17 Ocak 2010 Pazar
TÜRKİYE BARIŞ MECLİSİ 17.01.2010 Sonuç Bildirisi
Türkiye Barış Meclisi, Kürt Sorunu’nun 86 yıl sonra “Kürt açılımı” adı altında TBMM’de ilk kez tartışıldığı, diğer taraftan sokağın kışkırtıldığı, milliyetçi ve ırkçı söylemlerin artığı, ayrımcılığın ve dışlayıcı tutumların yaygınlaştırılmak istendiği, farklılıklara tahammülün azaldığı bir dönemde toplandı.
Uzun süredir özlemini çektiğimiz ve mücadelesini verdiğimiz barış istemimiz yeni bir evreye girmiş bulunuyor. Küresel, bölgesel gelişmeler ve ülke gerçekleri Kürt Sorunu’yla eski koşullarda yaşamayı imkânsız hale getirdi. Ne Kürtler mevcut durumu kabul edebilir durumda, ne de Türkiye’yi yönetenler mevcut durumu sürdürebilir durumdadır. Türkiye’de Kürtlerinin çok boyutlu ve çok yönlü mücadelesi, dünyanın bütün büyük siyasal, ekonomik ve askeri aktörlerini Kürt gerçekliğiyle yüzleşmeye zorlamıştır.
Kürt Sorunu’nun çözümünde, iç dinamiklerin yanında etkisi göz ardı edilemeyecek önemli başka dış faktörler ve gelişmeler bulunmaktadır. Dış dinamikler, sürece sorunun kendi bölgesel beklentileri doğrultusunda çözülmesi için basınç yapmakta, iç aktörleri etkilemeye ve sıkıştırmaya çalışmaktadır. Bu yönüyle küresel aktörler arasında sağlanmak istenen büyük bir işbirliğinin ne doğrultuda olduğunun kavranılması, sürecin doğru kavranması bakımından özel öneme sahip.
Bu bakımdan Türkiye ile Bağdat ve Erbil yönetimi arasında geliştirilen ilişkiler bu sürecin önemli bir parçasıdır. Özellikle Erbil yönetimiyle geliştirilen ekonomik ve siyasal çıkarlara dayalı ilişkiler, son yıllarda Türkiye Kürtlerini de rahatsız eden tarzı ve ilişkileri geride bırakmıştır. Bu gelişmelerin sürecin giderek normalleşmesine küçümsenmeyecek katkıları olacağı aşikârdır. En azından komşu iki ülke arasındaki düşmanlığı güçlendiren politikaların terk edilmiş olması barış ve çözüm için zemini güçlendirici olarak değerlendirilebilir.
İnkâr dönemi kapanıyor, ancak çözümün nasıl olacağı, güçler dengesi ve mücadeleye bağlı.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bugüne kadar inkâr ve bastırma siyasetiyle yok sayılan Kürt Sorunu, eski konseptin içinde ele alınamaz noktaya gelmiş durumda. Yarım asrı aşan mücadele, Kürtlerin varlığını tartışmaya açmayı, artık bütün dünya nezdinde gülünç duruma getirmiştir.
Kürt Sorunu’nun varlığını kabul etmek, sorunun özünü kavranılması sonucunu otomatik olarak doğurmuyor. Sorunun nasıl tanımlandığı konusu, ciddi farklılaşma konusudur. Bu farklılık sorunun çözümünde de farklılık göstermektedir. Daha açık ifadeyle Kürt Sorunu’nun varlığı ve çözümünü kabul eden çevreler, hala sorunun eşit haklardan geçtiğini, dil, kimlik, kültür ve siyasal hakların kazanılması sorunu olduğunu idrak edilebilmiş değiller. Hatta devlet içinde soruna asayiş sorunu olarak yaklaşmakta ısrar eden güçlü eğilimin varlığı da bir gerçek.
Bu süreçte Kürt Sorunu’nun çözümü doğrultusunda atılan ilk somut adım, 34 Kürt yurttaşımızın Kandil Dağı ve Maxmur Mülteci Kampı’ndan gelişleri olmuştur. Ancak ne yazık ki, barış ve demokratikleşme ortamını ilerletmek amacıyla geldiklerini açıklayan barış grubunun coşkuyla karşılanması, barış özleminin dışa vurumu olarak etki yapmak yerine, toplumsal atmosferin hızla gerilmesine vesile yapıldı. Bu gelişmelerin ortaya çıkardığı gerçeklerden biri, çözümün temel siyasal aktörlerinin, barışa çok yönlü ve çok boyutlu hazırlık yapmalarının gereğidir. Atılacak adımların yaratacağı sorunların, çözüm karşıtları tarafından, barış sürecinin önünün kesilmesi için kullanılacağı, bunun toplumda gereğinden fazla etki yaratıyor olması, barış güçlerinin kafa yorarak aşmaları gereken bir sorundur. Bu etkinin yarattığı karşıt dalgayı bahane eden hükümetin Avrupa’dan gelmeye hazırlanan Barış ve Demokratik çözüm Grubu’nun gelişini engellemiş olması, “Açılım”ın azizliğini gösteren başka bir gerçektir.
Hükümetin sorunu Kürt siyasal temsilcilerini dışta tutarak “Kürtsüz” çözme girişimi Kürtler arasında “açılıma” güvensizliği geliştirmiştir. DTP’nin kapatılması, seçilmiş belediye başkanları ve yöneticilerinin tutuklanması, tüm Türkiye kamuoyunda da aynı güvensizliğe yol açmıştır.
Açılıma devam etmeye yönelik atılacak adımlar ise Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve yasaları söz konusu olduğunda anlam ve etkisini yitirmektedir.
Sorunun kazandığı yeni özellikleri daha derinden kavramak ve koşullara uygun araçlar ve yöntemler geliştirmek için, daha yaygın ve derin bilimsel çalışmalara ihtiyacımız vardır. Kürt sorununun kazandığı boyutlarla şekillenen yeni süreci, kendi çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusunda yönetmeye çalışanların hangi yeni kavramları geliştirdiklerini ve hangi yeni yönetmelerle çalıştıklarını anlamak bakımından bu tür çalışmaları yürüten akademi çevrelerinin desteğini sağlamaya daha fazla önem vermeliyiz
İşte bu koşullarda, Türkiye Barış Meclisi’nin sorumluğu ve görevleri çok daha fazla önem arz etmeye başladı. Artan milliyetçilik ve faşizan kalkışmalar bu sürecin çetin geçeceğini gösteriyor. Bu bakımdan, önümüzdeki dönem daha da azgınlaşacağına dair ciddi emareler bulunan ayrımcılığa, halklar arasındaki gerilime, nefreti ve şiddeti körükleyen her türlü söyleme, tutum ve davranışa karşı daha cesaretle barışı ve çözümü savunmak gerekecektir.
Türkiye Barış Meclisi’nin bu sürecin ihtiyaçlarına yanıt verecek bir yetkinlik ve donamınla kendini yeniden reorganize etmesi bir zorunluluktur. Başka bir ifadeyle, Türkiye Barış Meclisi yeni döneme, yeni sayfa açarak girmelidir.
Hatırlanacağı gibi, Türkiye Barış Meclisi, 1 Eylül 2007 tarihinde gerçekleşen kuruluş konferansında ve daha sonra gerçekleştiği iki konferansta, öncelikli görev olarak önüne, bu anlamda kurumsallaşmayı koydu. Zorluklara ve acemiliklere rağmen, ülke genelinde ve yerellerde bu doğrultuda çok değişik etkinlikler gerçekleştirdi. Kürt sorununun çözümü yönünde diyalog kanallarını açmaya, ülkede barış kültürü oluşturmaya çalıştı. Bu çalışmalar, barış hareketi açısından, çok önemli ve değerli deneyim ve birikimler sağladı.
Ancak açıkça ifade etmek gerekiyor ki, bu çalışmaları yürüten Türkiye Barış Meclisi üç yılı aşkın sürenin sonunda bu gün, ne yazık ki, etkin ve özgün bir odak olmaktan uzaktır. Bu durum özellikle “açılım süreci” olarak tanımlanacak son gelişmelerle başlayan tartışmada bariz biçimde ortaya çıkmıştır. Bu süreçte, Türkiye Barış Meclisi, sözü, önerisi ve tutumu en az merak edilenlerden biri olmuştur.
Türkiye Barış Meclisi, bu genel yaklaşım çerçevesinde önümüzdeki dönem her şeyden önce kendi özgün duruş ve yaklaşımına her düzeyde özel önem verecektir.
Türkiye Barış Meclisi, bünyesinde her kesimden ve farklı politik yaklaşımdan insanları barındırıyor olma gerçeğinden ve barış çalışmasının yeni dile ve söyleme olan ihtiyacı dikkate alarak kendi özgün dil ve yaklaşımını geliştirmeye, çalışmalarının her aşamasında dikkat ve özen gösterecektir.
Toplumsal ayrışma ve kutuplaşmanın derinleştirilmek istendiği ve bunun artacağı tespitini yapan Türkiye Barış Meclisi, bu ayrışma ve kutuplaşmanın dışında kalarak, çatışma ve gerilimin yerine empati ve uzlaşı pratiklerinin geliştirilmesi çalışmalarına öncelik batıda ağırlık verecektir.
Bu çalışmaları sağlıklı, akışkan, kolektif yürütebilmek için merkezi sekretaryayı ihtiyaçlara yanıt verecek yetkinlikte yeniden düzenleyecektir.
Önümüzdeki dönemde gerçekleştirmeyi amaçladığımız hedefler
ü Siyasal iktidarın Kürt sorunun çözümü doğrultusunda attığı her adımı çok yakından izlemek, olumlu adımların geliştirilmesini teşvik etmek ve çözümü zorlaştıran her adım ve kararı eleştirerek düzeltilmesi yönünde baskı gücü oluşturmak, içinden geçmekte olduğumuz yeni sürecin önümüze koyduğu yeni bir görevdir.
ü Barışçıl ve demokratik çözümün gerçekleşmesi için uygun ve kesintisiz zeminin yaratılması, öncelikle silahların susmazsına, operasyonların ve silahlı eylemlerin durmasına bağlıdır. TBM, sorunun siyasetle çözülebilmesi için TBM, bu yöndeki çalışmalarına devam edecektir.
ü Son gelişmeler yüzünden hızla yok olan barış umutlarının tekrar yeşertilebilmesi için TBM, iktidarın güçleriyle ve Kürt siyasal hareketiyle gerekli görüşmeleri yapmak için çaba harcayacaktır.
ü Türkiye’de yaşayan bütün halkların eşit, özgür ve onurlu bir yaşama ulaşmalarını garantileyecek yeni bir anayasa, sürekli olarak TBM’nin gündeminde olmalı, eşit yurttaşlık gibi taleplerle yapılacak kampanyalarla bu çalışma desteklenmelidir.
ü TBM içinde Hakikatleri araştırma konusunda bir komisyon oluşturulmalıdır.
ü Üniversiteleri de barış çalışmalarının içine (akademisyeni ve öğrencisiyle) katmamız gerekir.
ü Güçlü bir kadın ayağı oluşturulmadan barışı örmenin zorluğu her zaman karşımızda duruyor. Buna paralel güçlü kadın çalışması yürütülmelidir.
ü TBM tüm dünyadaki barış hareketleriyle bağ kurmalı, yaşanmış deneyimlerden yararlanmak üzere gerekli girişimleri yapmalı, uluslararası barış etkinliklerinde yer almalıdır.
ü Bu çalışmalar, TBM’nin oluşturacağı heyetlerin siyasi partileri, demokratik kitle derneklerini, sendikaları ziyaretleri, mitingler, konferanslar ve ihtiyaç duyulan diğer araçlarla gerçekleştirilecektir.
Uzun süredir özlemini çektiğimiz ve mücadelesini verdiğimiz barış istemimiz yeni bir evreye girmiş bulunuyor. Küresel, bölgesel gelişmeler ve ülke gerçekleri Kürt Sorunu’yla eski koşullarda yaşamayı imkânsız hale getirdi. Ne Kürtler mevcut durumu kabul edebilir durumda, ne de Türkiye’yi yönetenler mevcut durumu sürdürebilir durumdadır. Türkiye’de Kürtlerinin çok boyutlu ve çok yönlü mücadelesi, dünyanın bütün büyük siyasal, ekonomik ve askeri aktörlerini Kürt gerçekliğiyle yüzleşmeye zorlamıştır.
Kürt Sorunu’nun çözümünde, iç dinamiklerin yanında etkisi göz ardı edilemeyecek önemli başka dış faktörler ve gelişmeler bulunmaktadır. Dış dinamikler, sürece sorunun kendi bölgesel beklentileri doğrultusunda çözülmesi için basınç yapmakta, iç aktörleri etkilemeye ve sıkıştırmaya çalışmaktadır. Bu yönüyle küresel aktörler arasında sağlanmak istenen büyük bir işbirliğinin ne doğrultuda olduğunun kavranılması, sürecin doğru kavranması bakımından özel öneme sahip.
Bu bakımdan Türkiye ile Bağdat ve Erbil yönetimi arasında geliştirilen ilişkiler bu sürecin önemli bir parçasıdır. Özellikle Erbil yönetimiyle geliştirilen ekonomik ve siyasal çıkarlara dayalı ilişkiler, son yıllarda Türkiye Kürtlerini de rahatsız eden tarzı ve ilişkileri geride bırakmıştır. Bu gelişmelerin sürecin giderek normalleşmesine küçümsenmeyecek katkıları olacağı aşikârdır. En azından komşu iki ülke arasındaki düşmanlığı güçlendiren politikaların terk edilmiş olması barış ve çözüm için zemini güçlendirici olarak değerlendirilebilir.
İnkâr dönemi kapanıyor, ancak çözümün nasıl olacağı, güçler dengesi ve mücadeleye bağlı.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bugüne kadar inkâr ve bastırma siyasetiyle yok sayılan Kürt Sorunu, eski konseptin içinde ele alınamaz noktaya gelmiş durumda. Yarım asrı aşan mücadele, Kürtlerin varlığını tartışmaya açmayı, artık bütün dünya nezdinde gülünç duruma getirmiştir.
Kürt Sorunu’nun varlığını kabul etmek, sorunun özünü kavranılması sonucunu otomatik olarak doğurmuyor. Sorunun nasıl tanımlandığı konusu, ciddi farklılaşma konusudur. Bu farklılık sorunun çözümünde de farklılık göstermektedir. Daha açık ifadeyle Kürt Sorunu’nun varlığı ve çözümünü kabul eden çevreler, hala sorunun eşit haklardan geçtiğini, dil, kimlik, kültür ve siyasal hakların kazanılması sorunu olduğunu idrak edilebilmiş değiller. Hatta devlet içinde soruna asayiş sorunu olarak yaklaşmakta ısrar eden güçlü eğilimin varlığı da bir gerçek.
Bu süreçte Kürt Sorunu’nun çözümü doğrultusunda atılan ilk somut adım, 34 Kürt yurttaşımızın Kandil Dağı ve Maxmur Mülteci Kampı’ndan gelişleri olmuştur. Ancak ne yazık ki, barış ve demokratikleşme ortamını ilerletmek amacıyla geldiklerini açıklayan barış grubunun coşkuyla karşılanması, barış özleminin dışa vurumu olarak etki yapmak yerine, toplumsal atmosferin hızla gerilmesine vesile yapıldı. Bu gelişmelerin ortaya çıkardığı gerçeklerden biri, çözümün temel siyasal aktörlerinin, barışa çok yönlü ve çok boyutlu hazırlık yapmalarının gereğidir. Atılacak adımların yaratacağı sorunların, çözüm karşıtları tarafından, barış sürecinin önünün kesilmesi için kullanılacağı, bunun toplumda gereğinden fazla etki yaratıyor olması, barış güçlerinin kafa yorarak aşmaları gereken bir sorundur. Bu etkinin yarattığı karşıt dalgayı bahane eden hükümetin Avrupa’dan gelmeye hazırlanan Barış ve Demokratik çözüm Grubu’nun gelişini engellemiş olması, “Açılım”ın azizliğini gösteren başka bir gerçektir.
Hükümetin sorunu Kürt siyasal temsilcilerini dışta tutarak “Kürtsüz” çözme girişimi Kürtler arasında “açılıma” güvensizliği geliştirmiştir. DTP’nin kapatılması, seçilmiş belediye başkanları ve yöneticilerinin tutuklanması, tüm Türkiye kamuoyunda da aynı güvensizliğe yol açmıştır.
Açılıma devam etmeye yönelik atılacak adımlar ise Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve yasaları söz konusu olduğunda anlam ve etkisini yitirmektedir.
Sorunun kazandığı yeni özellikleri daha derinden kavramak ve koşullara uygun araçlar ve yöntemler geliştirmek için, daha yaygın ve derin bilimsel çalışmalara ihtiyacımız vardır. Kürt sorununun kazandığı boyutlarla şekillenen yeni süreci, kendi çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusunda yönetmeye çalışanların hangi yeni kavramları geliştirdiklerini ve hangi yeni yönetmelerle çalıştıklarını anlamak bakımından bu tür çalışmaları yürüten akademi çevrelerinin desteğini sağlamaya daha fazla önem vermeliyiz
İşte bu koşullarda, Türkiye Barış Meclisi’nin sorumluğu ve görevleri çok daha fazla önem arz etmeye başladı. Artan milliyetçilik ve faşizan kalkışmalar bu sürecin çetin geçeceğini gösteriyor. Bu bakımdan, önümüzdeki dönem daha da azgınlaşacağına dair ciddi emareler bulunan ayrımcılığa, halklar arasındaki gerilime, nefreti ve şiddeti körükleyen her türlü söyleme, tutum ve davranışa karşı daha cesaretle barışı ve çözümü savunmak gerekecektir.
Türkiye Barış Meclisi’nin bu sürecin ihtiyaçlarına yanıt verecek bir yetkinlik ve donamınla kendini yeniden reorganize etmesi bir zorunluluktur. Başka bir ifadeyle, Türkiye Barış Meclisi yeni döneme, yeni sayfa açarak girmelidir.
Hatırlanacağı gibi, Türkiye Barış Meclisi, 1 Eylül 2007 tarihinde gerçekleşen kuruluş konferansında ve daha sonra gerçekleştiği iki konferansta, öncelikli görev olarak önüne, bu anlamda kurumsallaşmayı koydu. Zorluklara ve acemiliklere rağmen, ülke genelinde ve yerellerde bu doğrultuda çok değişik etkinlikler gerçekleştirdi. Kürt sorununun çözümü yönünde diyalog kanallarını açmaya, ülkede barış kültürü oluşturmaya çalıştı. Bu çalışmalar, barış hareketi açısından, çok önemli ve değerli deneyim ve birikimler sağladı.
Ancak açıkça ifade etmek gerekiyor ki, bu çalışmaları yürüten Türkiye Barış Meclisi üç yılı aşkın sürenin sonunda bu gün, ne yazık ki, etkin ve özgün bir odak olmaktan uzaktır. Bu durum özellikle “açılım süreci” olarak tanımlanacak son gelişmelerle başlayan tartışmada bariz biçimde ortaya çıkmıştır. Bu süreçte, Türkiye Barış Meclisi, sözü, önerisi ve tutumu en az merak edilenlerden biri olmuştur.
Türkiye Barış Meclisi, bu genel yaklaşım çerçevesinde önümüzdeki dönem her şeyden önce kendi özgün duruş ve yaklaşımına her düzeyde özel önem verecektir.
Türkiye Barış Meclisi, bünyesinde her kesimden ve farklı politik yaklaşımdan insanları barındırıyor olma gerçeğinden ve barış çalışmasının yeni dile ve söyleme olan ihtiyacı dikkate alarak kendi özgün dil ve yaklaşımını geliştirmeye, çalışmalarının her aşamasında dikkat ve özen gösterecektir.
Toplumsal ayrışma ve kutuplaşmanın derinleştirilmek istendiği ve bunun artacağı tespitini yapan Türkiye Barış Meclisi, bu ayrışma ve kutuplaşmanın dışında kalarak, çatışma ve gerilimin yerine empati ve uzlaşı pratiklerinin geliştirilmesi çalışmalarına öncelik batıda ağırlık verecektir.
Bu çalışmaları sağlıklı, akışkan, kolektif yürütebilmek için merkezi sekretaryayı ihtiyaçlara yanıt verecek yetkinlikte yeniden düzenleyecektir.
Önümüzdeki dönemde gerçekleştirmeyi amaçladığımız hedefler
ü Siyasal iktidarın Kürt sorunun çözümü doğrultusunda attığı her adımı çok yakından izlemek, olumlu adımların geliştirilmesini teşvik etmek ve çözümü zorlaştıran her adım ve kararı eleştirerek düzeltilmesi yönünde baskı gücü oluşturmak, içinden geçmekte olduğumuz yeni sürecin önümüze koyduğu yeni bir görevdir.
ü Barışçıl ve demokratik çözümün gerçekleşmesi için uygun ve kesintisiz zeminin yaratılması, öncelikle silahların susmazsına, operasyonların ve silahlı eylemlerin durmasına bağlıdır. TBM, sorunun siyasetle çözülebilmesi için TBM, bu yöndeki çalışmalarına devam edecektir.
ü Son gelişmeler yüzünden hızla yok olan barış umutlarının tekrar yeşertilebilmesi için TBM, iktidarın güçleriyle ve Kürt siyasal hareketiyle gerekli görüşmeleri yapmak için çaba harcayacaktır.
ü Türkiye’de yaşayan bütün halkların eşit, özgür ve onurlu bir yaşama ulaşmalarını garantileyecek yeni bir anayasa, sürekli olarak TBM’nin gündeminde olmalı, eşit yurttaşlık gibi taleplerle yapılacak kampanyalarla bu çalışma desteklenmelidir.
ü TBM içinde Hakikatleri araştırma konusunda bir komisyon oluşturulmalıdır.
ü Üniversiteleri de barış çalışmalarının içine (akademisyeni ve öğrencisiyle) katmamız gerekir.
ü Güçlü bir kadın ayağı oluşturulmadan barışı örmenin zorluğu her zaman karşımızda duruyor. Buna paralel güçlü kadın çalışması yürütülmelidir.
ü TBM tüm dünyadaki barış hareketleriyle bağ kurmalı, yaşanmış deneyimlerden yararlanmak üzere gerekli girişimleri yapmalı, uluslararası barış etkinliklerinde yer almalıdır.
ü Bu çalışmalar, TBM’nin oluşturacağı heyetlerin siyasi partileri, demokratik kitle derneklerini, sendikaları ziyaretleri, mitingler, konferanslar ve ihtiyaç duyulan diğer araçlarla gerçekleştirilecektir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder