31 Ocak 2010 Pazar
YAŞADIĞIMIZ DÖNEM
Zeki BAYTERİN
1 Şubat 2010
Yaşadığımız dönemin çalkantıları insanlığın kültürel dünyasını da altüst etmiştir dünyadaki arayışlar üretim ilişkilerindeki genel karmaşa siyasal ve sosyal belirsizlikler insanlığın ileriye doğru yürüyüşünün geçici bir süre tökezlemesi kültürel özelliklerin de dağılmasını, çözülmesini doğurmuştur belirli bir sınıf yada belirli bir kesimin kültürünü tanımlamasının dahi zorlaştığı çıkar ilişki ve çelişkilerin iç içe geçtiği bir bulanıklık tüm toplumu belirlemektedir
Bu ortamda diğer alanlarda olduğu gibi, kültürel alanda da emperyalizm dünya halkları üzerindeki etkinliğini arttırmış ve halklara yapay empoze bir kültür aşılamaya çalışmıştır. Emperyalizmin bu tavrı kültürün özüyle doğasıyla çakışmadığı için sonuçta eskinin tamamen yok edilemediği ama yeninin de yerine oturtulamadığı kültür yoksulluğu ve yoksunluğu doğmuştur. Kültür kavramı çoğunlukla duygu ve düşünce birliğini sağlayan bütün değerlerin toplamı için kullanılır. Bu anlam gelenek görenek düşünce ve sanat değerleri gibi toplumun bütün kazanımlarını bütün değerlerini tanımlar, kendi renklerini kendi doğasını kendi iklimini yazılı ve sözlü olmayan düşünce ve ruh dünyasını da yaratır.
Emperyalizmin dünya halklarını yakıp kavurduğu bu süreçte egemen güçler çok bilinçli politikalarla, önce kültürel değerlere saldırmış akıtılan kendi kanında toz duman içinde bırakılmış, tarihini varlık koşullarını yitirmiş geleceği konusunda belirsizliğe düşmüş ve geleceğini kazanmak konusunda edilgenleştirilmiş yani geleceğini yitirmiştir.
Bu ara süreçte sosyalistler olarak insanları sadece anlamaya mı çalışacağız yoksa İnsanlığın geleceğine giden yolu yeniden bulacağı inancı ve umudu içinde bugünkü davranış tarzlarının sosyal ve psikolojik çözümlemelerini yaparak sadece bekleyecek ve siyasal düşüncelerimizin elbet bir gün onları değiştirip dönüştüreceğini mi söyleyeceğiz bu ara süreçte dayatılan yozluğu ve anlamsızlığın kemirdiği kişiliksizliği en azından edilgen kalmak yoluyla kabullenecek miyiz, amaçlarımızın temel halkası olan insan ilişkilerinde hemen her çalışma alanı ya da bölgemizde karşımıza çıkan bu çürümeye karşı nasıl tavır alacağız ya da onları tümüyle yadsıyacak ve kirletilmiş bozguna uğratılmış, depresyona sokulmuş toplumda temiz insan arayışına çıkacak çamur deryalarında altın arayan kimyacılar gibi yirmi dört saat toprak mı eleyeceğiz.
Çürümeyi ve yozlaşmayı nasıl önleyecek açılmış yaraları nasıl onaracağız onlarla savaşırken kılıçlarımızı mı kuşanacağız yoksa toplum psikolojisi ve sosyolojinin bize öğrettiği devrimci mücadele içinde kazanılmış deneyimlerin yolumuzu aydınlattığı bir çizgi mi izleyeceğiz, varoluştan bu yana sahip olduğumuz en değerli kavramlar ve insan yeteneğinin en üstün yaratımları olan sevgi ve özgürlük boşaltılmış ve eskitilmiş pazar çuvalları gibi önümüze atılmakta ve bu çirkin çuvallar özgürlüğün sevginin adıyla tanımlanmaktadır.
Materyalizmle yenmeye aşmaya çalıştığımız idealizm bile kendi içinde düşünsel bir sistematiği olan kurallar ve amaçlar sunan bir felsefe idi. İnsanlığın bu günkü görüntüleri ağızlarda çürümüş sakız gibi özgürlük devrimci bilgelik adına uçuşan saçmalıklar idealizm sınırları içinde de çürütülmesi zorunlu argümanlardır hiç bir değer ve anlam taşımamaktadır.
İnkarcılık, şüphecilik, çamur at izi kalsın mantığıyla belirginleşen insan tipi var olan ya da ona sunulan tüm değerleri yadsımakta içinde gezindiği karanlık boşluktan dolayı başta kendisi olmak üzere hiç kimseye ve hiç bir şeye saygı duymamaktadır bizzat kendisine karşı da sevgi, saygı ve güven duymadığı halde ilginç bir biçimde her şeyi kendisi için istemektedir. Bu insanların ortak özelliklerinden biri de dünyayı kendileriyle ya da bencilliklerinin ve körleşmelerinin farklı bir biçimi olan o an için kayda değer olanı yanında gördükleri insanla sınırlamalarıdır.
Bu kadar sınırlı bir dünya sağlıklı değildir, sağlıklı olmadığı için de kendilerini hapsettikleri karanlığın tutsaklık sınırları içinde çok kısa bir süre sonra tümüyle dünyasız kalan bu yaratıklar eski alışkanlıklarından ve yüreklerinden koparıp atmakta zorlandıkları bazı değer kırıntılarının onlarla bir süre mücadele eden son izlerinden de kurtuldukları zaman korkunç bir uçurumun dibine doğru sürüklenmektedirler
ne yazık ki, dönemimizde bu uçurum bir hayli kalabalık olduğu için önceleri tutunacak eller haklısın diyen riyakar diller ve kadehlerini tokuşturabilecekleri başka kadehler bulabildikleri için bir süre sınırsız özgürlüklerinin ve bireysel bağımsızlıklarının tadını çıkarttıklarını sanmakta, hatta bu uçuruma atlamakta direnenleri toplum dışı geri kafalı kel aynak ilan etmektedirler.
Bu tip inkarcı insanlarının saldırganlıkta bir hayli cesur oldukları genel davranış tarzlarından biri olarak saptanmıştır, özellikle üzerinde durulması gereken noktalardan biri de budur. Bu güruh körleşme döneminde büyük bir insanlık savunması görevi yapmakta olan kirlenmemiş unsurların genelde insana ve topluma duydukları sevgi ve saygı nedeniyle daha anlayışlı sabırlı özverili yaklaşımlarından da cesaret alarak bütün iplerini koparmış olmanın sorumsuzluğuyla, büyük bir saldırganlık ve sınır tanımaz bir pervasızlık içine girmektedirler. İnsan toplumsal bir varlıktır İçinde bulunduğu ortamla girdiği ilişkilerle bu ilişkilerdeki rolüyle ve yaşamsal işlevleriyle değeri belirlenir onun bu günkü duruşu yine onu çevreleyen ilişkiler içindeki değer yargıları ve içinde yer aldığı sosyal kesimin, varoluş kurallarıyla bir anlam ve değer kazanır. Özgürlükse çizilen yolda saptanan amaçta verilen en insani mücadeledir suyun akışı en büyük özgürlük düşlerimizden en estetik özgürlük tanımlamalarımızdan biridir. Bir dağ yamacından tertemiz doğar çoğu kez onun doğduğu yeri yalçın kayalıklar ve ulu çam ağaçları eşliğinde düşleriz,
fakat su ve özgürlük arasında kurduğumuz soyut bağlantılar burada biter onun vadiye ininceye kadar dağlara ve önüne çıkan diğer engellere karşı verdiği amansız mücadeleyi sıradan özgürlük heveslerimizi zorladığı için es geçeriz akarsu mücadelenin bir aşamasını kazanıp ovaya indiği zaman karşılaştığı güçlükleri de burada ayrıca sıralayıp düşlerimizi doğanın bu çizgileriyle canlandırdığımız özgürlük düşlerimizi daha fazla zorlamaya gerek yok gürül gürül akan bir nehir bir çağlayan ve hele suyun engin maviler bembeyaz köpükler eşliğinde denize kavuşması soyut özgürlük hayallerimize nede güzel denk düşer
Bu çağrışımlar bütün güzellikleriyle sürer sürmelidir su ve mavi enginlikler dağ yamaçlarındaki esintiler bizim özgürlük ufkumuzu daima beslemelidir ama düşlerimiz ve esintilerimizle gerçek arasındaki sınırda ayaklarımızı sıkıca yeryüzüne basarak birazcık durmalıyız ve suyun akışını sürdürmek için o erişilmez o yalçın o dimdik bir onurla göğsünü gökyüzüne geren dağlara doğanın diğer oluşumlarına karşı verdiği savaşımı da düşünmeliyiz
bu zorlu savaşımda birazcık daha aşınan dağlar orada öyle özgürce durur su savaştığı müddetçe özgürce akar dağın suyun gökyüzünde süzülüşü için üzerine yüzlerce özgürlük şiirleri adadığımız şahinin bağlandığı doğa kurallarını düşünün Onlar özgürdürler ama bu özgürlüklerini yani öylece varoluşlarını sürdürmek için varoluşlarının her anında doğanın diğer oluşumlarına karşı direnmektedirler
peki bütün bunlara rağmen evrenin bu ikliminde hiçbir şeyin bağlamadığı hiçbir kuralın sınırlayamayacağı bir özgürlük sadece insan denilen varlığın bazı uyanıklarına mı bahşedilmiştir yoksa mücadelenin bittiği yani aslında reel anlamda yaşamlarının bittiği bir yok oluş sürecine taktıkları yaldızlı bir yanılsamanın adı mıdır
Tıpkı nehrin akışı gibi en fazla özgürleşenler en fazla yaşamı kazananlar ve kazandıranlardır Sadece dünü değil bugünü ve geleceği kazanacak olanlar bunu çoğalarak insanlarla her an biraz daha bütünleşip büyüyerek bir halk gibi halklar gibi dünyanın yarına gereksinimi olan bütün insanları gibi yaşayanlardır İşte onlar dünyanın en fazla özgür olabilen insanlarıdır onların gerçekten özgürlüklerinin sınırı yoktur bir sevgili bir ev bir kent bir ülke değil koskoca dünya dahi onların özgürlük sınırlarına yetmez
Tarihin yüzyılların geleceğin içinde bir şahin gibi uçar dururlar bir yaşamla kendilerinin yaşamıyla sınırlı kalmaktan kurtulmuş özgürlüğün doğanın tümüne verdiği yeni anlamlar vardır bu özgürlük sayesinde insan soyunun ve doğanın çehresi her türlü prangalarından kurtulma umudu taşır ve bu özgürlük gerçekleşmeye doğru yol aldıkça umutlar gerçeğe dönüşür özgürlük yeryüzüne iner bu tutku İnsan oğlunun ve insan kızının varoluş öyküsüyle başlar Spartaküs sosyalist değildi ama özgürlüğün yolunu buldu Demirci Kawa sosyalist değildi ama kavgasının yolu özgürlüğün yoluydu
Duygularımızın kurtuluşu da toplumsal kurtuluşumuza kalın ve tarihin bütün tutsaklıklarının ve savrulmalarının pasıyla kirlenmiş zincirleriyle bağlıdır
1 Şubat 2010
Yaşadığımız dönemin çalkantıları insanlığın kültürel dünyasını da altüst etmiştir dünyadaki arayışlar üretim ilişkilerindeki genel karmaşa siyasal ve sosyal belirsizlikler insanlığın ileriye doğru yürüyüşünün geçici bir süre tökezlemesi kültürel özelliklerin de dağılmasını, çözülmesini doğurmuştur belirli bir sınıf yada belirli bir kesimin kültürünü tanımlamasının dahi zorlaştığı çıkar ilişki ve çelişkilerin iç içe geçtiği bir bulanıklık tüm toplumu belirlemektedir
Bu ortamda diğer alanlarda olduğu gibi, kültürel alanda da emperyalizm dünya halkları üzerindeki etkinliğini arttırmış ve halklara yapay empoze bir kültür aşılamaya çalışmıştır. Emperyalizmin bu tavrı kültürün özüyle doğasıyla çakışmadığı için sonuçta eskinin tamamen yok edilemediği ama yeninin de yerine oturtulamadığı kültür yoksulluğu ve yoksunluğu doğmuştur. Kültür kavramı çoğunlukla duygu ve düşünce birliğini sağlayan bütün değerlerin toplamı için kullanılır. Bu anlam gelenek görenek düşünce ve sanat değerleri gibi toplumun bütün kazanımlarını bütün değerlerini tanımlar, kendi renklerini kendi doğasını kendi iklimini yazılı ve sözlü olmayan düşünce ve ruh dünyasını da yaratır.
Emperyalizmin dünya halklarını yakıp kavurduğu bu süreçte egemen güçler çok bilinçli politikalarla, önce kültürel değerlere saldırmış akıtılan kendi kanında toz duman içinde bırakılmış, tarihini varlık koşullarını yitirmiş geleceği konusunda belirsizliğe düşmüş ve geleceğini kazanmak konusunda edilgenleştirilmiş yani geleceğini yitirmiştir.
Bu ara süreçte sosyalistler olarak insanları sadece anlamaya mı çalışacağız yoksa İnsanlığın geleceğine giden yolu yeniden bulacağı inancı ve umudu içinde bugünkü davranış tarzlarının sosyal ve psikolojik çözümlemelerini yaparak sadece bekleyecek ve siyasal düşüncelerimizin elbet bir gün onları değiştirip dönüştüreceğini mi söyleyeceğiz bu ara süreçte dayatılan yozluğu ve anlamsızlığın kemirdiği kişiliksizliği en azından edilgen kalmak yoluyla kabullenecek miyiz, amaçlarımızın temel halkası olan insan ilişkilerinde hemen her çalışma alanı ya da bölgemizde karşımıza çıkan bu çürümeye karşı nasıl tavır alacağız ya da onları tümüyle yadsıyacak ve kirletilmiş bozguna uğratılmış, depresyona sokulmuş toplumda temiz insan arayışına çıkacak çamur deryalarında altın arayan kimyacılar gibi yirmi dört saat toprak mı eleyeceğiz.
Çürümeyi ve yozlaşmayı nasıl önleyecek açılmış yaraları nasıl onaracağız onlarla savaşırken kılıçlarımızı mı kuşanacağız yoksa toplum psikolojisi ve sosyolojinin bize öğrettiği devrimci mücadele içinde kazanılmış deneyimlerin yolumuzu aydınlattığı bir çizgi mi izleyeceğiz, varoluştan bu yana sahip olduğumuz en değerli kavramlar ve insan yeteneğinin en üstün yaratımları olan sevgi ve özgürlük boşaltılmış ve eskitilmiş pazar çuvalları gibi önümüze atılmakta ve bu çirkin çuvallar özgürlüğün sevginin adıyla tanımlanmaktadır.
Materyalizmle yenmeye aşmaya çalıştığımız idealizm bile kendi içinde düşünsel bir sistematiği olan kurallar ve amaçlar sunan bir felsefe idi. İnsanlığın bu günkü görüntüleri ağızlarda çürümüş sakız gibi özgürlük devrimci bilgelik adına uçuşan saçmalıklar idealizm sınırları içinde de çürütülmesi zorunlu argümanlardır hiç bir değer ve anlam taşımamaktadır.
İnkarcılık, şüphecilik, çamur at izi kalsın mantığıyla belirginleşen insan tipi var olan ya da ona sunulan tüm değerleri yadsımakta içinde gezindiği karanlık boşluktan dolayı başta kendisi olmak üzere hiç kimseye ve hiç bir şeye saygı duymamaktadır bizzat kendisine karşı da sevgi, saygı ve güven duymadığı halde ilginç bir biçimde her şeyi kendisi için istemektedir. Bu insanların ortak özelliklerinden biri de dünyayı kendileriyle ya da bencilliklerinin ve körleşmelerinin farklı bir biçimi olan o an için kayda değer olanı yanında gördükleri insanla sınırlamalarıdır.
Bu kadar sınırlı bir dünya sağlıklı değildir, sağlıklı olmadığı için de kendilerini hapsettikleri karanlığın tutsaklık sınırları içinde çok kısa bir süre sonra tümüyle dünyasız kalan bu yaratıklar eski alışkanlıklarından ve yüreklerinden koparıp atmakta zorlandıkları bazı değer kırıntılarının onlarla bir süre mücadele eden son izlerinden de kurtuldukları zaman korkunç bir uçurumun dibine doğru sürüklenmektedirler
ne yazık ki, dönemimizde bu uçurum bir hayli kalabalık olduğu için önceleri tutunacak eller haklısın diyen riyakar diller ve kadehlerini tokuşturabilecekleri başka kadehler bulabildikleri için bir süre sınırsız özgürlüklerinin ve bireysel bağımsızlıklarının tadını çıkarttıklarını sanmakta, hatta bu uçuruma atlamakta direnenleri toplum dışı geri kafalı kel aynak ilan etmektedirler.
Bu tip inkarcı insanlarının saldırganlıkta bir hayli cesur oldukları genel davranış tarzlarından biri olarak saptanmıştır, özellikle üzerinde durulması gereken noktalardan biri de budur. Bu güruh körleşme döneminde büyük bir insanlık savunması görevi yapmakta olan kirlenmemiş unsurların genelde insana ve topluma duydukları sevgi ve saygı nedeniyle daha anlayışlı sabırlı özverili yaklaşımlarından da cesaret alarak bütün iplerini koparmış olmanın sorumsuzluğuyla, büyük bir saldırganlık ve sınır tanımaz bir pervasızlık içine girmektedirler. İnsan toplumsal bir varlıktır İçinde bulunduğu ortamla girdiği ilişkilerle bu ilişkilerdeki rolüyle ve yaşamsal işlevleriyle değeri belirlenir onun bu günkü duruşu yine onu çevreleyen ilişkiler içindeki değer yargıları ve içinde yer aldığı sosyal kesimin, varoluş kurallarıyla bir anlam ve değer kazanır. Özgürlükse çizilen yolda saptanan amaçta verilen en insani mücadeledir suyun akışı en büyük özgürlük düşlerimizden en estetik özgürlük tanımlamalarımızdan biridir. Bir dağ yamacından tertemiz doğar çoğu kez onun doğduğu yeri yalçın kayalıklar ve ulu çam ağaçları eşliğinde düşleriz,
fakat su ve özgürlük arasında kurduğumuz soyut bağlantılar burada biter onun vadiye ininceye kadar dağlara ve önüne çıkan diğer engellere karşı verdiği amansız mücadeleyi sıradan özgürlük heveslerimizi zorladığı için es geçeriz akarsu mücadelenin bir aşamasını kazanıp ovaya indiği zaman karşılaştığı güçlükleri de burada ayrıca sıralayıp düşlerimizi doğanın bu çizgileriyle canlandırdığımız özgürlük düşlerimizi daha fazla zorlamaya gerek yok gürül gürül akan bir nehir bir çağlayan ve hele suyun engin maviler bembeyaz köpükler eşliğinde denize kavuşması soyut özgürlük hayallerimize nede güzel denk düşer
Bu çağrışımlar bütün güzellikleriyle sürer sürmelidir su ve mavi enginlikler dağ yamaçlarındaki esintiler bizim özgürlük ufkumuzu daima beslemelidir ama düşlerimiz ve esintilerimizle gerçek arasındaki sınırda ayaklarımızı sıkıca yeryüzüne basarak birazcık durmalıyız ve suyun akışını sürdürmek için o erişilmez o yalçın o dimdik bir onurla göğsünü gökyüzüne geren dağlara doğanın diğer oluşumlarına karşı verdiği savaşımı da düşünmeliyiz
bu zorlu savaşımda birazcık daha aşınan dağlar orada öyle özgürce durur su savaştığı müddetçe özgürce akar dağın suyun gökyüzünde süzülüşü için üzerine yüzlerce özgürlük şiirleri adadığımız şahinin bağlandığı doğa kurallarını düşünün Onlar özgürdürler ama bu özgürlüklerini yani öylece varoluşlarını sürdürmek için varoluşlarının her anında doğanın diğer oluşumlarına karşı direnmektedirler
peki bütün bunlara rağmen evrenin bu ikliminde hiçbir şeyin bağlamadığı hiçbir kuralın sınırlayamayacağı bir özgürlük sadece insan denilen varlığın bazı uyanıklarına mı bahşedilmiştir yoksa mücadelenin bittiği yani aslında reel anlamda yaşamlarının bittiği bir yok oluş sürecine taktıkları yaldızlı bir yanılsamanın adı mıdır
Tıpkı nehrin akışı gibi en fazla özgürleşenler en fazla yaşamı kazananlar ve kazandıranlardır Sadece dünü değil bugünü ve geleceği kazanacak olanlar bunu çoğalarak insanlarla her an biraz daha bütünleşip büyüyerek bir halk gibi halklar gibi dünyanın yarına gereksinimi olan bütün insanları gibi yaşayanlardır İşte onlar dünyanın en fazla özgür olabilen insanlarıdır onların gerçekten özgürlüklerinin sınırı yoktur bir sevgili bir ev bir kent bir ülke değil koskoca dünya dahi onların özgürlük sınırlarına yetmez
Tarihin yüzyılların geleceğin içinde bir şahin gibi uçar dururlar bir yaşamla kendilerinin yaşamıyla sınırlı kalmaktan kurtulmuş özgürlüğün doğanın tümüne verdiği yeni anlamlar vardır bu özgürlük sayesinde insan soyunun ve doğanın çehresi her türlü prangalarından kurtulma umudu taşır ve bu özgürlük gerçekleşmeye doğru yol aldıkça umutlar gerçeğe dönüşür özgürlük yeryüzüne iner bu tutku İnsan oğlunun ve insan kızının varoluş öyküsüyle başlar Spartaküs sosyalist değildi ama özgürlüğün yolunu buldu Demirci Kawa sosyalist değildi ama kavgasının yolu özgürlüğün yoluydu
Duygularımızın kurtuluşu da toplumsal kurtuluşumuza kalın ve tarihin bütün tutsaklıklarının ve savrulmalarının pasıyla kirlenmiş zincirleriyle bağlıdır
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder