24 Mayıs 2010 Pazartesi
CHP SÖZÜN BİTTİĞİ YERDEDİR...
Mihrac Ural
23 Mayıs 2010
Cumhuriyet Halk Partisinin siyasal seyri, bu güne gelirken, devletçilikten ırkçı faşizanlığa, tek particilikten çoğulculukta darbe destekçiliğine, darbelere katılmaya ve hiçbir zaman ilkelerine bağlı olmadığı “sosyal demokratlığa” kadar renkten renge girip çıkmış bir siyasal sürecin adıdır. CHP, En eski parti olmasına, kurumlaşmışlığına, oturmuş gibi görünmesine karşın hiçbir zaman istikrarlı bir parti olmamıştır. CHP, gergin dengelerin partisidir; dün gibi, bu gün de aynıyla süren kararsızlık içindedir.
CHP’nin handikabı çok etnik yapılı topraklar üzerinde, tek etnik yapılı bir siyasal oluşuma önderlik etmesiyle başlar. Cumhuriyet kurulurken, oluşumunun mozaik dokusuyla, heterojen yapısıyla CHP, bu özelliğini zaman içinde, iç ve dış etkenlerin itimiyle milliyetçiliğe terk etmiştir. Burada da kalmamış ırkçılığa yönelerek üzerinde hüküm sürdüğü toprakların doğasıyla çatışmaya düşmüştür.
CHP, farklılıkları ötekileştiren yönelimleriyle Cumhuriyetteki Osmanlıyı temsil etmiştir; laiklik, cumhuriyet ve devrimleri iddiası ise patrik değeri olmayan bir elit ütopyası olarak kalmıştır. Lozan anlaşmasını Kabe diye kutsamış ama bu anlaşmanın azınlıklarla ilgili haklarını rafa kaldırmıştır. Anlaşmalarda hak verdiğini yok etmiş, vermediklerini ise köleleştirmiştir; Ermeniler, Süryaniler, Rumlar yok olmuş, Kürtler ise yüzyılların bitmeyen acılarına maruz kalmıştır. Tamamlanmamış uluslaşma sürecini, başka ulusların esareti ve kıyımı pahasına sürdürülmesi bunun en belirgini tecellisidir; Hititler, Sümerler, Güneş dilinin ırkından sayılmıştır.
CHP tarihi boyunca yaşadığı gel-gitler, ısrarla sürdürmek istediği statülerin sonucudur. Birbirini besleyen ve birbirinin nedeni haline gelen bu eğilim, yapısı itibariyle sol değildir. Bu yapının başına çok iyi niyetle gelmek hiçbir soruna çözüm değildir. Bu yapının yönetiminde ciddi değişimler bile, ülkemizin ihtiyaç duyduğu demokratik süreçler, sosyal demokrat siyasi tercihler için yeterli olamaz. Kılaçdaroğlu’nun arkasına aldığı hava, yelkensiz teknede, artan bir yalpadan ibarettir.
CHP, sırtından atmakla yükümlü olduğu bir tarihe sahiptir. Bunun için kendi tarihiyle cesurca yüzleşmesi gerekmektedir. Zira bu tarih, bu günde devlet eliyle, kim iktidar olsa sürdürmekte beis görmediği, kendi hükmü altındaki vatandaşlara zulüm yağdıran bir tarihtir, komşuluk ilişkilerine zarar veren bir tarihtir. Bu tarih, tarihte kalmayan akılla, bu gün de iktidar talibi olarak ya da iktidar olarak anti-demokratik dayatmaların yürütücü organıdır.
Yapısal değişimlerin fiili sonuçları olmaksızın, diktatörlükten faşizanlığa, oradan modern faşizme uzanan CHP’nin siyasal tarihini sosyal demokrasiye çevirmenin mümkünü yoktur. Ülkemizin demokrasi ve özgürlükleri için CHP’de bu çabaların mutlaka sonuçlanması gereklidir. Bu ülkemizin de yararınadır.
***
CHP, 22 Mayıs 2010 tarihi itibariyle 33. Olağan kurultayını yaptı. Baykal’ı istifaya götüren sürecin ardından bağlanan kurultayda 1189 oyla Kemal Kılçdaroğlu’nu başkanlığa getirildi.
CHP, Osmanlıdan farklı bir planla kurulduğu iddiasında olan Cumhuriyetin partisidir. Ancak bu farkı ne nesnel açıdan ne de öznel açıdan ikame edemeyen bir partidir. CHP’nin kurucu iradesi, CHP’yi kuşatan dünya ve ülke verileriyle doğru ilişki içinde siyasal bir süreç izleme konumunda olmayan kadroların esiri olarak siyasal yaşama atıldı. İlerleyen zaman bu gerçeği tüm çıplaklığıyla dayattı, gerçek anlamda farklı bir planını partisi haline gelemedi.
Osmanlı yıkılmıştı. Cumhuriyet “kendi üreten kendi tüketen”, “yurtta sulh cihanda sulh” diye yola koyulan bir siyasal yönelimle ortaya çıkmıştı; CHP bu farklı planın siyasal örgütüydü (9 Eylül 1923). Ancak bu yeni kurum ve kuruluş, eskinin verileri üzerinde şekilleniyordu. Osmanlının son döneminde zuhur eden onlarca siyasal parti ve grubun ve daha çok İttihat ve terakki, Hürriyet ve itilaf partilerinin temel kadroları üzerinde yükselmiştir.
Bu partiler, Osmanlıdan 20. Yy çıkışta, farklılıklarına rağmen Osmanlı aklı diye tanımlayabileceğimiz bir akıl sistemi mahkumlarıydı; üretmeyin, başkasının emek ürünü servetlerini gasp etmek için her türden talan ve barbarlık yöntemiyle yürüyen, elde olanı tutmak için entrikanın en Bizans yöntemine kendini endekslemiş bir akıl topluluğuydu.
Cumhuriyet bu aklın eseri ve esiriydi. Osmanlı tarihe karışırken bu kadrolar bu akıllarıyla, koşullar elverse Pan-İslamizm yapacaktı. Olmadı, Turancılığa yöneldiler, altın elma peşine düştüler. Olmadı, Alman’a, olmadı Rus’a, olmadı önüne gelene yamanarak tutunmaya çalıştılar. Bu gün çekilen sancılar ve ülkemizin kaosları, bu aklın esiri olduğu, değiştiremediği dengesiz sosyal-siyasal yapılanmanın ürünüdür.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarih serüvenine dikkatlice bakınca bu ilkesizliğin farkına varmak zor değil. Farklı bir açıdan bakınca, CHP önderliğinde uluslaşma sürecinin tamamlanması adına yürütülen zorlama duruşları anlamak mümkündür. Bu zorunluluğun Anadolu’yu anavatan haline getirme eğilimlerini, hatta Hittiler-Sümerlerin Türklüğünü bile anlamak zor değildir. Güneş dil teorisini ve ardından gelen akıl zorlamalarını bir yere oturtmak da mümkün. Ancak tarihi, hareket halindeki geçmiş ya da tarihçinin ürettiği bir uydurma saymayacaksak, geçmişi bu gün aşmanın yolunu da bulmak güç değildir; o da, tarihle cesurca yüzleşmektir.
CHP’nin tarihi bu açıdan, önümüzde aşılması gereken bir engel olarak durmaktadır.
Cumhuriyet Halk Partisinin siyasal seyri, bu güne gelirken, devletçilikten ırkçı faşizanlığa, tek particilikten çoğulculukta darbe destekçiliğine, darbelere katılmaya ve hiçbir zaman ilkelerine bağlı olmadığı “sosyal demokratlığa” kadar renkten renge girip çıkmış bir siyasal sürecin adıdır. CHP, En eski parti olmasına, kurumlaşmışlığına, oturmuş gibi görünmesine karşın hiçbir zaman istikrarlı bir parti olmamıştır. CHP, gergin dengelerin partisidir; dün gibi, bu gün de aynıyla süren kararsızlık içindedir.
CHP’nin handikabı çok etnik yapılı topraklar üzerinde, tek etnik yapılı bir siyasal oluşuma önderlik etmesiyle başlar. Cumhuriyet kurulurken, oluşumunun mozaik dokusuyla, heterojen yapısıyla CHP, bu özelliğini zaman içinde, iç ve dış etkenlerin itimiyle milliyetçiliğe terk etmiştir. Burada da kalmamış ırkçılığa yönelerek üzerinde hüküm sürdüğü toprakların doğasıyla çatışmaya düşmüştür.
CHP, farklılıkları ötekileştiren yönelimleriyle Cumhuriyetteki Osmanlıyı temsil etmiştir; laiklik, cumhuriyet ve devrimleri iddiası ise patrik değeri olmayan bir elit ütopyası olarak kalmıştır. Lozan anlaşmasını Kabe diye kutsamış ama bu anlaşmanın azınlıklarla ilgili haklarını rafa kaldırmıştır. Anlaşmalarda hak verdiğini yok etmiş, vermediklerini ise köleleştirmiştir; Ermeniler, Süryaniler, Rumlar yok olmuş, Kürtler ise yüzyılların bitmeyen acılarına maruz kalmıştır. Tamamlanmamış uluslaşma sürecini, başka ulusların esareti ve kıyımı pahasına sürdürülmesi bunun en belirgini tecellisidir; Hititler, Sümerler, Güneş dilinin ırkından sayılmıştır.
CHP hiçbir zaman belli bir ilke doğrultusunda ne siyasal ne de ekonomik bir yönelim içinde olmuştur. Bu duruş cumhuriyeti kuran kadroların hükümranlık alanlarındaki tedirginlikleriyle de yakından ilgilidir; bir imparatorluk bakiyesi topraklarda farklı etnik yapılar üzerinde hüküm sürmenin hırsız tedirginliği sendromudur.
9 Eylül 1923 - 14 Mayıs 1950 sürecinde CHP’nin izlediği çizgiler, tek partili iktidar yılları olmasına karşın eğrilmeler, kırılmalarla süren bir süreçtir. İçte, geleneksel Osmanlı yöntemiyle ülke içi fetihler sürdürülmüş, dışta ise her etkiye açık olunmuştur.
İç fetihlerin muhatabı farklılıklardı; Kürtler (şeyh Sait, Dersim), Araplar (Hatay ilhakı), Kilikya Ermenileri, Süryaniler, Rumlar, Kıbrıs (1974) ve hala sürmekte olan Kürt özgürlüğünün bastırılması (1984’ten beri), askeri darbelerde etkin rol CHP’nin “sosyal demokrat” olduğu aldatmacasına tartışmasız örneklerdir.
Dış etkiler ise, Amerika’dan 1929 krizi, Avrupa’dan faşizm-Nazizm etkileri cumhuriyetin partisini şekilden şekle sokuyordu. II. Dünya savaşı ardından gelişen liberalizme de ayak uydurma çabasında olan CHP, tek parti iktidarının sona ermesiyle açılan kanaldan, liberallerin Komünizmle Mücadele, yeşil kuşak, NATO, Bağdat Paktı, CENTO gibi komşuluk ilişkileri ve dünya kamuoyuna karşı girişilen her olumsuzlukta yer alışın da zemin hazırlayıcısı olarak rol oynamıştır.
CHP’nin, Liberalizme karşı geliştirdiği milliyetçilik ise, bu partinin modern faşist bir parti olmasına kadar ilerlemiştir. Baykal önderliğinde CHP azılı bir milliyetçi çizgi izleyerek kendi iç demokrasisini ve ülkeye sunduğu modelle halka karşı duruşunu, faşizan bir tutum olarak şekillendirmiştir. Bu satırların yazarı 1979 ve 2010 da yazdığı makalelerde bu vurguyu dile getirmiş “CHP, Modern faşist bir partidir” diye yorum yapmıştır.
Anadolu’nun çok uluslu ve çok inançlı yapısına CHP’nin Baykal’la getirmek istediği örtü, Türk üst kimliğinde, anayasal vatandaşlık temelinde bir örtüdür. Bu örtü her tarafı yamalı bir bohçaydı örtü olmaktan çok elek gibiydi. Tarihi geçmiş, tutunamaması mümkün olmayan acze düşmüş bir çabaydı. AKP’nin din çimentosuyla aynı şeyi tekrar etmesi bizlere “demokratik açılım”ın neden tıkandığını da anlatmaya yeterlidir. Her iki anlayış, son tahlilde özgürlük mücadelesine karşı bir milliyetçi refleks olarak belirmiştir. Bu ise, ülkenin yüksek siyasetini, sokakların dengesiz kararlarına endekslemekti.
CHP, seçim barajının altına düşerek halkın sert uyarısını almış bir partidir. Bu çöküşten çıkış için CHP’nin bulduğu yol, aşırı milliyetçiliğin taklidi, gerici simge ve söylemlere sarılmaktı.
Böylesine statücü, böylesine ilkel bir siyasal tarihin içinden çıkıp gelmiş haliyle CHP, Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde, kendini tekrar etmekten kurtulması güç gibi duruyor. CHP hala, politika üretemeyin, halkın arkasında duracağı bir siyasal yönelim sunamayan parti konumundadır.
Baykal’ın bıraktığı CHP, Kılıçdaroğlu’yla nereye gidebilir sorusu ise tüm iyi niyetlere karşın, CHP gerçeğinin, gergin bir birlik olmaktan çıkmasına yetmeyecektir. 33. Kurultayın, bilinen pazarlıkların ürünü olarak parti yönetim kademelerini seçmesi, medyanın parıltılı sunumlarının aksine CHP’nin malum hastalığında iyileşmenin olmadığına bir işarettir.
Kılıçdaroğlu’nun farklı etnik ve farklı bir inanç kökenli olması, CHP gibi kemikleşmiş bir partide, hazmedilmesi bir içim su kadar kolaydır. Ortak ülkemizin tarihi, bu farklılıklarla gelip tek boyutlu siyasal süreçlerin sayısal bir ayrıntısı olan liderlerle doludur. Türkleşmiş Kürtlerin siyasette cirit attığı bir ülkede CHP başkanlığına gelmek, özgürlük ve demokrasi çabasına katkı olmaz. Bu tür teferruatlara esir olmuş siyasi eğilimlerin kaderi, kendini tekrar etmekten ileriye gidemez.
CHP tarihi boyunca yaşadığı gel-gitler, ısrarla sürdürmek istediği statülerin sonucudur. Birbirini besleyen ve birbirinin nedeni haline gelen bu eğilim, yapısı itibariyle sol değildir. Bu yapının başına çok iyi niyetle gelmek hiçbir soruna çözüm değildir. Bu yapının yönetiminde ciddi değişimler bile, ülkemizin ihtiyaç duyduğu demokratik süreçler, sosyal demokrat siyasi tercihler için yeterli olamaz. Kılaçdaroğlu’nun arkasına aldığı hava, yelkensiz teknede, artan bir yalpadan ibarettir.
CHP, sırtından atmakla yükümlü olduğu bir tarihe sahiptir. Bunun için kendi tarihiyle cesurca yüzleşmesi gerekmektedir. Zira bu tarih, bu günde devlet eliyle, kim iktidar olsa sürdürmekte beis görmediği, kendi hükmü altındaki vatandaşlara zulüm yağdıran bir tarihtir, komşuluk ilişkilerine zarar veren bir tarihtir. Bu tarih, tarihte kalmayan akılla, bu gün de iktidar talibi olarak ya da iktidar olarak anti-demokratik dayatmaların yürütücü organıdır.
CHP, büyük bir dönüşüm yapma ya da bitip tükenmez biçim değişikliklerinin altında ezilmekle yüz yüzedir. Cumhuriyetin kuruluş planı, İmparatorluk bakiyesi farklılıkların eşitliğini dile getirir. Çoğulculuğu içerir, farklılıkları var sayar ve haklarını korur. Her yönüyle yeterli olmasa da başlangıcın üzerinde yükseleceği bir zemindir. CHP bunu sürdürülmedi. Türkiye mozaiği, Osmanlının farklı etnik dokusunun bir uzantısı olarak CHP’de bir biçimde anlamlı bir yer bulabilirdi, ortak ülke kavramı altında Anadolu mozaiği kendi özgürlük ve demokrasi arayışlarını temsil edebilirdi. CHP bu adımı sonuna kadar götüremedi. Bitmemiş davaların, kapanmamış dosyaların çözümü için Osmanlı aklıyla çalıştı.
Cumhuriyetteki Osmanlı dediğimiz müdahalelerin gadrine uğrayan sorunların yok edilebileceği sanıldı. Bu inkarcılıkla, farklılıkların eşit olduğu bir cumhuriyete ulaşılamadı. Bu CHP’yi de gerçek bir sosyal demokrat parti olma şansından alı koydu.
Sosyo-ekonomik yapısı kadar, etnik ve inanç dokusuyla aksaklıkları olun bir ülkede yaşıyoruz. Bu ülkede farklılıklarımıza tek boyutluluk dayatılmıştır. Aksaklık kuruluşla başlayınca bu güne kadar sürdü. Bu da aksak bir siyasal dokunun yerleşmesiyle sonuçlandı. En liberali bile aşırı milliyetçi olan siyasal örgütler, ortak ülkemizin temsili gerçekliğine cevap vermekten uzak kaldı. CHP, liberallere karşı, sosyal demokrasinin temel ilkelerine sarılmak yerine, onlarla milliyetçilikte boy ölçüşmenin bir aracı haline geldi. Baykal’ın milliyetçi çizgisi, tarihte, faşistlerin, Nazilerin “ulusalcı-sosyalist” olarak yola koyulduğunu hatırlatır nitelikler taşıyordu.
Karaoğlanlı CHP, en olumlu süreçlerinde, işgalci ve ilhakçıydı. CHP’nin halkçı söylemleri, ciddi bir sosyal devletin, demokratik siyasal yapının inşası için işe yaramadı. Liberallerin cesaret etmediği çağ dışı her girişim, CHP döneminin faaliyetleri arasında yer alması, sözlerle gerçeklerin farklı olduğuna bir işaretti; Kıbrıs sorununa esir bir ülke böylece yaratıldı. Bu da CHP’yi, demokratik olmanın çok ötelerine itiyordu. Bu gün esen rüzgar bu gerçeği aşacak ne nesnel ne de öznel bir etkinliğe sahiptir.
Baykal’ın istifasıyla, CHP için doğan umutların Doğan medyanın manipülasyonlarına dönüşme riski buradan kaynaklanıyor.
Bu akıl, Kemal Kılıçdaroğlu’nun 33. Kurultay konuşmasında da kendini açıkça gösterdi. Kılıçdaroğlu, ülkemizin en temel sorunu olan, demokratikleşmenin mihenk taşı Kürt sorunundan hiç söz etmemesi, sorunu yok sayması bunun ifadesiydi. Türkleşmiş Kürt tavrı tam tamam budur.
Ülkemizi ve sorunlarını doğru kavramamış, geçmişten bu güne gelen ilkel akılların esiri olmuş kurum ve yapıların aklıyla siyasette yenilik getirileceği iddiası bir aldatmaca olarak Kılıçdaroğlu’yla da karşımıza dikilmiş olmaktadır. Bu anlamda beklenip görülecek bir şey yok gibidir.
“Muhalif” basının şişirmeleri, halkın temel gereksinimlerini karşılayacak bir var oluşa işaret olamaz. CHP, 33. Kurultayını, yönetim değişikliğini gerçekten sosyal demokrat bir çizgiye yükseltme amacı taşıyorsa kendi tarihiyle fiili olarak hesaplaşabileceğini göstermesi gerekmektedir. Bunun için yapısal değişimleri yönelmek zorundadır. Bunun ilk adımı da farklılıkların özgürlüğünden yana bir yapılanma ve yönetim faaliyeti içinde, tutumunu ve programını değiştirmelidir.
Kürdistan’da varlık olamayan, miting dahi yapma takatinde olmayan bir partinin, ortak ülkemizin sosyal demokrat partisi olduğu iddiası kendini aldatmaktan öte bir anlama gelmez. Kılıçdaroğlu’nun Kürt ve Alevi olması bu aldanışa düşmemek için yeterli değildir; Türk halkını tenzih ederek denebilir ki, bu sistemin temel taşları Türkleşmiş Kürtler ve Sünnileşmiş Alevilerdir.
Ülkemiz siyasal tablosundan çıkacak önemli bir sonuç da, sol muhalefetin bir ihtiyaç olduğu gerçeğidir. Ne liberallerin sistem için avutma umutlarından müteşekkil önermelerine ne de tarihi boyunca hiçbir şeye çimento olmamış din bezirganlarına ihtiyaç yoktur. Bu ülke birimizin değil hepimizin ülkesi olarak, gerçek bir demokrasiye, demokratik bir cumhuriyete, özgürlüklere farklılıklarımızın özgün ve özgür örgütlenme haklarının tanınmasına ihtiyaç vardır. Bunun yolu Anayasasından yasalarına, kurum ve kuruluşlarına kadar bir yenilenmeden geçer.
Bunun için sosyal demokratların kendini yenilemesi kadar, solun e
tkin bir muhalefet oluşturması gerek. Gerçek bir sosyal demokrat hareket, milliyetçilikten uzak, farklılıkları ötekileştirmeyen, kucaklayan yapısıyla bu değişime katkı sunabilen bir siyasal güç olmalıdır. CHP, ne geçmişiyle ne de bu günüyle bunu ortaya koymamıştır.
Bundan sonrası sözün bittiği yerdir.
Halkımız söze değil, sonuçlara bakarak karar verecektir.
Sözün bittiği yer de burasıdır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder