27 Haziran 2010 Pazar
VEDA YEMEĞİ
Devrimci dayanışmada THKP-C (Acilciler) onurlu duruşu; 30 Yıl önce devrimci dayanışmada gösterilen sorumluluğun bu güne taşıdığı mesaj...
Mihrac Ural
27 Haziran 2010
Telefonun ardındaki ses, beni tanıdın mı diyor ve ekliyor “Bassit’te, tehlikeli bir deniz yolculuğuna çıkmadan çalı-çırpıyla örtülü lokantamsı bir barakada, balık yememizi hatırlatıyor musun? Kırk yıl hatırı unutulmayacak veda yemeğiydi.” diyordu.
Bir soru, bir ipucuydu bu sözler.
Hangi birimiz bir hafta önce yediği yemeği hatırlayabilirdi?
Bu yemek öyle sıradan bir yemek değildi. Aradan bir ömür geçse de hatırlanacak, hatta ayrıntıları bile unutulmayacak anılar var. Anılar, hafıza havuzumuzun arşividir. Hafızamızın nasıl çalıştığı üzerine önemli çalışmaların olduğu bilim dünyasında -kesinleşmiş bir sonuç olmamasına karşın- DNA yapısını çözerek Nobel ödülü almış ikiliden biri olan Francis Crick (diğeri James Watson 1962) bilim ve teknik yayınlarından çıkan “Şaşırtan Varsayım” adlı çalışmasında “şaşırtan varsayım, beyin davranışının her yanıyla nöronların etkinliğinden kaynaklandığını belirtiyor” (Fracis Circk, Bilim ve teknik yayınları. Şaşırtan varsayım s: 285) diyor. Bunu da “bilinç kritik bir biçimde talamus-kabuk bağlantılarına dayanır” diye tespit ediyor. Bilim adamı ihtiyatlılığıyla, yetersiz de olsa bu tespitlerin bir kuram olarak belirtilebileceğini dile getiriyor.
Beynimizin faaliyetleri sinir hücrelerinin (nöronların) faaliyetidir. Bunlar üzerinde oluşan farklı etkilerin, beyinde oluşturduğu tepkimeler beyin faaliyetlerimizi oluşturmaktadır. Kısa ve orta görsel bellekler için önerilen “ikona belleği” ve Alan Baddeley’in önermesi “çalışma belleği”nin derin anılarımızı izahta yetersizliği, bizi bir kez daha nüronlarımız üzerinde en derin etkilerin, geçmiş anılarımızın da kıdemliğini belirlediği sonucuna varmak yanlış değildir.
Telefondaki ses, üzerinden 30 yıl geçen veda yemeğini hatırlatınca benim de nüronlarım beynimin kimyasal hafıza havuzunu tetikleyerek, aklımın ucundan geçmesi mümkün olmayan anıyı getirip önüme koydu. Evet...Evet... böylesi bir veda yemeği vuku bulmuştu ama kiminle?.. Hatta kaç veda yemeği yaşanmıştı bu 30 yıl içinde…
Telefondaki sese saygısızlık olmasın diye ayrıntılarda bir hata yapmamak adına anı üzerinde fazla üzerinde durmadan, beklediğimi ifade ettim. Sınır geçilmişti, kısa bir yol mesafesi de aşılarak yanımı ulaştı.
Saçları beyazlamış, kiloları artmış davranışları loseleşmiş haliyle, görsel belleğimi zorlayan, belli belirsiz alameti farikalarıyla, yaşını hiç göstermeyen bir kadim yoldaş karşımda duruyordu. Bir kez daha veda yemeğine döndü. Bir veda yemeği olayını bu kadar etken kılan duygular, sadece beyin nüronları üzerindeki etkiyle açıklanır mı bilemem; ancak insan yaşamının önemli dönemeçlerinde bu etkilerin kalıcı anılara dönüştüğünü hepimiz kendimizden biliyorduk.
Ortadoğu’nun en kasvetli dönemlerinde, Filistin kamplarında eğitim, her bir köşesinde savaş ve bombaların patladığı bir mayınlı tarladan çıkıp gelmiş haliyle bir insanın ülkesine dönüşünü simgeleyen veda yemeği, ülkesinde hüküm süren 12 Eylül faşizminin karabasanı altında ağır bedeller ödeme pahasına da olsa unutulmayacak bir olaydı.
O kesitte, devrimci harekette; yoklukların, zorlukların acı ve direnmenin çareleriyle birbirine sarılmış olanaklar paylaşılıyordu. Biz Acilcilerin, devrimci harekete imkanlarımızı sunduğumuz kadar hiçbir çevrenin sunmadığını burada bir kez daha belirtmem gerek. Bu tarihin ayrıntıları belgeleriyle kaleme alındığında görülecektir ki, 12 Eylül faşizmine karşı direnişin bu boyutunda Acil hareketi, belleklerde böylesine izler bırakacak etkinliklerin de sahibiydi.
Misafirim Acilci değildi. TKP-B’li bir yoldaştı. Basın-yayınla uğraşan bir devrimci aydındı. Örgütsel yükümlülüklerini, görevlerini tamamlamış, 12 Eylül karanlığına karşı mücadele etmeye gidiyordu. Farklı örgütlerden onlarca militan ve kadro bir yanıyla karadan, bir yanıyla denizden, örgütümüzün yarattığı olanakları değerlendirerek ülkeye taşınıyorlardı.
Bunlardan biri de misafirimdi. Bassit’ten deniz yoluyla Karataş’a yapılan onlarca yolculuktan biri daha yapılmıştı (1981). O günde devrimci sevgi ve dayanışmayla örgüt olanakları sunulmuştu. Acilcilerin görev bilinci; paylaşım üzerine, dayanışma üzerine kurulmuştu. Bu değerleri oluştururken, çevremizin örgütsel ilişkilerimize taşıdığı en anlamlı veriler bunlardı. Çevresi olmayanların bunu algılaması ve yaşama geçirmesinin de olanağı yoktu.
TKP-B’li yoldaşlarla farklı koşullarda buluşmalarımız az değildi. Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) koşullarında, devrimci birlik platformunda yakın yoldaşlığımız da vardı. Toplantılarımızın tutanaklı örgüt arşivimizde, bu yoldaşlığın birçok enstantanesine de tanıklık yapar. Acilciler örgütü, Türkiye solu tarihinin örgüt ilişkileri konusunda kuralları en devrimci tarzda yerine getiren bir olgunluk ifadesiydi. Bu nedenle hiçbir örgütün iç işleriyle ilgili olmadık. Bunu sınır olarak belirledik. TKP-B Kongresi önce ve sonrasında olan Genel Sekreterlik değişimine karşın ilişkilerimiz aynıyla devam etmişti. O günün devrimci duygu doruklarıyla bu ilişkilerin nasıl bir yaşam bulduğunu anlamak için 30 yıl sonra, özlemle yanımıza gelen TKP-B’li yoldaşın heyecanını, sevgi ve saygıyla sarılışını resmetmek yeterli olacaktır. Bu aynı zamanda onurlu bir direnme tarihi olan örgütümüze karşı yapılan, muhatap alınmaya değmez saldırılara da yeterli bir cevaptır.
Misafirim İlker Demir.
Duygu yüklü bir buluşma. 78 Kuşağının duygusallığını tüm derinlikleriyle taşıyan bir buluşma. 78’liler Vakfı’nın başkanı Celalettin yoldaşın özel iletisinde bizi tanımlamak için dile getirdiği “güvenli liman” olmanın sorumluluğu ve bu sorumluluğun 30 yıl sonra verilen bir ödülü olarak İlker Demir yoldaşı kucakladık (24 Haziran 2010).
İlker Demir, bir kuşağın tüm özeliklerini üzerinde taşıyor. Emek veriyor, koşturuyor, okuyor, yazıyor, düşünüyor, düşüncesini bilgi paylaşım ağlarıyla paylaşıyor. Sonradan anladım ki, aynı gruplarda yayınlanan yazılarımı da takip ediyor. Ben de onu sık sık kim olduğunu bilmeden okumuş durmuşum.
On yıllar geçmiş ortak anılarımızın üzerinden, dünya birlerce kez dönmüş kendi etrafında, biyolojik evrimimizden daha da hızlı bir siyasal evrim yaşamıştı yeryüzü. Bunları konuştuk. Detaylara girmeden, temel konuların çoğunluğunda ortak sonuçlara vardığımızı gördük. Demokrasi algılarımız, sınıf mücadelesi, işçi sınıfı ve görevleri, devrim, uygarlık, teknolojik ilerlemeler ve sonuçları, etnik ve inanç olguları ve siyasal konumlanışlarıyla ilgili sohbetlerimizde hep ortak kanaatlere vardığımızı gördük.
Bu ortak evrim ve sonuçlarıyla ilgili doneleri ayrı bir yazıda, incelik göstererek ziyaretime gelen farklı örgütlerden onlarca dostum, hala misafirim olan ve iletişim halinde olduğum insanlarla paylaştığım siyasal konular üzerinde vermeye çalışacağım. Bunlar arasında eski TKP’li arkadaşlardan verebileceğim çok önemli örnekler olduğunu belirteceğim. Hala misafirim olan ve Frankfurt’ta çok uzun yıllar (35 yıl) sendikal eğitim uzmanı olarak çalışan, Türkçe öğretmeni değerli dostum Hakkı Sürmeli hoca ile sohbetlerimi sizlere ileteceğim.
Önceki yazılarımda dile getirdim. Aklın yolu bir değildir tezine inanıyordum. Benim için doğruya gidişte aklın yolu tek değildir; doğru da tek olamaz. Görelilik, algı farklılıkları aklın yolu kadar doğruların da bin bir olabileceğini gösteriyor. Bu günkü algılarım da bu eksen ayakları üzerinde sağlamca yere basıyor. Çok farklı söylemlerle dile gelmesine karşı, farklı betimlemelerle de biçimlenmiş doğrulara ortak bir yaklaşım yapılabildiğini görmek çok önemlidir. İlker Demir’le 30 yıl sonra buluşmamız bu açıdan da önem taşıyor.
Ayrılık vakti gelip çattığında, daha çok buluşma kararı aldık. Devrimci hareketimiz üzerine sorumluluklarımızı hatırlattık.
İlker Demir, tüm misafirlerimin gösterdiği incelikle, parti okulu ziyareti ve şehit yoldaşlarımın anıt mezarının bulunduğu Bassit sahil beldesine bizimle beraber yöneldi.
Onurlu direnmenin tarihi değerleri; her bir devrimcinin anılarında, vicdanlarında ve dünden bu güne süren kararlı yürüyüşümüzde tüm canlılığıyla bir doruk olarak duruyor.
Mihrac Ural
27 Haziran 2010
Telefonun ardındaki ses, beni tanıdın mı diyor ve ekliyor “Bassit’te, tehlikeli bir deniz yolculuğuna çıkmadan çalı-çırpıyla örtülü lokantamsı bir barakada, balık yememizi hatırlatıyor musun? Kırk yıl hatırı unutulmayacak veda yemeğiydi.” diyordu.
Bir soru, bir ipucuydu bu sözler.
Hangi birimiz bir hafta önce yediği yemeği hatırlayabilirdi?
Bu yemek öyle sıradan bir yemek değildi. Aradan bir ömür geçse de hatırlanacak, hatta ayrıntıları bile unutulmayacak anılar var. Anılar, hafıza havuzumuzun arşividir. Hafızamızın nasıl çalıştığı üzerine önemli çalışmaların olduğu bilim dünyasında -kesinleşmiş bir sonuç olmamasına karşın- DNA yapısını çözerek Nobel ödülü almış ikiliden biri olan Francis Crick (diğeri James Watson 1962) bilim ve teknik yayınlarından çıkan “Şaşırtan Varsayım” adlı çalışmasında “şaşırtan varsayım, beyin davranışının her yanıyla nöronların etkinliğinden kaynaklandığını belirtiyor” (Fracis Circk, Bilim ve teknik yayınları. Şaşırtan varsayım s: 285) diyor. Bunu da “bilinç kritik bir biçimde talamus-kabuk bağlantılarına dayanır” diye tespit ediyor. Bilim adamı ihtiyatlılığıyla, yetersiz de olsa bu tespitlerin bir kuram olarak belirtilebileceğini dile getiriyor.
Beynimizin faaliyetleri sinir hücrelerinin (nöronların) faaliyetidir. Bunlar üzerinde oluşan farklı etkilerin, beyinde oluşturduğu tepkimeler beyin faaliyetlerimizi oluşturmaktadır. Kısa ve orta görsel bellekler için önerilen “ikona belleği” ve Alan Baddeley’in önermesi “çalışma belleği”nin derin anılarımızı izahta yetersizliği, bizi bir kez daha nüronlarımız üzerinde en derin etkilerin, geçmiş anılarımızın da kıdemliğini belirlediği sonucuna varmak yanlış değildir.
Telefondaki ses, üzerinden 30 yıl geçen veda yemeğini hatırlatınca benim de nüronlarım beynimin kimyasal hafıza havuzunu tetikleyerek, aklımın ucundan geçmesi mümkün olmayan anıyı getirip önüme koydu. Evet...Evet... böylesi bir veda yemeği vuku bulmuştu ama kiminle?.. Hatta kaç veda yemeği yaşanmıştı bu 30 yıl içinde…
Telefondaki sese saygısızlık olmasın diye ayrıntılarda bir hata yapmamak adına anı üzerinde fazla üzerinde durmadan, beklediğimi ifade ettim. Sınır geçilmişti, kısa bir yol mesafesi de aşılarak yanımı ulaştı.
Saçları beyazlamış, kiloları artmış davranışları loseleşmiş haliyle, görsel belleğimi zorlayan, belli belirsiz alameti farikalarıyla, yaşını hiç göstermeyen bir kadim yoldaş karşımda duruyordu. Bir kez daha veda yemeğine döndü. Bir veda yemeği olayını bu kadar etken kılan duygular, sadece beyin nüronları üzerindeki etkiyle açıklanır mı bilemem; ancak insan yaşamının önemli dönemeçlerinde bu etkilerin kalıcı anılara dönüştüğünü hepimiz kendimizden biliyorduk.
Ortadoğu’nun en kasvetli dönemlerinde, Filistin kamplarında eğitim, her bir köşesinde savaş ve bombaların patladığı bir mayınlı tarladan çıkıp gelmiş haliyle bir insanın ülkesine dönüşünü simgeleyen veda yemeği, ülkesinde hüküm süren 12 Eylül faşizminin karabasanı altında ağır bedeller ödeme pahasına da olsa unutulmayacak bir olaydı.
O kesitte, devrimci harekette; yoklukların, zorlukların acı ve direnmenin çareleriyle birbirine sarılmış olanaklar paylaşılıyordu. Biz Acilcilerin, devrimci harekete imkanlarımızı sunduğumuz kadar hiçbir çevrenin sunmadığını burada bir kez daha belirtmem gerek. Bu tarihin ayrıntıları belgeleriyle kaleme alındığında görülecektir ki, 12 Eylül faşizmine karşı direnişin bu boyutunda Acil hareketi, belleklerde böylesine izler bırakacak etkinliklerin de sahibiydi.
Misafirim Acilci değildi. TKP-B’li bir yoldaştı. Basın-yayınla uğraşan bir devrimci aydındı. Örgütsel yükümlülüklerini, görevlerini tamamlamış, 12 Eylül karanlığına karşı mücadele etmeye gidiyordu. Farklı örgütlerden onlarca militan ve kadro bir yanıyla karadan, bir yanıyla denizden, örgütümüzün yarattığı olanakları değerlendirerek ülkeye taşınıyorlardı.
Bunlardan biri de misafirimdi. Bassit’ten deniz yoluyla Karataş’a yapılan onlarca yolculuktan biri daha yapılmıştı (1981). O günde devrimci sevgi ve dayanışmayla örgüt olanakları sunulmuştu. Acilcilerin görev bilinci; paylaşım üzerine, dayanışma üzerine kurulmuştu. Bu değerleri oluştururken, çevremizin örgütsel ilişkilerimize taşıdığı en anlamlı veriler bunlardı. Çevresi olmayanların bunu algılaması ve yaşama geçirmesinin de olanağı yoktu.
TKP-B’li yoldaşlarla farklı koşullarda buluşmalarımız az değildi. Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) koşullarında, devrimci birlik platformunda yakın yoldaşlığımız da vardı. Toplantılarımızın tutanaklı örgüt arşivimizde, bu yoldaşlığın birçok enstantanesine de tanıklık yapar. Acilciler örgütü, Türkiye solu tarihinin örgüt ilişkileri konusunda kuralları en devrimci tarzda yerine getiren bir olgunluk ifadesiydi. Bu nedenle hiçbir örgütün iç işleriyle ilgili olmadık. Bunu sınır olarak belirledik. TKP-B Kongresi önce ve sonrasında olan Genel Sekreterlik değişimine karşın ilişkilerimiz aynıyla devam etmişti. O günün devrimci duygu doruklarıyla bu ilişkilerin nasıl bir yaşam bulduğunu anlamak için 30 yıl sonra, özlemle yanımıza gelen TKP-B’li yoldaşın heyecanını, sevgi ve saygıyla sarılışını resmetmek yeterli olacaktır. Bu aynı zamanda onurlu bir direnme tarihi olan örgütümüze karşı yapılan, muhatap alınmaya değmez saldırılara da yeterli bir cevaptır.
Misafirim İlker Demir.
Duygu yüklü bir buluşma. 78 Kuşağının duygusallığını tüm derinlikleriyle taşıyan bir buluşma. 78’liler Vakfı’nın başkanı Celalettin yoldaşın özel iletisinde bizi tanımlamak için dile getirdiği “güvenli liman” olmanın sorumluluğu ve bu sorumluluğun 30 yıl sonra verilen bir ödülü olarak İlker Demir yoldaşı kucakladık (24 Haziran 2010).
İlker Demir, bir kuşağın tüm özeliklerini üzerinde taşıyor. Emek veriyor, koşturuyor, okuyor, yazıyor, düşünüyor, düşüncesini bilgi paylaşım ağlarıyla paylaşıyor. Sonradan anladım ki, aynı gruplarda yayınlanan yazılarımı da takip ediyor. Ben de onu sık sık kim olduğunu bilmeden okumuş durmuşum.
On yıllar geçmiş ortak anılarımızın üzerinden, dünya birlerce kez dönmüş kendi etrafında, biyolojik evrimimizden daha da hızlı bir siyasal evrim yaşamıştı yeryüzü. Bunları konuştuk. Detaylara girmeden, temel konuların çoğunluğunda ortak sonuçlara vardığımızı gördük. Demokrasi algılarımız, sınıf mücadelesi, işçi sınıfı ve görevleri, devrim, uygarlık, teknolojik ilerlemeler ve sonuçları, etnik ve inanç olguları ve siyasal konumlanışlarıyla ilgili sohbetlerimizde hep ortak kanaatlere vardığımızı gördük.
Bu ortak evrim ve sonuçlarıyla ilgili doneleri ayrı bir yazıda, incelik göstererek ziyaretime gelen farklı örgütlerden onlarca dostum, hala misafirim olan ve iletişim halinde olduğum insanlarla paylaştığım siyasal konular üzerinde vermeye çalışacağım. Bunlar arasında eski TKP’li arkadaşlardan verebileceğim çok önemli örnekler olduğunu belirteceğim. Hala misafirim olan ve Frankfurt’ta çok uzun yıllar (35 yıl) sendikal eğitim uzmanı olarak çalışan, Türkçe öğretmeni değerli dostum Hakkı Sürmeli hoca ile sohbetlerimi sizlere ileteceğim.
Önceki yazılarımda dile getirdim. Aklın yolu bir değildir tezine inanıyordum. Benim için doğruya gidişte aklın yolu tek değildir; doğru da tek olamaz. Görelilik, algı farklılıkları aklın yolu kadar doğruların da bin bir olabileceğini gösteriyor. Bu günkü algılarım da bu eksen ayakları üzerinde sağlamca yere basıyor. Çok farklı söylemlerle dile gelmesine karşı, farklı betimlemelerle de biçimlenmiş doğrulara ortak bir yaklaşım yapılabildiğini görmek çok önemlidir. İlker Demir’le 30 yıl sonra buluşmamız bu açıdan da önem taşıyor.
Ayrılık vakti gelip çattığında, daha çok buluşma kararı aldık. Devrimci hareketimiz üzerine sorumluluklarımızı hatırlattık.
İlker Demir, tüm misafirlerimin gösterdiği incelikle, parti okulu ziyareti ve şehit yoldaşlarımın anıt mezarının bulunduğu Bassit sahil beldesine bizimle beraber yöneldi.
Onurlu direnmenin tarihi değerleri; her bir devrimcinin anılarında, vicdanlarında ve dünden bu güne süren kararlı yürüyüşümüzde tüm canlılığıyla bir doruk olarak duruyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder