23 Haziran 2010 Çarşamba
DEVRİM MÜCADELESİ
Zeki BAYTERİN
23 Haziran 2010
Devrim mücadelesi uzun zorlu bir süreç, ve bu yolun her adımı şehitlerinin anılarıyla doludur, pürüzsüz dümdüz bir yolda yürümeyi tek bir kayıp bile vermeksizin mutlu son pembeliğine ulaşmanın imkânsız olduğunu da biliriz.
Devrim şehitleri ölümsüzdür ama bu nasıl bir ölümsüzlüktür bu duygu nasıl yıllarca korunabilmektedir. Doğal olarak biz şimdi bu satırları okurken öncelikle yakın tarihi ve en yakın olduğumuz insanları düşünürüz, ama aslında sözünü ettiğimiz şey bundan çok daha fazlasıdır. Yani işin içine Bruno Spartaküs ve Hallacı Mansur’dan 1848 Devrimlerine, Ekim’e, İspanya İç Savaşı Vietnam oradan Kızıldere Filistin’e ve daha dün yitirdiklerimize kadar uzanan geniş bir yelpaze girer. Yani yalnızca az çok tanıdığımız, yüz yüze karşılaşma şansını yakaladığımız insanlardan değil, hiç tanışmadığımız binlerce milyonlarca insandan da söz ediyoruz.
Kuşkusuz ölüm soğuktur fiziksel bir yok oluştur netice olarak yitirdiklerimizle bizim aramızdaki bağ ve bu bağı canlı tutan şey metafizik bir halka mıdır? tersine bu bağ somut ve canlıdır onların uğruna öldükleri mücadele ile varlığımız arasında bir devamlılık ilişkisi vardır. Onlardan geriye uzak ya da yakın anılar kalır ama o anılar boşlukta bir yerde durmazlar tümü de mücadelenin içinde varlıklarını sürdürürler. Bu mücadele de salt sınıf gibi kavramlarla biçimlenen bir süreç değildir. Mücadele konusundaki ısrar sadece mevcut düzenin tarihsel olarak kötülüğünden insanlığa verdiği zararların anlaşılmasından da değil, ahlaki bir boyuttan da güç alır. Yani bu yolda şimdiye dek yaşadıklarımız, yitirdiklerimiz de bu düşüncenin ve davranışın oluşumuna katılır .
Stalingrad’ da sokak sokak çarpışan insanlar, damarlarımızda kendisine bir yer bulur. Tanya kalbimizin derin bir yerindedir. Jose Marti bugünde Latin Amerika’nın bir ucundan öteki ucuna at koşturmaktadır. Saygon zindanlarında akıl almaz koşullarda teslim olmayı reddeden insanlar, bu dünyanın içindedir. Bu insanların hiçbirini kişisel olarak tanımayız, onlarla yüz yüze bir ilişkimiz olmamıştır ama şimdi şurada, karşımızda olsalar birkaç saniye içinde kardeşlik duygusuyla kaynaşır gideriz.
Biz onlarla birlikte yürürüz. Anılar dediğimiz şey nedir Her şeyden önce onların inandıkları, inandığımız şey için ölümle yüzleşmeyi göze almış olmalarıdır. Üstelik bazıları bunu en kritik süreçlerde ve en kritik biçimler altında yapmışlardır. Bazıları bunu idam sehpasında başarmışlardır. Kuşkusuz, saniye saniye yaklaşan ölüm karşısında dik durmak basit bir iş değildir. Deniz Gezmiş, bu yüzden, Türkiye devrimci hareketinde bir kilometre taşıdır. Bu yüzden daha sonra gelen gencecik insanlar, aynı yoldan yürüyüp idam sehpasına çıktıklarında içlerinde 6 Mayıs sabahından akıp gelen güçlü rüzgarı hissetmişlerdir. Kaypakkaya, onun şu çok bilinen ifade metni adeta bir edebi eser gibi güçlüdür ben buyum fakat size bilgi vermeyi reddediyorum bu büyük meydan okuma onun hayatına da mal olsa geriye kalan şey değeri ölçülemez bir hazine gibidir Kızıldere nereye gittiklerini neden gittiklerini bilen insanlar Çatıdan meydan okuyan gelin de teslim alın diyen o güçlü ses Bazıları sabah evden çıkarken o günün riskli olduğunu bilmektedir ama yine de ayakkabı bağlarını sıkıca bağlayıp, gömleğinin yakasını düzeltip yola koyulmuşlardır. Bazıları, ihanete uğrayıp tuzağa düşürülmüşlerdir. Ama geriye kalan şey, hainin değersiz adı değil onların büyük direniş tutkusudur. Ve bazıları, hasta yatağında yoldaşları için yanıp tutuşarak, yapabilecekleri konusunda kendini kahrederek aramızdan ayrılmışlardır.
Onlardan geriye kalan şey aynı hastalıktan ölen binlerce insanın sıradan anıları değil, bir onur ve gururdur. Bütün bunların tümünde bir metafizik safsata değil özdeşleşme diyebileceğimiz bir duygu vardır. Özdeşleşmenin kaynağında aynı ufka, aynı ideallere, ortak davaya adanmışlık vardır. Çoğu durumda hiç karşılaşmadan, kişisel olarak tanışmadan, aynı inanç damarını beslemek, ondan beslenmek, tüm yaşamını o inançla kurtuluş damarına bağlamak, ona adamak ve onun içinde eriyip yeniden biçimlenerek yeni bir insan olmak bu yoldan tüm devrimcilerin yarattığı değerlerin bir parçası haline getirmektir. Kişisel olarak tanıdıklarımızda elbette durum daha farklıdır. Onunla yaşamışızdır beynimizin bir köşesinde canlı kişisel anılar da vardır. Ama hiç tanımadıklarımızla da aynı duyguları yaşarız idam sehpasına çıkarılırken iriş dede sultan diyen Börklüceler, Torlak Kemaller, Bolivya ormanlarında özgürlük için canlarını veren Che ve yoldaşları tümüyle aramızda güçlü bir özdeşlik bağı vardır. Peki evliyalardan mı söz ediyoruz Asla abartmıyoruz onlar neyseler öyledirler.
Kusursuz insanlar oldukları da söylenemez söylemeyiz. Söylersek onları ulaşılmaz kılarız ve bu doğru değildir. Tersine, bizim büyüdüğümüz sokaklarda büyüyüp bizim geçtiğimiz yollardan geçerek ve bizim yaptığımız hataları yaparak geldiler ama tarihin ortasında bir yerde uğrunda savaşılan her ne varsa onun canlı ifadesi oldular.
Devrimci hareket, kendi doğası gereği geleceğe doğru yürüyen ama bunu yaparken ayaklarını geçmişin üzerine basan bir harekettir. Kuşaklar birbirine eklenir birbirini besler tamamlar bir kuşaktan geriye kalan her şey yeni bir başka kuşağın zeminini oluşturur ve bu böyle bir zincir halkaları gibi sürer akıp giden bir ırmak olarak devrim hareketinin sürekliliğidir. Ne metafizik abartı ne de kaba materyalist ukalalıklar.
Sözünü ettiğimiz canlı bir yaşam yoludur onun içinde yürür her adımda bizden önce yürüyenlerin ayak izlerini görürüz ayak izleri onlarınkine karışır ve sonra başkaları ayak izlerimize basarak aynı yoldan yürür birinin yarım bıraktığını diğeri tamamlar birinin unuttuğunu öteki anımsar ve bu durmadan akar. Yarının sosyalist ülke toprağında durup geriye doğru bakma fırsatı bulursak eğer göreceğimiz şey bize o gün o anda durduğumuz yeri armağan edenlerin gülümseyen yüzleri olacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder