16 Mayıs 2010 Pazar
ŞANTAJ SİYASETİN FAŞIST ARAÇLARLA DEVAMIDIR
İnsanları, kendi açıklamaları, altında imzaları, hukuki kanıtı, belgesi olmayan, ikili ilişkilerini siyasete araç ederek tehdit etmek, üzerlerinde şaibe yaratmak ahlaksız bir şantajdır.
Şantaj, faşist bir yöntemdir; siyasetin faşist araçlara devamından başka bir şey değildir.
Bu işi Naziler çok iyi becermişlerdi; Hitler’e bombalı suikast eyleminin başarısızlığı ardından, Almanların en büyük mareşallerinden sahraların tilkisi Romel’e “ ya intihar et ve şerefli bir devlet töreniyle gömül ya da mahkemelerin hükmüne hazır ol” diyen ve yanında birkaç saniyede öldüren zehir hediyesiyle (14 Ekim 1944) sunulan mesaj budur. (Bkz. W.L.Shirar “NAZİ İMPARATORLUĞU III. Cilt ÇÖKÜŞ, s:341).
Mihrac Ural
10 Mayıs 2010
Deniz Baykal, Nesrin Baytok “ilişkisi” iddiası nedeniyle CHP başkanlığından istifa etti (10 Mayıs 2010). İstifanın yankılarıyla çalkalanan ülkemizde siyasetin kirliliği bir kez daha, ilgili ilgisiz herkesin suratına bir şamar gibi indi.
Beğenirsiniz beğenmezsiniz, karşıt, hatta düşman olabilirsiniz, ama siyasette şantajı karıştırmak için ya görevi ya da faşizan olmak gerek; tercihi bu abesle iştigal edenler yapsın.
Siyasetin kirliliği, şahısların niyetine bağlı olmayan bir ülkede yaşıyoruz. Amaç için her aracı mubah gören akıl Osmanlıdan, ittihatçılığa uzanan bir serüvenin son halkası olarak cumhuriyetteki Osmanlıda tecelli etmiştir. Kürtleri katledenler, 6-7 Eylül 1955 olayların failleri, Kıbrıs komedisi, darbeler, sınır ötesi operasyonlar bunun ürünüdür. Bu araçla sadece kişiler karalanmamış, etnik temizlikler yapılmış, inanç farklılıkları çiğnenmiş, ötekileştirilerek kıyıma uğratılmıştır.
İnsanları, kendi açıklamaları, altında imzaları, hukuki kanıtı, belgesi olmayan, ikili ilişkilerini siyasete araç ederek tehdit etmek, üzerlerinde şaibe yaratmak ahlaksız bir şantajdır.
Şantaj, faşist bir yöntemdir; siyasetin faşist araçlara devamından başka bir şey değildir.
Bu işi Naziler çok iyi becermişlerdi; Hitler’e bombalı suikast eyleminin başarısızlığı ardından, Almanların en büyük mareşallerinden sahraların tilkisi Romel’e “ ya intihar et ve şerefli bir devlet töreniyle gömül ya da mahkemelerin hükmüne hazır ol” diyen ve yanında birkaç saniyede öldüren zehir hediyesiyle (14 Ekim 1944) sunulan mesaj budur. (Bkz. W.L.Shirar “NAZİ İMPARATORLUĞU III. Cilt ÇÖKÜŞ, s:341).
Ahlaksız iddialar, adli karşılığı olmayan söylenceler siyasetin tüm erdemlerini ayaklar altına alan süfli yöntemlerdir. Her yöntem gibi bu da siyasetin içindedir ama, Şantaj siyasetin faşizan araçlarla devamından başka bir şey değildir. Baykal’a yapılan da budur. Haftalardır, faşizan tartışması yürütenlerin içine düştükleri handikap bu ahlaksız iddialarla kesişme halindedir. Bunun, ülkemizde ikame edilmek istenen sivil diktatörlük eğilimleriyle de ilintili olması akla en yakın ihtimaldir.
Şantaja uğramak ise, Baykal’ı siyasi açıdan aklayacak bir kompliman değildir.
Baykal, bu satırların yazarı açısından, CHP’yi modern faşist bir parti haline getiren siyasal bir kişiliktir. Öyle ki, yazdığım bir dizi makalede bunun tarihsel kökleri üzerinde de durarak Cumhuriyetteki Osmanlının, ittihatçılığın ruhunun Baykal aracılığıyla CHP de hortlatıldığını ifade ettim.
O, sosyal demokrasinin, milliyetçi, tek boyutlu, egemen etnik toplum için geçerli olduğu iddiasındadır; alt kimlikleri ötekileştiren, üst kimlik diye egemen ulusu, özgürlük ve demokrasinin mantığına aykırı olarak dayatan bir siyasi liderdir. Bu duruşu zaman zaman ve özel olarak Kürt sorununda ırkçı-şoven noktalara kadar götürmüştür.
Baykal, tarihin en acımasız ortaçağ karanlıklarında başarılmamış asimilasyon politikalarının ısrarlı sürdürücüsü rolünde olmuştur. Kürdistan’da basit iyileştirmeler için bile “önce terör bitmeli” diyecek kadar insanlık yerine, milliyetçilik yapandır. Irkçı MHP ile CHP arasındaki farkları kapatan söylemiyle ortak ülkemizin toplumsal barışı önünde önemli engellerden biri haline de gelmiştir. Anadille eğitim konusunda bile amansız ve pervasız bir milliyetçilik sergileyerek resmi okullarda anadil eğitiminin mutlak olarak karşısında olduğunu ilan etmiştir. Kıbrıs konusunda gösterdiği tutumla, 80 milyonluk bir ülkeyi milli sorun adı altında esir etme siyasetini geliştirmiştir. O dünya sosyal demokrasi mefhumunun tam aksine darbecilerin avukatlığını yapmıştır. Sınır ötesi operasyonları desteklemiş hükümranlığı altındaki vatandaşların toplu katledilmesinin taraftarı olmuştur; İsrail- ABD dış yardımlarıyla (teknik, istihbarat ve silah yardımları), “dış kaynaklı” diye suçladığı Kürt özgürlük hareketinin üzerine yürünmüştür, kendi vatandaşının katlini desteklemiştir.
Baykal, dünya sosyal demokrasisinin tarihle yüzleşmede öncülük yapan eğilimlerinin tersine tarihin kirli sayfalarını, milliyetçilik adına savunmuştur, Ermeni soy kırımı ve Dersim kıyımı için “gözyaşlarına bakılmadan” bu günde örnek alınması gereken hadiseler olarak görmüştür. Partisinde kurduğu hizipçi örgülerle CHP’yi, tarihi egemen ulus çizgisine rağmen taşıdığı nispi mozaik dokusu yerine, tek boyutlu bir milliyetçi parti haline dönüştürmüştür. Baykal, politika üretme kısırlığı içinde, ülkemizin stratejik sorunlarında iflas ederek CHP’yi Kürdistan’daki varlığını yok etmiştir; ülkemizin kimlik bunalımına bulduğu ırkçı tanımlamalar siyasal sorunların derinleştiren roller oynamıştır.
Ancak bütün bunlar siyasetin içinde algılanabilir verilerdir. Şantaj ise, siyasette başka türden bir araçtır. Bu yüzden Baykal, istifasını açıkladığı konuşmasında “şantaja boyun eğmeyeceğim” demesi, önemsenmesi gereken bir duruştur. İstifadan sonra, CHP ile ilgisinin ne olacağı öncelikle CHP’lileri ilgilendirir. Ama siyasetin etik değerleri açısından “şantaja boyun eğmemek” çok anlamlı bir ifadedir. Ülkemizin siyasal süreçlerindeki girdaplarda, şantajlara teslim olmak, kirliliğin bataklığa dönüşmesine katkıdır. Siyasetin geleceğiyle ilgili doğru duruş, teslim olmadan, boyun eğmeden, faşizan her türden dayatmaya karşı durmayı gerektirir.
Özel Harp Dairesinin her alana yayılmış elemanları, toplumsal ilişki kaygısı tanımayan “diplomat ahlakı”yla ya da kendi ahlaksızlıklarına uygun olarak yaptıkları ifşaat şantajı, Kürt özgürlük hareketine karşı amansızca yöneltilmişti. Hala devam eden bu karalama siyasetin normal dengeleri ve mantığıyla ilgili bir yere sahip değildir.
Kürt halkının siyasal temsilcilerine, yapıştırmak istedikleri ithamlar arasında, beyaz siyah her türden gayri meşru ticaret karalaması yanı sıra ahlaksız iddiaların da olduğu bilinmektedir. Bu ülkede farklı düşünen herkese bu türden karalamalar yapılmıştır; milliyetçi ilkellerin, ırkçı faşistlerin her yerde, devrimci saflarda bile, bu çirkin suçlamaların kuklalar aracılığıyla yapıldığı bilinmektedir. Siyasette adı bilinip de bir biçimde bu ahlaksızlıklara maruz kalmayan siyasi bir şahsiyet kalmamıştır.
Bu bir mekanizmadır, muhbir ve görevli ağları bulunmaktadır. Bugün bana, yarın sana diye devam eden çarklar, siyasetin her alanını veba gibi sarmıştır. Bulanık suda avlanmak diye dile gelen değim, bu çevrelerin siyasetin kimyasını bozmakla iştigallerini anlatır. Şantaj, sağlaması yapılmamış denklemlerin, adli bir davada karşılığı olmayan hukuksuzluktur.
Şantajın kaynağında fanatizm var. Ülkemizi sivil diktatörlüğe doğru götürmek isteyen irade, hakim parti ve liderine bağlı ya da ondan bağımsız, bu yöntemlere yaslanmaya mahkumdur. Çünkü tıkanmanın, gerilemenin, yetmezliğin içinde çırpınan her güç, bu ahlaksız yöntemlere başvurma ihtiyacındadır. Ülkemiz, dünyada bu ortama müsait siyasi alt yapısıyla, kaosa sürüklenmek istenmektedir. Bunun için, hiçbir etik değerin önemi yoktur; kirletmek, şaibe altında tutmak ve yıkma amacı vardır.
Siyasette kirlilik, düzene ait bir vakıadır, gerçektir ve bu sistemin içindeki her çevre bir biçimde bu çamurun izini taşımaktadır. Bu doğru. Ama bu, demokratik güçlerin tavırsız kalmasına gerekçe değildir; bana dokunmayan yılan bin yaşasın demekle tehlikeden kurtulmak mümkün değildir. Ortak yaşam alanında her kirlilik, devrimci güçleri de ilgilendirir, tavır almalarını gerektirir. Kime ve ne amaçla yöneltilmiş olursa olsun, Şantajı kınamak, demokrasi mücadelesinin içinde kendini ifade eden her kesin görevi olmalıdır.
Şantaj diyalogun sonudur. Diyalogun bittiği yerde insani olmayan araçlar devreye girer. İnsanın sorunlarına çözüm için bulduğu en müthiş araç diyalogdur. İnsanca olandan, insanlık dışı olana kayanlar ise, normal dengeleriyle siyasetin içinde olamazlar.
Baykal, siyasete geri döner ya da dönmez bunun bir önemi yoktur. Tarihe ışık saçan uygarlıkların yaratıcısı bu topraklarda Baykal okyanusta bir noktadır. Ayrıca siyaset, boşluk tanımaz. Siyaset kendi boşluğunu bir çırpıda, daha iyisi ya da kötüsüyle doldurur. Ama ahlaksızlığın bıraktığı izleri silmek için, kuşaklar boyu süren zorlu bir mücadele gerekir. Buna düşmemek, buna geçit vermemek için, bu tür faşizan yöntemlere boyun eğmemek gerek.
Siyaseti ortak yaşam alanlarında daha demokratik ve özgür bir toplumsal ilişkiye yönlendirmek için, kim ne türden bir sorumluluk duyuyorsa, her türden ahlaksızlığa karşı durmasını bilmelidir.
Gelecek nesillere bırakılacak miras tercihlerimiz, bu günün konusu olduğunu unutmamalıyız.
Şantaj, faşist bir yöntemdir; siyasetin faşist araçlara devamından başka bir şey değildir.
Bu işi Naziler çok iyi becermişlerdi; Hitler’e bombalı suikast eyleminin başarısızlığı ardından, Almanların en büyük mareşallerinden sahraların tilkisi Romel’e “ ya intihar et ve şerefli bir devlet töreniyle gömül ya da mahkemelerin hükmüne hazır ol” diyen ve yanında birkaç saniyede öldüren zehir hediyesiyle (14 Ekim 1944) sunulan mesaj budur. (Bkz. W.L.Shirar “NAZİ İMPARATORLUĞU III. Cilt ÇÖKÜŞ, s:341).
Mihrac Ural
10 Mayıs 2010
Deniz Baykal, Nesrin Baytok “ilişkisi” iddiası nedeniyle CHP başkanlığından istifa etti (10 Mayıs 2010). İstifanın yankılarıyla çalkalanan ülkemizde siyasetin kirliliği bir kez daha, ilgili ilgisiz herkesin suratına bir şamar gibi indi.
Beğenirsiniz beğenmezsiniz, karşıt, hatta düşman olabilirsiniz, ama siyasette şantajı karıştırmak için ya görevi ya da faşizan olmak gerek; tercihi bu abesle iştigal edenler yapsın.
Siyasetin kirliliği, şahısların niyetine bağlı olmayan bir ülkede yaşıyoruz. Amaç için her aracı mubah gören akıl Osmanlıdan, ittihatçılığa uzanan bir serüvenin son halkası olarak cumhuriyetteki Osmanlıda tecelli etmiştir. Kürtleri katledenler, 6-7 Eylül 1955 olayların failleri, Kıbrıs komedisi, darbeler, sınır ötesi operasyonlar bunun ürünüdür. Bu araçla sadece kişiler karalanmamış, etnik temizlikler yapılmış, inanç farklılıkları çiğnenmiş, ötekileştirilerek kıyıma uğratılmıştır.
İnsanları, kendi açıklamaları, altında imzaları, hukuki kanıtı, belgesi olmayan, ikili ilişkilerini siyasete araç ederek tehdit etmek, üzerlerinde şaibe yaratmak ahlaksız bir şantajdır.
Şantaj, faşist bir yöntemdir; siyasetin faşist araçlara devamından başka bir şey değildir.
Bu işi Naziler çok iyi becermişlerdi; Hitler’e bombalı suikast eyleminin başarısızlığı ardından, Almanların en büyük mareşallerinden sahraların tilkisi Romel’e “ ya intihar et ve şerefli bir devlet töreniyle gömül ya da mahkemelerin hükmüne hazır ol” diyen ve yanında birkaç saniyede öldüren zehir hediyesiyle (14 Ekim 1944) sunulan mesaj budur. (Bkz. W.L.Shirar “NAZİ İMPARATORLUĞU III. Cilt ÇÖKÜŞ, s:341).
Ahlaksız iddialar, adli karşılığı olmayan söylenceler siyasetin tüm erdemlerini ayaklar altına alan süfli yöntemlerdir. Her yöntem gibi bu da siyasetin içindedir ama, Şantaj siyasetin faşizan araçlarla devamından başka bir şey değildir. Baykal’a yapılan da budur. Haftalardır, faşizan tartışması yürütenlerin içine düştükleri handikap bu ahlaksız iddialarla kesişme halindedir. Bunun, ülkemizde ikame edilmek istenen sivil diktatörlük eğilimleriyle de ilintili olması akla en yakın ihtimaldir.
Şantaja uğramak ise, Baykal’ı siyasi açıdan aklayacak bir kompliman değildir.
Baykal, bu satırların yazarı açısından, CHP’yi modern faşist bir parti haline getiren siyasal bir kişiliktir. Öyle ki, yazdığım bir dizi makalede bunun tarihsel kökleri üzerinde de durarak Cumhuriyetteki Osmanlının, ittihatçılığın ruhunun Baykal aracılığıyla CHP de hortlatıldığını ifade ettim.
O, sosyal demokrasinin, milliyetçi, tek boyutlu, egemen etnik toplum için geçerli olduğu iddiasındadır; alt kimlikleri ötekileştiren, üst kimlik diye egemen ulusu, özgürlük ve demokrasinin mantığına aykırı olarak dayatan bir siyasi liderdir. Bu duruşu zaman zaman ve özel olarak Kürt sorununda ırkçı-şoven noktalara kadar götürmüştür.
Baykal, tarihin en acımasız ortaçağ karanlıklarında başarılmamış asimilasyon politikalarının ısrarlı sürdürücüsü rolünde olmuştur. Kürdistan’da basit iyileştirmeler için bile “önce terör bitmeli” diyecek kadar insanlık yerine, milliyetçilik yapandır. Irkçı MHP ile CHP arasındaki farkları kapatan söylemiyle ortak ülkemizin toplumsal barışı önünde önemli engellerden biri haline de gelmiştir. Anadille eğitim konusunda bile amansız ve pervasız bir milliyetçilik sergileyerek resmi okullarda anadil eğitiminin mutlak olarak karşısında olduğunu ilan etmiştir. Kıbrıs konusunda gösterdiği tutumla, 80 milyonluk bir ülkeyi milli sorun adı altında esir etme siyasetini geliştirmiştir. O dünya sosyal demokrasi mefhumunun tam aksine darbecilerin avukatlığını yapmıştır. Sınır ötesi operasyonları desteklemiş hükümranlığı altındaki vatandaşların toplu katledilmesinin taraftarı olmuştur; İsrail- ABD dış yardımlarıyla (teknik, istihbarat ve silah yardımları), “dış kaynaklı” diye suçladığı Kürt özgürlük hareketinin üzerine yürünmüştür, kendi vatandaşının katlini desteklemiştir.
Baykal, dünya sosyal demokrasisinin tarihle yüzleşmede öncülük yapan eğilimlerinin tersine tarihin kirli sayfalarını, milliyetçilik adına savunmuştur, Ermeni soy kırımı ve Dersim kıyımı için “gözyaşlarına bakılmadan” bu günde örnek alınması gereken hadiseler olarak görmüştür. Partisinde kurduğu hizipçi örgülerle CHP’yi, tarihi egemen ulus çizgisine rağmen taşıdığı nispi mozaik dokusu yerine, tek boyutlu bir milliyetçi parti haline dönüştürmüştür. Baykal, politika üretme kısırlığı içinde, ülkemizin stratejik sorunlarında iflas ederek CHP’yi Kürdistan’daki varlığını yok etmiştir; ülkemizin kimlik bunalımına bulduğu ırkçı tanımlamalar siyasal sorunların derinleştiren roller oynamıştır.
Ancak bütün bunlar siyasetin içinde algılanabilir verilerdir. Şantaj ise, siyasette başka türden bir araçtır. Bu yüzden Baykal, istifasını açıkladığı konuşmasında “şantaja boyun eğmeyeceğim” demesi, önemsenmesi gereken bir duruştur. İstifadan sonra, CHP ile ilgisinin ne olacağı öncelikle CHP’lileri ilgilendirir. Ama siyasetin etik değerleri açısından “şantaja boyun eğmemek” çok anlamlı bir ifadedir. Ülkemizin siyasal süreçlerindeki girdaplarda, şantajlara teslim olmak, kirliliğin bataklığa dönüşmesine katkıdır. Siyasetin geleceğiyle ilgili doğru duruş, teslim olmadan, boyun eğmeden, faşizan her türden dayatmaya karşı durmayı gerektirir.
Özel Harp Dairesinin her alana yayılmış elemanları, toplumsal ilişki kaygısı tanımayan “diplomat ahlakı”yla ya da kendi ahlaksızlıklarına uygun olarak yaptıkları ifşaat şantajı, Kürt özgürlük hareketine karşı amansızca yöneltilmişti. Hala devam eden bu karalama siyasetin normal dengeleri ve mantığıyla ilgili bir yere sahip değildir.
Kürt halkının siyasal temsilcilerine, yapıştırmak istedikleri ithamlar arasında, beyaz siyah her türden gayri meşru ticaret karalaması yanı sıra ahlaksız iddiaların da olduğu bilinmektedir. Bu ülkede farklı düşünen herkese bu türden karalamalar yapılmıştır; milliyetçi ilkellerin, ırkçı faşistlerin her yerde, devrimci saflarda bile, bu çirkin suçlamaların kuklalar aracılığıyla yapıldığı bilinmektedir. Siyasette adı bilinip de bir biçimde bu ahlaksızlıklara maruz kalmayan siyasi bir şahsiyet kalmamıştır.
Bu bir mekanizmadır, muhbir ve görevli ağları bulunmaktadır. Bugün bana, yarın sana diye devam eden çarklar, siyasetin her alanını veba gibi sarmıştır. Bulanık suda avlanmak diye dile gelen değim, bu çevrelerin siyasetin kimyasını bozmakla iştigallerini anlatır. Şantaj, sağlaması yapılmamış denklemlerin, adli bir davada karşılığı olmayan hukuksuzluktur.
Şantajın kaynağında fanatizm var. Ülkemizi sivil diktatörlüğe doğru götürmek isteyen irade, hakim parti ve liderine bağlı ya da ondan bağımsız, bu yöntemlere yaslanmaya mahkumdur. Çünkü tıkanmanın, gerilemenin, yetmezliğin içinde çırpınan her güç, bu ahlaksız yöntemlere başvurma ihtiyacındadır. Ülkemiz, dünyada bu ortama müsait siyasi alt yapısıyla, kaosa sürüklenmek istenmektedir. Bunun için, hiçbir etik değerin önemi yoktur; kirletmek, şaibe altında tutmak ve yıkma amacı vardır.
Siyasette kirlilik, düzene ait bir vakıadır, gerçektir ve bu sistemin içindeki her çevre bir biçimde bu çamurun izini taşımaktadır. Bu doğru. Ama bu, demokratik güçlerin tavırsız kalmasına gerekçe değildir; bana dokunmayan yılan bin yaşasın demekle tehlikeden kurtulmak mümkün değildir. Ortak yaşam alanında her kirlilik, devrimci güçleri de ilgilendirir, tavır almalarını gerektirir. Kime ve ne amaçla yöneltilmiş olursa olsun, Şantajı kınamak, demokrasi mücadelesinin içinde kendini ifade eden her kesin görevi olmalıdır.
Şantaj diyalogun sonudur. Diyalogun bittiği yerde insani olmayan araçlar devreye girer. İnsanın sorunlarına çözüm için bulduğu en müthiş araç diyalogdur. İnsanca olandan, insanlık dışı olana kayanlar ise, normal dengeleriyle siyasetin içinde olamazlar.
Baykal, siyasete geri döner ya da dönmez bunun bir önemi yoktur. Tarihe ışık saçan uygarlıkların yaratıcısı bu topraklarda Baykal okyanusta bir noktadır. Ayrıca siyaset, boşluk tanımaz. Siyaset kendi boşluğunu bir çırpıda, daha iyisi ya da kötüsüyle doldurur. Ama ahlaksızlığın bıraktığı izleri silmek için, kuşaklar boyu süren zorlu bir mücadele gerekir. Buna düşmemek, buna geçit vermemek için, bu tür faşizan yöntemlere boyun eğmemek gerek.
Siyaseti ortak yaşam alanlarında daha demokratik ve özgür bir toplumsal ilişkiye yönlendirmek için, kim ne türden bir sorumluluk duyuyorsa, her türden ahlaksızlığa karşı durmasını bilmelidir.
Gelecek nesillere bırakılacak miras tercihlerimiz, bu günün konusu olduğunu unutmamalıyız.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder