10 Mayıs 2010 Pazartesi
KOLLEKTİF HAFIZA TÜRK-KÜRÜT SORUNU VE PKK
Yener Orkunoğlu
y.orkunoglu@googlemail.com
‘Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen, birkaç adım geriye gitmek zorundadır. Bugün yarına dünle beslenerek yol alır’
Bertholt Brecht
’
Okuduğum kitaplardaki ilginç görüşleri her zaman sizlerle paylaşma fırsatı bulamıyorum. Türkiye toplumu okuyan bir toplum değil. Fikirleri anlatan yazılardan ziyade, magazin yazılara daha fazla ilgi duyan bir toplum. Gerçeğini söylemek gerekirse, magazin türü yazılardan uzak kalmaya çalışan biriyim.
Lenin üzerine yazdığım makale dizisinin devamını bekleyenler olduğunu biliyorum. Ama diğer taraftan yazının bu kadar uzamasından yakınanlar da mutlaka vardır. Bu nedenle bir uzlaşma olarak, bu yazıyı kaleme alıyorum
Ünlü Alman filozofu Hegel ‘Gerçeklik bir bütündür’ diyordu. Hegel’in bu sözleri gerçekliği analiz etmek için önemli bir yöntemsel katkıya işaret ediyordu ve gerçekliği tek yanlı analiz eden düşünce biçiminin bir eleştirisiydi.
Gerçekten de bütün felsefi ve politik sapmaların kaynağında tek yanlı yaklaşım vardır. Gerçeğin yalnızca bir yanı dikkate alınır, diğer yanları ihmal edilir. Bu ihmalin bedeli çok ağırdır. Toplumsal ve politik yaşam, ihmalin bedelini daha ağrır bir şekilde ödetir. Böylesi bir bedelin örneğini, Kürt sorununun çözümsüzlüğü nedeniyle Türkiye’de yaşanan çürüme olgusunda görmek mümkün.
Geçmişte Türkiye sosyalist hareketi Kürt Ulusal sorununa gereken önemi verememişti. Ulusal Sorun, sosyalist devrimle çözülecek sorundu. Böylece sorun, devrim sonrası bir sürece ertelenmiş oluyordu. Türkiye Sosyalist hareketinin büyük çoğunluğu, her şeyi sınıf mücadelesine indirgeyen tek yanlı bir bakış açısından kurtulamamıştı ve halen kurtulamamıştır. Bu neden böyledir? Bu sorunun cevabı geniş bir araştırma konusu olabilir. Ama konumuz bu değil.
Elbette kapitalizmde esas olan iki sınıf arasındaki mücadeledir. Ama esas demek tek demek değildir. Her şeyi yalnızca sınıf mücadelesine indirgeyen bakış açısı, bir dünya görüşü olarak Marksizm’i yoksullaştıran bir anlayıştır. Sınıf mücadelesinin dışındaki olguların açıklanmasını, burjuva ideolojisine terk eden bir anlayıştır. Öte yandan sınıf mücadelesinin tek belirleyici olduğunu ileri süren bakış açısı, gerçekte emekçi cephesini bölen bir bakış açısıdır. Çünkü Kürtlüğü ve Aleviliği savunanları ‘devletin yandaşları’ olarak görmektedir. Böylece onlarla belirli bir ortak paydada buluşmayı reddeden bir anlayıştır.
Eğer sınıf mücadelesi tek belirleyici olsaydı, o zaman ‘Ulusal Kurtuluş Hareketleri’nden bahsetmek gerekmezdi. Lenin’i Rosa Lüksemburg’dan ayıran en önemli özelliklerinden biri sorunu çok boyutlu düşünmesi, tek yanlılığa kapılmamasıydı.
Kürt sorununun anlaşılması için, sınıf bakış açısını genişleten bir yöntemsel zenginliğe başvuracağız. Bugün Türkiye’de işçi sınıfının sorunlarının yanında, Kürt sorunu, Alevi sorunu vb. gibi başka toplumsal sorunlar da mevcuttur. Sınıf mücadelesi bakış açısını zenginleştirecek yöntemsel araçların geliştirilmesi gerekir.
Söz konusu olan, kolektif hafıza konusudur. İki tür kolektif hafıza vardır. Biri ezen ulusun kolektif hafızası, diğeri ezilen halkın veya ezilen ulusun kolleftif hafızası. Özellikle Kürt Sorunu’nun anlaşılması için, burada soruna değişik bir açıdan yaklaşım sunulacaktır. Bir ulusun, bir halk grubunun veya bir yaşadığı acıların yarattığı kolektiv bir hafızadan bahsedilecektir.
PKK ve KOLEKTİF HAFIZA
PKK’yı yaratan olgulardan biri olarak ezilen bir ulusun kolektif hafızası konusuna değineceğiz. Kolektif Hafıza düşüncesini ilk olarak ileri süren Fransız filozofu ve sosyologu Maurice Halbwachs (1877-1945)’dır. Halbwachs, bireysel ve kolektif hafızanın nasıl oluştuğu sorunuyla ilgilenir. O, insanı ve insan belleğini toplumsal bir çerçeve içinde kavramaya çalışır.
Halbwachs Kolektif Hafıza düşüncesinin en önemli özelliği, bireysel hafıza ile kolektif hafıza arasındaki ilişkiyi açıklama çabasıdır. Bu düşünceye göre, izole ve yalnız olan birey, yaşananları yalnız başına hatırlayamaz. Bireyin belleği, anıları ancak toplumsal çerçeve içinde mümkündür. Bireyin anılarını şekillendiren şey, toplumsal çerçevedir. Dolayısıyla bireysel hatırlama, kolektif hatırlama ile ilişki içinde açıklanabilir. Yani bireysel hafızanın oluşumu, kolektif hafıza tarafından koşullanır. Bireysel hafıza ve kolektif hafıza bazen yanyana bulunurlar, bazen de birbirileriyle ilişki içinde birbirlerini kuvvetlendirirler.
Maurice Halbwachs’ın ‘kolektif hafıza’ya yaklaşım yöntemi, Karl Mannheim’ın Bilgi Sosyolojisinde kullandığı yöntemle benzerlik göstermektedir. K. Mannheim da bilginin toplumsal bir çerçevede oluştuğunu ve daha sonra birey tarafından benimsendiğini ileri sürmüştü.
Halbwachs, kolektif anımsama düşüncesini, Rüya kavramına karşıt olarak geliştirir. Rüya, anımsamanın zıttıdır. Rüya’da insan kendini toplumsal bir gruba ait hissetmez. Rüya, toplumsal çevreden soyutlanmış ken, anımsama toplumsal çevre içinde mümkündür.
İki tür kolektif hafızadan bahsetmek gerekir. Ezilen ve baskı gören halkların ve toplumsal grupların kolektif hafızası aynı değildir. Dolayısıyla ezenlerin kolektif hafızası ile ezilenlerin kolektif hafızasını birbirinden ayırmak gerekir. Nazi sonrası Almanya’daki kolektif hafızası ıle Yahudilerin kolektif hafızası aynı olabilir mi?. Aynı şekilde ‘Türkiye Türklerin’ diyen bir kolektif hafıza ile, kendi kolektif kimliğine sahip çıkan Kürtlerin hafızası aynı olamaz. Ezilen veya yok edilmek istenen bir ulusun, halkın, azınlığın kolektif hafızası yaralıdır.
Maurice Halbwachs’nı kolektif hafıza kavramından hareket eden Jan Assmann iletişimsel hafıza ve kültürel hafıza arasında ayrım yapar. Ona göre, iletişimsel hazıfa, yaşanan acıları, tecrübelerin ve geleneklerin sözlü anlatımla nesilden nesile aktarılmasıdır. İletişimsel hafızanın nesilden nesile aktarılması kişilere bağımlıdır. Ne var ki, sözle aktarılan iletişimsel hafızanın süresi ortalama 60-80 yıl arası (yani 3-4 nesil) sürer. Bu nedenle iletişimsel hafıza sınırlı bir süre devam eder.
Buna karşılık kültürel hafıza, kişilerin anlatımlarına bağlı değildir, yazınsal anlatımlar yoluyla aktarılır. Dolayısıyla kültürel hafıza daha uzun ömürlüdür. Çok geride kalan acılar, olaylar anımsanamaz, sadece öğrenilir. Örneğin Fransız Devrimi çok geride kaldığı için anımsanamaz, yaşanılanlar ancak öğrenilebilir. Dolayısıyla kolektif hafızanın aktarılması esas olarak tarihçilerin işidir.
Peki ama bir ulusun kendi dilinde yazılmış tarihi ve tarihçileri henüz yoksa ne olacak? İşte PKK’nın çıkışını ve Kürt halkı tarafından sahiplenilmesini açıklanması mümkün kılan bir olgunun başka bir perspektiften açıklanmasıyla karşı karşıyayız.
PKK, Kürtlerin acılı kolektif hafızasını, siyasal bilince ve kararlı bir mücadeleye dönüştüren bir örgüttür. Bir başka deyişle PKK, Kürdün kolektif ve bireysel hafızasının acılarını siyasal bilince dönüştürmeyi başararak Kürt sorununu dünyanın gündemine oturmuştur. İleride tarihçiler, PKK’nın rolünü nesnel bir şekilde ortaya koymaya çalışacaklardır.
***
Türkiye sosyalistlerinin çoğunluğu, ezen ulusun kolektif belleğinden kendini kurtaramadı. Ezen ulusun kolektif belleğinin etkisinde olan sosyalistlerin bir bölümü, ezilen ulusun kolektif belleğini anlamayı başaramadı. Ezen ulusun kolektif belleğinin aldığı biçimler, genç nesil sosyologlar için önemli bir araştırma alanı oluşturmaktadır. Türkiye’de hem Türkün hem de Kürdün kolektif hafızası sorunludur.
Brecht’ın dedığı gibi dün yaşanan acıları anlamadan acıları ortadan kaldırmak zordur. Sorunlu iki hafızayı ortadan kaldıracak olan şey, özgürlük ve demokrasi ortamıdır. Zihniyetin demokratikleşmesi en elzem sorundur. Zihniyetin demokratikleşmesi için siyasal mücadele çok önemli bir araçtır, ama tek başına yetersizdir. Duygusal kopuş, yalnız siyasal araçlarla giderilemez. Aynı zamanda başka araçlara da gerek vardır.
y.orkunoglu@googlemail.com
‘Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen, birkaç adım geriye gitmek zorundadır. Bugün yarına dünle beslenerek yol alır’
Bertholt Brecht
’
Okuduğum kitaplardaki ilginç görüşleri her zaman sizlerle paylaşma fırsatı bulamıyorum. Türkiye toplumu okuyan bir toplum değil. Fikirleri anlatan yazılardan ziyade, magazin yazılara daha fazla ilgi duyan bir toplum. Gerçeğini söylemek gerekirse, magazin türü yazılardan uzak kalmaya çalışan biriyim.
Lenin üzerine yazdığım makale dizisinin devamını bekleyenler olduğunu biliyorum. Ama diğer taraftan yazının bu kadar uzamasından yakınanlar da mutlaka vardır. Bu nedenle bir uzlaşma olarak, bu yazıyı kaleme alıyorum
Ünlü Alman filozofu Hegel ‘Gerçeklik bir bütündür’ diyordu. Hegel’in bu sözleri gerçekliği analiz etmek için önemli bir yöntemsel katkıya işaret ediyordu ve gerçekliği tek yanlı analiz eden düşünce biçiminin bir eleştirisiydi.
Gerçekten de bütün felsefi ve politik sapmaların kaynağında tek yanlı yaklaşım vardır. Gerçeğin yalnızca bir yanı dikkate alınır, diğer yanları ihmal edilir. Bu ihmalin bedeli çok ağırdır. Toplumsal ve politik yaşam, ihmalin bedelini daha ağrır bir şekilde ödetir. Böylesi bir bedelin örneğini, Kürt sorununun çözümsüzlüğü nedeniyle Türkiye’de yaşanan çürüme olgusunda görmek mümkün.
Geçmişte Türkiye sosyalist hareketi Kürt Ulusal sorununa gereken önemi verememişti. Ulusal Sorun, sosyalist devrimle çözülecek sorundu. Böylece sorun, devrim sonrası bir sürece ertelenmiş oluyordu. Türkiye Sosyalist hareketinin büyük çoğunluğu, her şeyi sınıf mücadelesine indirgeyen tek yanlı bir bakış açısından kurtulamamıştı ve halen kurtulamamıştır. Bu neden böyledir? Bu sorunun cevabı geniş bir araştırma konusu olabilir. Ama konumuz bu değil.
Elbette kapitalizmde esas olan iki sınıf arasındaki mücadeledir. Ama esas demek tek demek değildir. Her şeyi yalnızca sınıf mücadelesine indirgeyen bakış açısı, bir dünya görüşü olarak Marksizm’i yoksullaştıran bir anlayıştır. Sınıf mücadelesinin dışındaki olguların açıklanmasını, burjuva ideolojisine terk eden bir anlayıştır. Öte yandan sınıf mücadelesinin tek belirleyici olduğunu ileri süren bakış açısı, gerçekte emekçi cephesini bölen bir bakış açısıdır. Çünkü Kürtlüğü ve Aleviliği savunanları ‘devletin yandaşları’ olarak görmektedir. Böylece onlarla belirli bir ortak paydada buluşmayı reddeden bir anlayıştır.
Eğer sınıf mücadelesi tek belirleyici olsaydı, o zaman ‘Ulusal Kurtuluş Hareketleri’nden bahsetmek gerekmezdi. Lenin’i Rosa Lüksemburg’dan ayıran en önemli özelliklerinden biri sorunu çok boyutlu düşünmesi, tek yanlılığa kapılmamasıydı.
Kürt sorununun anlaşılması için, sınıf bakış açısını genişleten bir yöntemsel zenginliğe başvuracağız. Bugün Türkiye’de işçi sınıfının sorunlarının yanında, Kürt sorunu, Alevi sorunu vb. gibi başka toplumsal sorunlar da mevcuttur. Sınıf mücadelesi bakış açısını zenginleştirecek yöntemsel araçların geliştirilmesi gerekir.
Söz konusu olan, kolektif hafıza konusudur. İki tür kolektif hafıza vardır. Biri ezen ulusun kolektif hafızası, diğeri ezilen halkın veya ezilen ulusun kolleftif hafızası. Özellikle Kürt Sorunu’nun anlaşılması için, burada soruna değişik bir açıdan yaklaşım sunulacaktır. Bir ulusun, bir halk grubunun veya bir yaşadığı acıların yarattığı kolektiv bir hafızadan bahsedilecektir.
PKK ve KOLEKTİF HAFIZA
PKK’yı yaratan olgulardan biri olarak ezilen bir ulusun kolektif hafızası konusuna değineceğiz. Kolektif Hafıza düşüncesini ilk olarak ileri süren Fransız filozofu ve sosyologu Maurice Halbwachs (1877-1945)’dır. Halbwachs, bireysel ve kolektif hafızanın nasıl oluştuğu sorunuyla ilgilenir. O, insanı ve insan belleğini toplumsal bir çerçeve içinde kavramaya çalışır.
Halbwachs Kolektif Hafıza düşüncesinin en önemli özelliği, bireysel hafıza ile kolektif hafıza arasındaki ilişkiyi açıklama çabasıdır. Bu düşünceye göre, izole ve yalnız olan birey, yaşananları yalnız başına hatırlayamaz. Bireyin belleği, anıları ancak toplumsal çerçeve içinde mümkündür. Bireyin anılarını şekillendiren şey, toplumsal çerçevedir. Dolayısıyla bireysel hatırlama, kolektif hatırlama ile ilişki içinde açıklanabilir. Yani bireysel hafızanın oluşumu, kolektif hafıza tarafından koşullanır. Bireysel hafıza ve kolektif hafıza bazen yanyana bulunurlar, bazen de birbirileriyle ilişki içinde birbirlerini kuvvetlendirirler.
Maurice Halbwachs’ın ‘kolektif hafıza’ya yaklaşım yöntemi, Karl Mannheim’ın Bilgi Sosyolojisinde kullandığı yöntemle benzerlik göstermektedir. K. Mannheim da bilginin toplumsal bir çerçevede oluştuğunu ve daha sonra birey tarafından benimsendiğini ileri sürmüştü.
Halbwachs, kolektif anımsama düşüncesini, Rüya kavramına karşıt olarak geliştirir. Rüya, anımsamanın zıttıdır. Rüya’da insan kendini toplumsal bir gruba ait hissetmez. Rüya, toplumsal çevreden soyutlanmış ken, anımsama toplumsal çevre içinde mümkündür.
İki tür kolektif hafızadan bahsetmek gerekir. Ezilen ve baskı gören halkların ve toplumsal grupların kolektif hafızası aynı değildir. Dolayısıyla ezenlerin kolektif hafızası ile ezilenlerin kolektif hafızasını birbirinden ayırmak gerekir. Nazi sonrası Almanya’daki kolektif hafızası ıle Yahudilerin kolektif hafızası aynı olabilir mi?. Aynı şekilde ‘Türkiye Türklerin’ diyen bir kolektif hafıza ile, kendi kolektif kimliğine sahip çıkan Kürtlerin hafızası aynı olamaz. Ezilen veya yok edilmek istenen bir ulusun, halkın, azınlığın kolektif hafızası yaralıdır.
Maurice Halbwachs’nı kolektif hafıza kavramından hareket eden Jan Assmann iletişimsel hafıza ve kültürel hafıza arasında ayrım yapar. Ona göre, iletişimsel hazıfa, yaşanan acıları, tecrübelerin ve geleneklerin sözlü anlatımla nesilden nesile aktarılmasıdır. İletişimsel hafızanın nesilden nesile aktarılması kişilere bağımlıdır. Ne var ki, sözle aktarılan iletişimsel hafızanın süresi ortalama 60-80 yıl arası (yani 3-4 nesil) sürer. Bu nedenle iletişimsel hafıza sınırlı bir süre devam eder.
Buna karşılık kültürel hafıza, kişilerin anlatımlarına bağlı değildir, yazınsal anlatımlar yoluyla aktarılır. Dolayısıyla kültürel hafıza daha uzun ömürlüdür. Çok geride kalan acılar, olaylar anımsanamaz, sadece öğrenilir. Örneğin Fransız Devrimi çok geride kaldığı için anımsanamaz, yaşanılanlar ancak öğrenilebilir. Dolayısıyla kolektif hafızanın aktarılması esas olarak tarihçilerin işidir.
Peki ama bir ulusun kendi dilinde yazılmış tarihi ve tarihçileri henüz yoksa ne olacak? İşte PKK’nın çıkışını ve Kürt halkı tarafından sahiplenilmesini açıklanması mümkün kılan bir olgunun başka bir perspektiften açıklanmasıyla karşı karşıyayız.
PKK, Kürtlerin acılı kolektif hafızasını, siyasal bilince ve kararlı bir mücadeleye dönüştüren bir örgüttür. Bir başka deyişle PKK, Kürdün kolektif ve bireysel hafızasının acılarını siyasal bilince dönüştürmeyi başararak Kürt sorununu dünyanın gündemine oturmuştur. İleride tarihçiler, PKK’nın rolünü nesnel bir şekilde ortaya koymaya çalışacaklardır.
***
Türkiye sosyalistlerinin çoğunluğu, ezen ulusun kolektif belleğinden kendini kurtaramadı. Ezen ulusun kolektif belleğinin etkisinde olan sosyalistlerin bir bölümü, ezilen ulusun kolektif belleğini anlamayı başaramadı. Ezen ulusun kolektif belleğinin aldığı biçimler, genç nesil sosyologlar için önemli bir araştırma alanı oluşturmaktadır. Türkiye’de hem Türkün hem de Kürdün kolektif hafızası sorunludur.
Brecht’ın dedığı gibi dün yaşanan acıları anlamadan acıları ortadan kaldırmak zordur. Sorunlu iki hafızayı ortadan kaldıracak olan şey, özgürlük ve demokrasi ortamıdır. Zihniyetin demokratikleşmesi en elzem sorundur. Zihniyetin demokratikleşmesi için siyasal mücadele çok önemli bir araçtır, ama tek başına yetersizdir. Duygusal kopuş, yalnız siyasal araçlarla giderilemez. Aynı zamanda başka araçlara da gerek vardır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder