüşler, sosyalizmin yaşadığı trajedinin temelinde bir paradigma krizinin olduğu yönündeki gözlemlerimizin bir yansımasıdır. Zira sosyalist sistemde yaşanan çöküş paradigma krizinin dışa vuruşundan ibarettir. Ancak bu krizin sanayi çağının sosyalist paradigmasının revize edilmesiyle aşılamayacağını, sosyalizm adına yeni bir paradigma oluşumuna gidilecekse bunun içinin yeni uygarlık değerleriyle örtük devrimci önerme ve yönelimlerle doldurulması gerektiğini daha yazının başında ifade etmiştik.
Sosyalizmin paradigma krizi tespitinde kesişen çok sayıda düşünür ve görüş olmakla birlikte yeniyi ortaya koymada kimsede hazır bir reçete bulunmamaktadır. Dünyanın en birikimli sosyalist düşünür ve ideologlarını okuyun şimdilik somut olarak söylenebilen, yaşayan sosyalizm derslerinin, sosyalistlerin bundan böyle neler yapmaması gerektiği üzerine fikir yürütmektir. Ancak bu kadarının bile bilince çıkarılması, sosyalist düşünce ve davranış çubuğunun kolaycı ve tecrübe edileni tecrübe etme sürekliğinden değil de büyük tarihsel kopuştan yana bükülmesinde kamçılayıcı bir etki yaratacağını söylemek abartma olmayacaktır.
Sonuç olarak, reel sosyalizm eleştirisinin ötesine gitmek ve yeni paradigma konusunda iz sürmekte ısrarcı olanlara, düşünce teknelerimize fener tutan Mihrac Ural hoca'nın yeni toplumsal uygarlık değerlerinin oluşum süreci ve bunun gündelik yaşama yansımaları üzerine geliştirdiği çözümlemeleri okuyup takip etmelerini salık veriyoruz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder