30 Mayıs 2010 Pazar
ABD HATAY/ KİSECİK ÜSSÜ
Bedreddin Mahir
29 Mayıs 2010
29 Mayıs 2010 saat 19.30 itibariyle Hatay/Kisecik mevkiinde Amanos dağının en yüksek tepesinde yer alan ABD dinleme ve gözleme üssü, PKK gerilaları tarafından basıldı. Ölü ve yaralı olduğu belirtilen bu baskında önemli siyasi masjlar olduğu tartışma götürmez.
Bilindiği gibi, ülkemiz yarım asırdır NATO uydusu bir ülke. Soğuk savaş biteli çok oldu, ülkemiz hala NATO uydusu olmaya devam ediyor. Üstelik NATO’nun en sadık ülkesi; “Türkiyenin en ucuz ve en kaliteli malı askeridir” denilen türden bir ülke. Kullan kullanabildiğin kadar kullan, kaynak bitip tükenmez ve maliyeti bütçeyi delmez.
Bu algılarla Kore Savaşı’na atıldı bu ülke. Gençlerini, amacını bilmedikleri bir savaşta şehit ve gazi olarak verdi. Korelilerin kardeş kavgasında taraf oldu; uzak-yakın hiçbir çıkar ya da sorun olmadan kanlı kıyımlara alet olmanın yolu seçildi. Liberallerin dünyayla birleşme ve açılma hayallerinin karı, ABD ardından halkların kıyımına ortak olundu. Ordu ve kaynaklar, küresel istila politikalarının bir aleti haline geldi. Bunu Bağdat Paktı ve CENTO takip etti. Komşuluk ilişkilerinde zalimce tutumlar içinde olundu; Irak devrimi sırasında krallık lehine karışma (14 temmuz 1958), Lübnan iç savaşına müdahale ve üslerin kullanılması (1958), Arap İsrail savaşlarında İsrail yanlısı tutum ve müdahaleler yapıldı (1967-73 savaşları). Bu siyaset 2000’li yıllara kadar hesapsızca sürdürüldü. Türkün, Türkten başka dostu yok denildi, tüm komşular tarihi kinlerle düşman ilan edildi…
Görsel açıdan farklı bir dış politikanın gelişmekte olduğunu inkar etmemek gerek. Ancak bu çaba, üzeri yamalı bir bohçayla örtülmek istenen gerçeklerle yüz yüze kalıyor. Ülkemizin oligarşik yönetimi kendi güç dengesinin de esiri olarak ABD-İsrail ilişkilerini aşamıyor; geçmişten bu güne gelen ve ülkemizi komşularımızla ikircimli haline getiren, onursuzlaştıran, şaibeli hale getiren anlaşma ve konumlanışlardan özgürleştiremiyor. Bilinen ve bilinmeyenleriyle ikili kölelik anlaşmaları yanı sıra ülkemizin her köşesini ve bölgemizin her alanını denetim altında tutan ABD üsleri, bu tutsaklığın bileklere vurulmuş kelepçesi gibi duruyor.
Hatay/Antakya’daki Kisecik üssü, yüzlercesinden biri olarak yine gündemdeki yerini aldı. Bir kez daha “komşularımızla sıfır sorun” adı altında yürütülen siyasetin üzerindeki örütyü kaldırdı. Bu üs, komşuluk ilişkilerinin her düzeyine ve ahlakına aykırı bir üs olarak dinleme, gözleme görevi görüyor. Ortadoğu’daki her kıpırdanmayı otomatik olarak Pentegona aktarıyor. Komşularımızla “sıfır sorun” esprisinin komik halleri, bu üsler akla geldikçe daha iyi anlaşılıyor.
Kisecik üssü, ABD’nin ülkemizi ve bölgemizi otomatik olarak dinleme ve gözleme üssüdür; Adana İncirlik, Diyarbakır Pirinçlik üsleri gibi farklı işlevleriyle bir soğuk savaş üssüdür. Bu yanıyla, ülkemizin sıfır sorunlu hangi komşuluk ilişkisini ifade ettiği açıktır.
Ülkemiz, komşuluk ilişkilerini demogojilerle sürdürme yönünde bir medrese haline getiren Demirel’in ülkesidir; “yazın biz onlara satarız, kışın da onlar bizden alırlar”. Bu siyaset bölge halklarının ülkemize bakış açısında silinmez izlerle yer alan ABD kuklalığı damgasının da mimarıdır. Ne kadar gizlemeye çalışsak da kendini bir biçimde ele vermektedir.
Ortadoğu bir kızılca kiyamet dengesininin coğrafyasıdır. Burada dengeler suni değil, gergindir her zaman. ABD, bu dengeleri doğal seyrinden çıkaran ve bölgemizin tüm ülkelerini birbirine düşman yaparak zayıflatan en önemli nedendir. ABD, bir inanç sistemi gibi yürüttüğü İsrail yanlısı politika ve herkesi bu yönde kukla yapan eğilimleriyle bölgeye kabus gibi çökmüştür. Ülkemiz, yarım asırdır bu yönde bölgede kendini konumlandırmıştır.
Erdoğan’ın Osmanlı mirasçılığı, Nasır taklitçiliği, ABD’nin bölgemizin kara kaderine eklenmek istenen bir girişim olarak duruyor gibidir; ne İsrail’le ne de ABD’nin bölgeye yönelik karanlık emellerine en ufak bir helal getiremeyen hükümet, bölgede kazanmak istediği yeni imajı oturtabilmesi güçtür. Her günü yeni bir sınamanın olaylarıyla dolu bölgemizde hiçbir örtü gerçekleri örtebilecek kadar büyük değildir. ABD Kisecik üssünde sık sık gündeme gelen baskın olayları, bu gerçeği bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Kisecik, Antakya’nın 15 km kuzeyinde, Amanos dağı doruklarında bir köy alanı. Yüksek bir tepede kurulu otomatik dinleme, gözleme üssü. Bu üsü, her defasında PKK gerillalarının baskınlarıyla gündeme gelmektedir. Meclis gündeminde Hatay milletvekillerinin önergeleriylede sorgulanmaktadır. Ancak bu çabaların hiç biri üsün varlığını ya da çalışmasını engelememeştir.
Üssün 5. kez basılması, özgürlük hareketinin bölgemizle ilgili haklı kaygılarının hepimiz adına ortaya koyduğu bir adımdır. Gerçekleri açığa vuran bir girişimdir. Erdoğan’ın “Kürt açılımı” iflas ederken “bölge açılımı”nın da aynı sonla karşı karşıya kalacağını kestirmek zor değildir; ülkemizin bir kambur gibi sırtında taşıdığı ABD üsleri ve ikili kölelik anlaşmaları payandaları oldukça , bundan kurtulmanın yolu da yok demektir.
Dış siyaseti yalan üzerine kurulu olan bir tarihten gelinmektedir. Bu tarihi aşmak için, nedenlerini ortadan kaldıracak bir politika geliştirmek, yani tarihle yüzleşmek gerekir. Siyasette, inandırıcılık bütünsel bir olaydır. Ülkemiz, ABD ve İsrail ilişkisiyle inandırıcılığını yitiriyor, dış siyasette gelenekten gelen topallamsını düzeltemiyor.
Ülkemizi böylesine zor durumlara sık sık düşüreceği açık olan bu gerçekleri aşmak için cesur siyasi iradelere ihtiyaç vardır. Bu siyaset, gösterilerle oturtulamaz. Fiili adımlara ihtiyacı bulunmaktadır. Bunun için, mümkün olabilen adımlarla işe koyulmak gerek. ABD Kisecik üssü, üslerin en zayıf halkasıdır, buradan başlamak hiç de zor değildir.
“Ülkemizin alnında kara bir leke olarak duran Kisecik üssü kapatılmadır” diyerek sözlerimi bağlıyorum.
29 Mayıs 2010
29 Mayıs 2010 saat 19.30 itibariyle Hatay/Kisecik mevkiinde Amanos dağının en yüksek tepesinde yer alan ABD dinleme ve gözleme üssü, PKK gerilaları tarafından basıldı. Ölü ve yaralı olduğu belirtilen bu baskında önemli siyasi masjlar olduğu tartışma götürmez.
Bilindiği gibi, ülkemiz yarım asırdır NATO uydusu bir ülke. Soğuk savaş biteli çok oldu, ülkemiz hala NATO uydusu olmaya devam ediyor. Üstelik NATO’nun en sadık ülkesi; “Türkiyenin en ucuz ve en kaliteli malı askeridir” denilen türden bir ülke. Kullan kullanabildiğin kadar kullan, kaynak bitip tükenmez ve maliyeti bütçeyi delmez.
Bu algılarla Kore Savaşı’na atıldı bu ülke. Gençlerini, amacını bilmedikleri bir savaşta şehit ve gazi olarak verdi. Korelilerin kardeş kavgasında taraf oldu; uzak-yakın hiçbir çıkar ya da sorun olmadan kanlı kıyımlara alet olmanın yolu seçildi. Liberallerin dünyayla birleşme ve açılma hayallerinin karı, ABD ardından halkların kıyımına ortak olundu. Ordu ve kaynaklar, küresel istila politikalarının bir aleti haline geldi. Bunu Bağdat Paktı ve CENTO takip etti. Komşuluk ilişkilerinde zalimce tutumlar içinde olundu; Irak devrimi sırasında krallık lehine karışma (14 temmuz 1958), Lübnan iç savaşına müdahale ve üslerin kullanılması (1958), Arap İsrail savaşlarında İsrail yanlısı tutum ve müdahaleler yapıldı (1967-73 savaşları). Bu siyaset 2000’li yıllara kadar hesapsızca sürdürüldü. Türkün, Türkten başka dostu yok denildi, tüm komşular tarihi kinlerle düşman ilan edildi…
Görsel açıdan farklı bir dış politikanın gelişmekte olduğunu inkar etmemek gerek. Ancak bu çaba, üzeri yamalı bir bohçayla örtülmek istenen gerçeklerle yüz yüze kalıyor. Ülkemizin oligarşik yönetimi kendi güç dengesinin de esiri olarak ABD-İsrail ilişkilerini aşamıyor; geçmişten bu güne gelen ve ülkemizi komşularımızla ikircimli haline getiren, onursuzlaştıran, şaibeli hale getiren anlaşma ve konumlanışlardan özgürleştiremiyor. Bilinen ve bilinmeyenleriyle ikili kölelik anlaşmaları yanı sıra ülkemizin her köşesini ve bölgemizin her alanını denetim altında tutan ABD üsleri, bu tutsaklığın bileklere vurulmuş kelepçesi gibi duruyor.
Hatay/Antakya’daki Kisecik üssü, yüzlercesinden biri olarak yine gündemdeki yerini aldı. Bir kez daha “komşularımızla sıfır sorun” adı altında yürütülen siyasetin üzerindeki örütyü kaldırdı. Bu üs, komşuluk ilişkilerinin her düzeyine ve ahlakına aykırı bir üs olarak dinleme, gözleme görevi görüyor. Ortadoğu’daki her kıpırdanmayı otomatik olarak Pentegona aktarıyor. Komşularımızla “sıfır sorun” esprisinin komik halleri, bu üsler akla geldikçe daha iyi anlaşılıyor.
Kisecik üssü, ABD’nin ülkemizi ve bölgemizi otomatik olarak dinleme ve gözleme üssüdür; Adana İncirlik, Diyarbakır Pirinçlik üsleri gibi farklı işlevleriyle bir soğuk savaş üssüdür. Bu yanıyla, ülkemizin sıfır sorunlu hangi komşuluk ilişkisini ifade ettiği açıktır.
Ülkemiz, komşuluk ilişkilerini demogojilerle sürdürme yönünde bir medrese haline getiren Demirel’in ülkesidir; “yazın biz onlara satarız, kışın da onlar bizden alırlar”. Bu siyaset bölge halklarının ülkemize bakış açısında silinmez izlerle yer alan ABD kuklalığı damgasının da mimarıdır. Ne kadar gizlemeye çalışsak da kendini bir biçimde ele vermektedir.
Ortadoğu bir kızılca kiyamet dengesininin coğrafyasıdır. Burada dengeler suni değil, gergindir her zaman. ABD, bu dengeleri doğal seyrinden çıkaran ve bölgemizin tüm ülkelerini birbirine düşman yaparak zayıflatan en önemli nedendir. ABD, bir inanç sistemi gibi yürüttüğü İsrail yanlısı politika ve herkesi bu yönde kukla yapan eğilimleriyle bölgeye kabus gibi çökmüştür. Ülkemiz, yarım asırdır bu yönde bölgede kendini konumlandırmıştır.
Erdoğan’ın Osmanlı mirasçılığı, Nasır taklitçiliği, ABD’nin bölgemizin kara kaderine eklenmek istenen bir girişim olarak duruyor gibidir; ne İsrail’le ne de ABD’nin bölgeye yönelik karanlık emellerine en ufak bir helal getiremeyen hükümet, bölgede kazanmak istediği yeni imajı oturtabilmesi güçtür. Her günü yeni bir sınamanın olaylarıyla dolu bölgemizde hiçbir örtü gerçekleri örtebilecek kadar büyük değildir. ABD Kisecik üssünde sık sık gündeme gelen baskın olayları, bu gerçeği bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Kisecik, Antakya’nın 15 km kuzeyinde, Amanos dağı doruklarında bir köy alanı. Yüksek bir tepede kurulu otomatik dinleme, gözleme üssü. Bu üsü, her defasında PKK gerillalarının baskınlarıyla gündeme gelmektedir. Meclis gündeminde Hatay milletvekillerinin önergeleriylede sorgulanmaktadır. Ancak bu çabaların hiç biri üsün varlığını ya da çalışmasını engelememeştir.
Üssün 5. kez basılması, özgürlük hareketinin bölgemizle ilgili haklı kaygılarının hepimiz adına ortaya koyduğu bir adımdır. Gerçekleri açığa vuran bir girişimdir. Erdoğan’ın “Kürt açılımı” iflas ederken “bölge açılımı”nın da aynı sonla karşı karşıya kalacağını kestirmek zor değildir; ülkemizin bir kambur gibi sırtında taşıdığı ABD üsleri ve ikili kölelik anlaşmaları payandaları oldukça , bundan kurtulmanın yolu da yok demektir.
Dış siyaseti yalan üzerine kurulu olan bir tarihten gelinmektedir. Bu tarihi aşmak için, nedenlerini ortadan kaldıracak bir politika geliştirmek, yani tarihle yüzleşmek gerekir. Siyasette, inandırıcılık bütünsel bir olaydır. Ülkemiz, ABD ve İsrail ilişkisiyle inandırıcılığını yitiriyor, dış siyasette gelenekten gelen topallamsını düzeltemiyor.
Ülkemizi böylesine zor durumlara sık sık düşüreceği açık olan bu gerçekleri aşmak için cesur siyasi iradelere ihtiyaç vardır. Bu siyaset, gösterilerle oturtulamaz. Fiili adımlara ihtiyacı bulunmaktadır. Bunun için, mümkün olabilen adımlarla işe koyulmak gerek. ABD Kisecik üssü, üslerin en zayıf halkasıdır, buradan başlamak hiç de zor değildir.
“Ülkemizin alnında kara bir leke olarak duran Kisecik üssü kapatılmadır” diyerek sözlerimi bağlıyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder