11 Ocak 2010 Pazartesi
ÇÜRÜME VE ÇÖZÜM
Zeki BAYTERİN
12 Ocak 2010
Sosyalizmin uzun yıllar sırtında taşıdığı ve onun adına var olanlarla birlikte topyekün bütün sistemin çökmesine yol açan düşünsel zaaflar, toparlanma döneminin politika ve taktiklerine de yansımaktadır.
Bu büyük günahtan ellerimizi yıkayamamış onlardan arınamamış, onları sosyalistlerin yöntemleriyle gerektiği gibi reddederek, mahkum ederek, alternatif çözümlerini üreterek tarihin önüne çıkamamış durumdayız. Durduğumuz nokta, bu açıdan yaşamsal bir nokta.
Dünya genelindeki bütün ilişki ve çelişkilerin doğal bir parçası olan ülkemizde söz konusu zaaflar, kendi kültürümüzün özellikleri ülkemiz devrimci pratiğinin hata ve eksiklikleriyle, kendi yenilgilerimiz ve yanılgılarımızla katlanarak derin bir biçimde yaşanmaktadır.
Sosyalizm mücadelesini, özgürlük kavgasını yeniden yükseltmek adına gündeme getirilen girişimlerin birçoğu, bu kavganın koşullarının ülkemizde biraz daha fazla zayıflamasına hizmet etmektedir. O halde bu girişimlerden vazgeçilmesi mi önerilmektedir?
Tersine, yaşadığımız dönem, tarihimizin en fazla ve yüksek atılımlar isteyen dönemlerinden biridir. Ama yaşamsal sorun, bu iradenin kullanılma biçimlerindeki, atılımların taktiklerindeki ve politikaların yapılış tarzlarındaki yanılgılarının aşılmasında yatmaktadır. Bu noktada politik yeterlilik becerisi, politika yapma tarzında gerçek bir sosyalist olabilme yeterliliği ve sınırsız bir samimiyet gerekiyor.
Çürüme, bir bütün olarak ülkeyi sarıp sarmalamış ve sistem körleşmeyi ülke halkları için öngörmüş, beynimizden geçen akımları dahi keşfetmek peşindedir. Ve bilginin ne denli önemli olduğunun keşfedilmesi sonucundadır ki, geri bıraktırılmış halklarının kafalarına yönelik körleştirme, uyuşturma, esir alma, yozlaştırma türünden taktikler ön plana çıkarılmıştır. Bizler ibreyi tersine çevirene kadar da, başarıyla uygulanmaya devam edileceği görülmektedir. O halde çözüm uyanmakta, uyandırmaktadır.
Aydınlanmakta, aydınlatmaktadır. Bir ışık olmakta, ışık gibi yanmaktadır.
Emperyalizmin programlarından nasibini alan, tarihinin en güçlü yumruğunu yiyen boksör misali abandone olan ve henüz bu sersemlikten kurtulamamış eski sosyalist ülke halklarının problemlerinin yanı sıra geri bıraktırılmış ülkelerin kurtuluş mücadelesi içinde yer alan ya da bunu iddia eden sosyalistlerin de, sosyalizm dışı akımlardan etkilenmeleri, temel sorunlarımızdandır. Öncelikle bu büyük problemi çözmek, bu sorunu aşmak için köklü ve ciddi bir mücadele içine girilmesi zorunludur.
Sosyalizmin üstündeki, büyük yangından arta kalan külleri temizlemek, onu tekrar dünya halklarına çözüm sunan berrak ışık kaynağı haline dönüştürmek, temel görevimizdir.
Dünya halklarının tek alternatifi vardır! Sosyalizm.
Bu bilimsel zorunluluğun da başka bir alternatifi yoktur. Düşmanın donanımının maddi yönü tartışılamaz bir üstünlüğe sahiptir. Bizim üstünlüğümüzün tanımı ise çok açıktır ve bu tarihsel üstünlüğümüzü sosyalizm mücadelesi adına hoyratça kullananları, şiddetle mahkum etmeliyiz.
Biz tarihin çınarına can vermeye, gerektiğinde ve isteyerek, büyük bir coşkuyla canımızla can vermeye, onu yaşatmaya, onu yeşertmeye, büyütmeye çalışıyoruz. Yani doğal ve yaşamdan yana bir savaşım
Emperyalizm ise, bu soylu çınarı kesmeye hayatı bitirmeye çalışıyor ve bütün olanaklarıyla devasa medyanın, iletişimin, teknolojinin ve maddi gücünün olanaklarıyla bu yaşam çınarını kesmesinin haklılığını, gerekliliğini kitlelere empoze etmeye çalışıyor.
Onun bütün maddi üstünlüklerine rağmen, insanların kendi yaşamlarını, geleceklerini, savunmalarını sağlama mücadelesi ve bu anlamda müthiş bir üstünlüğü var.
Gerçekten, doğadan, güzelden, tarihin normal akışından, doğrudan yana olma avantajı var. Ama bazılarının bütün bu üstünlükleri babalarının evinden getirdikleri çeyiz gibi sersemce kullanmaları, harap etmeleri, gerçekten büyük bir sorun teşkil ediyor.
Bir avuç içi kadar Küba'nın, ABD emperyalizmine attığı tokatların acısı hala dinmiş değildir. Ve sermayenin tükenişine kadar dinmesi de muhtemel değildir. Onlar bütün olanaklarıyla bu tür yeni tokatlar yemelerinin kapılarını kapatmaya çalışa dursunlar, bunun engellenmesi yaşamın devam etmesinin engellenmesi kadar imkansızdır.
Yeter ki, bizler yanlışlarımızla, hatalarımız ve zaaflarımızla onlara hizmet etmeyelim. Onların ekmeğine yağ sürmeyelim. Mücadelemizin ve sosyalizmin kurdu, kunduzu olmayalım.
Yeni Kübaların yaratılması, işten bile değildir. Çünkü dünya gerçekten çok derin acılar içinde kıvranmaktadır ve dünyada oluşan çelişkiler, üniversiteler bitirmiş aritmetikçilerin tanımlayamayacağı derinliktedir. Ama eğer devrimin dinamikleri halkların potansiyelleri doğru değerlendirilirse.
Bu çınarın yaşaması için verilen mücadele ile yok edilmesi için verilen mücadele arasındaki dengenin haklı, güçlü insanları olan bizlerin, bütün bu üstünlüklerimizi kullanmayı bilmemek gibi bir cehalet sorunumuz var ve bunu aşabildiğimiz, yanılgılarımızla mücadeleyi öğrendiğimiz zaman tarihin çarkı yeniden ileriye doğru dönmeye devam edecek.
Sosyalistler bir anlamda gerçek yenilgiyi, yanılgıları dolayısıyla yaşadılar. Yanılgılarında körleştiler ve sonuçta yanılgılarıyla öylesine özdeşleştiler ki bazı kesimler varlıklarını devam ettirebilmek için yanılgılarını devam ettirerek tutsaklığının zincirlerine hapsoldular.
Sosyalizm mücadelesinin de, zaferinin de, devrim sonrasının da özü halktır.
Sosyalizm mücadelesi içinde güçlü bir bilinçle çıkılan yolun temel özelliği ve ona karakterini veren, onu başarıya ya da başarısızlığı götüren, onu sosyalist ya da başka bir şey yapan temel kriter halkla buluşma özelliğidir.
Halkla buluşma kavramı yozlaştırılmamalı, revizyonist ya da pasifist teorilerin materyali haline gelmesine izin verilmemelidir.
Çok kritik ve her türlü kullanılmaya açık olan bu kavram ile ne söylemek istenildiği bellidir. Sözgelimi, Mahir’ler halkla buluşmayı başarmıştır. O çok kısa ama çok hızlı ve başarılı tarihsel süreçleri içerisinde, halkın sempatisini ve güvenini kazanmayı başarmışlardır.
Devrimlerde zafere doğru yürüyen yolu halk arşınlar. Dinamiti kimin ateşlediği, fitili kimin yaktığı önemli değildir. Birileri gerektiğinde gövdesiyle dinamit, yüreğiyle fitil olur, olmalıdır ve bu süreçten sonraki buluşmalarda halk kendi tarihinin rotasını bulduğunu ve o rota üzerinde yürümeye başlayacağını, o rota üzerinde savaşmaya başlayacağını ilan eder.
Bu önemli gerçeğimizin iyi ve doğru kavranılması, insanların kafasında oluşturacağı her türlü mücadele taktiğini ve hatta güncel yöntemi buna göre programlaması, hatta kendi kişiliğini, ruh ve düşünce dünyasını buna göre şekillendirmesi ülkemiz özgürlük mücadelesinin önemli sorunlarından birinin çözümü olacaktır.
Ama bunların yanı sıra halkın içinde bulunduğu ruh halinin ve yaşanılan süreçteki politik özelliklerinin değerlendirilmesi zorunludur. Çünkü onun tavır alışını ya da almayışını, bunlar belirler. Bunları açığa çıkarmak, halkın kendi yaşamını savunacak tepkilerini örgütlemek de devrimcilerin görevidir. Bu görevlerin gerektiği gibi gerçekleştirilmekte olduğunu savunamayız.
O halde çok sözünü ettiğimiz halktan neyi, ne hakla bekliyoruz? Bu beklentiler bir türlü gerçekleşmediği zaman da klasikleşen, ne yapalım, biz yıllardır söyleyip duruyoruz ama halkımız anlamıyor. Sonuçta her halk layık olduğu gibi yönetilir ve layık olduğu gibi yaşar mı diyeceğiz?
Hiç kimsenin devrimcilerin bilincini çarpıtmaya, insanları yanıltmaya hakkı yoktur.
Halk, devrim isteği bilincine uzaktır henüz. Bu aşamada görevimiz, öncelikle halkta devrim isteğini uyandırmak, devrimcilere yönelik güven ve sempatiyi yeniden yaratmak, ağır ve katlanılamaz durumlarının ancak ve ancak devrimle değişme şansının olduğu gerçeğiyle tanışmalarını sağlamaktır.
Egemenlerin egemenliklerini sürdürebilmelerinin en önemli aktivitelerinden biri, kitlelerin bilincini bulandırmaktır. Böylelikle onların yaşam koşullarına rağmen isyan etmemelerini, edememelerini sağlar, yaşadıkları ağır sömürü ve baskıyı açıklamak için onlara sanal gerekçeler sunarlar. Ya da kitleleri, bütün bunları hiç düşünemez, kendi yaşamlarına ilişkin yorum dahi yapamaz hale getirirler. Ve bu durumdan yararlanarak düzenlerini sürdürürler. Ülkeyi gebe bir kadına benzetirsek, embriyon oluşmuştur. Dokuz ay on günlük doğum süreci de yaşanmaktadır ve aslında çoktan bitmiştir. Fakat ebe ya da doktor bulunamadığından, ebe ya da doktorlar görevlerini gerektiği gibi yapamadıklarından dolayı, embriyon içeride çürümüştür. Doğum bir türlü gerçekleşemediği için, çürüme yaşanıyor.
Sosyalist cepheden, gerçekleştirilmek istenenler açısından gücünü, avantajlarını ve dezavantajlarını iyi saptayanlar, bu süreçten her şeye rağmen kazanımlarla çıkabileceklerdir.
12 Ocak 2010
Sosyalizmin uzun yıllar sırtında taşıdığı ve onun adına var olanlarla birlikte topyekün bütün sistemin çökmesine yol açan düşünsel zaaflar, toparlanma döneminin politika ve taktiklerine de yansımaktadır.
Bu büyük günahtan ellerimizi yıkayamamış onlardan arınamamış, onları sosyalistlerin yöntemleriyle gerektiği gibi reddederek, mahkum ederek, alternatif çözümlerini üreterek tarihin önüne çıkamamış durumdayız. Durduğumuz nokta, bu açıdan yaşamsal bir nokta.
Dünya genelindeki bütün ilişki ve çelişkilerin doğal bir parçası olan ülkemizde söz konusu zaaflar, kendi kültürümüzün özellikleri ülkemiz devrimci pratiğinin hata ve eksiklikleriyle, kendi yenilgilerimiz ve yanılgılarımızla katlanarak derin bir biçimde yaşanmaktadır.
Sosyalizm mücadelesini, özgürlük kavgasını yeniden yükseltmek adına gündeme getirilen girişimlerin birçoğu, bu kavganın koşullarının ülkemizde biraz daha fazla zayıflamasına hizmet etmektedir. O halde bu girişimlerden vazgeçilmesi mi önerilmektedir?
Tersine, yaşadığımız dönem, tarihimizin en fazla ve yüksek atılımlar isteyen dönemlerinden biridir. Ama yaşamsal sorun, bu iradenin kullanılma biçimlerindeki, atılımların taktiklerindeki ve politikaların yapılış tarzlarındaki yanılgılarının aşılmasında yatmaktadır. Bu noktada politik yeterlilik becerisi, politika yapma tarzında gerçek bir sosyalist olabilme yeterliliği ve sınırsız bir samimiyet gerekiyor.
Çürüme, bir bütün olarak ülkeyi sarıp sarmalamış ve sistem körleşmeyi ülke halkları için öngörmüş, beynimizden geçen akımları dahi keşfetmek peşindedir. Ve bilginin ne denli önemli olduğunun keşfedilmesi sonucundadır ki, geri bıraktırılmış halklarının kafalarına yönelik körleştirme, uyuşturma, esir alma, yozlaştırma türünden taktikler ön plana çıkarılmıştır. Bizler ibreyi tersine çevirene kadar da, başarıyla uygulanmaya devam edileceği görülmektedir. O halde çözüm uyanmakta, uyandırmaktadır.
Aydınlanmakta, aydınlatmaktadır. Bir ışık olmakta, ışık gibi yanmaktadır.
Emperyalizmin programlarından nasibini alan, tarihinin en güçlü yumruğunu yiyen boksör misali abandone olan ve henüz bu sersemlikten kurtulamamış eski sosyalist ülke halklarının problemlerinin yanı sıra geri bıraktırılmış ülkelerin kurtuluş mücadelesi içinde yer alan ya da bunu iddia eden sosyalistlerin de, sosyalizm dışı akımlardan etkilenmeleri, temel sorunlarımızdandır. Öncelikle bu büyük problemi çözmek, bu sorunu aşmak için köklü ve ciddi bir mücadele içine girilmesi zorunludur.
Sosyalizmin üstündeki, büyük yangından arta kalan külleri temizlemek, onu tekrar dünya halklarına çözüm sunan berrak ışık kaynağı haline dönüştürmek, temel görevimizdir.
Dünya halklarının tek alternatifi vardır! Sosyalizm.
Bu bilimsel zorunluluğun da başka bir alternatifi yoktur. Düşmanın donanımının maddi yönü tartışılamaz bir üstünlüğe sahiptir. Bizim üstünlüğümüzün tanımı ise çok açıktır ve bu tarihsel üstünlüğümüzü sosyalizm mücadelesi adına hoyratça kullananları, şiddetle mahkum etmeliyiz.
Biz tarihin çınarına can vermeye, gerektiğinde ve isteyerek, büyük bir coşkuyla canımızla can vermeye, onu yaşatmaya, onu yeşertmeye, büyütmeye çalışıyoruz. Yani doğal ve yaşamdan yana bir savaşım
Emperyalizm ise, bu soylu çınarı kesmeye hayatı bitirmeye çalışıyor ve bütün olanaklarıyla devasa medyanın, iletişimin, teknolojinin ve maddi gücünün olanaklarıyla bu yaşam çınarını kesmesinin haklılığını, gerekliliğini kitlelere empoze etmeye çalışıyor.
Onun bütün maddi üstünlüklerine rağmen, insanların kendi yaşamlarını, geleceklerini, savunmalarını sağlama mücadelesi ve bu anlamda müthiş bir üstünlüğü var.
Gerçekten, doğadan, güzelden, tarihin normal akışından, doğrudan yana olma avantajı var. Ama bazılarının bütün bu üstünlükleri babalarının evinden getirdikleri çeyiz gibi sersemce kullanmaları, harap etmeleri, gerçekten büyük bir sorun teşkil ediyor.
Bir avuç içi kadar Küba'nın, ABD emperyalizmine attığı tokatların acısı hala dinmiş değildir. Ve sermayenin tükenişine kadar dinmesi de muhtemel değildir. Onlar bütün olanaklarıyla bu tür yeni tokatlar yemelerinin kapılarını kapatmaya çalışa dursunlar, bunun engellenmesi yaşamın devam etmesinin engellenmesi kadar imkansızdır.
Yeter ki, bizler yanlışlarımızla, hatalarımız ve zaaflarımızla onlara hizmet etmeyelim. Onların ekmeğine yağ sürmeyelim. Mücadelemizin ve sosyalizmin kurdu, kunduzu olmayalım.
Yeni Kübaların yaratılması, işten bile değildir. Çünkü dünya gerçekten çok derin acılar içinde kıvranmaktadır ve dünyada oluşan çelişkiler, üniversiteler bitirmiş aritmetikçilerin tanımlayamayacağı derinliktedir. Ama eğer devrimin dinamikleri halkların potansiyelleri doğru değerlendirilirse.
Bu çınarın yaşaması için verilen mücadele ile yok edilmesi için verilen mücadele arasındaki dengenin haklı, güçlü insanları olan bizlerin, bütün bu üstünlüklerimizi kullanmayı bilmemek gibi bir cehalet sorunumuz var ve bunu aşabildiğimiz, yanılgılarımızla mücadeleyi öğrendiğimiz zaman tarihin çarkı yeniden ileriye doğru dönmeye devam edecek.
Sosyalistler bir anlamda gerçek yenilgiyi, yanılgıları dolayısıyla yaşadılar. Yanılgılarında körleştiler ve sonuçta yanılgılarıyla öylesine özdeşleştiler ki bazı kesimler varlıklarını devam ettirebilmek için yanılgılarını devam ettirerek tutsaklığının zincirlerine hapsoldular.
Sosyalizm mücadelesinin de, zaferinin de, devrim sonrasının da özü halktır.
Sosyalizm mücadelesi içinde güçlü bir bilinçle çıkılan yolun temel özelliği ve ona karakterini veren, onu başarıya ya da başarısızlığı götüren, onu sosyalist ya da başka bir şey yapan temel kriter halkla buluşma özelliğidir.
Halkla buluşma kavramı yozlaştırılmamalı, revizyonist ya da pasifist teorilerin materyali haline gelmesine izin verilmemelidir.
Çok kritik ve her türlü kullanılmaya açık olan bu kavram ile ne söylemek istenildiği bellidir. Sözgelimi, Mahir’ler halkla buluşmayı başarmıştır. O çok kısa ama çok hızlı ve başarılı tarihsel süreçleri içerisinde, halkın sempatisini ve güvenini kazanmayı başarmışlardır.
Devrimlerde zafere doğru yürüyen yolu halk arşınlar. Dinamiti kimin ateşlediği, fitili kimin yaktığı önemli değildir. Birileri gerektiğinde gövdesiyle dinamit, yüreğiyle fitil olur, olmalıdır ve bu süreçten sonraki buluşmalarda halk kendi tarihinin rotasını bulduğunu ve o rota üzerinde yürümeye başlayacağını, o rota üzerinde savaşmaya başlayacağını ilan eder.
Bu önemli gerçeğimizin iyi ve doğru kavranılması, insanların kafasında oluşturacağı her türlü mücadele taktiğini ve hatta güncel yöntemi buna göre programlaması, hatta kendi kişiliğini, ruh ve düşünce dünyasını buna göre şekillendirmesi ülkemiz özgürlük mücadelesinin önemli sorunlarından birinin çözümü olacaktır.
Ama bunların yanı sıra halkın içinde bulunduğu ruh halinin ve yaşanılan süreçteki politik özelliklerinin değerlendirilmesi zorunludur. Çünkü onun tavır alışını ya da almayışını, bunlar belirler. Bunları açığa çıkarmak, halkın kendi yaşamını savunacak tepkilerini örgütlemek de devrimcilerin görevidir. Bu görevlerin gerektiği gibi gerçekleştirilmekte olduğunu savunamayız.
O halde çok sözünü ettiğimiz halktan neyi, ne hakla bekliyoruz? Bu beklentiler bir türlü gerçekleşmediği zaman da klasikleşen, ne yapalım, biz yıllardır söyleyip duruyoruz ama halkımız anlamıyor. Sonuçta her halk layık olduğu gibi yönetilir ve layık olduğu gibi yaşar mı diyeceğiz?
Hiç kimsenin devrimcilerin bilincini çarpıtmaya, insanları yanıltmaya hakkı yoktur.
Halk, devrim isteği bilincine uzaktır henüz. Bu aşamada görevimiz, öncelikle halkta devrim isteğini uyandırmak, devrimcilere yönelik güven ve sempatiyi yeniden yaratmak, ağır ve katlanılamaz durumlarının ancak ve ancak devrimle değişme şansının olduğu gerçeğiyle tanışmalarını sağlamaktır.
Egemenlerin egemenliklerini sürdürebilmelerinin en önemli aktivitelerinden biri, kitlelerin bilincini bulandırmaktır. Böylelikle onların yaşam koşullarına rağmen isyan etmemelerini, edememelerini sağlar, yaşadıkları ağır sömürü ve baskıyı açıklamak için onlara sanal gerekçeler sunarlar. Ya da kitleleri, bütün bunları hiç düşünemez, kendi yaşamlarına ilişkin yorum dahi yapamaz hale getirirler. Ve bu durumdan yararlanarak düzenlerini sürdürürler. Ülkeyi gebe bir kadına benzetirsek, embriyon oluşmuştur. Dokuz ay on günlük doğum süreci de yaşanmaktadır ve aslında çoktan bitmiştir. Fakat ebe ya da doktor bulunamadığından, ebe ya da doktorlar görevlerini gerektiği gibi yapamadıklarından dolayı, embriyon içeride çürümüştür. Doğum bir türlü gerçekleşemediği için, çürüme yaşanıyor.
Sosyalist cepheden, gerçekleştirilmek istenenler açısından gücünü, avantajlarını ve dezavantajlarını iyi saptayanlar, bu süreçten her şeye rağmen kazanımlarla çıkabileceklerdir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder