8 Ocak 2010 Cuma
SÜZME DEVRİMCİLER VESÜZME FARELER
Zeki BAYTERİN
8 Ocak 2010
Bugün devrimci saflarda olmasa da çok eskiden kalma, çok ciddi bir hastalık virüsü, mikrobu devrimci saflar etrafında kıyısında köşesinde dolaşmaktadır, karşı devrimcileşmiş eskimiş "devrimciler."
1980 sonrası yetersiz de olsa tartışıldığı ve tartışılacağı gibi, önemli bir devrimci süreç yaşandı. 1976-1980 arası nabzın ve coşkunun yüksek olduğu hiç kimsenin inkar edemeyeceği, ve bu döneme ilişkin ne tür eleştirilerimiz olursa olsun, devrimcilerin halka en azından bugünkünden çok daha yakın ve temiz olduğu bir süreçti.
Tarihinde, Anadolu topraklarının her gününün kavgayla örüldüğü, özellikle gençliğin profesyonel devrimcilik dediğimiz kavramla büyük bir özlemle bütünleşmek istediği, Türkiye halklarının özgür ve eşitlikli geleceği için savaşmak, yaşamının her anını bu kavgaya büyük bir aşkla büyük bir tutkuyla hasretmek için yanıp tutuştuğu, bu yolda çok ciddi kavgalar vererek, çok ciddi engelleri, çok ciddi direnişlerle aşarak mücadeleyle bütünleştiği yıllar yaşadık. Coşkusu, idealleri, anlamı, tarihsel özellikleri yaşanmaya ölünmeye yaşatılmaya değer ve bugünden baktığımızda, özelliklerini hatalarına ve ilkel yanlarına rağmen özlemle kuşanılan yıllardı. Türkiye'de devrimci mücadele hiç bitmedi, sadece devrimci süreç, yeni dönemlerine evrildi. O günlerden bu günlere evrilen sürecin, inkarcısı, tabansızı ve her anlamda hırsızıyla yıllar sonra bir şekilde yeniden ortaya çıkan yalan yanlış öykü kahramanlarıyla sardı. Konumuz da, bu ama ne yazık ki zaman ve koşullar onların nitelikleri ve kişilikleri ile örtüşememiştir.
Bireysel kurtuluş yanları olabildiğince ağır basmış devrim saflarından uzaklaşmışlardır. Mücadeleye katılım ve savaş, gönüllü bir süreçtir. Bu alabildiğine zorlu ve önemli kavga için hiç kimse bir diğerini zorlayamaz, zorlamaz. Devrimciler, örgütlenme, propaganda ve ajitasyon faaliyetlerinde, halka ve sempatizanlarına, dünyanın, ülkenin gerçeklerini göstermeye çalışırlar ve bu katlanılamaz durumu değiştirmek için neler yapılması gerektiğini anlatırlar.
Aynı şekilde, yaşamının bir döneminde devrim için, halkının ve ülkesinin aydınlık geleceği için emek vermiş insanlar, şu ya da bu nedenle devrimci saflardan uzaklaşabilirler. Uzaklaşmaları devrime, devrimcilere ve emek verdikleri yıllardaki birikimlerine, içine girdikleri ilişkilere edindikleri bilgilere yönelik bir ihanet taşımıyorsa, bütün bunlara zarar vermeden bir biçimde devrim saflarından uzaklaşıyorsa kimse onların yakasına yapışamaz. Gidemezsin diyemez, dememeli de. Tam tersine, devrimciler iç çelişkilerle ve üstesinden gelinemeyen zayıflıklarla saflarda duran insanların, bunları ifade ederek uzaklaşmalarına olumlu bakar. Devrim saflarında, taşıdıkları iç çelişkilere rağmen, ağır basan korkuya, düzenle uzlaşma eğilimlerine, yenemedikleri küçük burjuva düşkünlüklerine hep özlem duydukları lükse rağmen kalmayı sürdüren insanların, devrime ve devrimcilere verdikleri zararlar, düşmanın verebildiği zararlardan daha fazladır. Gidenler, gitmelerine ya da uzaklaştırılmalarına neden olan kişilik zaaflarını, gitme süreçlerinde de aradan geçen on yıllara rağmen inatla virüsler üreterek sürdürebilmektedirler.
Sözgelimi, devrim mücadelesi içindeki yılları köylerinde, kasabalarında, aşiretlerinde, mahallelerinde ya da çevrelerinde onların kahraman olma gururlarını yaratmış olduğu için ve şimdi bu küçük burjuva gururdan, devrimcilik sayesinde elde etmiş oldukları bu saygın ilişkilerinden yoksun kalmak istemedikleri için devrime, eski örgütlerine ve devrimciliğe zarar vermektedirler. Bu fareler, o kadar önemli ve vazgeçilmez insanlardır ki, zaten devrim adına ve halkların kurtuluşu adına bir şeyler yapılabilecek olsaydı, onlar yaparlardı. Yapılabilecek bir şeylerin olmaması, onların yapamamış olmasında belirginleşmiştir. Bu yalancılar güruhu hayali öykü kahramanları o kadar önemli ve bir o kadar yetkin insanlardır ki, sadece geçmişin hata ve yanlışlarını değil, bugün örgütlü mücadele içinde olanların çabalarını da bir çırpıda ve inanılmaz bir hayal gücüyle pervazsızca tanımlayabilmektedirler. Bütün bunlara rağmen affedileceklerini, söylediklerinin unutulacağına inansalar kendilerine, özellikle nispeten daha az riskli olan Avrupa gibi yerlerde bugün dahi sorumluluklar verilse her yaptıklarını her söylediklerini bir çırpıda unutabilir, yetkinliklerini ve bulunmaz hint kumaşı devrimciliklerini devreye sokar, yanlarında görünen kendi destekçilerini dahi hiç düşünmeden satarlar. Ülkelerinde sıradan basit bir sempatizan dahi olamayacaklarını bilmez, devrim mücadelesindeki 35 yıl öncesi hünerlerini gösterir, halkımızı da örgütlerini de kurtarırlar. Ülkede bulunan bazı yandaş yazarlarının da yazdıkları hayalden ibaret kitapları alınıp okunsa günahlarından arınabilseler yeterlidir, onlara göre mücadelenin altıda üstüde bununla sınırlıdır. Sündükçe uzayan saldırıların altındaki nedenleri çoğaltabiliriz bir bardak suda kopan fırtına benzetmesi, şahsi kaygılar geçmişte yaşanan hatta en yakınımızın en iyimizin katline neden olan, var olma kaygısına benzer kaygıların başka bir biçimi gibi. Ve zaten bu tipler, genellikle ya kadro ya da yönetici olurlar, ya da devrim düşmanı, bir emektar, adsız bir sıra neferi olabildikleri görülmemiştir. Fakat mücadelenin özellikle bu sürecinde emeğe, emektarlara, alın terini ve hatta kanını, canını adayıp halkımızın deyimiyle cami deliğine koyacak, bağırmayacak, çağırmayacak kararlı yiğit unsurlara ihtiyacı vardır. Yönetilecek bir birikim yaratılmadan ki sürecin en zor aşamalarıdır yöneticilere ihtiyaç yoktur. O halde bu önemli insanlar, karşılaştıkları ve çıkar sağlayacaklarını umdukları herkese askerlik anılarını anlatarak bir süre daha devrim safları dışında beklemelidirler. Emektarlar belirli bir birikim yarattıktan sonra, bu birikimi yönetmek, yönlendirmek ve onların kahramanlar gibi etrafta salınmalarını sağlamak için onlara ihtiyaç olacaktır. Nerede bir askerlik anısını anlatan görürseniz, bilin ki artık devrimci mücadele ile ilgisi kalmamıştır. Tuzu kuru olmayan ve devrim safları içinde yerini koruyan insanlar, ne geçmişlerini ne de bugünkü durumlarını anlatmazlar, anlatamazlar. Onlar, o kadar önemli insanlardır ve o kadar büyük devrim tecrübelerinden geçmişlerdir ki, bu tecrübelerinin, yüzde 1'i doğru, yüzde 99 cezaevlerinde ya da bunca yıl içinde gezindikleri çevrelerde duydukları devrimci öykülerdir bizzat devrimci savaş içinde bulunarak heba olmaları artık olanaksızdır. Bunlar arasında, bugün kendi tükenişini örgütüne mal ederek, yapılabilecek bir şey olsaydı biz yapardık, biz dahi yapamadığımıza göre demek ki yapılabilecek bir şey yok, edebiyatıyla devrimi, örgütleri, sosyalizmi ve bugün devrimcilik yapan insanları kirleten mikroplar vardır.
Bu insanların birçoğu o günden bu güne 12 Eylül dediğimiz karabasanı yaşamamışlardır. 12 Eylül günlerinin, bütün güçlüklerine, baskı ve terörüne rağmen, kavgayı direnmeyi esas almış gencecik düşenlerle yaşamış her ölenin gözlerini saniye saniye üzerinde hisseden meseleyi kavramış bir devrimci yada devrimci yakını veya süreci bilen bir devrimci dostu için bu insanların hiçte ciddiye alınacak bir yanları yoktur. Devrim yapmaya soyunulmuştur ve bir ikilemin gerçekliliği içinde savaşılmaktadır. Zafer ya da yenilgi; hatalar ve eksiklikler, devrimin ciddi bir kesintiye uğramasını doğurduğu için de, yenilgi günleri, hepsi bu. Devrimcinin yanıtı son derece açık ve nettir. Aynı ülkede, sosyalizm ve devrim mücadelesi bir kaç kez yenilgi duvarına çarpabilir. Halklar ve devrimler tarihlerini incelediğimizde, bu tür yenilgilerin onlarca örneğiyle karşılaşırız. Ernesto simgesinde olduğu gibi, devrimci savaşıma atılan her genç, kafasında, üç beş yıl sonra ya şehit ya da Siirt’e vali olmayı kurduğu zamanlarıydı. Bu işin, bu evrensel ve kutsal görevin, bireyler bazında yaşanabilecek çok daha fazla olasılıkları vardır.
Bu işin, geçmiş dönemlerde bakanlık paylaşımı yapılan ciddiyetsiz, naif dönemlerinden çok daha öte tarihsel gerçeklikleri, zorlukları, bir bütün olarak dünya ilişki ve çelişkileri ile ilgili yönleri, evrensel süreçleri ve nesnellikleri, güçlükleri vardır. Mahir yoldaşın dediği gibi, devrim yolu gerçekten engebelidir, zordur ve sanıldığından, hayal edildiğinden çok daha uzundur. Bir sosyalist, bir devrimci için yoldaşlık, örgütsel ortamlar ve işlevler kutsaldır. Ve devrimci, bu yaklaşımlarına bağlı olarak, geçmiş ilişkiler ve geçmişin insanları konusunda daha farklı duygular, heyecanlar, bağlılıklar içindedir. Gerçek devrimci, bu ilişki ve ortamları kutsallıkla özdeşleştirdiği ve çağımızda insanoğlunun yaşamının başka türlü anlam kazanamadığı duyguları yaşarken, birileri çıkar devrim, sosyalizm ve örgüt adına ona, veba, kanser, mikoplarından daha tehlikeli mikroplar aşılar. Sosyalizmle yeni tanışmış devrimci coşkuyu, özgürlük tutkusunu, halkı için varolma erdemini daha yeni yaşayabilme şansını yakalamış devrim gönüllüsüne, bu mikropların en zehirlisiyle hitap etmeye çalışır.
Bizim militan, devrime, insanlığa, doğruya karşı samimi ve tertemiz duygular içerisindedir. Başlangıçta, karşısındakinin ne söylemek istediğini tam olarak algılayamaz. Durur, karşısındakini, o ana kadar kazanabilmiş olduğu özellikler ışığında değerlendirmeye çalışır. Ne var ki bu çabası, geçmişte devrimci mücadele içinde yer almış olmasını, devrimin, örgütün ona katmış olduğu emek ve değerlerin zenginliğini, şimdi kendi çirkef dünyasını kurmak ve kurtarmak için kullanma ihanetini gösteren eski devrimcinin yöntemlerini anlamak için yetmez. Sadece, örgütün ona söylememiş olduğu geçmişe ve bugüne dair bazı bilgileri sürüngenden edinmenin zayıf insan merakı içinde, daha başka neler olmuş acaba, serüvenine girer. Bu tehlikeli serüven içerisinde, devrimciliğini yitirebilir, devrimci birey olarak çökebilir, çözülebilir. Ülkemizin karşı devrime yönelik açık ve net taktiklerimizle belirlenmiş mücadele süreçlerinden çok daha zor olan ve devrimci arkadaşlarımızın, yoldaşlarımızın birçoğunun çok daha zor kaldırabildiği bir gerçekliktir. Devrim yolunun açık düşmanı, yani emperyalizm, yani oligarşi, yani faşizmin dışında gibi görünen, hatta zaman zaman yoldaşımızmış gibi görünen çöpleri, sürüngenleri, akbabaları, akrepleri.
Açık düşmana karşı dişe diş döğüşte yenilmeyen, her gün her an ölme, ya da çok zorlu işkencelere karşı direnme görevinin bilinciyle yaşayan, yaşayabilen, yaşamında bütün bunların güzel örnekleri de olan birçoklarımız iç virüslere karşı gerektiği gibi direnememektedirler. Bu net tavır alış zorunlulukları karşısında, ya devrimci sosyalist gerçeklikleri görememektedirler ya da düne kadar yoldaşım, arkadaşım dedikleri, sevdikleri, saygı duydukları insanlara karşı gereken örgütsel, devrimci tavrı alabilmekte, sosyalist birikimlerinin eksikliklerine bağlı zaaflara düşmektedirler. Bu zaafların, 12 Eylül sürecine ilişkin özel bir boyutu vardır. 12 Eylül döneminden önce, ülkede bugün hala yakalayamamış olduğumuz ve devrimci seferberlik dersek abartmış olmayacağımız yıllar yaşanmıştır. Bir gencin, devrim ve sosyalizm için savaşmamış olmasının anlaşılamayacağı, devrimcilerin gerçek bir toplumsal saygınlık ve erdem mertebesine kavuştuğu, günde ortalama on insanın hayatını kaybettiği, devrimci olmayan değil, olamayan gençlerin ve insanların bencillikle suçlanabildiği koşullar, bir halk için, yakalanabilecek en onurlu koşullardı. 1980 sonrası, eski devrimcileri için bir karşı devrimcileşme sürecinin bu gün endişeyle izlenmesi, yorumlanması yanlış anlaşılmalara yol açmaması için yaşadıkça değeri artan, yaşadıkça emeğiyle yücelen arkadaşlarımız ve eski devrim emektarlarıyla söz ettiğimiz akbabaların karıştırılmamasını sağlamak için belirtmek gerekir ki, bu satırların yazanı da bütünü olmazsa da yerelde kısmen o dönemleri yaşamış eski bir devrimcidir. Yeniliği de yeni kuşak devrimcilerin taktiridir kafasını kuma gömmüş deve kuşlarının yorum hakları asla yoktur, olamazda. Dikkat çekmeye çalıştığımız insanlar; eskimiş mücadele kaçkınları, çarşı pazar üç kuruşa her şey satılık inkarcılar ve direnen emektarlar arasındaki farkı iyi belirleyin ve iki arada bir derede gidip gelenlerin sizi oyalamasına asla izin vermeyin. Çünkü, bu iki kesim arasındaki çelişki, olgun meyve ile çürümüş meyve gibidir. Çürümüş meyvenin tekrar olgun bir meyveye dönüştüğü görülmemiştir.
Eskimişlik, bir tozlanmayı, bir kirlenmeyi ifade eder. Çalışmaya, mücadeleye durmaksızın devam etmiş olmak, bütün benliği ile mücadelede, bütün hücreleri bildiği ve yaşadığı bütün aşklar ile kavgada olmak başka bir şeydir. Onlar, işlerliklerine bağlı olarak asla eskimemekte, ışıldayan demirler gibi devrim saflarındaki emekçiliklerini sürdürmektedirler. Bu yoldaşlarımızı, nerede ve hangi tezlerin savunusu içinde olurlarsa olsunlar, eğer gerçekten halkları için bir savaşım içindeyseler büyük bir saygınlıkla, sevgiyle, onurla selamlıyoruz. Geçmişin ve geleceğin köprüleri, bu ender yoldaşlarımız, arkadaşlarımız tarafından atılabilecektir. Ve bizim bu sağlam köprülere çok fazla ihtiyacımız var. Bugün her zaman olduğundan çok daha fazla. Uzun söze gerek yok. Faşizmin en azgın biçimlerine karşı savaşan insanlar, devrimin mikroplarından, virüslerinden, akreplerinden de hesap sormayı bilir, bilecektir. Devrim, dünyanın ve tarihin en yoğun emek sürecidir ve insanoğlunun sahip olabileceği en soylu duygularla yaratılır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder