25 Ocak 2010 Pazartesi
BEYLER DERESİ BİR TARİHTİR !..
Zeki BAYTERİN
25 oCAK 2010
26 Ocak, Beylerderesi’nin yıldönümüdür. O gün yaşanılanlar, yeni kuşaklara aktarılmak zorundadır. Beylerderesi bir tarihtir! Üç yiğit insanın; İlker AKMAN, Hasan Basri TEMİZALP ve Yusuf Ziya GÜNEŞ yoldaşların, fiziki yok oluş pahasına yarattıkları Beylerderesi, bizim tarihimizdir!
Che’nin, “devrim tarihi” belirlemesine atfen söyleyecek olursak; “basit insanların samimi çabalarıyla” oluşturulan bu tarihin, “Kızıldere’nin devamı” olarak adlandırılması yerindedir! THKP-C’nin, Kızıldere’de yarattığı gelenek, Beylerderesi’nde sürdürülmüş ve Kızıldere’den-Beylerderesi’ne uzanan pratik gerilla mücadelesiyle çizilen rota, eylem birliği perspektifi olarak, THKP-C’nin ardıllarına miras olarak bırakılmıştır...
Kızıldere’den-Beylerderesi’ne uzanan ve sokak çatışmalarında, kırsal alanlarda, darağaçlarında, barikat başlarında, grev çadırlarında, üniversitelerde, zindan direnişlerinde ve enternasyonalist dayanışmada yaratılan THKP-C’nin tarihi; engin zenginliğe sahiptir. “İrade, eylem ve disiplin birliği” açısından oldukça zengin derslerle dolu olan bu tarihimizde, iki konunun altını çizmek istiyoruz. Savaşçı gelenek ve devrimci çizgi.
SAVAŞÇI GELENEK
“İnsanlık mücadelesi” açısından oldukça bereketli topraklara sahip olan Anadolu coğrafyasında, Türkiye Devrimci Hareketi’nin 50 yıllık birikiminin olumsuzluklarını yadsıyarak ve olumluluklarını içselleştirerek yükselen THKP-C, geleneksel soldan köklü bir kopuşla mücadele alanına girdi. Geleneksel solun revizyonist/reformist çemberini yırtarak mücadeleyi omuzlayan THKP-C, Türkiye’deki marksist hareketin devamı olduğunun bilinciyle, devrim bayrağını sürekli yükseltmeyi amaç edinmiştir. Bu amaca ulaşmada, “inkârcı” yaklaşımı dışlayan ve “devrimci eleştiri”yi ilke edinen THKP-C’nin kurucusu ve önderimiz Mahir Çayan yoldaşın;
“Bugün ve yarın için doğru olan politika, dünün eleştirisinden çıkar. Biz, Türkiye’deki marksist hareketin tarihine sonuna kadar saygılıyız. Ve onun bir devamı olarak kendimizi görmekteyiz.” (“Toplu Yazılar”, Özgürlük Yayınları, sf; 198) sözleri, geçmiş birikimin tüm olumluluklarının içselleştirildiğinin ve olumsuzluklarının yadsındığının ifadesi olduğu açıktır. “Tarih bilinci”nin yalın bir ifadesi olan bu durum; sadece devrimci etik sorunu değil, aynı zamanda sınıflar savaşımının bir zorunluluğudur!..
THKP-C’nin kuruluşunun öngünlerinde; 1965-70 dönemi Türkiye’sindeki sınıflar mücadelesinin keskinleşmesine bağlı olarak, 50 yıllık revizyonist/reformist gelenek temsilcileri kendi kabuklarına çekilmiş ve “genç militanlar”, devrim arenasında tek başlarına kalmışlardı. Türkiye’yi sarsan bu devrimci kasırga döneminde; işçi ve köylü hareketlerini yönlendirme gayreti içinde olan ve DEV-GENÇ aracılığıyla sayısız anti-emperyalist gençlik hareketlerine önderlik eden devrimci sosyalist hareket, 30’dan fazla şehit verdiği bu mücadele içerisinde çelikleşti. “Sol’daki pasifistlerin, revizyonistlerin ve devrim hokkabazlarının” kendi köşelerine çekildiği bu dönemde, “hayat, devrimci pratiğin içindeki işçi, köylü, öğrenci militanları bir araya getirdi” ve “proleter devrimci bir örgüt doğdu.”
İşte THKP-C, sınıflar mücadelesinin keskinleştiği böylesi bir ortamda, o günlerin “genç militanları” ve sözcüğün gerçek anlamıyla devrimci sosyalistlerce 1970 Aralık ayında kuruldu. İçinden çıkılan politik ortamın izlerini taşımakla (“Kemalizm” konusundaki yanılsama, bu izlerin ürünüdür) birlikte, pratik faaliyetler nedeniyle tamamlanamayan çalışmaların doğal bir sonucu olarak belirli eksiklikler taşıyan (özellikle, “ulusal sorun”da) bir devrim programı oluşturulmuştu. “İrade birliği” olarak adlandırılan programatik görüşler; belirttiğimiz eksikliklere rağmen, KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-III’de ortaya konulmuş ve o dönemde geleneksel soldan sürekli bir kopuş sağlanarak; ilk kez, devrimci sosyalist bir çözümleme gerçekleştirilmişti. Yine, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi/PASS ile ifade edilen bir devrim stratejisi ortaya konularak, “eylem birliği”nin içeriği açıklanmıştı. Yanısıra, Parti ve Cephe tüzükleri de ortaya konularak, “disiplin birliği”nin açımlanmasına gidilmişti. Böylece, “irade birliği, eylem birliği ve disiplin birliği” bileşkesiyle, “maddi örgüt birliği”ni oluşturan THKP-C; devrim ve sosyalizm hedefini herşeyin üzerinde tutan, devrimci dayanışma ve enternasyonalizmi yaşam biçimi olarak kavrayan anlayışıyla, Türkiye sınıflar mücadelesine damgasını vuracaktı...
Kendi öz güçlerine güven, cesaret ve atılganlık niteliğini kuşanarak Parti-Cephe’yi oluşturan öncellerimiz; “karşı-devrim cephesinin bütün baskı, şiddet ve cebrini göğüsleyerek” her alanda harekete geçişi esas aldılar. Çünkü onlar biliyorlardı ki; “Örgütü örgüt yapan, onu kitlelere tanıtan, programlar ve yaldızlı laflar değil, devrimci eylemdir.” (M. Çayan, age, sf;356)
Sol lafazanların, “ceğiz-cağız”la onyıllardır oyaladığı kitlelerde, DEV-GENÇ’in mücadelesiyle yarattığı sempati, yerini silahlı propaganda temelinde yürütülen devrimci savaşın kitleleri derinden etkilemesine bırakıyordu. THKP-C’nin yürüttüğü bu devrimci savaşa -ki, THKO’nun mücadelesinin etkisi de gözardı edilemez-, Türkiye oligarşisinin, iktidarını kaybetme korkusuyla verdiği yanıt; siyasal zorun askeri biçimde maddeleştirilmesi oldu.
THKP-C’nin yeni oluştuğu ve devletle açık savaş yürüttüğü 1971 başlarında gündeme getirilen 12 Mart Cuntası’nın tüm azgınca saldırılarına rağmen, onun emperyalizmin işbirlikçisi ve faşist niteliğini açığa çıkartma mücadelesi; yenilen darbeler ve verilen şehitler pahasına, aynı kararlılıkla sürdürüldü. Cevahir yoldaşın şehit düşmesi ve Küpeli-Aktolga “ihanetçi kliği”nin Parti’yi sağ çizgiye çekmeye çalışmaları; THKP-C’nin, siyasi gerçekleri açıklama mücadelesini temelleyen silahlı propaganda faaliyeti yürütmesinin engeli olmadı. 29 Kasım 1971’de, Maltepe Askeri Cezaevi’nden firar eden Mahir ve Ulaş yoldaşlar, öncelikle “ihanetçi kliği” Parti’den uzaklaştırdı ve THKP-C, 12 Mart Cuntası’nın “bütün baskı, şiddet ve cebrini göğüsleyerek” devrimci savaşı kaldığı yerden devam ettirdi...
Ulaş yoldaşın şehit düştüğü bu devrimci savaş süreci, Türkiye Devrimci Hareketi açısından bir manifesto olarak değerlendirilmesi gereken Kızıldere’ye kadar kesintisiz olarak sürdürüldü. Düşmanın ağır silahlar da kullandığı yüksek ateş gücüne rağmen, az sayıda ve çok sınırlı atış gücüne sahip silahlarıyla son mermilerine kadar çatışıp şehit düşenlerin Kızıldere’de yarattığı devrimci savaş ve direniş manifestosu, geridekilere bırakılan önemli bir miras ve gelenektir!..
THKP-C’nin, devrimci eylem çizgisinin bir uzantısı olarak ele alınması gereken Kızıldere; siyasal devamlılık için fiziki yok oluşun Türkiye’deki ilk örneği ve Parti’mizin devrimci direniş manifestosudur! Evet, Kızıldere’de, kararlılıkla sürdürülen devrimci savaşta, bir muharebe kaybedilmiş ve buna bağlı olarak da, örgütsel dağınıklık yaşanmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki;
“Ve bazen ‘yenilgiler’, devrim tarihlerinde birçok zaferden daha güçlü etkilerle kendi misyonunu belirler. Çünkü, yaratılan stratejik direniş, düşmanın hareket mevzilerinin, psikolojik üstünlüğünün önüne dikilir. O gerilim ve denge anlarıdır ki, sessizlik, teslim oluş veya direniş, belirleyici sınıflar savaşı olgusu olarak süreci uzun erimli, uzun soluklu ve çok yönlü olarak belirler. Sonuç, maddi veriler açısından ne olursa olsun.” (“Şafak Yargılanamaz-II”, sf;449)
GELENEK DEVAM EDİYOR
THKP-C’nin kurulduğu ilk andan itibaren, oligarşiye karşı başlattığı ve Kızıldere sonrasında kesintiye uğramış olan devrimci savaş; uzun erimli sınıflar mücadelesinin yeni dönemini de belirlemiştir. Kızıldere’nin son olmadığı ve savaşçı geleneğin devam ettirileceğini görmek için, üç yıllık bir zaman dilimi yetmiştir. 1975’lerde, Hareketimizin öncülerince yeniden başlatılan silahlı mücadele ile sürdürülen savaşçı gelenek, Beylerderesi’yle ivme kazanmıştır...
Devrimci sosyalist hareketin temel güçlerinin Kızıldere’de imha edilmesinin yanısıra; kendince önemli iç gereksinmelerini de karşılayan oligarşi, 1973 seçimlerine başvurdu. Böylece, açık faşizm döneminin yoğunlaşmış baskı ve terör ortamının bunalttığı kitlelerin patlama noktasına gelmesini engellemek ve suni dengeyi sürdürebilmek için, faşizmin “açık” icrasını dönüştürerek yeniden “gizli” niteliğe bürünmesini sağlayıp, kurulu düzenin devam etmesini amaçlamaktaydı.
1973 seçimleri sonrasında gündeme gelen CHP-MSP koalisyon döneminin “göreli serbestlik” ortamı, bir yandan sınırlı legal çalışma olanaklarının doğmasına neden olurken; aynı zamanda “reformist-teslimiyetçi” akımların güçlenmesine de zemin hazırlamıştı. Kızıldere sonrasında geride kalan Parti-Cephe’li unsurlar/sempatizanlar ve “silahlı mücadele” savunucuları, moral yitimi içerisinde şaşkın ve edilgen bir konumda beklemekteydiler. Özellikle cezaevlerindeki Parti-Cephe’li kadroların; dışarıdakilere gönderdikleri; “bekleyin, acele etmeyin” komutları ve yurtdışındaki “kalıntılar”ın, devrimci potansiyelin verili koşullarını değerlendiremeyişleriyle örtüşen basiretsizlik ve yeteneksizlikleri, böylesi bir ortamın doğmasına neden olmuştu.
Bu kargaşa ve beklenti sürecinde, saflar da netleşmekteydi. Parti-Cephe ardılları arasında “mirasyedi”ci çizgi ve mücadeleyi kaldığı yerden devam ettirme anlayışında kendini gösteren bir ayrışma yaşanmıştı. Devrimci potansiyeli değerlendirmek isteyen “arayış çizgisi”, ne yazık ki çeşitli gruplardan/çevrelerden oluşmaktaydı. Kızıldere geleneğini sürdürebilmek ve THKP-C’nin geride kalan samimi unsurlarını/sempatizanlarını toparlayarak mücadeleyi sürdürmek amacıyla yola çıkan İstanbul, İzmir ve Ankara merkezli girişimler bulunuyordu.
Hareketimiz tarafından İstanbul merkezli olarak 1975 yılında ABD ve NATO hedeflerine yönelik politik-askeri eylemleri ile Kızıldere sonrasında yeniden başlatılan “silahlı mücadele”, diğer girişimlerin de harekete geçmesini hazırlayacak koşulları oluşturmuştu. Artık sis dağılmış, buz kırılmış ve “yürüyüş” başlamıştı...
Kendilerini,”Türkiye Devriminin Acil Sorunları” (TDAS) broşürüyle ifade eden Ankara merkezli başlangıç yapan bir başka devrimci yapının başını, THKP-C’nin Ankara kadrosunda yer alan Koray Doğan’la (8 Mart 1972’de Ankara’da, kontr-gerilla tarafından vurularak katledildi) örgütsel ilişki içerisinde bulunan İlker Akman çekmekteydi. Yine o süreçte “Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz” broşürünü yazarak, günceldeki taktik politikasını ortaya koyan İlker Akman, TDAS broşürünü kaleme alanların da içerisindeydi.
TDAS broşürü etrafında bir arada bulunan bu grup, esas olarak Ankara’da AYÖD ve TMMOB içerisinde faaliyet göstermekteydi. 1975 yazında, TDAS çevresi “Yurtdışı grubu” ile birleşti. Sağlam temellere dayanmayan bu birleşme kısa bir süre sonra ayrışma ile sonuçlandı.
Öncü Savaşı’nın hazırlıklarının tamamlandığı tespitini yapan İlker Akman; Sivas, Malatya, Elbistan/Maraş’ta, MHP ve ordu güçlerine yönelik askeri eylemlerin planlandığı “taktik politika”yı da belirleyerek, buzun kırıldığı yoldan yürüme kararlılığını göstermişti. Hasan Basri Temizalp (III. THKO Davası’ndan yargılanmış ve cezaevinden çıktıktan sonra, İlker Akman tarafından bu çevreye kazandırılmıştı) ve Yusuf Ziya Güneş ile birlikte bölgeye geçen İlker Akman; yerel kadroların da katılacağı bir dizi askeri eylemleri organize edecekti. Sivas’ta MHP binasının bombalanması sonrasında Malatya’ya geçen üç kişilik grubun “yürüyüş”ü, il merkezinde karşılaştıkları devlet güçleriyle çatışarak -bu çatışmada, bir polis ve bir bekçi ölmüştür- çekildikleri Beylerderesi’nde (Malatya’ya oldukça yakın dağlık alan) noktalandı...
26 Ocak 1976’da, Beylerderesi’nde bir dağ evinde kuşatılan bu üç yiğit militan devlet güçlerinin saldırılarına karşı, sadece tabancalarıyla -Malatya’daki çatışmada, ellerindeki makinalı tabancayı bırakmak zorunda kalmışlardı- karşılık veriyordu. Yüzlerce polisin silahlı ve makinalı tabancalı saldırısının yanısıra, helikopterden atılan bombalar, direnme geleneğini kuşanan Üç’lerin tabanca mermileriyle karşılık buluyordu. Düşmanın yüksek ateş gücü, bir kez daha sınırlı atış gücüne sahip silahları susturmuştu. Hasan Basri Temizalp ve Yusuf Ziya Güneş’in katledildiği bu yoğun saldırıda yaralanan İlker Akman, operasyonu yöneten dönemin İçişleri Bakanı Ferit Kubat ve yerel mülk-i erkan içerisinde yer alan Abdülkadir Aksu’nun (şimdiki İçişleri Bakanı) emriyle kurşuna dizildi.
Bir kez daha, siyasal devamlılık için fiziki yokoluş göze alınmış ve Kızıldere’de yaratılan savaşçı gelenek, Beylerderesi’nde sürdürülmüştü. Çünkü Üç’ler biliyorlardı ki; “Geçmişin mirasçısı, geçmişteki kararlı ve uzlaşmaz mücadelelerin mirasçısı olmak isteyen kimse, bugün doğru devrimci çizgide proletaryanın devrimci bayrağını yükseklerde tutmak zorundadır.” (Mahir Çayan, age, sf;198)
DEVRİMCİ ÇİZGİ
Bilindiği üzere THKP-C, devrim stratejisini, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi (PASS) olarak belirlemişti. Ülkenin içinde bulunduğu koşullar gereği, şehirlerde başlatılıp kırlarda devam ettirilecek olan ve son sözün şehirlerde söyleneceği bu strateji; Silahlı Propaganda’nın temel alındığı Öncü Savaşı’yla kitleleri örgütlemeyi esas alır ve kır-şehir diyalektik bütünselliği gözetilerek (“Birleşik Devrimci Savaş” esprisi) yürütülür. İşte, Kızıldere’de ifadesini bulacağımız bu stratejik gerilla hattının doğuşu, böylesi bir anlayışın ürünüdür.
71 eylemlerinden Kızıldere’ye, 1975’de yeniden başlatılan savaşa, Beylerderesine, Haziranlara ve günümüze akan süreç bu stratejik rotanın ürünüdür. Beylerderesi, Kızıldere sonrasındaki yenilgi atmosferine Devrimci Sosyalist Hareketin vurduğu darbenin ardından gelişen en önemli direniş eylemlerinden biridir. Kızıldere sonrasında savaşı sürdürme iradesinin, kararlığının güçlü biçimde ortaya konulduğu önemli kilometre taşlarındandır.
Kızıldere’den Beylerderesi’ne, Haziranlara uzanan direnişlerde şehitlerimizin bedenleriyle yarattığı savaşçı gelenek ve devrimci çizgi, “engin zenginliğe” sahip devrim ve sosyalizm mücadelesinde yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor, edecek! Engels’in dediği gibi;“Kendi tarihimizi kendimiz yapıyoruz, ama her şeyden önce belirli öncüllerle birlikte ve çok belirli koşullar içinde.” (“Felsefe İncelemeleri”, Marx-Engels, Sol Yay. sf;52)
Öyleyse yolumuz, Kızıldere’den-Beylerderesi’ne, Haziran’dan-Şubat’a; çatışmalarda, darağaçlarında ve tutuşturulan bedenlerle, Şafakları kızıllaştırarak devrim yolunda düşenlerin yoludur!..
25 oCAK 2010
26 Ocak, Beylerderesi’nin yıldönümüdür. O gün yaşanılanlar, yeni kuşaklara aktarılmak zorundadır. Beylerderesi bir tarihtir! Üç yiğit insanın; İlker AKMAN, Hasan Basri TEMİZALP ve Yusuf Ziya GÜNEŞ yoldaşların, fiziki yok oluş pahasına yarattıkları Beylerderesi, bizim tarihimizdir!
Che’nin, “devrim tarihi” belirlemesine atfen söyleyecek olursak; “basit insanların samimi çabalarıyla” oluşturulan bu tarihin, “Kızıldere’nin devamı” olarak adlandırılması yerindedir! THKP-C’nin, Kızıldere’de yarattığı gelenek, Beylerderesi’nde sürdürülmüş ve Kızıldere’den-Beylerderesi’ne uzanan pratik gerilla mücadelesiyle çizilen rota, eylem birliği perspektifi olarak, THKP-C’nin ardıllarına miras olarak bırakılmıştır...
Kızıldere’den-Beylerderesi’ne uzanan ve sokak çatışmalarında, kırsal alanlarda, darağaçlarında, barikat başlarında, grev çadırlarında, üniversitelerde, zindan direnişlerinde ve enternasyonalist dayanışmada yaratılan THKP-C’nin tarihi; engin zenginliğe sahiptir. “İrade, eylem ve disiplin birliği” açısından oldukça zengin derslerle dolu olan bu tarihimizde, iki konunun altını çizmek istiyoruz. Savaşçı gelenek ve devrimci çizgi.
SAVAŞÇI GELENEK
“İnsanlık mücadelesi” açısından oldukça bereketli topraklara sahip olan Anadolu coğrafyasında, Türkiye Devrimci Hareketi’nin 50 yıllık birikiminin olumsuzluklarını yadsıyarak ve olumluluklarını içselleştirerek yükselen THKP-C, geleneksel soldan köklü bir kopuşla mücadele alanına girdi. Geleneksel solun revizyonist/reformist çemberini yırtarak mücadeleyi omuzlayan THKP-C, Türkiye’deki marksist hareketin devamı olduğunun bilinciyle, devrim bayrağını sürekli yükseltmeyi amaç edinmiştir. Bu amaca ulaşmada, “inkârcı” yaklaşımı dışlayan ve “devrimci eleştiri”yi ilke edinen THKP-C’nin kurucusu ve önderimiz Mahir Çayan yoldaşın;
“Bugün ve yarın için doğru olan politika, dünün eleştirisinden çıkar. Biz, Türkiye’deki marksist hareketin tarihine sonuna kadar saygılıyız. Ve onun bir devamı olarak kendimizi görmekteyiz.” (“Toplu Yazılar”, Özgürlük Yayınları, sf; 198) sözleri, geçmiş birikimin tüm olumluluklarının içselleştirildiğinin ve olumsuzluklarının yadsındığının ifadesi olduğu açıktır. “Tarih bilinci”nin yalın bir ifadesi olan bu durum; sadece devrimci etik sorunu değil, aynı zamanda sınıflar savaşımının bir zorunluluğudur!..
THKP-C’nin kuruluşunun öngünlerinde; 1965-70 dönemi Türkiye’sindeki sınıflar mücadelesinin keskinleşmesine bağlı olarak, 50 yıllık revizyonist/reformist gelenek temsilcileri kendi kabuklarına çekilmiş ve “genç militanlar”, devrim arenasında tek başlarına kalmışlardı. Türkiye’yi sarsan bu devrimci kasırga döneminde; işçi ve köylü hareketlerini yönlendirme gayreti içinde olan ve DEV-GENÇ aracılığıyla sayısız anti-emperyalist gençlik hareketlerine önderlik eden devrimci sosyalist hareket, 30’dan fazla şehit verdiği bu mücadele içerisinde çelikleşti. “Sol’daki pasifistlerin, revizyonistlerin ve devrim hokkabazlarının” kendi köşelerine çekildiği bu dönemde, “hayat, devrimci pratiğin içindeki işçi, köylü, öğrenci militanları bir araya getirdi” ve “proleter devrimci bir örgüt doğdu.”
İşte THKP-C, sınıflar mücadelesinin keskinleştiği böylesi bir ortamda, o günlerin “genç militanları” ve sözcüğün gerçek anlamıyla devrimci sosyalistlerce 1970 Aralık ayında kuruldu. İçinden çıkılan politik ortamın izlerini taşımakla (“Kemalizm” konusundaki yanılsama, bu izlerin ürünüdür) birlikte, pratik faaliyetler nedeniyle tamamlanamayan çalışmaların doğal bir sonucu olarak belirli eksiklikler taşıyan (özellikle, “ulusal sorun”da) bir devrim programı oluşturulmuştu. “İrade birliği” olarak adlandırılan programatik görüşler; belirttiğimiz eksikliklere rağmen, KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-III’de ortaya konulmuş ve o dönemde geleneksel soldan sürekli bir kopuş sağlanarak; ilk kez, devrimci sosyalist bir çözümleme gerçekleştirilmişti. Yine, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi/PASS ile ifade edilen bir devrim stratejisi ortaya konularak, “eylem birliği”nin içeriği açıklanmıştı. Yanısıra, Parti ve Cephe tüzükleri de ortaya konularak, “disiplin birliği”nin açımlanmasına gidilmişti. Böylece, “irade birliği, eylem birliği ve disiplin birliği” bileşkesiyle, “maddi örgüt birliği”ni oluşturan THKP-C; devrim ve sosyalizm hedefini herşeyin üzerinde tutan, devrimci dayanışma ve enternasyonalizmi yaşam biçimi olarak kavrayan anlayışıyla, Türkiye sınıflar mücadelesine damgasını vuracaktı...
Kendi öz güçlerine güven, cesaret ve atılganlık niteliğini kuşanarak Parti-Cephe’yi oluşturan öncellerimiz; “karşı-devrim cephesinin bütün baskı, şiddet ve cebrini göğüsleyerek” her alanda harekete geçişi esas aldılar. Çünkü onlar biliyorlardı ki; “Örgütü örgüt yapan, onu kitlelere tanıtan, programlar ve yaldızlı laflar değil, devrimci eylemdir.” (M. Çayan, age, sf;356)
Sol lafazanların, “ceğiz-cağız”la onyıllardır oyaladığı kitlelerde, DEV-GENÇ’in mücadelesiyle yarattığı sempati, yerini silahlı propaganda temelinde yürütülen devrimci savaşın kitleleri derinden etkilemesine bırakıyordu. THKP-C’nin yürüttüğü bu devrimci savaşa -ki, THKO’nun mücadelesinin etkisi de gözardı edilemez-, Türkiye oligarşisinin, iktidarını kaybetme korkusuyla verdiği yanıt; siyasal zorun askeri biçimde maddeleştirilmesi oldu.
THKP-C’nin yeni oluştuğu ve devletle açık savaş yürüttüğü 1971 başlarında gündeme getirilen 12 Mart Cuntası’nın tüm azgınca saldırılarına rağmen, onun emperyalizmin işbirlikçisi ve faşist niteliğini açığa çıkartma mücadelesi; yenilen darbeler ve verilen şehitler pahasına, aynı kararlılıkla sürdürüldü. Cevahir yoldaşın şehit düşmesi ve Küpeli-Aktolga “ihanetçi kliği”nin Parti’yi sağ çizgiye çekmeye çalışmaları; THKP-C’nin, siyasi gerçekleri açıklama mücadelesini temelleyen silahlı propaganda faaliyeti yürütmesinin engeli olmadı. 29 Kasım 1971’de, Maltepe Askeri Cezaevi’nden firar eden Mahir ve Ulaş yoldaşlar, öncelikle “ihanetçi kliği” Parti’den uzaklaştırdı ve THKP-C, 12 Mart Cuntası’nın “bütün baskı, şiddet ve cebrini göğüsleyerek” devrimci savaşı kaldığı yerden devam ettirdi...
Ulaş yoldaşın şehit düştüğü bu devrimci savaş süreci, Türkiye Devrimci Hareketi açısından bir manifesto olarak değerlendirilmesi gereken Kızıldere’ye kadar kesintisiz olarak sürdürüldü. Düşmanın ağır silahlar da kullandığı yüksek ateş gücüne rağmen, az sayıda ve çok sınırlı atış gücüne sahip silahlarıyla son mermilerine kadar çatışıp şehit düşenlerin Kızıldere’de yarattığı devrimci savaş ve direniş manifestosu, geridekilere bırakılan önemli bir miras ve gelenektir!..
THKP-C’nin, devrimci eylem çizgisinin bir uzantısı olarak ele alınması gereken Kızıldere; siyasal devamlılık için fiziki yok oluşun Türkiye’deki ilk örneği ve Parti’mizin devrimci direniş manifestosudur! Evet, Kızıldere’de, kararlılıkla sürdürülen devrimci savaşta, bir muharebe kaybedilmiş ve buna bağlı olarak da, örgütsel dağınıklık yaşanmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki;
“Ve bazen ‘yenilgiler’, devrim tarihlerinde birçok zaferden daha güçlü etkilerle kendi misyonunu belirler. Çünkü, yaratılan stratejik direniş, düşmanın hareket mevzilerinin, psikolojik üstünlüğünün önüne dikilir. O gerilim ve denge anlarıdır ki, sessizlik, teslim oluş veya direniş, belirleyici sınıflar savaşı olgusu olarak süreci uzun erimli, uzun soluklu ve çok yönlü olarak belirler. Sonuç, maddi veriler açısından ne olursa olsun.” (“Şafak Yargılanamaz-II”, sf;449)
GELENEK DEVAM EDİYOR
THKP-C’nin kurulduğu ilk andan itibaren, oligarşiye karşı başlattığı ve Kızıldere sonrasında kesintiye uğramış olan devrimci savaş; uzun erimli sınıflar mücadelesinin yeni dönemini de belirlemiştir. Kızıldere’nin son olmadığı ve savaşçı geleneğin devam ettirileceğini görmek için, üç yıllık bir zaman dilimi yetmiştir. 1975’lerde, Hareketimizin öncülerince yeniden başlatılan silahlı mücadele ile sürdürülen savaşçı gelenek, Beylerderesi’yle ivme kazanmıştır...
Devrimci sosyalist hareketin temel güçlerinin Kızıldere’de imha edilmesinin yanısıra; kendince önemli iç gereksinmelerini de karşılayan oligarşi, 1973 seçimlerine başvurdu. Böylece, açık faşizm döneminin yoğunlaşmış baskı ve terör ortamının bunalttığı kitlelerin patlama noktasına gelmesini engellemek ve suni dengeyi sürdürebilmek için, faşizmin “açık” icrasını dönüştürerek yeniden “gizli” niteliğe bürünmesini sağlayıp, kurulu düzenin devam etmesini amaçlamaktaydı.
1973 seçimleri sonrasında gündeme gelen CHP-MSP koalisyon döneminin “göreli serbestlik” ortamı, bir yandan sınırlı legal çalışma olanaklarının doğmasına neden olurken; aynı zamanda “reformist-teslimiyetçi” akımların güçlenmesine de zemin hazırlamıştı. Kızıldere sonrasında geride kalan Parti-Cephe’li unsurlar/sempatizanlar ve “silahlı mücadele” savunucuları, moral yitimi içerisinde şaşkın ve edilgen bir konumda beklemekteydiler. Özellikle cezaevlerindeki Parti-Cephe’li kadroların; dışarıdakilere gönderdikleri; “bekleyin, acele etmeyin” komutları ve yurtdışındaki “kalıntılar”ın, devrimci potansiyelin verili koşullarını değerlendiremeyişleriyle örtüşen basiretsizlik ve yeteneksizlikleri, böylesi bir ortamın doğmasına neden olmuştu.
Bu kargaşa ve beklenti sürecinde, saflar da netleşmekteydi. Parti-Cephe ardılları arasında “mirasyedi”ci çizgi ve mücadeleyi kaldığı yerden devam ettirme anlayışında kendini gösteren bir ayrışma yaşanmıştı. Devrimci potansiyeli değerlendirmek isteyen “arayış çizgisi”, ne yazık ki çeşitli gruplardan/çevrelerden oluşmaktaydı. Kızıldere geleneğini sürdürebilmek ve THKP-C’nin geride kalan samimi unsurlarını/sempatizanlarını toparlayarak mücadeleyi sürdürmek amacıyla yola çıkan İstanbul, İzmir ve Ankara merkezli girişimler bulunuyordu.
Hareketimiz tarafından İstanbul merkezli olarak 1975 yılında ABD ve NATO hedeflerine yönelik politik-askeri eylemleri ile Kızıldere sonrasında yeniden başlatılan “silahlı mücadele”, diğer girişimlerin de harekete geçmesini hazırlayacak koşulları oluşturmuştu. Artık sis dağılmış, buz kırılmış ve “yürüyüş” başlamıştı...
Kendilerini,”Türkiye Devriminin Acil Sorunları” (TDAS) broşürüyle ifade eden Ankara merkezli başlangıç yapan bir başka devrimci yapının başını, THKP-C’nin Ankara kadrosunda yer alan Koray Doğan’la (8 Mart 1972’de Ankara’da, kontr-gerilla tarafından vurularak katledildi) örgütsel ilişki içerisinde bulunan İlker Akman çekmekteydi. Yine o süreçte “Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz” broşürünü yazarak, günceldeki taktik politikasını ortaya koyan İlker Akman, TDAS broşürünü kaleme alanların da içerisindeydi.
TDAS broşürü etrafında bir arada bulunan bu grup, esas olarak Ankara’da AYÖD ve TMMOB içerisinde faaliyet göstermekteydi. 1975 yazında, TDAS çevresi “Yurtdışı grubu” ile birleşti. Sağlam temellere dayanmayan bu birleşme kısa bir süre sonra ayrışma ile sonuçlandı.
Öncü Savaşı’nın hazırlıklarının tamamlandığı tespitini yapan İlker Akman; Sivas, Malatya, Elbistan/Maraş’ta, MHP ve ordu güçlerine yönelik askeri eylemlerin planlandığı “taktik politika”yı da belirleyerek, buzun kırıldığı yoldan yürüme kararlılığını göstermişti. Hasan Basri Temizalp (III. THKO Davası’ndan yargılanmış ve cezaevinden çıktıktan sonra, İlker Akman tarafından bu çevreye kazandırılmıştı) ve Yusuf Ziya Güneş ile birlikte bölgeye geçen İlker Akman; yerel kadroların da katılacağı bir dizi askeri eylemleri organize edecekti. Sivas’ta MHP binasının bombalanması sonrasında Malatya’ya geçen üç kişilik grubun “yürüyüş”ü, il merkezinde karşılaştıkları devlet güçleriyle çatışarak -bu çatışmada, bir polis ve bir bekçi ölmüştür- çekildikleri Beylerderesi’nde (Malatya’ya oldukça yakın dağlık alan) noktalandı...
26 Ocak 1976’da, Beylerderesi’nde bir dağ evinde kuşatılan bu üç yiğit militan devlet güçlerinin saldırılarına karşı, sadece tabancalarıyla -Malatya’daki çatışmada, ellerindeki makinalı tabancayı bırakmak zorunda kalmışlardı- karşılık veriyordu. Yüzlerce polisin silahlı ve makinalı tabancalı saldırısının yanısıra, helikopterden atılan bombalar, direnme geleneğini kuşanan Üç’lerin tabanca mermileriyle karşılık buluyordu. Düşmanın yüksek ateş gücü, bir kez daha sınırlı atış gücüne sahip silahları susturmuştu. Hasan Basri Temizalp ve Yusuf Ziya Güneş’in katledildiği bu yoğun saldırıda yaralanan İlker Akman, operasyonu yöneten dönemin İçişleri Bakanı Ferit Kubat ve yerel mülk-i erkan içerisinde yer alan Abdülkadir Aksu’nun (şimdiki İçişleri Bakanı) emriyle kurşuna dizildi.
Bir kez daha, siyasal devamlılık için fiziki yokoluş göze alınmış ve Kızıldere’de yaratılan savaşçı gelenek, Beylerderesi’nde sürdürülmüştü. Çünkü Üç’ler biliyorlardı ki; “Geçmişin mirasçısı, geçmişteki kararlı ve uzlaşmaz mücadelelerin mirasçısı olmak isteyen kimse, bugün doğru devrimci çizgide proletaryanın devrimci bayrağını yükseklerde tutmak zorundadır.” (Mahir Çayan, age, sf;198)
DEVRİMCİ ÇİZGİ
Bilindiği üzere THKP-C, devrim stratejisini, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi (PASS) olarak belirlemişti. Ülkenin içinde bulunduğu koşullar gereği, şehirlerde başlatılıp kırlarda devam ettirilecek olan ve son sözün şehirlerde söyleneceği bu strateji; Silahlı Propaganda’nın temel alındığı Öncü Savaşı’yla kitleleri örgütlemeyi esas alır ve kır-şehir diyalektik bütünselliği gözetilerek (“Birleşik Devrimci Savaş” esprisi) yürütülür. İşte, Kızıldere’de ifadesini bulacağımız bu stratejik gerilla hattının doğuşu, böylesi bir anlayışın ürünüdür.
71 eylemlerinden Kızıldere’ye, 1975’de yeniden başlatılan savaşa, Beylerderesine, Haziranlara ve günümüze akan süreç bu stratejik rotanın ürünüdür. Beylerderesi, Kızıldere sonrasındaki yenilgi atmosferine Devrimci Sosyalist Hareketin vurduğu darbenin ardından gelişen en önemli direniş eylemlerinden biridir. Kızıldere sonrasında savaşı sürdürme iradesinin, kararlığının güçlü biçimde ortaya konulduğu önemli kilometre taşlarındandır.
Kızıldere’den Beylerderesi’ne, Haziranlara uzanan direnişlerde şehitlerimizin bedenleriyle yarattığı savaşçı gelenek ve devrimci çizgi, “engin zenginliğe” sahip devrim ve sosyalizm mücadelesinde yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor, edecek! Engels’in dediği gibi;“Kendi tarihimizi kendimiz yapıyoruz, ama her şeyden önce belirli öncüllerle birlikte ve çok belirli koşullar içinde.” (“Felsefe İncelemeleri”, Marx-Engels, Sol Yay. sf;52)
Öyleyse yolumuz, Kızıldere’den-Beylerderesi’ne, Haziran’dan-Şubat’a; çatışmalarda, darağaçlarında ve tutuşturulan bedenlerle, Şafakları kızıllaştırarak devrim yolunda düşenlerin yoludur!..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder