26 Haziran 2010 Cumartesi
Antakya Hamamları Yanıyor Külhanları...
Meydan hamamı / Antakya
Bedreddin Mahir
17 Haziran 2010
Diyarbakır grup arkadaşlarımızdan Silva Özyerli’nin Diyarbakır'ın hamamlarıyla ilgili gönderimini okuyunca; buğulu sıcaklığı ve neşesiyle, tarihi dokusundaki nostaljik atmosferiyle belleğimdeki Antakya hamamları çeşitli enstantanelerle gözümün önünden geçti...
Değerli dostum Kırmıtlı (Osmaniye) belediye eski başkanı Ali Murtaza Doğan’ın da ağıt toplama çabalarını paylaştığını okuyunca, oryantalizmin egzotik havasını yansıtan Antakya hamamlarıyla ilgili bir kaç cümle yazmak benim için kaçınılmaz oldu.
Bir Antakyalı olarak hamam kültürüyle ilgili bir şeyler okuyup da sesiz kalmam çok güç. Şehirli kültürün önemli bir köşe taşı olan hamamlar, uygar sosyal yaşamın yeniden üretilmesinde parmak izlerine sahiptir ve bizlere uygarlığın farklı bir penceresinden yaşamı kavrama olanağı tanır.
Önce siyaset yapayım. Değişik yazılarımda da dile getirdim; Diyarbakır bir başkent. Başkentleri başkent yapan, siyasi kararlar değildir; tarihi, kültürel, ekonomik, jeo-stratejik gibi onlarca unsurdur. Hamam kültürü başkentin oluşumunda da kendini gösteren önemli bir ayrıntıdır.
Başkent algılarımla ilgili olarak yazdığım makalelerde dile getirdiğim temenni, var olan gerçeğin demokratik bir talep olarak resmi hale gelmesi uğruna bir mücadeledir. Demokrasi mücadelemiz bu taleplerin bütünlüğünde anlam bulur.
Ortak ülkemizde Ankara resmi, İstanbul fiili, Diyarbakır ve Antakya ihtiyari bir başkent olmalıdır diyorum. Fırat’ın ötesiyle berisi, Torosların güneyiyle kuzeyi, bu coğrafyayı tarihte yaşama, ziraata ilk kez açanlar için de kılıç hakkıyla gelip yerleşenler için de bir barış anavatanı olsun diyorum…
Yaşama açılan topraklarda yerleşmek ve medine (şehir) kurarak medenileşmek (uygarlaşmak); bu çabayı kararlı iradeyle sürekli kılmak, kültür birikimleri yaratmak, hamamların da içinde yer aldığı bir yaşam tarzı oluşturmak demektir.
Başkent olma esprisinden kısa bir giriş yapayım.
Medeni olmak, “medine”den yani şehirleşmeden gelen bir kavram. Uygarlık ifadesidir. Şehirli olmak doğal olarak şehir kültür örgüsünün işlevleriyle beslenmektir. Şehir kültürünün bin bir etkinliği gibi hamam etkinliği de sosyal yaşamın yeniden üretilmesinde önemli bir role sahiptir.
Roma’dan daha eskidir hamam kültürü. Kadim bir Antakyalı olarak, Fenikelilerden de eski olduğunu söyleyeceğim. Arkeologların son sözü ne ise o olsun.
Ortak coğrafyada Diyarbakır ve Antakya, Roma, Bizans, Arap-İslam uygarlığının önemli kentlerindendir. Her iki kentin Roma öncesi uygarlıkların durağı olduğu da bilinir. Bir şehirleşme sürecidir bu duraklar. Şehirleşmenin olduğu her yerde toplu yaşamın zorunlu kıldığı kurallar vardır. Temizlik, sağlık bunun öncelikli olanıdır. Hamam, toplu yaşamın eski çağlara ait en güvenli sağlıklı yaşamın gereğidir.
Temizliğin, sağlıklı yaşamın gerekliliğinin hamamlarda yarattığı kültür, kolektif kimliğin de yeniden üretilmesini sağlar. Bu aynı zamanda toplumsal hafızamızın köşe taşlarından biri olarak yer alır.
Hamamlar kadın erkek hepimizin anılarında bir biçimde yer alır. Özellikle bu gelenekten gelme şehirlilerin bilincinde önemli yere sahip olduğunu belirtmek gerek.
Hamam algısı, biz erkekler için iki aşamadan geçer. 0-7 yaş ve sonrası olarak bölümlemek yanlış olmayacaktır. Gerçek Antakyalı olup bu aşamadan geçmemiş kişi yoktur, tıpkı gerçek Diyarbakırlı olanlar gibi.
0-7 Yaş grubu erkekler, annesiyle, ablası ya da aile büyüklerinden bir bayanla hamama gider. Bu deneyim bayanlar kısmına aittir, onlar anlatırlar. Silva hanım çok kısa anekdotlar aktardı. Bu matinede süreç çok daha kapsamlıdır. Kadınlar kesitinde hamamlar, birer gelin arama bulma laboratuarıdır. Fiziğine güvenenlerin doğal olarak ayıklandığı mekânlardır da. Buhar tüten vücutların toksinlerden arındığı, tenlerin yenilendiği, temizlik aşamalarının ince elenip sık dokunarak yerine getirildiği bir şehir kültürüdür hamamlar.
Bunun ötesi de var; kadınlar matinesinde bohçalar, yemekler, darbukalar, tefler, ziller ince belli hanımların raksları, kına yakmalar, kısır ya da çiğköfte gibi etkinlikler bu sürecin kadınlar içinde önemli bir ilişki ağını oluşturur. Soyunma kabinleri ya da açık balkonları, ılık bölüm ve göbek taşı, yıkanma hücreleri ve peştamal kapılar gibi bin bir yanıyla dile getirilebilecek kadın matinesi, hamam kültürünün önemli özelliklerini sergiler.
Bu kültür erkeklerde farklı bir boyutuyla sürer.
Bizim başkentimizde erkeklerin hamam kültürü, akşamla başlayan sosyal bir ilişkinin önemli mekânlarındandır. İstisnaların kaideyi bozmadığı göz önüne alınırsa hamama tek gidilmez, topluca ya da en az iki üç kişilik dost muhabbeti taşıyanlarla gidilir. Hamam süreci bir kaç gün önceden hazırlıklarla başlar. Hazırlık ise çok yönlüdür. Haber vermek ve katılanların uyumlu bir topluluk olmalarını önemle tercih etmek üzerine isimler belirlenir. Haberler öyle salınır. Çok rağbet edilmeyenlere, yükleri taşıma, ayakaltında fazla dolaşmama kaydıyla onay verilir.
Hamama toplu gidişin kamberleri vardır. Olmazsa olmazıdır. Bir ya da en fazla iki kişidir. “Makaraya sarmak” bunlar üzerinde ya da bunlar aracılığıyla olur. Mutlaka olmalıdırlar, paraları ödenmek üzere de olsa getirilirler. Muzipliğin her türü ya bunlar üzerine ya da bunlar aracılığıyla şaka kaldırabilir genişlikten olanlar üzerine kurulur. Özellikle kese sırasında, kapısı peştamal olan yıkanma hücrelerinde ya da ziyafet sırasındaki şaklabanlıklarda bu tipler olmazsa olmaz unsurlardır.
Hamama ziyafetsiz gitmek pek görülen bir adet değildir bizim kültürde (kadınlar sürecinde de durum aynıdır). Kurulacak sofraların temel yemekleri ve tatlıları topluluğun önde duranları tarafından üstlenilir. Ayrıntıları ise, herkes olanakları ölçüsünde ne getirirse getirir.
Hamama topluca gidilir. Ya bir araçla ya da aynı mahalleden gelinmişse, mahallenin belli bir yerinde toplanılarak, öylece “Akdeniz üstünden Afyon’a doğru” yol alınır. Yolda gidişte hiç bir yaramazlık olmaz. Herkes hamama konsantre olur ve oraya bir fire vermeden ulaşmaya çalışır (toplulukta sürtüşmeler, başlangıç kırgınlıkları, tartışmalar nedeniyle küsmeler olmasın diye önlem alınır).
Hamama aynı anda girilir. Geride kalan kimse kalmadan hamamın dev giriş kapısının takı altında beklenir, sayı tam olunca hamama topluca girilir. Toplu girmenin de anlamı var, bunu da bir başka yazıda aktaracağım…
Hamama girişte kasa bölümü vardır. Herkes üstündeki paraları, saatleri yüzükleri, kimlikleri cüzdanları ortak bir kasa ya da birden fazla kasaya teslim eder. Yükte hafif pahada ağır olan her şey kasada güvence altına alınır. Kasa anahtarı en güvenilir, en saygın kişisinde tutulur. Ya da böyle bir kişinin önerdiği kişide emaneten durur. O da anahtarı, lastikle eline geçirerek yıkanma sürecinin sonuna kadar bileğinde, emin şekilde taşır.
Soyunma süreci, giriş salonunda tamamlanır; çıkın dahil elbiseler burada localara yerleştirilir. Locaların kapalı ve açık olanları vardır. İlk peştamallar bele burada sarılır. İnce hafif pamuklu olan bu rengarenk peştamallar, içerde değiştirilir. Buradan ikinci kısma, ılık kısma geçilir. Vücut sıcakla temasını aşama aşama yapar. Ancak bu kısımda vücudunu sıcağa hazırlamak üzere dinlendiren çok az kişi olur. Eskilerin anlatımından biliyoruz ki, hamamda her sürecin bir hakkı var, o verilerek yaşanır. Sağlıklı olanı da budur. Benim zamanımda ılık kısım ziyafet, yemek, ve eğlence salonu olarak istihdam edilirdi. İç bölüm ise, göbek taşı ve yıkanma hücrelerinden oluşur. Göbek taşında ter dökülür, bazen de kese ve liflenme bu alanda yapılır (kese ve liflenme kimi zaman ılık alanda yapılır). Göbek taşında dinlenme ve gevşeme (irtiha) hamamın en önemli hedeflerinden biridir. Yorgunluk burada atılır. İlk duş alımı bundan sonra gelir. Yıkanma ise bu aşamadan sonra başlayan ziyafet ve eğlence faslı bitince yapılır, yani en sona bırakılır.
Bu her bir aşamanın ayrıntıları vardır. Bu sürecin aralarında kese olayı vardır ki başlı başına bir konu. Hele şaka kaldırır iyi insanlar üzerinde yapılacak muzipliklerle ilgili, önceden yazılmamış kendi kendine gelişen tiyatral şakalar, herkesi aynı anda başrol ya da figüran yapar.
Bu satırları yazarken, Orta-doğuda yaşadığımız bir hamam anısı aklıma geldi. Filistin davası uğruna mücadelede, görevi başında Şehit olan örgütümüz MK üyesi yoldaş Hanna Maptunoğlu’yla Hamam El Hena’da (Lazkiye’nin Ugarit sahasındaki hamam) yaşadıklarımız bu kültürde muzipliğin nasıl da önemli olduğuna işaret eder. Yine topluca hamama yolumuz göründü, yıl 1983. Hanna yoldaş da klasik bir Antekyelidir (Antakya’nın Antakaya’lıca söylenişi). O gün, birlikte yaşanmış zorlu günlerin, nadiren elde edilmiş duygu yüklü kardeşliğin, nefes aralıkları olan komikliklerinden birini yakalamıştık. Hanna’yı böylesi bir muziplikle kesecinin eline teslim ettik ve keseciye işaretimizi verdik.
Dünyanın en mahcup insanı olarak kesecinin rahmeti altında kalan Hana yoldaş, o kadar terledi ki, göbek taşına uzanmasına gerek bile kalmadı.
Demem o ki, hamam gerçekten en sıcak dostluğun, kardeşliğin komşuluğun, şehirli uygar kültür ilişkisinin bir mübadele alanıdır.
Hamamda bütün bu süreçler aşılınca soyunulan yerde tarçın, çay, ıhlamur ya da paşa çayı içilerek son dinlenmeler yapılır. Topluca giyinilir ve topluca çıkılır. Gelirken sessiz olan bu topluluk, nedense çıkarken giderilmiş yorgunluğun rahatlığıyla daha muzip ve sesli hale gelir, mahalleye kadar kimi yüksek kimi alçak sesle türkü söylene söylene yürünür.
Çok küçük bir özetle yetindiğim hamamların sosyo-psikolojik ve sosyo-kültürel yapısı daha geniş araştırılmalı ve gerek toplumsal gerekse bireysel yararları üzerinde sıkça durulmalıdır. Geçmişe bakıldığında bireyler arasında statü farkını ortadan kaldıran, sosyal kaynaşmayı sağlayan bu hem eğlence hem ruhsal ve bedensel arınma mekanları tekrar cazip hale getirilmelidir.
İlgililer için Antakya’nın hizmet veren başlıca hamamları: En eski hamam Sakka Hamamı’dır (Uzun Çarşı, Anneplik Mahallesi arasındadır), Meydan Hamamı (Ada yakınında, eski meyve pazarının meydanında, tahıl pazarının yakınındadır), Beyseri Hamamı (Memlüklü Baybarsın kardeşi Bi’seri tarafından Bizans kalıntıları üzerinde yapılan hamam, Kurtuluş Caddesi üzerindedir), Cindi Hamamı (Roma dönemi kalıntıları üzerinde Memlüklüler tarafından yeniden inşa edilen 850 yıllık bir hamam, şehrin en merkezi yerinde, Köprü Başı, Ulu Cami civarındadır), Yeni Hamam ( Uzun çarşı ve Kurtuluş Caddesi’nin ara sokaklarda kesiştiği yerdedir). Her birinin hikayesi ve tarih serüveni içinde ürettiği kültürel değerlerle Antakya’nın kimliğini belirleyen hamamlar korunması gereken en önemli tarihi mirasımızdır.
Antakya’nın alameti farikası hamam kültürü, şehri Bağdat üzerinden türkülerle şöyle dile gelir.
Bağdat’ın hamamları yanıyor külhanları
ne acayip baş bağlar Antakya hanımları
Hamam kültürü bu ölçüde içselleşmiş bir kadim kenttir Antakya.
Bunun da ötesindedir.
Hamamın külhanı da var. Külhan, Antakya’nın yemek kültüründe ayrı bir lezzetin kaynağıdır. Antakya’nın en meşhur yerel meze-yemeklerinden biri de bakla ezmesidir. Bol tahin ve sarımsakla ezilerek yapılır. Ancak bakla geceden sabaha kadar bakır bir kümbet içinde ağzı çamurla sıkıca kapatılmış olarak (düdüklü tencerenin atası bir yöntemle) kaynatılır. Öylesine kaynatılır ki, baklanın kabuğu kendi kendine soyulur. Hamamın insanları ölü hücrelerinden arındırıp kabuklarını soyduğu gibi, hamamın külhanı da yemek lezzeti için baklayı kabuklarından soyar.
Külhanlar Antakya hamamlarında biraz da bunun için yanar. Külhanda kaynamış bakla ezmesini, Bakırcılar Çarşısı’nda lokantamsı bir yerde yemek, lezzet dünyasının kapılarını aralamak gibidir.
Hamam, kadim Roma kentinin uygarlığına, şehirli yapısına ve şehirli sosyal ilişki ağlarına verilebilecek en iyi örnektir. Hepinizi Antakya hamamlarında ter atmaya, yıkanıp dünyaya yeniden gelmeye çağırıyorum; açlığınızı da hamam külhanlarında kabuk atmış bakla ezmesiyle gidermeye davet ediyorum.
Baki selamlarımla.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder