HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

9 Kasım 2009 Pazartesi

Ekim Devrimi ve Sosyalizmin Paradigma Krizi

Arif Işıldar

9 Kasım 2009

Üst not:

Bu yazı iki sayfa olarak kurgulanmıştır. Ancak buna sadık kalmayı başaramadım. Hal böyle olunca Atak'ın genel yayın yönetmeninin “yine uzun olmuş” serzenişli e-iletisi ulaşmakta geç kalmadı. Ben de şair maharetiyle bezenmiş kısa ve özlü yazılardan yanayım. Bu yazı da o türden olsun istedim, yazarken frene basmaya çalıştım fakat beynimde fren işlevi gören mekanizmanın arızalı olduğunu fark ettim, bu durumda arabayı (yazıyı) vites küçülterek durdurmak durumunda kaldım, bunu başarıncaya kadar baktım ki uzun bir mesafe almışım.
Uzun yazılara katlanmak, derinliklerinde yüzmek, hayatı akan suya benzeyenlerin işidir, buna katlanamayıp yazılarda göz sörfü yaparak okuma tembelliklerini örtenlerin hayatı ise bardaktaki suya benzer. Benim kanım o dur ki hayata en yoğun yerinden tutunup 24 saat koşturanlar en çok okuyanlardır. Boşuna dememişler bir işin hemen yapılmasını istiyorsanız çok yoğun olduğunu söyleyen birine vereceksiniz. Okumak faslında da bu böyledir. Şairin kavliyle söylersek “bunca okumamaya nasıl vakit bulabiliyoruz” çağında 'uzun yazı' yakınmaları basıncına yenik düşüp iğneyle kuyu kazar gibi on yılların emeğiyle elde ettiğimiz fikri birikimlerimizi ortaya koyup 'yazılı kültür' geleneğine yeni ilmikler atmaktan imtina etmemeliyiz.


* * *


Zaferinin her yıl dönümünde Büyük October devrimi üzerine yazma geleneğini bozmayarak yazı dizimizi bu yıl da sürdürüyoruz.
Ekim devrimi ve temel öğretileri üzerine bina edilen reel sosyalizm deneyimi, farklı boyutlarıyla okunması gereken bir sosyalizm pratiğidir. Bu sürecin tüm boyutlarıyla bilince çıkarılması yeni 'sosyalist' paradigmanın oluşturulması açısından bir anahtar özelliği taşır. Bu noktada sosyalizmle ilgili daha önceki yazılarımızda altını çizdiğimiz bir noktayı burada terennüm etmeliyiz: Marksizm'i idrak ettiği ve uyarlayabildiği kadarıyla Ekim devrimi ve reel sosyalizm, “bilgi toplumu” sosyalizminin laboratuarıdır.
Düşünceler yok olmayıp belirli bir evrim sarmalında mutasyona uğrayarak devam ediyorsa bu sanayi çağının sosyalist düşünce ve kuramının da süreceği anlamına gelir. Bir başka deyişle “bilgi toplumu”nun sosyalist paradigması da yoktan var olmayacak, sanayi çağında oluşmuş ve denenmiş sosyalist fikir ve birikimleri içine katarak yeni bir senteze ulaşacaktır. Öyleyse Ekim devrimini ve açtığı reel sosyalizm çağının yükseliş, düşüş ve çöküş sürecini neden ve sonuçlarıyla aydınlatmadan sosyalist hareketin paradigma krizini çözmek konusunda ciddi bir ilerleme sağlamak olası değildir.

Sosyalist paradigma krizi

Sosyalist sistemin çökmesi sadece ekonomik ve siyasal bir tıkanmanın değil aynı zamanda sosyalizmin temel değerler bütünündeki krizin bir yansımasıdır. Paradigma krizi, tecrübe edilen sosyalist kuram ve süreçlerin tecrübe edilmesiyle aşılamayacak bir tarihsel derinlik taşımaktadır. Bunun için de kriz olgusu sosyalizmin temel değerler dizisinde yapılacak reformlarla çözülemez. Dünya bugün küreselleşmede ifadesini bulan yeni bir toplumsal-tarihsel sürece girmiştir ve bu durum sosyalizmi yeni bir paradigma sorunuyla karşı karşıya getirmiştir.
Bunu söylemek Marks ve Lenin'in temel yaklaşımlarını ve Ekim devrimiyle açılan ve Sovyetler Birliği'nin yıkılmasına kadar uzanan sosyalizm döneminin teorik birikimlerini, siyasal tecrübelerini ve kültürel-entelektüel mirasını reddetmek değildir. Sosyalizmin doğruları rehberimiz, yanlışları ve hataları ise aşılmış tarihimizdir. Ancak önemle belirtmek gerekir ki sosyalist mücadele süreklilik-kopuş denkleminde tarihinin en büyük ve köklü kopuş sorunuyla yüz yüze gelmiştir ve bundan yeni bir değerler dizgesi oluşturarak çıkabilmesi için Marks ve Lenin'in omuzları üzerine çıkmak durumundadır.
Bir daha belirtmek gerekirse, sosyalist paradigmadaki zaman aşımı sorununun aşılması bir bakıma geçmişin aydınlatılmasıyla alakalıdır. Bu noktada geçmişe bakış geleceğin sosyalist düşünce teknelerine fener tutan bir özellik taşımalıdır. Bu bağlamda Ekim devrimi derslerini ve tüm bir reel sosyalizm tecrübesini doğru okumak daha da bir ehemmiyet kazanıyor. Bu notlardan sonra Ekim devrimine dair okumalarımıza geçebiliriz.

Ekim devrimi bir erken doğumdur

Ekim devrimi sanayi çağında sosyalizmin bir erken doğumudur. Lenin gibi büyük bir Marksist'in ebeliğinde doğmuş ve 20. asrın sosyal-ulusal devrimlerinin kıvılcımını yakmıştır. Buna rağmen Ekim devrimi 'doğum arızaları' olan bir ihtilaldir. Lenin de erken doğum sorunsalının devrimin emekleme ve büyüme aşamasında yaratacağı olası sorunların bilincindedir. Lenin'in devrimin 73. gününde dışarı çıkıp kar üstünde zıplayarak başardık diye çığlık atmasının bununla da ilgili bir yanı vardır. 1871'deki Paris Komünü iktidarı 72 gün yaşabilmiştir. Lenin'in sevinci, Ekim devriminin, Paris Komününden bir gün fazla yaşayarak onu geçmesine dayanmaktadır.
İlginçtir. Tarih sosyalistlerin önüne benzer bir sorunu çıkarmış gibidir. Ekim devriminin eseri olan Sovyetler Birliği 21 Aralık 1991'de yıkılmıştır. Bunu reel sosyalist sistemin bitiş miladı olarak kabul edersek ve bir rakamsal hesaplama yaparsak; Ekim devrimin gerçekleştiği tarih ile Sovyetler Birliği'nin yıkılış tarihi arasında 74 yıllık bir zaman dilimi ortaya çıkıyor. Önümüzdeki on yıllarda ve/veya asırlarda sosyalist devrimi gerçekleştirecek olan sosyalistler, demek ki ancak zaferlerinin 75. yılında Sovyet Devrimini geçtik diye Lenin gibi dışarı çıkacak ve zıplayarak sevinç çığlıkları atabilecek.
Ekim devrimi erken doğumdur söylencesinin arka planı:

Rusya sanayi devrimleri kuşağı haricindedir

Rusya'da sanayi devrimi yaşanmamıştır. Yukarıdan gerçekleştirilen kapitalist dönüşümler kendi iç dinamikleriyle gelişen ve sanayi devrimine yönelen bir burjuvalaşma sürecinin ulaşabileceği iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel tevekkülü yaratmaya yetmemiştir. Bu ne demektir? Sosyalist bir devrim ve toplum kuruculuğu açısından nesnel-toplumsal koşulların yeterince olgun olmaması demektir. Nitekim Ekim devrimi tarihsel-nesnel ve maddi şartlar bakımından yetersiz bir yapı devralmıştır, belirli bir olgunluğa erişmiş iktisat üzerinde sosyalizm kuruculuğuna yönelmek yerine sanayileşme ve demokrasi gibi ana arterlerle uğraşarak ileri sanayi ülkeleriyle arasındaki farkı kapatmaya koşulmak zorunda kalmıştır.
Bu yönelimin iki kaldıracından biri sosyalist sanayileşme planlaması bir diğeri de tek partili sosyalist demokrasi denemesidir.
Sanayi devriminden geçmemiş dolayısıyla burjuva demokrasisiyle demlenmemiş bir “köylü” toplumunda girişilen sosyalist kuruculuk denemesi imkânsız gibi görünen başarıların altına imza atarak Sovyet Devrimi'ni bir dünya gücü haline getirmiştir. Ancak alt ve üstyapı mekanizmalarıyla aynı sosyalist yapılanma 80'lere gelindiğinde kelimenin gerçek anlamıyla külüstür bir arabaya dönüşmüştür. Uzayı fethetmek, nükleer bir askeri güce dönüşmek ve dünya politikalarını belirleyen merkezi iki odaktan biri durumuna gelmek ile üretilen domateslerin şehirlerarası dağıtımını gerçekleştirecek bir ulaşım sisteminden yoksun olmanın yarattığı paradoks Sovyetlerdeki yapısal dengesizliklerin tehdit edici boyutlarda seyrettiğinin bir göstergesidir.

İktisadi evrimin düzeyi demokrasinin sınırlarıdır

Bu tablo önemlidir zira bir siyasal-toplumsal devrimi önceleyen koşulların o devrimin tüm bir hayat hikâyesini belirlediğini yani doğum arızalarının zaferin ardından gelen dönemi önemli oranda etkilemeye devam ettiğini göstermektedir. İktisadi evrim düzeyi geriye dönüşsüz yeni bir toplum kuruculuğuna yeterlilik oluşturmayan toplumsal süreçlerde cereyan eden demokratik ya da sosyalist devrimlerin kapitalizmi galebe çalacak nihai sonuçlara ulaşmaları olası değildir. Bu olayın iktisatla ilgili olan yanıdır. Diğer bir yanı siyasal alanla irtibatlıdır ve bunun adı demokrasidir. İktisadın siyaseti belirlediği sanayi çağında iktisadi evrim düzeyi ne ise demokrasinin menzili de o kadardır. Gerçi bir ülkenin siyasal yaşamını etkileyen sosyal doku, kültürel konturlar, inanç biçimleri hatta ruhi şekillenme gibi daha bir dizi faktörden söz edilebilir ancak bunların hiçbiri demokrasi süreci üzerinde iktisat kadar etkili değildir.

Sosyalizmde geriye dönüş potansiyeli

20. yüzyılın başlarındaki Rusya dünya kapitalist sisteminde en geri ülkeler statüsündedir. En zayıf halka oluşu ve bunun siyasal-sosyal planda yarattığı sınıf çelişkisi sekiz ay arayla biri burjuva demokratik diğeri de sosyalist nitelikli iki devrimin hayat bulmasına zemin oluşturduysa da bu paydanın geriye dönüşsüz bir devrim ve sosyalizm kuruculuğu açısından yeterli bir kaldıraç oluşturmadığı yaşanan reel sosyalizm deneyiminde ortaya çıkmıştır. Politik bir devrime yakın olan, devrim kuşağına giren bir ülke sosyalizm kuruculuğu bakımından yeterli bir toplumsal-iktisadi düzeneğe sahip olduğu anlamına gelmemektedir. Tedrici ve sindirilmiş iktisadi ve toplumsal evrimlerin değil de yukarıdan basınçlarla zıplamalı ve dengesizce biçimlenen toplumsal süreçlerin ürünü olan her devrim ciddi oranda geriye dönüş potansiyeli taşır. Sovyet devriminde de olan budur ve “doğum izleri” belirlememizin anlatmak istediği de bundan başkası değildir. Özetle, tarihten devralınan geri iktisadi-toplumsal ve siyasal yapı, her ne kadar sosyalist devrimin kapısını açmış olsa da o yapı üzerinden gerçekleştirilecek bir sıçrayışla kapitalizmi ve bir bütün olarak Batı uygarlığı değerler sistemini aşabilmek yeryüzüyle gökyüzünün birleşmesi kadar zordur. Bu noktada dünya ezilenleri için sosyalizm, vahşi kapitalizmin cehennemi çöllerinde bir vahayı ifade etse de gerçek şu ki tüm kuram, kural ve yönelimleriyle aynı uygarlığın sahası içinde at koşturmuştur.

Sosyalizm Batı uygarlığının bir versiyonudur

Batı uygarlığı ile reel sosyalizm ilişkisi konusunda Mihrac Ural Hoca medrese-sinde öğrendiklerimizi kendi kelimelerimizle yeniden dillendirirsek; sosyalizmde iktisadın mülkiyet biçimi ve araç-gereçlerin düzenlenmesi ile siyasalın düzeneği emekçi sınıfların çıkarına içkin tanzim edilmiş olsa da bu iki akışkanın tüm hikâyesi aynı uygarlık paradigmasının sınırları içerisinde cereyan etmiştir. Bu noktada komünizm kavramıyla yeni uygarlık çağrışımları yapsa da sanayi çağı sosyalizmi Batı uygarlığı paradigmasında proletaryayı daha doğrusu onun politik temsil güçlerini (partiyi) sürücü koltuğuna oturtma önermesidir dersek yanlış olmaz. Ekim devrimi de bu önermenin pratiğe uyarlanmış ilk ve tek örneğidir. Ne ki Ekim devriminin bir erken doğum olması, Sovyet sosyalizminin kapitalist rakipleriyle iktisadi yarışa çok gerilerden başlamak zorunda kalması ve daha da önemlisi reel sosyalizmin Batı uygarlığı paradigmasına (kapitalizme değil) alternatif bir sosyalist değerler sistemi geliştirememesi, üretim tarzı babında tarihsel bir devrime açılma dinamiklerini ve potansiyellerini kemirici bir etki yapmıştır.


Ekim devrimi İngiltere'de olsaydı


Burada aklımıza düşen ve tartışma götürücü potansiyeli olan bir soruyu kayda geçmeliyiz. Ekim devrimi sanayi çağının en geri ülkelerinden biri olan Rusya'da değil de en ileri ülkesi durumundaki İngiltere'de gerçekleşmiş olsaydı sosyalist toplum kuruculuğu süreci yeni bir uygarlığa sıçrama tahtası olup kapitalist sistemi nihai bir yenilgiye uğratabilir miydi? Daha açık soralım, Ekim devrimi sanayileşmenin ileri bir halkası olan İngiltere'de gerçekleşseydi sosyalizm geriye dönüş sorunu yaşar mıydı? Bu bilinmez. Bilinense Ekim devrimiyle kapitalizmi çevreden kuşatarak merkezi fethetme yönünde yapılan bu ilk tarihsel hamlenin şimdilik başarısız olduğudur. Bu başarısızlık diğer yanıyla Bolşevizm'in eseri olan Sovyet sosyalizminin evrensel bir sosyalist modele dönüşme dinamiklerinin yetersizliğini ortaya çıkarmıştır.

Bolşevizm bir Rus özgünlüğüdür

Ekim devrimi bir Bolşevik klasiğidir. Bolşevizm'se bir Rus özgünlüğüdür. Rusya siyasal tarihinde Lenin kadar kendi toplum ve insan gerçeğini anlayan bir başka lider olmamıştır. Lenin'in başarısının başlangıcı burasıdır. Başarısının kilit noktası ise Batının düşünce sistematiği içerisinde şekillenen Marksizm'i Doğunun Rusya'sına uyarlayabilme yetisidir. Ancak uyarlama mekanik bir kopyalama değildir. Bolşevizm ne kadar Marksist sosyalizmin evrensel tez ve yaklaşımlarından etkilenmiş ve bunları içselleştirmişse bir o kadar da Rus tarih, toplum ve kültür gerçeğinden etkilenmiştir. Zaten öncellerini oluşturan toplumsal, tarihsel, kültürel ve siyasal koşullardan ve bunların yarattığı etkilerden tamamen boşanmış ve gökten zembille indirilen bir sosyalist mefkûre ve iktidar-toplum modeli olamaz. İkame edilen devrim bir ulusun veya halkın tarihsel-toplumsal gelişme düzeyine tekabül etmek zorundadır dolayısıyla bu bahiste iradenin beygir gücü nesnelin elvermesi ölçüsündedir.
Unutulmamalı ki sosyalist devrim de sosyalizm kuruculuğu da ancak belirli şartlar içerisinde gerçeklik kazanır ve her iki aşamada o şartların izlerini taşır. Bu meyanda biz sosyalizmi kurduk ve artık yüz yılların bin yılların karması olan eski toplumsal ve kültürel salkımlardan kesinkes kurtulduk diye bir şey yoktur. Bu bağlamda Alev Alatlı'nın “bir çağda pek çok çağ birden yaşanır” belirlemesini toplum gelişimine uyarlarsak, bir toplumda pek çok toplumun birden yaşandığı gerçeğine ulaşmakta zorlanmayız. Sosyalizm kuruculuğu da farklı iktisadi-toplumsal sarkaçların birbirinin içinde yaşayarak ve yeni sentezlerde bir üst düzeyde yeniden üremeye devam ederek varlığını sürdürmesi kaidesini bozamadı.
Denebilir ki Ekim devrimi Rus düşünce sistematiğinin, toplum, tarih ve kültür evriminin sosyalist kimlikle Batı uygarlığının değerleri temelinde yeniden düzenlenmesi projesi olarak anlam kazanmıştır. Zira bir işçi devrimi karakteri taşıması ve kendini Sovyet kavramıyla tanımlaması Bolşevizm'deki mahallilik (Rus özgünlüğü, kendine münhasırlık) tonunu grileştirmeye yetmemektedir. 74 yıllık Sovyet sosyalizminin her aşamasında Rus aidiyeti başat bir rol oynamıştır. Netice itibariyle Sovyet sosyalizminin temelde bir Rus sosyalizmi olması ve İkinci Dünya Savaşı'nın özgül koşullarında ikame edilen sosyalist Doğu bloğunun bu etkenin damgasını taşıması ama daha da önemlisi sosyalist âlemin kapitalist dünyayı müzelere havale edecek bir tarihsel devrime açılamaması, Ekim devriminin ve izdüşümü olan sosyalizmin evrenselleşme iddialarına hayat hakkı tanımamıştır. Bu sürecin bir başka dikkat çeken boyutu da sosyalizmdeki felsefi, kültürel ve entelektüel zenginliği fukaralaştırması, sosyalizm algısını iktidar-devlet pratiğine indirgemesidir.

Üniformalı (devletleşmiş) sosyalizm/entelektüel çölleşme

Marks, Engels ve Lenin'den sonra bilimsel sosyalizm ciddi bir felsefi ve entelektüel boşluğa düşmüştür. Sosyalizmdeki paradigma krizinin sosyalist sistemde yarattığı çözülme bu süreci daha da derinleştirmiş, sosyalizm ütopya, felsefe ve entelektüel nosyondan ziyade bir iktidar-devlet pratiği olarak determine edilmiştir. Bu da sosyalist hareketin düşünsel ve entelektüel birikiminde ve yaratımlarında çıtanın düşmesine neden olmuştur. Bu hikâyenin başlangıcı da sosyalist düşüncenin, resmi üniformalar giydirilerek devlet ideolojisi haline dönüştürüldüğü yıllara uzanmaktadır.
Türkiye'dekine benzer bir şekilde resmi sosyalist ideolojiyle maniple edilen tek tip sistem ekonomik kalkınma, siyasal nüfuz ve askeri devleşme noktasında Batı'nın düzeyine erişirken felsefe, kültür, entelektüellik, sanat vs. boyutunda tersi etkiler yaratmış, sosyalist kültür, farklılık, yaratıcılık, eleştiri, muhalefet vb. dinamikler konserve edilmiştir. Marks ve Engels döneminde (Paris Komünü hadisesini saymazsak) devletleşme ortamı bulamayan dolayısıyla felsefi ve entelektüel açıdan ivmesini koruyan sosyalist ideoloji her ne kadar iki ustanın ardılı olan sosyalist düşünürler tarafından beslendiyse de bu parametre sosyalizmin Rusya'da Ekim devrimiyle birlikte bir iktidar biçimine dönüşmesiyle ama özellikle de Lenin'in erken ölümüyle beraber ciddi oranda sekteye uğramıştır. Stalin döneminde bu olay daha da derinleşmiş ve devlet ekseninde gerçekleştirilen göz kamaştırıcı sosyalist hamlelere karşın sosyalizmin felsefe ve entelektüel denizinin bir kovaya akıtılması durumu yaşanmıştır. Devrimin fikirsel bir kısırlaşması olarak da tanımlanabilecek olan bu tablo aynı şekilde politik yaşama da sirayet etmiştir. Resmi ideoloji, idari kurallar ve hükümler manzumesinde ifadesini bulan Sovyet sistemi, muhalifsiz bir demokrasi denemesi olarak sirayet etmiştir.


Sosyalist demokraside muhalefet kavramı


Sosyalist demokrasi retoriği bilimsel sosyalizm literatüründe önemli bir yer işgal etmiştir. Bunun pratiğe ilk intikali de Ekim devrimiyle başlamıştır. Lenin devrimin başlangıcında devrimle kesişen tüm siyasal kümesleri sosyalist demokrasinin bileşenlerine dâhil etmek için uğraş vermiştir. Ancak bundan sonuç alamamış ve Sovyet demokrasisi devrime önderlik eden gücün koşullamasıyla tek partili bir siyasal sistem olarak şekillenmiştir. Böylece Rusya özgülünde ortaya çıkan, tüm toplumsal kesimlerin tek bir partide temsil edilmesine dayalı siyasal iktidar modeli giderek tüm sosyalist rejimlerin yegâne referansı olmuştur. 2. Dünya Savaşı'nı takip eden dönemde Türkiye bile tek partili rejimden çok partili sisteme geçiş yaparken Sovyet yönetimi tek partili sistem anlayışını komünizme kadar sürecek genel geçer bir format olarak telakki etmiştir. Zira bu model Doğu Avrupa'da inşasına girişilen “kararname sosyalizmi”nin de düsturu olarak uygulama koyulmuştur.
Sovyet sosyalizminde yaşanan çözülme aynı zamanda proletarya diktatörlüğünün bir yönetim şekli olarak betimlenen tek tip (partili) sosyalist demokrasinin çöküşüdür. Sovyet sosyalist demokrasisi aynı uygarlık değerleri sathında sanayi devrimi kuşağından geçmiş ülkelerin çok partili demokrasilerine karşı Rusya özgülünde ikame edilmiş tek partili demokrasi modelidir. Bu model işçi ve emekçilerin çıkarlarıyla belirli oranda örtüşmüş olabilir ancak demokrasi sadece ekonomik menfaatlere karşılık düşen bir idare şekli değildir. Toplumun düşünsel, siyasal, kültürel, entelektüel, sanatsal vb. öznelerinin kendilerini özgürce ifade edip geliştirdiği, eleştirme, reddetme, muhalefet etme hakkını kullandığı bir platformdur.

Sovyet demokrasisinin çıkmazı

Çağdaş dünyada düşüncenin-fikrin politik biçimlenmesi olan partiler çeşnisine kapalı demokrasilerin -bu ister kapitalist ister sosyalist olsun- tarihsel demokrasinin evriminde yeni bir merhaleyi ve açılımı temsil etme kapasitesi yoktur. Sovyet demokrasinin çıkmazı da buradadır. Bırakalım sosyalist ülkelerde fikirsel planda kapitalizmi savunan parti tabelalarını görmek, (oysa burjuva demokrasisi kendi diyarında sosyalist parti tabelalarının varlığını idrak etmiştir) sosyalist değerler temelinde tek partili yönetime oluşan muhalif hareketlere bile tahammül edilememiştir. Sosyalist düşünce, örgüt, iktidar ve toplum biçimlenmesinde oluşan Tekçilik geleneği aynı değerler üzerinde oluşan her tür muhalefeti şiddetle yâdsıma, yaşam hakkı tanımama gibi vahim sonuçlar yaratmıştır. Sovyetlerde rejimi eleştirenlerin dillere destan Sibirya'nın tecrit hücrelerinde ölüme terk edilmesi veya Kamboçya'da Maoculuk adına Pol Pot yönetiminin milyara varan insanı kırımdan geçirmesi tekçi demokrasi algısı ve uygulamasının vaka-i şerriye dönüşmesinin tipik örnek-leridir. Bugün bile sol sosyalist hareketlerin ekseriyetinde farklı düşünceye, öner-melere, eleştirilere, itiraz etmelere ça-tık gözle yaklaşıldığı bilmediğimiz bir gerçek değildir.

Çok sesli sosyalist demokrasi

Sosyalist demokrasi algılarımız ve kültürümüz tek sesliliğe içkindir ve Marksizm'den, Ekim devriminden ve Sovyet sosyalizminden öğrendiğimiz bu ezberi bozmanın zamanı gelmiştir.
Sosyalist düşünce bilişim çağında iddialı devrimci fikirler kümesinde varlığını sürdürmek istiyorsa o zaman paradigma değişimini gerçekleştirmek durumundadır ki bunun açılımlarından biri de düşün ve demokrasi anlayışını çeşitlendirerek bunu siyasal pratiğe uyarlamaktır. Sosyalizm cıngılında artık tek doğru fikir, ideoloji, parti, program vs. yoktur. Yeni uygarlık koşulunda sosyalist hareket çok sesliliği idrak etmek durumundadır, sosyalist demokrasi çok partili bir karakter taşımadan burjuva demokrasinin pabucunu dama atamaz, yeni uygarlık sürecinin gerektirdiği tarihsel demokrasinin dönüşümüne karşılık düşen bir demokrasi algısı ve pratiği olamaz. Sosyalist bir ülkede birbirinden farklı sınıf ve katmanların kendilerini ayrı siyasal örgütlenmelerde ifade etmesi, kiminin iktidarda kimininse muhalefette olması demokrasinin işleyişi açısından bir tehlike değil aksine sosyalist toplumun olmazsa olmaz özelliklerinden olan akışkanlık ve aşkınlığın resmi statüsü içinde dondurularak bitkisel hayata girmesi tehlikesini önleyecek güvencelerden biridir.

Sosyalist rejimde kapitalist parti tabelaları

Şimdi bu noktada böylesi bir demokrasi düzeneğinde, düşünce babında kapitalist parti tabelalarına da yer olmalı demeye getirsek yok daha neler türünden tepkiler alacağımızdan eminiz. Ancak bilinmelidir ki karşı çıktığınız demokrasinin fikirlerinizi idrak etme düzeyinden daha ileri bir demokrasi idraki ve fiili geliştiremiyorsanız demokrasi bahsinde varacağınız yer kapitalizmin politik sonuçlarına münhasır bir sosyalist hayat hikâyesi yazmaktan öteye geçmeyecektir. Özetle, çok partili burjuva demokrasisinin yeni bir demokrasi paradigmasına ebelik yapamadığı bir tarihi aşamada tek partili sosyalist demokrasi de bu noktadaki iddialarını yitirerek, uygarlık gemisinde kader ortağı olduğu burjuva demokrasisiyle birlikte tarihsel olarak zaman aşımına uğramıştır. Bu mealde sosyalist demokrasi açılımlarımızı yeniçağın demokrasi vizyonu temelinde geliştirmekten başka bir seçenek görünmemektedir.


Yeni paradigma önermeleri

Yukarıda dile getirdiğimiz görüşler, sosyalizmin yaşadığı trajedinin temelinde bir paradigma krizinin olduğu yönündeki gözlemlerimizin bir yansımasıdır. Zira sosyalist sistemde yaşanan çöküş paradigma krizinin dışa vuruşundan ibarettir. Ancak bu krizin sanayi çağının sosyalist paradigmasının revize edilmesiyle aşılamayacağını, sosyalizm adına yeni bir paradigma oluşumuna gidilecekse bunun içinin yeni uygarlık değerleriyle örtük devrimci önerme ve yönelimlerle doldurulması gerektiğini daha yazının başında ifade etmiştik.
Sosyalizmin paradigma krizi tespitinde kesişen çok sayıda düşünür ve görüş olmakla birlikte yeniyi ortaya koymada kimsede hazır bir reçete bulunmamaktadır. Dünyanın en birikimli sosyalist düşünür ve ideologlarını okuyun şimdilik somut olarak söylenebilen, yaşayan sosyalizm derslerinin, sosyalistlerin bundan böyle neler yapmaması gerektiği üzerine fikir yürütmektir. Ancak bu kadarının bile bilince çıkarılması, sosyalist düşünce ve davranış çubuğunun kolaycı ve tecrübe edileni tecrübe etme sürekliğinden değil de büyük tarihsel kopuştan yana bükülmesinde kamçılayıcı bir etki yaratacağını söylemek abartma olmayacaktır.

Sonuç olarak, reel sosyalizm eleştirisinin ötesine gitmek ve yeni paradigma konusunda iz sürmekte ısrarcı olanlara, düşünce teknelerimize fener tutan Mihrac Ural hoca'nın yeni toplumsal uygarlık değerlerinin oluşum süreci ve bunun gündelik yaşama yansımaları üzerine geliştirdiği çözümlemeleri okuyup takip etmelerini salık veriyoruz.

Hiç yorum yok: