10 Mayıs 2010 Pazartesi
CEMALEDDİN ÇELEBİ'NİN RÜYASI
Mihrac Ural - Rıza Aydın sohbeti
8 Mayıs 2010
Atatürk “Cumhuriyet” ilan edeceğini ilk kez kime “fısıldadı”.
Enver paşa görüşmesi ve İttihatçıların Dersimlilere karşı kini
Dersim katliamına işaret eden “rüya” ve taşıdığı mesaj
Rıza Aydın makalelerinde bu tarihi gerçeklerden bir demet sunuyor.
Benim cevabım ise;
Tarihle yüzleşmek için bilinmesi gereken en önemli gerçek
Cumhuriyetteki Osmanlının yaşayan bir gerçek olduğudur; dün olduğu kadar bu gün de…
Osmanlı aklı, ittihatçıdır; ya da tersi.
Bu akıl, I. Dünya savaşında birlikte yürümediler diye
Dersimelilere kin duydu, intikam kararı aldı.
Bu amansız kin, on yıllar sonra da olsa kıyım olarak dayatıldı.
Tarih ihtimallerin, tesadüflerin tarihi değildir. Belli birikimlerin, nesnel verilerin evriminin ve yoğunluklarının bir sonucudur. Kimliklerin yok edildiği bir kesitte, her topluluk kendi kolektif kimliğine sarılacaktır; özgür olmak için evlatlarının fedakârlıklarına sığınacaktır.
Dersimliler, bedeli ne ise ödemek kaydıyla almaları gereken haklı tarihsel bir tutum almışlardı.
***
Ayrı Varlık Blogumda, “Sıdkî Baba’nın Bir Nefesi” başlığı altında yayınladığım son yazısında Değerli dostum Rıza Aydın, Sıdkî Baba için şunları yazdı:
“1865 – 1928 yılları arasında yaşamış olan ozan Sıdkî Baba, Hacıbektaş Çelebilerinden Cemalettin Çelebinin Gönüllü Mücahit Alayında Celebi Cemalettin Efendi ile Beraber onun komutasında bir yıl savaşmış olmasının yanı sıra, 12 yaşından beri Hacıbektaş’ta, Çelebilerin ocağında yetişmiş bir kişilik olduğundan dolayı sadece edebi şahsiyeti ile ilgili değil bu tarihi kişiliği ile de üzerinde önemle durulması, her sözü -her nefesi önemle incelenmesi gereken bir kişiliktir.”
Bu makalesinde ayrıca dile getirmek istedikleri olduğunu sezdim. Konu Cemaleddin Çelebiye getirmişti. Özetle;
“Sıdkî Babanın nefeslerini toplayıp bir kitap halinde yayınlayan torunu Muhsin Gül dedesinin Gönüllü Mücahit Alayındaki konumunu şöyle anlatıyor: “Kendisi (Cemalettin Çelebi) Alay kumandanı olarak Erzurum şubesinin, Sıdkı Baba da Yüzbaşı rütbesi ile Erzincan şubesinin başında bulunmuşlardır.
“Çelebi Cemalettin Efendinin teşekkül ettirdiği gönüllü Mücahidin Alayı 1915 yılında Ruslarla bir yıla yakın çarpıştıktan sonra, her nasılsa İstanbul’dan gelen bir emirle bu Alay diğer Alaylara bölüştürülmüş, Çelebi Efendi de kırk kişilik maiyeti ile Sivas’a çekilip son emre kadar orada beklemesi kendisine tebliğ edilmişti.”
Daha sonra da,
“Enver Paşa birkaç Alman Paşalarıyla Sivas’a geldi ve Çelebi Hazretleriyle görüştükten sonra cepheye hareket etti.” Diye ekler.
Ayrıca “Burada Cemalettin Çelebi ile ilgili kısa bir iki bilgiyi de anmak istiyorum. Ahmet Demirel “İlk Meclisin Vekilleri” adlı İletişim yayınlarından 2010 yılında yayınlanan kitabında Cemalettin Çelebi ile ilgili resmi kayıtlardaki şu bilgileri veriyor: “275- Kırşehir- Cemalettin Efendi (Çelebioğulları) (1864 Hacıbektaş (Nevşehir)-1922); TBMM sicil no: 275; TBMM: Kırşehir 1; Doğduğu ve seçildiği il aynı; Medrese; Hacıbektaş şeyhi; 56 yaşında; Mazbatası 24.04.1920’de onaylandı; TBMM’ye hiç katılmadı; vefat ettiği 26.01.1922’de TBMM’ye bildirildi” (Rıza Aydın mail: 05 Mayıs 2010 Çarşamba 11:08:04)
Bu tanıtımdan sonra, konu yazımın ana teması olan Cemalettin Çelebi’nin rüyasına gelir. Ancak bundan önce çok önemli bir tarihi konuşmayı şöyle aktarır:
“Mihrac, sevgili dostum merhaba
Yazdıkların için sağ ol.
Cemalettin Çelebi ilginç bir kişilik. Mustafa Kemal Sivas Kongresinden Ankara’ya giderken Hacı Bektaşa uğruyor (23.12.1919) Başbaşa görüşüyorlar
Bu görüşmede neler konuştuklarını kimselere söylemiyor ta ki öleceğini anladığı güne kadar. Ölüm döşeğindeyken yani artık öleceğini anladığında kardeşi Velayettini yanına çağırıp bir sır gibi sakladığı bu konuşmayı ona anlatıyor bunu Velayettin Çelebi yıllar sonra abisinin şöyle dediğini yazmış:
"Başbaşa konuşmalarının bir yerinde Cemalettin Çelebi Mustafa Kemal Paşa'ya: "Paşa Hazretleri" diyor, "Cesaretiniz ve basiretli iradenizde, Türk Milletinin düşmanlarını kahredeceğine inancım sonsuz. Yüce Allah'ın Milletimize müyesser edeceği zaferden sonra Cumhuriyetin ilânını düşünüyor musunuz?"
Çelebinin "Cumhuriyet" kelimesini böylesine açık yürekle söylemesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa heyecan ve dikkatle Cemâlettin Çelebinin gözlerine bakıyor, biraz daha yaklaşıyor, onun elini avucunun içine alıyor kulağına fısıldar gibi yavaş fakat kararlı bir sesle " o mutlu günün ilanına kadar aramızda kalmak kaydıyla, evet Çelebi Hazretleri " diyor.
Cemalettin Çelebi bu sırrı ölüm anına kadar saklıyor öleceği zaman kardeşine söylüyor. Yani diyor ki bu paşayla böyle bir anlaşmamız var bunun için onu destekledim bunu gelecek kuşaklara söyle.
…
Şimdi kafamdaki soru şu.
C. Çelebi Enver paşa ile Cemal Paşa ile yani İttihatçıların en tepesindeki kadroyla konuşuyor.
Kuvvetli bir ihtimalle onlar C. Çelebiye eğer Dersmliler bizi desteklemezlerse savaştan SONRA ONLARI KATLEDERİZ TÜM KALKINI SİLERİZ VS DİYORLAR
Oda bu özel konuşmayı anlatamadığı için böyle bir düşünü anlatıyor.”
(Bu alıntıyı Nejat Birdoğan’ın Çelebi Cemalettin Efendinin savunması ( Müdef) adlı kitaptabından almayı uygun gördüm. Bakınız sayfa 16. bunun nedeni şu: N. Birdoğan Nuri Dersimi’nin Dilan yayınlarından çıkan ilk baskısından aktarmış bakız sayfa 94-103. Nuri Dersimi’nin “Kürdistan Tarihinde Dersim” adıyla Doz Yayınlarından çıkan “yeni baskısında bazı sözcükler sözde yenileşmiş, bakınız11-112.. Örneğin ilk baskıdaki İrşad ediniz yerine aydınlatınız deniyor. Bence Cemaletin çelebi İrşat ediniz sözünü kullanmıştır) (Rıza Aydın mail: 06 Mayıs 2010 Perşembe 19:34:58)
Bu uzun aktarımlardan sonra, Rıza Aydın, Nuri Dersim’in anılarından Cemaleddin Çelebi’nin konumuzu oluşturan rüyasını şöyle aktarır: “
“-Asırlarca önce ceddim Hacı Bektaş Veli, Dersim mıntıkasına vaaz ve nasihat edici bazı kimseler göndermişti. Bu zâtlar ceddimin verdiği talimat dairesinde haraket etmişler ve Dersim aşiretlerini Ceddim Hacı Bektaş Veli’ye bağlamaya çalışmışlardır. Fakat bu zatların ölümünden sonra bunların evlâtları her nedense ceddimi unutmuşlar, tamamet tamamen Kürtleşmişler, kendi rey ve rızalarına uygun, akıl ve mantık dışında bir din icat etmişler ve Dersimlileri de bu inançları peşinde sürüklemişlerdir. Tekkede bir bahçemiz var. (Kır Şehirde Hacı Bektaş tekkesi.) Ben yılda ancak bir kere bu bahçeye çıkabilirim. Bu defa çıktığımda bir rüya gördüm. Rüyamda ceddim bana göründü ve dedi ki, “Sevdiklerimiz ve özellikle Dersim müritlerimin başında bir kara bulut görünmektedir. Size emrediyorum. Gidiniz, kendilerini irşad ediniz. İleride hükümetin kendilerine bir fenalık yapması ihtimali vardır. Harbe iştirak ederek bu suizandan kurtulsunlar. İşte, ben bu emre göre konağımdan çıktım geldim. Şimdi, hem Dersimlileri cihada iştirak ettirerek maruz kaldıkları tehlikeden kurtarmak ve hem de bazı cahil seyid ve dedeler vasıtasıyla âdet edindikleri tarikati ıslaha ve kendilerini doğru yola sevk etmek isterim. Bu sebeple maiyetimdeki bir-iki alay mürid ve muhibbanla ben daha ileriye, hatta harp cephesine kadar gidiyorum. Ceddimin batini emirlerine göre kendilerini de davet ediyorum. Ben, kendilerine yazmıştım. Siz dahi yazınız ve Dersime kadar gidiniz.
Dedi. Çelebi Efendi, yukarıdaki sözlerine ilaveten “milli haklarla ilgili Kürt isteklerinin, ecnebi tahrikatıyla vuku bulduğunu işaret ederek Kürtlerin her ne isteği varsa bunu harbin sonunda ileri sürebileceklerini nasihat etmeyi de unutmadı. Seyit Aziz’i Sivas’a geri gönderdiğini de sözlerine ekledi.
Bir müddet sonra Çelebi Efendi alaylarla Erzurum’a hareket etti
Dersim aşiretleri harbe girmek için mütemadiyen teşvik ediliyordu. Fakat bunlar, itidallerini(soğukkanlılıklarını) muhafaza ve kurnazca bir siyaset takip ederek Türk ve Rus ordularının durumunu gözetliyorlardı.
Çelebi Efendi, Erzurum’a yetişmişti. Harp, bütün şiddetiyle devam ediyor ve Türk orduları gerilemeye yüz tutuyordu. Dersimlilerin cihada iştiraki isteği durmadan tekrarlanıyor, fakat Dersimliler aldırış etmiyordu.” (Aktaran Rıza Aydın mail: “ ÇELEBİ “CEMALETTİN’İN RÜYASI ÜZERİNDE DÜŞÜNMEK “06 Mayıs 2010 Perşembe 14:10:54)
Konumuz Cemalettin Çelebi’nin Dersim katliamıyla ilgili işaret ettiği “rüya”sı üzerine Rıza Aydın’a verdiğim cevap da şöyle oldu:
Mihrac Ural’ın cevabı:
Selam,
Rızacığım, bu makaleni kimi açıklayıcı unsurlar eklenerek yayınlanabilir. Sonuçta soru soruyorsun, arkasını da getireceksin. Seninle MSN sohbetimden bile çıkarabileceğin çok ek var.
Biliyorsun,
İttihatçıların Pan İslamizm’i iflas edince, Turancılığa sarıldılar. O da iflas edince üçüncü planları (C planı) tek ulusçuluğa yöneldiler; bu yönelim üzerine birçok görüş var, ancak sonuçta beyaz Türkler tek ulusçu bir devlet kurmayı başardılar demekle yetineceğim. Ancak bu üç sürecin, bu güne kadar taşıdığı etkinlikleri, en iyi biçimiyle “Suyu Arayan Adam” kitabında Şevket Süreyya Aydemir anlatır.
Osmanlı dengelerinin tersine, İttihatçılarda Pan-İslamizim çok arzulanan bir eğilimdi, ama gerçekçi değildi; Bölgenin etnik farklılıkları Osmanlıcılık için uygundu, o da büyük bir askeri güçle sürdürülebilir bir dayatmaydı. İttihatçıların İslam’la ilgileri iktidarla ilgilerine bağlıydı. İktidarlarına karşı duşu sergileyenler farklı olanlardı. Farklılık ise düşman olmakla işitti. Zaten Osmanlı geleneğinden gelen, bir tür Muviyecilik yolunda siyaset yapılıyordu; Osmanlı da teokratik yapısıyla, hilafetiyle bu meşreptendir. Farklılıklara düşmandır.
Ünlü Alman Mareşal Moltke de diyor ya, Osmanlı saltanatı iç fetihlerle, fethettiğini yeniden fethetmekle müpteladır. Hükümranlığı altındaki toplulukları katletmek, bu nedenle “vaciptir”; çünkü “hain”dir, şüphelidir ya da bu günün değişiyle “potansiyel suçlu”dur.
Bilirsin,
Osmanlıyı I. Dünya savaşına süren, “Alman malı Cihat” çağrısının yazarlarından biri de Şeyh Sait Nursidir. Teşkilatı Mahsusiyenin silahşörleri bin yıllık talan, gasp, istila hattı hümayunların bakayesidir. Bilinen o ki, Dersim “Alman malı Cihat” davetine isticap etmemiştir. Dolaysıyla, geleneksel Osmanlı aklı gereğince “hain” ilan edilmiştir. Araplara da öyle diyorlar ya; “savaşta arkadan hançerlediler” diye; necip millet (Osmanlılar, Arapları asil, soylu anlamına öyle tanımlarlardı; Allahın sevdiği, peygamber gönderdiği millet olma esprisi), 600 yıllık esaretten kurtulmak üzere, kendi ulusal özgürlük istencini dile getirmesi, “hain millet” ilan edilmesine yetmiştir.
Dersimlilerin başına gelen de aynı; daha da yoğun halidir…
6 Mayıs 1916 Cemal paşanın Arap liderleri (Lübnan ve Suriye'nin en yetkin şahsiyetlerini) topluca şehri Şam’ın merkezi meydanı Merci meydanında, senin hikayendeki Muaviye’nin insanları Şam meydanına toplayıp, “erkek deveyi, dişi deve diye ilan etmesi ve halkı onaya davet etmesi” gibi bir aldatmayla, idam etmiştir. 6 Mayıs, Şam ülkelerinde o gün bu gün şehitler günüdür. İttihatçılar, Araplardan alabilecekleri azami intikamı öylece aldılar. Bu bir mantıktır, bir algı ve bir akıldır...
Aynı mantık, algı ve akıl, savaşta birlikte yürümedi diye Dersime kin duydu, intikam kararı aldı. Ermenilerin 1915'da başına gelen gibi. Osmanlı yıkıldı ama onun genetik mirasçıları, aynı akılla, aynı coğrafyada yeni bir ulus devlet kurdu. Bu devletin tüm algıları Osmanlıdır; Osmanlı aklı egemendir ve Cumhuriyet’teki Osmanlı her yöneyle kendini bir biçimde ifade edecekti.
Hasta adam iyileştikçe, ittihatçılar da dişlerini gösterdi, farklı gördüğünü katletmek için pervasızlıkta sınır tanımadı; Koçgiri, Şeyh Sait, Kilikya Ermenileri, Hatay davası, 6-7 Eylül 1955, Kıbrıs (1974) birbirini takip etti. Oysa Cumhuriyet farklı bir planda kurulmuştu; Kendi üretecek kendi tüketecek, başkasının malında, mülkünde, toprağında gözü olmayacaktı, “yurtta sulh cihanda sulh” içinde olacaktı. Bu noktada Atatürk’ün etkisi ya da etkisizliği bir teferruattan ibarettir.
Cumhuriyetteki Osmanlı yaşayan bir gerçektir, dün olduğu kadar bu gün de…
Bu gerçek Muaviye kılı diye siyasal tarihin en önemli ve en anlamlı vecizinde yerini bulur. Muaviye kılı; "düşmanın gerdikçe sen gevşet, o gevşettikçe sen ger" denklemidir. Muaviye’yi tarihin siyasi dehalarından biri yapan da budur. Makyavelizmin de atasıdır.
Osmanlı aklı tas tamam böylesi bir akıl. Hasta adam iyileştikçe bu aklın yöntemiyle dişlerini geçirecek bir iç fetih ya da bir iç kıyım yapmıştır. Atatürk'ün Osmanlı tanımlaması bunu anlatmaya yeter de artar: “Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Rumlar sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişlerdir. Bizim milletimiz de böyle fetihlerin akasından serserilik etmiş ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara yenilmiştir. Bu böyle bir gerçektir ki, tarihin her devrinde ve dünyanın her yerinde aynen olagelmiştir.” (Aktaran, Cemal Kutay,Türkçe İbadet, s;154)
Bu Osmanlı, Cumhuriyet'te de yaşıyor. Koçgiri'yi, Şeyh Sait'i, Dersim'i, Kilikya Ermenilerini, Hatay Araplarını, Kıbrıs'ı ve şimdi de çeyrek asır acılarla süren Kürtleri katletmeye devam ederek kendini göstermektedir. Bu ülkenin hepimize ait olduğunu içselleştirememektedir. Anadolu’daki konumları hırsızı tedirginliğidir.
Cemaleddin Çelebi'nin rüyasına gelince,
Rüya mı? Mesaj mı? bilemem.
“Rüya” demişse rüyadır. Ama her rüyanın bilinçaltından gelen kökleri olmalı. O kökler, gerçek algıların yorumuyla biçim alır, rüya da olur…
Cemaleddin Çelebi, Dersim Alevileri kardeşlerinin durumunu, başları üzerinde dolaşan “kara bulutları” hissetmiştir. Konumu itibariyle, elinde olması gereken birçok bilgiyi de doğru yorumlamıştır. Mesajını bir biçimde iletmek istemiştir. Üzerine düşeni hakkıyla yerine getirmiş. Üzerine düşeni yerine getirmek aklın bin bir yoluyla doğruya ulaşmak gibidir, o bunu (rüyayı) münasip görmüştür…
Çağrısı, buna rağmen çağın ulusçu yükseliş algılarıyla uyumlu değildi. Bu günün gözüyle tarihi hareket ettirmek gibi bir kaygımız yoksa, bu çağrı gerçekçi değil; Osmanlı parçalanmaktadır, özgürlük herkesin hakkıydı. Balkanlarda halklarının özgürlüğü neden Anadolu halklarının hakkı olmasın …
Dersimin Alevi’si Kürt’tür. Kürt olma bilinci dünyada ve Anadolu coğrafyasında gelişen, tek ulusçu algılarla aynı kesitte, kendi etnik algılarının yükselişine tanıklık yapıyordu. Bu da doğaldı. Dersimliler böylesi bir uyanışın etkisiyle, bir seçime yönelmiştir; ulusçu bir eğilim göstermişlerdi. Cemaleddin Çelebi'nin mesajı da bu açıdan algılanması güç bir mesaj haline gelmiştir.
Tarih ihtimallerin, tesadüflerin tarihi değildir. Belli birikimlerin, nesnel verilerin evriminin ve yoğunluklarının bir sonucudur. Kimliklerin yok edildiği bir kesitte, her topluluk kendi kolektif kimliğine sarılacaktır; özgür olmak için evlatlarının fedakarlıklarına sığınacaktır. En yakın kimlik etnik kimliktir. İnanç bunun ardından gelir; tarihin hiçbir kesitinde, Hz. Muhammed zamanında bile inanç birleştirici çimento olamamıştır. Tarihin her kesitinde inanç, başka bir kimlik adına hüküm etmiştir. Dersimlilerin etnik kimliğinin, inanç kimliği önüne geçerek çağıyla uyumlu bir adım atması, bu açıdan çok normaldir. Dersimliler, bedeli ne ise ödemek kaydıyla almaları gereken haklı tarihsel bir tutum almışlardı.
Cemaleddin Çelebi de kendi açısından alması gereken tutumu almıştı, mesajını iletmişti. İttihatçılarda kendi akıl algılarına uygun düşeni yapmıştı. Aradaki fark, biri insani diğeri insanlık dışı olmasıdır. Konunun özeti de budur. Bu, tarihle cesurca yüzleşmenin ana temalarından biridir.
Cemaleddin Çelebinin rüyası mutlaka ele alınması gereken bir konudur. Bu konu tarihin kimi kapalı dosyalarını aydınlatma açısından önemli bir nottur.
Benden bu kadar. Baki selamlarımla
Mihrac Ural
6 Mayıs 2010
8 Mayıs 2010
Atatürk “Cumhuriyet” ilan edeceğini ilk kez kime “fısıldadı”.
Enver paşa görüşmesi ve İttihatçıların Dersimlilere karşı kini
Dersim katliamına işaret eden “rüya” ve taşıdığı mesaj
Rıza Aydın makalelerinde bu tarihi gerçeklerden bir demet sunuyor.
Benim cevabım ise;
Tarihle yüzleşmek için bilinmesi gereken en önemli gerçek
Cumhuriyetteki Osmanlının yaşayan bir gerçek olduğudur; dün olduğu kadar bu gün de…
Osmanlı aklı, ittihatçıdır; ya da tersi.
Bu akıl, I. Dünya savaşında birlikte yürümediler diye
Dersimelilere kin duydu, intikam kararı aldı.
Bu amansız kin, on yıllar sonra da olsa kıyım olarak dayatıldı.
Tarih ihtimallerin, tesadüflerin tarihi değildir. Belli birikimlerin, nesnel verilerin evriminin ve yoğunluklarının bir sonucudur. Kimliklerin yok edildiği bir kesitte, her topluluk kendi kolektif kimliğine sarılacaktır; özgür olmak için evlatlarının fedakârlıklarına sığınacaktır.
Dersimliler, bedeli ne ise ödemek kaydıyla almaları gereken haklı tarihsel bir tutum almışlardı.
***
Ayrı Varlık Blogumda, “Sıdkî Baba’nın Bir Nefesi” başlığı altında yayınladığım son yazısında Değerli dostum Rıza Aydın, Sıdkî Baba için şunları yazdı:
“1865 – 1928 yılları arasında yaşamış olan ozan Sıdkî Baba, Hacıbektaş Çelebilerinden Cemalettin Çelebinin Gönüllü Mücahit Alayında Celebi Cemalettin Efendi ile Beraber onun komutasında bir yıl savaşmış olmasının yanı sıra, 12 yaşından beri Hacıbektaş’ta, Çelebilerin ocağında yetişmiş bir kişilik olduğundan dolayı sadece edebi şahsiyeti ile ilgili değil bu tarihi kişiliği ile de üzerinde önemle durulması, her sözü -her nefesi önemle incelenmesi gereken bir kişiliktir.”
Bu makalesinde ayrıca dile getirmek istedikleri olduğunu sezdim. Konu Cemaleddin Çelebiye getirmişti. Özetle;
“Sıdkî Babanın nefeslerini toplayıp bir kitap halinde yayınlayan torunu Muhsin Gül dedesinin Gönüllü Mücahit Alayındaki konumunu şöyle anlatıyor: “Kendisi (Cemalettin Çelebi) Alay kumandanı olarak Erzurum şubesinin, Sıdkı Baba da Yüzbaşı rütbesi ile Erzincan şubesinin başında bulunmuşlardır.
“Çelebi Cemalettin Efendinin teşekkül ettirdiği gönüllü Mücahidin Alayı 1915 yılında Ruslarla bir yıla yakın çarpıştıktan sonra, her nasılsa İstanbul’dan gelen bir emirle bu Alay diğer Alaylara bölüştürülmüş, Çelebi Efendi de kırk kişilik maiyeti ile Sivas’a çekilip son emre kadar orada beklemesi kendisine tebliğ edilmişti.”
Daha sonra da,
“Enver Paşa birkaç Alman Paşalarıyla Sivas’a geldi ve Çelebi Hazretleriyle görüştükten sonra cepheye hareket etti.” Diye ekler.
Ayrıca “Burada Cemalettin Çelebi ile ilgili kısa bir iki bilgiyi de anmak istiyorum. Ahmet Demirel “İlk Meclisin Vekilleri” adlı İletişim yayınlarından 2010 yılında yayınlanan kitabında Cemalettin Çelebi ile ilgili resmi kayıtlardaki şu bilgileri veriyor: “275- Kırşehir- Cemalettin Efendi (Çelebioğulları) (1864 Hacıbektaş (Nevşehir)-1922); TBMM sicil no: 275; TBMM: Kırşehir 1; Doğduğu ve seçildiği il aynı; Medrese; Hacıbektaş şeyhi; 56 yaşında; Mazbatası 24.04.1920’de onaylandı; TBMM’ye hiç katılmadı; vefat ettiği 26.01.1922’de TBMM’ye bildirildi” (Rıza Aydın mail: 05 Mayıs 2010 Çarşamba 11:08:04)
Bu tanıtımdan sonra, konu yazımın ana teması olan Cemalettin Çelebi’nin rüyasına gelir. Ancak bundan önce çok önemli bir tarihi konuşmayı şöyle aktarır:
“Mihrac, sevgili dostum merhaba
Yazdıkların için sağ ol.
Cemalettin Çelebi ilginç bir kişilik. Mustafa Kemal Sivas Kongresinden Ankara’ya giderken Hacı Bektaşa uğruyor (23.12.1919) Başbaşa görüşüyorlar
Bu görüşmede neler konuştuklarını kimselere söylemiyor ta ki öleceğini anladığı güne kadar. Ölüm döşeğindeyken yani artık öleceğini anladığında kardeşi Velayettini yanına çağırıp bir sır gibi sakladığı bu konuşmayı ona anlatıyor bunu Velayettin Çelebi yıllar sonra abisinin şöyle dediğini yazmış:
"Başbaşa konuşmalarının bir yerinde Cemalettin Çelebi Mustafa Kemal Paşa'ya: "Paşa Hazretleri" diyor, "Cesaretiniz ve basiretli iradenizde, Türk Milletinin düşmanlarını kahredeceğine inancım sonsuz. Yüce Allah'ın Milletimize müyesser edeceği zaferden sonra Cumhuriyetin ilânını düşünüyor musunuz?"
Çelebinin "Cumhuriyet" kelimesini böylesine açık yürekle söylemesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa heyecan ve dikkatle Cemâlettin Çelebinin gözlerine bakıyor, biraz daha yaklaşıyor, onun elini avucunun içine alıyor kulağına fısıldar gibi yavaş fakat kararlı bir sesle " o mutlu günün ilanına kadar aramızda kalmak kaydıyla, evet Çelebi Hazretleri " diyor.
Cemalettin Çelebi bu sırrı ölüm anına kadar saklıyor öleceği zaman kardeşine söylüyor. Yani diyor ki bu paşayla böyle bir anlaşmamız var bunun için onu destekledim bunu gelecek kuşaklara söyle.
…
Şimdi kafamdaki soru şu.
C. Çelebi Enver paşa ile Cemal Paşa ile yani İttihatçıların en tepesindeki kadroyla konuşuyor.
Kuvvetli bir ihtimalle onlar C. Çelebiye eğer Dersmliler bizi desteklemezlerse savaştan SONRA ONLARI KATLEDERİZ TÜM KALKINI SİLERİZ VS DİYORLAR
Oda bu özel konuşmayı anlatamadığı için böyle bir düşünü anlatıyor.”
(Bu alıntıyı Nejat Birdoğan’ın Çelebi Cemalettin Efendinin savunması ( Müdef) adlı kitaptabından almayı uygun gördüm. Bakınız sayfa 16. bunun nedeni şu: N. Birdoğan Nuri Dersimi’nin Dilan yayınlarından çıkan ilk baskısından aktarmış bakız sayfa 94-103. Nuri Dersimi’nin “Kürdistan Tarihinde Dersim” adıyla Doz Yayınlarından çıkan “yeni baskısında bazı sözcükler sözde yenileşmiş, bakınız11-112.. Örneğin ilk baskıdaki İrşad ediniz yerine aydınlatınız deniyor. Bence Cemaletin çelebi İrşat ediniz sözünü kullanmıştır) (Rıza Aydın mail: 06 Mayıs 2010 Perşembe 19:34:58)
Bu uzun aktarımlardan sonra, Rıza Aydın, Nuri Dersim’in anılarından Cemaleddin Çelebi’nin konumuzu oluşturan rüyasını şöyle aktarır: “
“-Asırlarca önce ceddim Hacı Bektaş Veli, Dersim mıntıkasına vaaz ve nasihat edici bazı kimseler göndermişti. Bu zâtlar ceddimin verdiği talimat dairesinde haraket etmişler ve Dersim aşiretlerini Ceddim Hacı Bektaş Veli’ye bağlamaya çalışmışlardır. Fakat bu zatların ölümünden sonra bunların evlâtları her nedense ceddimi unutmuşlar, tamamet tamamen Kürtleşmişler, kendi rey ve rızalarına uygun, akıl ve mantık dışında bir din icat etmişler ve Dersimlileri de bu inançları peşinde sürüklemişlerdir. Tekkede bir bahçemiz var. (Kır Şehirde Hacı Bektaş tekkesi.) Ben yılda ancak bir kere bu bahçeye çıkabilirim. Bu defa çıktığımda bir rüya gördüm. Rüyamda ceddim bana göründü ve dedi ki, “Sevdiklerimiz ve özellikle Dersim müritlerimin başında bir kara bulut görünmektedir. Size emrediyorum. Gidiniz, kendilerini irşad ediniz. İleride hükümetin kendilerine bir fenalık yapması ihtimali vardır. Harbe iştirak ederek bu suizandan kurtulsunlar. İşte, ben bu emre göre konağımdan çıktım geldim. Şimdi, hem Dersimlileri cihada iştirak ettirerek maruz kaldıkları tehlikeden kurtarmak ve hem de bazı cahil seyid ve dedeler vasıtasıyla âdet edindikleri tarikati ıslaha ve kendilerini doğru yola sevk etmek isterim. Bu sebeple maiyetimdeki bir-iki alay mürid ve muhibbanla ben daha ileriye, hatta harp cephesine kadar gidiyorum. Ceddimin batini emirlerine göre kendilerini de davet ediyorum. Ben, kendilerine yazmıştım. Siz dahi yazınız ve Dersime kadar gidiniz.
Dedi. Çelebi Efendi, yukarıdaki sözlerine ilaveten “milli haklarla ilgili Kürt isteklerinin, ecnebi tahrikatıyla vuku bulduğunu işaret ederek Kürtlerin her ne isteği varsa bunu harbin sonunda ileri sürebileceklerini nasihat etmeyi de unutmadı. Seyit Aziz’i Sivas’a geri gönderdiğini de sözlerine ekledi.
Bir müddet sonra Çelebi Efendi alaylarla Erzurum’a hareket etti
Dersim aşiretleri harbe girmek için mütemadiyen teşvik ediliyordu. Fakat bunlar, itidallerini(soğukkanlılıklarını) muhafaza ve kurnazca bir siyaset takip ederek Türk ve Rus ordularının durumunu gözetliyorlardı.
Çelebi Efendi, Erzurum’a yetişmişti. Harp, bütün şiddetiyle devam ediyor ve Türk orduları gerilemeye yüz tutuyordu. Dersimlilerin cihada iştiraki isteği durmadan tekrarlanıyor, fakat Dersimliler aldırış etmiyordu.” (Aktaran Rıza Aydın mail: “ ÇELEBİ “CEMALETTİN’İN RÜYASI ÜZERİNDE DÜŞÜNMEK “06 Mayıs 2010 Perşembe 14:10:54)
Konumuz Cemalettin Çelebi’nin Dersim katliamıyla ilgili işaret ettiği “rüya”sı üzerine Rıza Aydın’a verdiğim cevap da şöyle oldu:
Mihrac Ural’ın cevabı:
Selam,
Rızacığım, bu makaleni kimi açıklayıcı unsurlar eklenerek yayınlanabilir. Sonuçta soru soruyorsun, arkasını da getireceksin. Seninle MSN sohbetimden bile çıkarabileceğin çok ek var.
Biliyorsun,
İttihatçıların Pan İslamizm’i iflas edince, Turancılığa sarıldılar. O da iflas edince üçüncü planları (C planı) tek ulusçuluğa yöneldiler; bu yönelim üzerine birçok görüş var, ancak sonuçta beyaz Türkler tek ulusçu bir devlet kurmayı başardılar demekle yetineceğim. Ancak bu üç sürecin, bu güne kadar taşıdığı etkinlikleri, en iyi biçimiyle “Suyu Arayan Adam” kitabında Şevket Süreyya Aydemir anlatır.
Osmanlı dengelerinin tersine, İttihatçılarda Pan-İslamizim çok arzulanan bir eğilimdi, ama gerçekçi değildi; Bölgenin etnik farklılıkları Osmanlıcılık için uygundu, o da büyük bir askeri güçle sürdürülebilir bir dayatmaydı. İttihatçıların İslam’la ilgileri iktidarla ilgilerine bağlıydı. İktidarlarına karşı duşu sergileyenler farklı olanlardı. Farklılık ise düşman olmakla işitti. Zaten Osmanlı geleneğinden gelen, bir tür Muviyecilik yolunda siyaset yapılıyordu; Osmanlı da teokratik yapısıyla, hilafetiyle bu meşreptendir. Farklılıklara düşmandır.
Ünlü Alman Mareşal Moltke de diyor ya, Osmanlı saltanatı iç fetihlerle, fethettiğini yeniden fethetmekle müpteladır. Hükümranlığı altındaki toplulukları katletmek, bu nedenle “vaciptir”; çünkü “hain”dir, şüphelidir ya da bu günün değişiyle “potansiyel suçlu”dur.
Bilirsin,
Osmanlıyı I. Dünya savaşına süren, “Alman malı Cihat” çağrısının yazarlarından biri de Şeyh Sait Nursidir. Teşkilatı Mahsusiyenin silahşörleri bin yıllık talan, gasp, istila hattı hümayunların bakayesidir. Bilinen o ki, Dersim “Alman malı Cihat” davetine isticap etmemiştir. Dolaysıyla, geleneksel Osmanlı aklı gereğince “hain” ilan edilmiştir. Araplara da öyle diyorlar ya; “savaşta arkadan hançerlediler” diye; necip millet (Osmanlılar, Arapları asil, soylu anlamına öyle tanımlarlardı; Allahın sevdiği, peygamber gönderdiği millet olma esprisi), 600 yıllık esaretten kurtulmak üzere, kendi ulusal özgürlük istencini dile getirmesi, “hain millet” ilan edilmesine yetmiştir.
Dersimlilerin başına gelen de aynı; daha da yoğun halidir…
6 Mayıs 1916 Cemal paşanın Arap liderleri (Lübnan ve Suriye'nin en yetkin şahsiyetlerini) topluca şehri Şam’ın merkezi meydanı Merci meydanında, senin hikayendeki Muaviye’nin insanları Şam meydanına toplayıp, “erkek deveyi, dişi deve diye ilan etmesi ve halkı onaya davet etmesi” gibi bir aldatmayla, idam etmiştir. 6 Mayıs, Şam ülkelerinde o gün bu gün şehitler günüdür. İttihatçılar, Araplardan alabilecekleri azami intikamı öylece aldılar. Bu bir mantıktır, bir algı ve bir akıldır...
Aynı mantık, algı ve akıl, savaşta birlikte yürümedi diye Dersime kin duydu, intikam kararı aldı. Ermenilerin 1915'da başına gelen gibi. Osmanlı yıkıldı ama onun genetik mirasçıları, aynı akılla, aynı coğrafyada yeni bir ulus devlet kurdu. Bu devletin tüm algıları Osmanlıdır; Osmanlı aklı egemendir ve Cumhuriyet’teki Osmanlı her yöneyle kendini bir biçimde ifade edecekti.
Hasta adam iyileştikçe, ittihatçılar da dişlerini gösterdi, farklı gördüğünü katletmek için pervasızlıkta sınır tanımadı; Koçgiri, Şeyh Sait, Kilikya Ermenileri, Hatay davası, 6-7 Eylül 1955, Kıbrıs (1974) birbirini takip etti. Oysa Cumhuriyet farklı bir planda kurulmuştu; Kendi üretecek kendi tüketecek, başkasının malında, mülkünde, toprağında gözü olmayacaktı, “yurtta sulh cihanda sulh” içinde olacaktı. Bu noktada Atatürk’ün etkisi ya da etkisizliği bir teferruattan ibarettir.
Cumhuriyetteki Osmanlı yaşayan bir gerçektir, dün olduğu kadar bu gün de…
Bu gerçek Muaviye kılı diye siyasal tarihin en önemli ve en anlamlı vecizinde yerini bulur. Muaviye kılı; "düşmanın gerdikçe sen gevşet, o gevşettikçe sen ger" denklemidir. Muaviye’yi tarihin siyasi dehalarından biri yapan da budur. Makyavelizmin de atasıdır.
Osmanlı aklı tas tamam böylesi bir akıl. Hasta adam iyileştikçe bu aklın yöntemiyle dişlerini geçirecek bir iç fetih ya da bir iç kıyım yapmıştır. Atatürk'ün Osmanlı tanımlaması bunu anlatmaya yeter de artar: “Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Rumlar sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişlerdir. Bizim milletimiz de böyle fetihlerin akasından serserilik etmiş ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara yenilmiştir. Bu böyle bir gerçektir ki, tarihin her devrinde ve dünyanın her yerinde aynen olagelmiştir.” (Aktaran, Cemal Kutay,Türkçe İbadet, s;154)
Bu Osmanlı, Cumhuriyet'te de yaşıyor. Koçgiri'yi, Şeyh Sait'i, Dersim'i, Kilikya Ermenilerini, Hatay Araplarını, Kıbrıs'ı ve şimdi de çeyrek asır acılarla süren Kürtleri katletmeye devam ederek kendini göstermektedir. Bu ülkenin hepimize ait olduğunu içselleştirememektedir. Anadolu’daki konumları hırsızı tedirginliğidir.
Cemaleddin Çelebi'nin rüyasına gelince,
Rüya mı? Mesaj mı? bilemem.
“Rüya” demişse rüyadır. Ama her rüyanın bilinçaltından gelen kökleri olmalı. O kökler, gerçek algıların yorumuyla biçim alır, rüya da olur…
Cemaleddin Çelebi, Dersim Alevileri kardeşlerinin durumunu, başları üzerinde dolaşan “kara bulutları” hissetmiştir. Konumu itibariyle, elinde olması gereken birçok bilgiyi de doğru yorumlamıştır. Mesajını bir biçimde iletmek istemiştir. Üzerine düşeni hakkıyla yerine getirmiş. Üzerine düşeni yerine getirmek aklın bin bir yoluyla doğruya ulaşmak gibidir, o bunu (rüyayı) münasip görmüştür…
Çağrısı, buna rağmen çağın ulusçu yükseliş algılarıyla uyumlu değildi. Bu günün gözüyle tarihi hareket ettirmek gibi bir kaygımız yoksa, bu çağrı gerçekçi değil; Osmanlı parçalanmaktadır, özgürlük herkesin hakkıydı. Balkanlarda halklarının özgürlüğü neden Anadolu halklarının hakkı olmasın …
Dersimin Alevi’si Kürt’tür. Kürt olma bilinci dünyada ve Anadolu coğrafyasında gelişen, tek ulusçu algılarla aynı kesitte, kendi etnik algılarının yükselişine tanıklık yapıyordu. Bu da doğaldı. Dersimliler böylesi bir uyanışın etkisiyle, bir seçime yönelmiştir; ulusçu bir eğilim göstermişlerdi. Cemaleddin Çelebi'nin mesajı da bu açıdan algılanması güç bir mesaj haline gelmiştir.
Tarih ihtimallerin, tesadüflerin tarihi değildir. Belli birikimlerin, nesnel verilerin evriminin ve yoğunluklarının bir sonucudur. Kimliklerin yok edildiği bir kesitte, her topluluk kendi kolektif kimliğine sarılacaktır; özgür olmak için evlatlarının fedakarlıklarına sığınacaktır. En yakın kimlik etnik kimliktir. İnanç bunun ardından gelir; tarihin hiçbir kesitinde, Hz. Muhammed zamanında bile inanç birleştirici çimento olamamıştır. Tarihin her kesitinde inanç, başka bir kimlik adına hüküm etmiştir. Dersimlilerin etnik kimliğinin, inanç kimliği önüne geçerek çağıyla uyumlu bir adım atması, bu açıdan çok normaldir. Dersimliler, bedeli ne ise ödemek kaydıyla almaları gereken haklı tarihsel bir tutum almışlardı.
Cemaleddin Çelebi de kendi açısından alması gereken tutumu almıştı, mesajını iletmişti. İttihatçılarda kendi akıl algılarına uygun düşeni yapmıştı. Aradaki fark, biri insani diğeri insanlık dışı olmasıdır. Konunun özeti de budur. Bu, tarihle cesurca yüzleşmenin ana temalarından biridir.
Cemaleddin Çelebinin rüyası mutlaka ele alınması gereken bir konudur. Bu konu tarihin kimi kapalı dosyalarını aydınlatma açısından önemli bir nottur.
Benden bu kadar. Baki selamlarımla
Mihrac Ural
6 Mayıs 2010
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder