HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

28 Mayıs 2010 Cuma


Yener Orkunoğlu

y.orkunoglu@googlemail.com

LENİN 7([1])

1905 DEVRİMİ
Çarlık Rejimi, Rusya’da biriken ekonomik ve politik sorunlardan dikkati başka yönlere saptırmak için, Japonya ile aralarındaki çelişkiyi derinleştirmeye çalışıyordu. Ama Japonya, Çarlık hükümetinin savaş ilan etmesine zaman bırakmadan savaşı başlattı. Ocak 1904 yılında Arthur Kalesi’ne saldırdı. Çar, Japonya’nın saldırısının Rus halkında milliyetçiliği yükselteceğini zannediyor ve milliyetçiliğin halkın yaşadığı sıkıntıları unutturacağını düşünüyordu. Çarlık hükümetin başbakanı Plehwe şöyle diyordu: ‘Devrimin akışını durdurmak için, küçük bir zafere ihtiyacımız var.’
Rus-Japon savaşı karşısında Lenin’in tutumunu bizim ‘ulusal solcularımızın’ anlaması mümkün değildir. Çünkü Lenin, Rus-Japon savaşında, Çarlık Rusya’sının yenik düşmesinden yanaydı. Çarlık Rusya’sının yenilgisinin yararlı olacağı, Çarlığı zayıflatacağı ve devrimi güçlendireceği düşüncesindeydi.
1914 yılında Avrupa’daki işçi partilerinin çoğu her sosyalistin kendi vatanını savunmasını ileri sürüyorlardı. Lenin, ‘Vatan Savunması’ altında, emperyalist savaşı onaylayanlara karşı şunu diyordu: Ancak sosyalist devrimi gerçekleştiren bir ülkede ‘vatan savunulmasından’ bahsedilebilir. Ne var ki, Bolşevikler içinde de burjuva ideolojisinden tamamen kurtulamayan insanlar vardı. Bu tip Bolşevikler kendi hükümetlerinin yenilgisini içlerine sindiremiyorlardı.
Nihayet Rus-Japon savaşı (1904) Rusya’nın yenilgisiyle sonuçlanır. Rusya’nın yenilgisi, bir tarafta Çarlık rejiminin iç ve dıştaki prestij ve otoritesini sarsarken, diğer tarafta işçilerin ve köylülerin ekonomik durumlarının kötüleşmesi sonucunu doğurur. Bu durum ise, özellikle işçilerin protestolarına zemin hazırlar. Lenin, ‘Port Arthur kalesinin düşüşü, Çarlık rejiminin çöküşünün başlangıcıdır’ diyordu
Çar, savaşın yükselen devrimci hareketi gerileteceğini zannediyordu. Ama tersi oldu. Yenilgi devrimci hareketin yükselmesine neden oldu. Çar ordularının uğradığı yenilgi, geniş halk yığınlarının gözünde Çarlık rejiminin çürük olduğunu gösterdi. Savaş nedeniyle halkın durumu kötüleşti. Kötüleşen bu durum karşısında işçiler tepki göstermeye başladılar. Aralık 1904 yılında Petersburg kentinde bir makine fabrikasında başlayan grev kıvılcım etkisi yaptı. Şehirdeki diğer fabrikalar greve destek verdiler. Öyle ki Petersburg kentinde grev yapan işçilerin sayısı 80 bini buldu. İşçi dernekleri bir araya gelerek 22 Ocak 1905 yılında 200.000 işçiyi kapsayan bir gösteri yaptılar. İşçi derneklerini Çarlık yanlısı sendikal örgütlenme önderlerinden ve gizli polisin ajanı olan Papaz Gapon yönetti. Gapon önderliğindeki barışçıl bir işçi gösterisi düzenleyen işçiler taleplerini Çara iletmek üzere Kışlık Saray önüne geldiler. İşçilerin sorunlarını ve şikayetlerini Çarın dinleyeceği ve halledeceğini ümit ettiler. Ne var ki, Çarın askerleri barışçıl gösteride bulunan işçilere ateş açtılar. 1000’e yakın işçi öldü. Gapon bile gelişen olaylardan sonra şaşkınlık yaşadı: ‘Artık Çarımız Yok’ diye bağıracaktı. Böylece Otokratik çarlık rejimi, ilk büyük çatlağını 1905 yılında yaşadı.
Kanlı Pazar olarak adlandırılacak bu olay çok geniş bir alanda yankılandı. Tüm Rusya’da Çarlık rejimine karşı eylemler ve grevler yapıldı. Kanlı Pazar Rusya’da başlayan devrimin başlangıcı oldu. Şehirlerde kapitalizmin, köylerde ise yarı-feodal üretim ilişkilerinin egemen olduğu Çarlık Rusya’sında topraktan yoksun olan köylüler ve sendikal ve politik haklardan yoksun işçiler harekete geçtiler.
Kanlı Pazar olayından sonra, işçilerin mücadelesi ekonomik talepleri aşarak, politik bir nitelik almaya başladı. Devrimci hareketin yükselmesi ve işçilerin mücadelesi partinin önüne görevler koyuyordu. Örgütsel vb. gibi sorunların yanında, ivedi politik sorunlara cevap vermek için 1905 yılında Nisan ayında III. Kongre Londra’da toplandı. III Kongre, İttifaklar sorunu, Geçici Hükümet, Silahlı Ayaklanma gibi konuları ele alır. Rusya’da devrim patlak verirken, Bolşevikler ve Menşevikler arasında yaşanan tartışmalar şunu gösterir: Ayrılık sadece örgütsel konularda değil, devrimin karakteri, devrimdeki ittifaklar, vb. gibi politik konularda da görüş farklılıkları ortaya çıkar. Bu durum ise Bolşevikler ve Menşevikler arasındaki ayrılığı daha da derinleştiriyordu.
III. Kongre’ye katılmayı reddeden Menşevikler bir Konferans düzenleyerek, Rusya’daki burjuva-demokratik devrimde izlenmesi gereken politik taktikler, ittifaklar, geçici hükümet vb. konuları tartışarak karara bağlarlar.
Menşevikler şu görüşü ileri sürüyorlardı: Rusya’da devrimin karakteri, burjuva-demokratik devrimdir. Böylesi bir devrimin önderi -Marx’ın da belirttiği gibi- burjuvazidir. Proletarya, burjuvaziyi şu alternatif ile karşı karşıya bırakmalı: Burjuvazi, ya geriye ve yahut da ileri doğru gidecektir; yani çarlık monarşisinin baskısı altında kalacaktır, yada işçi sınıfı ile birlikte çarlık monarşisini yıkarak, ileri doğru gidecektir. Dolayısıyla proletaryaya düşen görev, liberal burjuvaziyi desteklemek ve sosyal dönüşümleri içerecek bir şekilde burjuva anayasasını genişletmektir. .Devrim bir burjuvaziyi iktidar getirecektir. İşçi sınıfı burjuvazi hükümetinde yer almamalı.
Burjuva devrimi burjuva toplumun tümünün çıkarına olan değişiklikleri amaçlar. Çarlık hükümetinin, burjuvazi ile proletaryayı bölememesi proletaryanın çıkarınadır. Dolayısıyla, proletarya liberal burjuvazi ile ittifak kurmalı. Ama liberal burjuvaziyi ürkütmemek gerekir. Çünkü eğer liberal burjuvazi ürkerek devrime sırt çevirirse, burjuva demokratik-devrim zayıflayabilir. Karakteri itibariyle burjuva-demokratik devrimine önderlik edecek olan burjuvazidir. Burjuvazi, kapitalizmi geliştirir, demokratik bir kapitalist gelişmeye yol açar. Gelişen kapitalizm koşulları altında işçi sınıfı da Batı’da olduğu sosyalizm uğruna mücadeleyi yürütmeli. Menşevikler, burjuva devriminde proletaryanın yalnız kalmamasını istiyorlardı. Bu nedenle burjuvazi ile ittifakı savunuyorlardı. Ama onlar Lenin’in dediği gibi ‘ama bir şeyi unutuyorlar... önemsiz bir şeyi... köylülüğü!’
Lenin ve Bolşevikler ise şu görüşü savunuyorlardı: Evet, Rusya’daki burjuva-demokratik devrim, diğer burjuva devrimleri gibi kapitalizmin çerçevesini aşmayan bir devrimdir. Ama Rusya’nın burjuvazisi hem zayıftır, hem de ürkektir. Burjuva Devrimi sonuna kadar götürme yeteneğinde değildir, ayrıca işçilere karşı Çarlık rejimine bir kamçı olarak ihtiyacı vardır. Burjuvazinin burjuva devriminin tam zaferinden çıkarı yoktur. Liberal burjuvazi, anayasal bir monarşi temelinde Çarlık rejimi ile uzlaşarak devrimi satmaya hazırdır. Dolayısıyla işçi sınıfı burjuvazi ile birlikte değil, köylülükle beraber devrimi yürütmeli. Devrimdeki işçi-köylü ittifakı, ‘İşçi ve köylülerin Demokratik Diktatörlüğü’ne götürmeli.
Lenin önemli eserlerinden biri İki Taktik (Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği) adlı kitabıdır. III. Kongreden iki ay sonra yazılan bu kitap, Rusya”da yaklaşmakta olan demokratik devrim konusundaki Bolşevikler ile Menşevikler arasındaki görüş farklılıklarını içerir. Lenin bu eserinde demokratik devrimde ittifaklar konusunda alışılagelmiş ittifak anlayışlarından farklı bir anlayışı öne sürer. Lenin’in Rusya’daki burjuva demokratik devrim için önerdiği işçi-köylü ittifaklar politikası ve taktiği yeni bir düşünce idi. O zamana kadarki Marksizmin silah deposunda bulunan ittifak politikasından, taktik tezlerinden farklı bir tezdi. Daha önceleri burjuva devrimlerinde öncülük rolü burjuvazideydi. Örneğin Batı’da daha önceki burjuva devrimlerinde burjuvazi öncü güçtü. Proletarya ve köylülük de burjuvazinin yedek gücü görevini görüyordu. Kendini şablonlarla sınırlamayan Lenin, yeni tarihsel koşulların oluştuğunu ileri sürerek, burjuva devriminde proletaryanın öncü güç olmasını ve köylülükle birlikte eski düzeni yıkmasını savunur.
Lenin’e göre zafere ulaşan bir ayaklanma sonucu, işçiler ve köylüler feodal düzenin kökünü kazıyarak, tüm halkı temsil edecek bir meclis toplayarak, geçici bir hükümet kurabilir. İşçi sınıfı partisi de uygun koşullarda geçici hükümete katılmakta çekinmemeli. ‘Demokratik Diktatörlük’ Rusya’da Ortaçağ’a ve feodalizme ait olan her şeyi silip süpürmeli ve Amariken tipi bir kapitalizmi geliştirmeli. Proletarya, bu koşullarda kendini örgütleyecek ve politik bakımdan bilinçlenebilecektir. Bu durum işçi sınıfının sosyalizm uğruna mücadele yeni olanaklar sunacaktır. Şöyle diyordu Lenin:
‘Demokratik devrim, niteliği bakımından burjuvadır. (…) Ama biz Marksistler, proletarya ve köylülük için gerçek özgürlüğe giden yolun, burjuva özgürlüğü ve burjuva ilerlemesinin yolundan başka bir yol olmadığını ve olmayacağını bilmeliyiz.Unutmamalıyız ki, bugün sosyalizmi yakınlaştırmada, eksiksiz siyasal özgürlükten, demokratik bir cumhuriyetten, proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünden başka bir araç yoktur ve olamaz da.’
‘Proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik. Diktatörlüğü’ sloganına karşı itiraz ediliyordu. Bu itirazlardan biri şöyleydi: Bu diktatörlük, proletarya ve köylülük arasında tek bir iradeyi varsaymaktadır. Oysa proletarya ve küçük burjuvazinin tek bir iradesinden bahsedilemez.
Lenin’e göre bu itirazı yapanlar kafa karışıklığı içinde olanlardır. Çünkü bunlar demokratik devrim ile sosyalist devrimi birbirine karıştırıyorlar. Evet, sosyalist devrimde proletarya ve küçük burjuva arasında tek iradeden bahsedilmez, ama demokratik devrimde tek bir iradeden bahsetmek mümkündür. Lenin itiraza karşı şunları söyler:
‘Bu itiraz "bir tek irade" teriminin soyut, "metafizik" bir yorumuna dayandığından ötürü temelsizdir. "Bir tek irade" bir konu üzerinde sağlanırken bir başka konu üzerinde sağlanamayabilir. Sosyalizm sorunlarında ve sosyalizm için savaşımda birliğin bulunmayışı, demokrasi sorunlarında ve cumhuriyet için savaşımda iradenin tekliğini engellemez. Bunu unutmak, demokratik devrimle sosyalist devrim arasındaki mantıksal ve tarihsel farklılığı unutmak demek olur. Bunu unutmak, demokratik devrimin tüm halkın devrimi olması özelliğini unutmak demek olur: eğer bu devrim "tüm halkın" ise, bu demektir ki, bu devrimde tüm halkın gereksinmelerini ye istemlerini karşıladığı kadarıyla, kesin bir "irade birliği" vardır. Demokratçılığın sınırlarının ötesinde, proletaryanın ve köylü burjuvazisinin bir tek iradesinden söz edilemez.’
Rusya’daki burjuva demokrat devrim konusunda Troçki ve Parvus’un savunduğu ‘Sürekli Devrim’ teorisine değinmek gerekir. Troçki şu görüşü savunuyordu: Demokratik Devrimin tam başarısı, ancak Proletarya Diktatörlüğü altında mümkündür. Proletarya Diktatörlüğünü kuran işçi sınıfı ise, yalnıza demokratik devrimin görevleriyle yetinemez, aynı zamanda sosyal dönüşümleri, bir başka deyişle sosyalist tedbirler de almak zorundadır. Troçki, proletarya diktatörlüğünden, proleter rejimden, proleter hükümetten bahsediyordu. Lenin, köylülüğü ürküteceği ve onu liberal burjuvazinin kucağına iteceği kaygısıyla Troçki’nin İşçi Hükümeti önerisini doğru bulmaz. Çünkü Troçki’nın önerisi hem var olan gerçekliği dikkate almaz, hem de işçi-köylü ittifakının alacağı biçimi önceden saptamaya çalışır. Oysa Lenin, işçi-köylü ittifakının alacağı politik biçimi önceden saptamaktan ve bu politik biçimi sınırlamaktan kaçınır. Rusya gerçekliğinde işçi-köylü ittifakının çeşitli biçimler alabileceği düşüncesinden hareket eder.
Troçki yıllar sonra şunları yazacaktı: “Rus devrimi, burjuva liberalizminin politikası tüm kapsamıyla hükümet etme yeteneğini sergileme fırsatı bulmadan önce, iktidarın proletaryaya geçebileceği (ve başarılı bir devrimde geçmesi gereken) koşulları yaratıyor.’ (...) ‘Köylülüğün en temel devrimci çıkarlarının kaderi ... tüm devrimin kaderi ile, yani proletaryanın kaderi ile kenetlenmiştir. Proletarya bir kez iktidara geldiğinde köylülüğün önünde kurtarıcı sınıf olarak ortaya çıkacaktır.’ (...) “Proletarya hükümete, ulusun devrimci temsilcisi olarak, serflik barbarlığına ve mutlakiyete karşı mücadelede halkın onaylanmış önderi olarak giriyor.” (...) “Proleter rejim, daha baştan, Rusya nüfusunun muazzam kitlelerinin yazgısı sorununun bağlı olduğu tarım sorununu üstlenmek zorunda kalacaktı.’
Troçki’nin 1905 devrimi sonrası Rus Devrimi’nin gelişimi konusunda öngörüsü 1917 yılında doğrulanmıştır. 1917 Nisan Tezleri’nde Lenin, daha önceki görüşünden farklı bir anlayışa ulaşır. 1917 Nisan Tezleri, Lenin ve Troçki arasındaki iktidarın işçi sınıfına geçmesi, proletarya Diktatörlüğü konusunda hemen hemen ortak bir anlayışı savunurlar. Bazı yazarlar, ‘Troçki’nin örgütlenme konusunda Leninst, Lenin’in de devrim konusunda Troçkist olduğunu’ ileri sürerler. Bu görüşün kısmı bir doğruluk payı vardır. Ama bu Troçki’nin 1905-1917 yılları arasında izlediği ittifaklar politikasının doğru olduğu anlamına gelmez. Troçki, 1905’li yıllardaki Rusya’nın gerçekliğini dikkate alarak bir politika izlemekten ziyade, belirli bir şemadan hareket eder.
Bu şemanın üç temel unsuru şunlardı:1-) Tarihte, köylülük bağımsız bir rol oynayamamıştır. Köylülük ayaklanabilir, ama ayaklanmasına bilinçli bir ifade verme yeteneğinde değildir. Onun bir öndere ihtiyacı vardır; 2-) Burjuvazi, zayıf ve ürkek olduğundan, köylülüğün önderi proletarya olabilir. Rus Devrimi, zayıf ve ürkek burjuvaziyi iktidara getirme fırsatı bulmadan önce, proletaryayı iktidarı taşıyacaktır. Proletarya ise, kendi proleter rejimini, proletarya hükümeti kuracaktır; 3-) Ama iktidara gelen proletarya kendisini demokratik görevler ile sınırlandıramaz. Proletarya, kendi diktatörlüğünü kurar. Bu diktatörlük öncelikle demokratik devrimin görevlerini yerine getirir. Rus Devriminin diğer ülkelere yayılmasıyla eş anlı olarak sosyalist görevlerin gerçekleştirilmesine başlar.
1905 yılında Troçki’nin ittifaklar politikası, henüz ihanet etmeyen ve köylülüğü temsil eden S-D(Sosyalist Devrimciler) Partisinin varlığını görmezlikten gelen bir politikaya denk düşüyordu. Lenin, köylülüğün sosyal varlığını ve politik temsilcilerini dikkate alarak ‘İşçi ve Köylülerin Demokratik Diktatörlüğü’nden bahsediyordu.

1905 ve SOVYET DENEYİMİ[2]
1905 yılı Rusya’da devrimci mücadelenin yükseldiği bir yıldı. Rusya’da yaşanan devrim toplumun bütün sınıflarını harekete geçirir. Özellikle işçiler arasında grev hareketi yükselmeye ve politik biçimler almaya başlar. İşte 1905 yılında kurulan Sovyet tipi örgütlenme işçi sınıfının kitlesel mücadelesinin araçları olarak ortaya çıktılar. Sovyet, konsey veya şura tipi örgütlenme, yükselen grev dalgasını yönetmek ve belirli amaçlara yönelik olarak kuruldular. Sovyet örgütlenmesi bütün fabrikaların temsilcilerini bir araya getiren, işçi sınıfının o zamana dek tarihte görülmemiş politik yığın örgütleri olarak ortaya çıktılar. Sovyet tipi örgütlenme Ekim 1905 yılındaki kitlesel politik grevlerin sonucu olarak şekillenmeye başladı. Bir başka deyişle, Sovyet tipi örgütlenme o güne kadarki mevcut örgütsel araçların kitlelere yetmediği toplumsal altüst oluş dönemlerinde, sömürülen ve ezilen sınıfların yığın örgütleri olarak ortaya çıktılar. Politik grevler, yeni tür bir örgütlenme ihtiyacını, yani işçi temsilcileri konseyini ortaya çıkarmıştı.
İşçi Temsilcileri Konseyi’nin (Sovyetler) ilk toplantısı 10 Ekim 1905 günü yapıldı ve toplantıya 30-40 kişi katılmıştı. Bu toplantı Menşevikler tarafından örgütlenmişti. İşçiler, ‘sekiz saatlik iş günü’, ‘basın ve toplanma özgürlüğü’, ‘kurucu meclis’ gibi politik istemleri dile getiriyorlardı.
Peki ama İşçi Temsilcileri Konseyi olarak Sovyet örgütlenmesi neydi? 1905 ve 1917 Devrimlerinde rol almış ve 1905 Devrimi sonrası ortaya çıkan Sovyet Örgütlenmesine başkanlık yapan Troçki şöyle yazıyor.
‘ Sovyet, olayların seyrinden doğan nesnel bir gereksinmeye yanıt olarak ortaya çıktı. Otorite sahibi olan ama hiçbir geleneğe dayanmayan Sovyet, gerçekte hiçbir örgütsel mekanizmaya sahip değilken, dağınık durumdaki yüz binlerce insanı hemen içine alabilen; proletarya içindeki devrimci akımları birleştiren, inisiyatif ve kendiliğinden bir-öz denetim yeteneğine sahip olan; ve hepsinden önemlisi, yirmi dört saat içinde yeraltından çıkarılabilen bir örgütlenmeydi.’ (Troçki, 1905)

Sovyet tipi örgütlenmenin, proletarya içindeki devrimci akımları birleştirebildiği, inisiyatif ve kendiliğinden bir-öz denetim yeteneğine sahip olduğu doğrudur. Ama bunlar birden bir ortaya çıkan örgütlenmeler değildir. Sovyet tipi örgütlenmenin bir geçmişi var. 1890’lı yılların ikinci yarısından sonra hızlı sanayileşmenin doğurduğu kötü koşullar sonucu, işçileri yavaş yavaş hak aramaya başlarlar. Kendi örgütlenmelerini kurmak için çeşitli yollara başvururlar. Petersburg’da 1896-1898 yılları arasında Marksist aydınlar, işçi sınıfı saflarında propaganda ve ajitasyon yürütürler. Propagandaların da etkisiyle işçiler grev komiteleri oluştururlar. Daha uzun süreli grevleri finanse edebilmek için işçi yardımlaşma sandıkları oluştururlar. Bu sandıklar ise o zaman yasa-dışı örgütlenmelerdir. Bu tip örgütlenmeler, daha sonra ortaya çıkan Sovyet tipi örgütlenmelerin ilk öncülü oldu.
Öte yandan Çarlık rejimi de, işçileri denetim altında tutmak için, İşçiler arasında Yardımlaşma Kurumları oluşturmuştu. Polis şefi Zubatov önderliğinde kurulan bu derneklere üye olan işçilerin sayısı özellikle Moskova’da 50 bin işçiyi kapsayacak kadar genişlemişti. Polis şefi Zubatov, işçilerin içinde bulunan ajanları aracılığıyla işçiler arasındaki gelişmeleri takip ediyor, işçilerin haberi olmadan patronlarla görüşüyor, yaşam koşullarında bazı iyileştirmelerin yapılmasını istiyordu. Amaç polis örgütlenmesi aracılığıyla işçilerin mücadelesini düzen içi kanallara akıtmaktı. Ne var ki, Zubatov tam denetlemeyi sağlayamayınca, görevden alınır. Yerine Papaz Gapon getirilir.Her şey karşın işçi sınıfının mücadelesi sürekli yükselir. Rusya’da 1905 Devrimi çeşitli süreçlerden geçer. Grev mücadeleleri içinde olan işçi sınıfı kendiliğinden bir şekilde İşçi Temsilcileri Konseyi (Sovyet)’ni oluştururlar. Sovyet örgütlenmesinin politik alandaki yeri nedir? Sovyet tipi örgütlenme ile parti arasında nasıl bir ilişki var? Rusya’da 1905 yılında ‘aniden’ ortaya çıkan Sovyet tipi örgütlenme üzerine Rus Marksistleri uzun dönem tartıştılar. Hem Menşevikler, hem Bolşevikler bu sorulara cevap arıyorlardı. ‘Pek çok kişi, 1905’te hiç beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan bu olguyu, işçi sınıfının devrimci iktidar organları olmaktan ziyade, ayaklanma komiteleri veya sendikal tipte yapılar olarak değerlendirdi. Fakat bütün bu tartışmalarda Paris Komünü deneyimi gözden kaçırılıyordu. Komün, işçi sınıfının devrimci iktidarıydı ve bir iktidar organı olarak Sovyetlerin öncülüydü. 1905’te Sovyetler, tüm yığınları bir araya toplayarak, onlara yön vererek, sendikalları kendine bağlayarak, Çarlık devletini felç eden politik grevleri örgütleyerek, kendine bağlı milis kuvvetleri oluşturarak, siyasal iktidarı hedef alarak ve bu yönde karalı davranarak ikili bir iktidarın temellerini atmıştı.’(Akın Erensoy, Sovetler ve Devrim, www.marksist.com)
Ortaya çıkan Sovyet örgütlenmesi önüne hedefler koymuştu: Grevin devamını veya sona erdirilmesini karar verebilecek şekilde grev hareketini yönetmek; İşçiler arasında, teknik eylemlere vb. karşı çıkacak bir şekilde disipini sağlamak.Sovyet tipi örgütlenme konusunda şöyle özetlenebilir: Sendikal mücadeleden farklı olarak Sovyet tipi örgütlenme, ekonomik mücadeleyi politik mücadele ile birleştiren bir örgütlenme olarak ortaya çıktı. Sovyet tipi örgütlenmenin yarattığı iki önemli sonuç oldu: Birincisi, ekonomik ve politik mücadeleyi birbirinden ayıran ekonomizm eğiliminin geniş işçi sınıfı kitleleri içinde politik alanda mahkum edilmesi. Esasen bu yeni olgu, ekonomik mücadeleyi sendikalara, politik mücadeleyi de partiye dayandıran düalist anlayışın aşılması demekti; İkincisi, işçi sınıfının kendiliğinden sınıf bilincine ulaşmayacağı ve politik örgütlenme kuramayacağı şeklindeki düşüncenin sorgulanması. Bu durumda Bolşevikler arasında işçi sınıfının kendiliğindenciliğini küçümseyen bakış açısının aşılması demekti.
Sovyet tipi mücadele örgütlerinin ortaya çıkışı, Lenin’in eski görüşlerinde bir takım değişiklikler yapmaya zorlar. Çünkü Lenin önceleri, işçi sınıfının kendiliğinden kurabileceği örgütlenmelerin sendikal örgütlenmeler olabileceğini, işçi sınıfının da kendiliğinden ancak sendikal bilince ulaşabileceğini savunuyordu. Lenin ve diğer Bolşevikler, işçilerin kendiliğinden politik amaçlara yönelik devrimci örgütler kurmayacağı veya kursa bile kararlı devrimci bir parti olmadan bu hareketlerin başarıya ulaşamayacağı düşüncesindeydi. Oysa şimdi öngörülemeyen yeni bir gelişme ortaya çıkmıştı: Sovyet tipi örgütlenmeler kurulmuştu. Bu yeni durum, işçilerin kendiliğindenciliği konusundaki Bolşevikler arasında yaygın düşünceleri sorgulatır hale gelmişti. Çünkü daha önceki düşüncenin tersine, Rusya’da işçi sınıfının mücadelesi politik hedeflere de yönelmeye başlar. Yani işçi sınıfı, bir parti önderliği olmadan politik mücadele de yürütebilecek kendi sınıf örgütlerini yaratırlar.
Ne var ki, Bolşeviklerin büyük çoğunluğu Sovyet tipi örgütlenmelere karşısında ilkin olumsuz bir tutum takındılar. İşçilerin kendiliğinden devrimci eyleme yönelemeyeceği şeklindeki önceleri savundukları görüş dolayısıyla Sovyet örgütlenmesine ilkin kuşkuyla yaklaştılar. Ayrıca Menşeviklerin Sovyet örgütlerinde çoğunluğu oluşturması nedeniyle Sovyet örgütlenmesine gereken önemi vermediler.
Bolşeviklerin Petersburg komitesi, Sovyet tipi örgütlenmesin ‘parti dışı’ ve ‘partiler üstü’ bir örgütlenme olarak öncü partiye zarar verebileceğini ileri sürdü. Sovyet tipi örgütlenme konusunda Bolşevik basında tartışma yürütüldü. Bu tartışma çeşitli eğilimleri ortaya çıkardı. Tartışmanın özü şuna yönelikti: Parti ile Sovyet tipi örgütlenme arasında nasıl bir ilişki olmalı. Bolşeviklerin çoğunluğu, Sovyet tipi örgütlenmenin parti-dışı ve parti-üstü bir örgütlenme olmasını eleştiriyordu. Örneğin bir eğilim, Sovyet tip örgütlenmenin sendikal örgütlenmeden farklı olmamasını ileri sürüyordu. Bir başka eğilim, Sovyetlere partinin programını dayatmaya çalışıyordu. Petersburg’daki Bolşevikler arasında yaygın bir düşünce şuydu: Parti ve Sovyet tipi örgütlenme birbirine paralel olarak uzun sürede varlıklarını sürdüremezler. Örneğin partinin ajitasyon ve propaganda grubu adına P. Mendeleyev şöyle diyordu:
‘İşçi Temsilcileri Konseyi (Sovyet) politik bir örgütlenme olarak varlığını sürdüremez. Sovyet örgütlenmesinin varlığı, Sosyal-Demokrat (Marksist y.o) hareketin gelişimine zarar verdiğinden dolayı, Marksistler bu örgütten çıkmalıdır. İşçi Temsilcileri Konseyi yalnıza sendikal bir örgütlenme olarak var olabilir.’[3]
Örneğin ‘Sovyet mi Parti mi?’ başlıklı makalesinde B. Radin İşçi Temsilcileri Konseyi (Sovyet) konusunda şu düşünceyi dile getiriyordu: ‘İşçi Temsilcileri Konseyi, proleteryanın sadece belirli eylemlerini yönetebilir. (...) ama sınıf politikasını yürütemez.(...) İşçi Temsilcileri Konseyi, partinin programını ve parti tarafında yönetilmeyi kabul etmelidir.’ [4] Radin, İşçi Temsilcileri Konseyinin (Sovyetin) parti yerine geçmemesini ve Sovyet örgütlenmesinin partiye bağlı olmasını savundu.
Bolşevikler içinde Sovyet örgütlenmesinin önemini ilk kavrayan yine Lenin olmuştur. Lenin, Bolşevik örgütlenmesi içinde partisiz sınıf örgütlenmesi olan Sovyet tipi örgütlenme karşısında olumsuz tavır takınan eğilime karşı mücadele yürütür. O, işçi sınıfının kendiliğindenliğini göklere çıkaran eğilimlere karşı durduğu gibi, kendiliğindenciliği küçümseyen eğilimlere karşı durmuştur.
Bolşeviklerin çoğunluğu Parti mi Sovyet mi diye bir ikircikli soru sorarken, Lenin, Parti mi Sovyet mi şeklindeki soruyu yanlış bulur. Lenin, tartışmalara müdahale etmek için 1905 Kasım ayında Stockholm’den ‘Görevlerimiz ve İşçi Temsilcileri Konseyi’ başlıklı yazıyı gazetenin redaksiyonuna gönderir. Lenin, ‘dışardan’ yazan biri olarak Sovyet örgütlenmesi konusundaki görüşlerini dile getirir. Lenin yazının yayınlanmasını redaksiyona bırakır. Ama redaksiyon Lenin’in yazısını basmaz. Lenin’in makalesi ilk defa 1940 yılında yayınlanır. Lenin o yazıda şöyle yazıyordu:
’Yoldaş Radin’in sorunu İşçi Temsilcileri Sovyeti mi, yoksa Parti mi biçiminde koyması yanlıştır. Soru nasıl sorulursa sorulsun, cevabın şöyle olması gerekir:: Hem İşçi Temsilcileri Sovyeti, hem Parti. İşçi Temsilcileri Sovyetinin görevleriyle, partinin görevlerini birbirinden ayırmak ve bu görevlerin birbiriyle ilişkisini kurmak en acil konudur. Sovyet’in herhangi bir partiye tümüyle bağlanmasını önermek amaca uygun ve doğru değildir.’[5]
İşçi sınıfının parti olmadan politik eylemler örgütleme yeteneğinde olduğunu bazı Bolşeviklere göstermek için Lenin şunları yazar:‘İşçi Temsilcileri Sovyeti genel grev sırasında, greve bağlı olarak ve onun amaçları içinde doğdu. Grevi yöneten ve zafere ulaştıran kimdi? Tüm (Italik Lenin) proletarya! Bunlar arasında sosyal-demokrat olmayan işçiler de vardı. İyi ki bunlar azınlıktaydılar. Grevlerin amaçları nelerdi? Bunlar hem ekonomik, hem siyasal amaçlardı. Ekonomik amaçlar tüm proletaryayı, tüm işçileri, yalnızca ücretli işçileri değil, hatta kısmen bütün emekçileri ilgilendiriyordu. Siyasal amaçlar Rusya’nın tüm halkını, daha doğrusu tüm halklarını ilgilendiriyordu. (…) Proletarya ekonomik mücadeleyi sürdürmeli midir? Mutlaka. Bu konuda bir anlaşmazlık yoktur, olamaz da. Peki ama, bu mücadele yalnızca Sosyal Demokratlar tarafından ve yalnızca sosyal demokrat bayrak altında mı yürütülmelidir? Öyle olduğuna inanmıyorum‘ [6]Lenin, parti örgütlenmesi ve işçi sınıfının kendiliğindenciliği konusunda ilk önceleri çubuğu oldukça sola bükmüştü. 1905 yılında yaşanan devrim deneylerinin ışığında iki konuda çubuğu düzeltecektir. Birincisi, partiyi geniş işçi yığınlarına açacaktır. Bu nedenle Lenin, gerçi ‘parti komite üyeleri’nin eleştiri oklarına hedef olacaktır. İkincisi, işçi sınıfının parti olmadan da siyasal amaçlar yönelik örgütler kurma yeteneğinde olduğunu teslim edecektir. Rusya’da yaşananlar şunu göstertiyor. Lenin, bir tarafta olguları bütünselliği içinde ele alarak tek-yanlı yaklaşımlara karşı dururken; öte tarafta, dogmatik tutumdan uzak durması, şemalardan hareket etmemesi, gerçekliği dikkate alarak gerektiğinde eski düşüncelerini aşabilmesidir.
-devam edecek-




[1] Hem emAlmanca bazı kitapları okumak zorunda kaldığımdan, hem bazı etkinliklerden hem de özel nedenlerden dolayı bu yazım biraz geç kaldı. Gecikme nedeniyle özür dilerim.
[2] Rusya’daki İşçi Temsilcileri Konseyleri (Sovyet)“nin ortaya çıkışı ve çeşitli partilerin Sovyetlere karşı tutumu konusunda bkz. Oskar Anweiler, Die Rätebewegung in Russland 1905-1921.
[3] Mendeleev, aktaran Oskar Anweiler, Die Rätebewegung in Russland 1905-1921, s. 95[4] B. Radin, aktaran Oskar Anweiler, Die Rätebewegung in Russland 1905-1921, s. 96[5] Lenin, Gesamt Werke X, s.4
[6] Lenin, Gesamt Werke X, s.5

Hiç yorum yok: