16 Mayıs 2010 Pazar
ŞİDDET KÜLTÜRÜ VE KİMLİK SORUNU
Mustafa Elveren – (Em.öğrt.)
16 Mayıs 2010
E-Posta: mustafaelveren@gmail.com
Web : www.gomanweb.com
Bu güne kadar insan hak ve özgürlüklerini savunmak tekçi sistem tarafından “bölücülük, yıkıcılık” olarak görülmüş, savunucuları ise hep cezalandırılmıştır. Yani; insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde Kürt-Kızılbaş-Komünist kimliğini savunmak ülkemizde suç sayılmıştır. Maalesef bu gün de aynı zihniyet devam etmektedir.
Hala bazı ahmak kişiler hatta akademik unvana sahip kimi akademisyenler tarafından bile şu klasik soru sürekli olarak bize sorulmaktadır. “Yahu! Benimle bir Kürt vatandaşım arasında hiçbir fark yoktur. O da bu ülkede benim kadar tüm haklara sahiptir. Bizim aramızda ayırım yapanlar ihanet içindeler...”
Bu tür kişilere cevap olarak; ”Bir an kendini Kuzey Irak’taki Kürdistan Federe Yönetimi’nin ya da kurulmuş bir Kürdistan Devleti’nde yaşadığını farz et. Her sabah ‘Ey Raqip Marşı’ni Kürtçe söyletip, “Kürdüm! Doğruyum…” şeklinde bir de yemin ettirirlerse, Türkçe tüm müzik, yazı, konuşmaları da yasaklasalar, hatta dini inancını da kendi inançlarına uydursalar, o zaman da bir Türk olarak kendini Kürtlerle eşit sayıyor musun?” Bu şekilde tavır koyduğunuz zaman, “Benim Kürt vatandaşımla hiçbir ayrıcalığım yoktur” diyen karşınızdaki kişi eğer bilinçsiz ise, hemen yüzünün kızardığını fark edeceksiniz. Ancak, yüzsüz biri ve sizi dişine göre bululmuşsa, o zaman da yumruklarını kullanmaya başlayacaktır. Bu yazdıklarım hayal ürünü olmayıp, bu güne kadar sürekli yaşadığımız örneklerdir.
Halbuki, halklar ve bireyler yaşadığı ortamda kendi kimliklerini, inançlarını ve siyasi çizgilerini koruyarak eşit ve özgür şartlarda birlikte yaşamaları mümkündür. İnsanlar kendi kimliklerini ve inançlarını gizlemeden devletin tüm kademelerinde görev yapabilmelidir. Dünya’da bunun birçok örneği de vardır. Eşit ve özgür şartlarda birlikte yaşamak var iken, neden bir kimliği ya da inancı diğerinden daha üstün gösterip, halkları birbirine düşman ettiriyorlar?
Ben öğretmenlik görevim dışında ayrıca 9 yıl (1973-82) mülga Ticaret Bakanlığı Hukuk İşleri Müşavirliği Bürosu'nda görev yapsam da, tüm bu görevleri kendi kimliğimle değil, Türk kimliği ile yapmak durumunda kaldım. Aksi halde; Sevgili İsmail Beşikçi’nin deyimiyle, beni “tuvalet bekçisi” bile yapmazlardı.
Yıllardır yapılan ve bu gün de hala devam eden tüm baskı ve sindirmelere rağmen, Türkiye’nin bölünmesinden yana değil, tam tersine demokratik bir Türkiye için halkların birlikteliğini savundum ve savunmaya devam edeceğim. Çünkü, kurtuluşun bölünmede değil, birliktelikte olduğuna inanıyorum. Eğer bu inancımı yitirirsem, o zaman bölünmeyi de savunabilirim.
Geçmişe baktığımızda; Osmanlı’dan Cumhuriyet sistemine aktarılan dinde de, ırkta da hep şiddet kültürünü görmekteyiz. O gün de bu gün de değişen pek önemli bir şey yoktur. Şeyhülislam'ın yerine Diyanet İşleri Başkanlığı fetvalar vermektedir. Her iki kurum da Alevileri yok saymaktadır. Her iki kurum da Alevilerin meşru direnişlerini "katli vaciptir" fetvasını çıkararak şiddet kültürünü benimsemişlerdir.
Ne yazık ki, bu gün de ülkemizde her gün onlarca cinayet, tecavüz, darp, tehdit ve benzeri çok boyutlu bir şiddet kültürünün geliştiğini ibretle izlemekteyiz. Bu kadar rezalet yaşanmaktayken, bir de 12 Eylül öncesinde olduğu gibi üniversitelerde okuyan gençlerimizi yine birbirine kırdırtmaya çalışmaktadırlar. Bu günlerde Muğla’da yaşanan öğrenci olaylar çok düşündürücüdür.
Ancak, bu güne kadar hükümet henüz tatmin edici bir açıklama yapmamıştır. Eğer hükümet bu olaylarda taraflı hareket etmeye devam ederse, ya da emrindeki kolluk güçlerini tarafsızlaştıramazsa, hem kendi sonunu hazırlayacağı gibi, hem de gelecekte önlenemez daha vahim olaylar yaşanabilir. Umarım hükümet bu ahmaklığa düşmez.
Şiddet kültürünün gelişmesindeki önemli bir faktör de şudur; Kafasını ve kalemini çalıştıramayanlar yumruklarını çalıştırıyorlar. Oysa, çağımızda yumruklar hiçbir işe yaramaz. Çağımızın en etkili yöntemin kalem olduğunu düşünüyorum. (Aslında silah sözcüğünden nefret ediyorum, o nedenle silah yerine yöntem sözcüğünü kullandım)
Genelde Dünya’da özelde ise Türkiye’de dili yasaklanan ve ezilen ulusların, halkların özgür ve eşit şartlarda birlikte yaşamalarını kolaylaştıran evrensel demokrasi çerçevesinde “Demokratik Cumhuriyet”in inşası için mücadele etmekteyim.
Kavgasız, silahsız, şiddetten uzak olarak halklarımızın barış içinde dostça birlikte yaşadığı yeni bir Dünya yaratabiliriz. Bu aynı zamanda benim dileğimdir.
16 Mayıs 2010
E-Posta: mustafaelveren@gmail.com
Web : www.gomanweb.com
Bu güne kadar insan hak ve özgürlüklerini savunmak tekçi sistem tarafından “bölücülük, yıkıcılık” olarak görülmüş, savunucuları ise hep cezalandırılmıştır. Yani; insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde Kürt-Kızılbaş-Komünist kimliğini savunmak ülkemizde suç sayılmıştır. Maalesef bu gün de aynı zihniyet devam etmektedir.
Hala bazı ahmak kişiler hatta akademik unvana sahip kimi akademisyenler tarafından bile şu klasik soru sürekli olarak bize sorulmaktadır. “Yahu! Benimle bir Kürt vatandaşım arasında hiçbir fark yoktur. O da bu ülkede benim kadar tüm haklara sahiptir. Bizim aramızda ayırım yapanlar ihanet içindeler...”
Bu tür kişilere cevap olarak; ”Bir an kendini Kuzey Irak’taki Kürdistan Federe Yönetimi’nin ya da kurulmuş bir Kürdistan Devleti’nde yaşadığını farz et. Her sabah ‘Ey Raqip Marşı’ni Kürtçe söyletip, “Kürdüm! Doğruyum…” şeklinde bir de yemin ettirirlerse, Türkçe tüm müzik, yazı, konuşmaları da yasaklasalar, hatta dini inancını da kendi inançlarına uydursalar, o zaman da bir Türk olarak kendini Kürtlerle eşit sayıyor musun?” Bu şekilde tavır koyduğunuz zaman, “Benim Kürt vatandaşımla hiçbir ayrıcalığım yoktur” diyen karşınızdaki kişi eğer bilinçsiz ise, hemen yüzünün kızardığını fark edeceksiniz. Ancak, yüzsüz biri ve sizi dişine göre bululmuşsa, o zaman da yumruklarını kullanmaya başlayacaktır. Bu yazdıklarım hayal ürünü olmayıp, bu güne kadar sürekli yaşadığımız örneklerdir.
Halbuki, halklar ve bireyler yaşadığı ortamda kendi kimliklerini, inançlarını ve siyasi çizgilerini koruyarak eşit ve özgür şartlarda birlikte yaşamaları mümkündür. İnsanlar kendi kimliklerini ve inançlarını gizlemeden devletin tüm kademelerinde görev yapabilmelidir. Dünya’da bunun birçok örneği de vardır. Eşit ve özgür şartlarda birlikte yaşamak var iken, neden bir kimliği ya da inancı diğerinden daha üstün gösterip, halkları birbirine düşman ettiriyorlar?
Ben öğretmenlik görevim dışında ayrıca 9 yıl (1973-82) mülga Ticaret Bakanlığı Hukuk İşleri Müşavirliği Bürosu'nda görev yapsam da, tüm bu görevleri kendi kimliğimle değil, Türk kimliği ile yapmak durumunda kaldım. Aksi halde; Sevgili İsmail Beşikçi’nin deyimiyle, beni “tuvalet bekçisi” bile yapmazlardı.
Yıllardır yapılan ve bu gün de hala devam eden tüm baskı ve sindirmelere rağmen, Türkiye’nin bölünmesinden yana değil, tam tersine demokratik bir Türkiye için halkların birlikteliğini savundum ve savunmaya devam edeceğim. Çünkü, kurtuluşun bölünmede değil, birliktelikte olduğuna inanıyorum. Eğer bu inancımı yitirirsem, o zaman bölünmeyi de savunabilirim.
Geçmişe baktığımızda; Osmanlı’dan Cumhuriyet sistemine aktarılan dinde de, ırkta da hep şiddet kültürünü görmekteyiz. O gün de bu gün de değişen pek önemli bir şey yoktur. Şeyhülislam'ın yerine Diyanet İşleri Başkanlığı fetvalar vermektedir. Her iki kurum da Alevileri yok saymaktadır. Her iki kurum da Alevilerin meşru direnişlerini "katli vaciptir" fetvasını çıkararak şiddet kültürünü benimsemişlerdir.
Ne yazık ki, bu gün de ülkemizde her gün onlarca cinayet, tecavüz, darp, tehdit ve benzeri çok boyutlu bir şiddet kültürünün geliştiğini ibretle izlemekteyiz. Bu kadar rezalet yaşanmaktayken, bir de 12 Eylül öncesinde olduğu gibi üniversitelerde okuyan gençlerimizi yine birbirine kırdırtmaya çalışmaktadırlar. Bu günlerde Muğla’da yaşanan öğrenci olaylar çok düşündürücüdür.
Ancak, bu güne kadar hükümet henüz tatmin edici bir açıklama yapmamıştır. Eğer hükümet bu olaylarda taraflı hareket etmeye devam ederse, ya da emrindeki kolluk güçlerini tarafsızlaştıramazsa, hem kendi sonunu hazırlayacağı gibi, hem de gelecekte önlenemez daha vahim olaylar yaşanabilir. Umarım hükümet bu ahmaklığa düşmez.
Şiddet kültürünün gelişmesindeki önemli bir faktör de şudur; Kafasını ve kalemini çalıştıramayanlar yumruklarını çalıştırıyorlar. Oysa, çağımızda yumruklar hiçbir işe yaramaz. Çağımızın en etkili yöntemin kalem olduğunu düşünüyorum. (Aslında silah sözcüğünden nefret ediyorum, o nedenle silah yerine yöntem sözcüğünü kullandım)
Genelde Dünya’da özelde ise Türkiye’de dili yasaklanan ve ezilen ulusların, halkların özgür ve eşit şartlarda birlikte yaşamalarını kolaylaştıran evrensel demokrasi çerçevesinde “Demokratik Cumhuriyet”in inşası için mücadele etmekteyim.
Kavgasız, silahsız, şiddetten uzak olarak halklarımızın barış içinde dostça birlikte yaşadığı yeni bir Dünya yaratabiliriz. Bu aynı zamanda benim dileğimdir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder