17 Haziran 2010 Perşembe
DAĞDAKİ KÜRTLER OVADAKİ KÜRTLER
Orhan Miroğlu
17 Haziran 2010
Yarın Kandil ve Mahmur kampından gelen barış grubunun yargılanmasına Diyarbakır’da başlanacak. Silah bırakıp dağdan gelen üçüncü barış grubu bu. Siyasi konjonktürün nispeten uygun olduğu zamanlarda PKK Türkiye’ye dağdan ve Avrupa’dan barış grupları gönderdi. Sonuç pek iyi olmadı ama. Gelenler ağır hapis cezalarına çarptırıldılar. PKK açısından bakıldığında, silah bırakıp Türkiye’ye dönmek faydasız bir propaganda eylemi olmadığı gibi, taktiksel bir durum da değildi. Uzun yılların savaş tecrübesi, artık bu savaşın etnik bir çatışmayı göze almadan, sürdürülemeyeceğini gösteriyordu. Daha da önemlisi PKK’nin lideri içerdeydi ve hem onun için hem de dağlardaki binlerce insan için, muhtemel bir özgürlük imkânı ancak bir yumuşama ortamında, silahların tamamen toprağa gömüldüğü bir siyasi iklimde mümkün olabilirdi.
Devlet, Türkiye’ye barış gruplarının gelmesini ve silahlı grupların ülke topraklarını terk etmesini bir zaaf olarak değerlendirdi; ‘örgütün bitişinin bir emaresi’ olarak gördü. Ayrıca silah bırakmayı yeterli bulmadı. Gelenlerin, siyasi fikirlerinden ve taleplerinden pişmanlık duymalarını bekledi. Bu olmayınca gelenleri hapis cezalarıyla cezalandırdı.
Şimdi de, KCK iddianamesinin mahkemeye teslim edildiği bir tarihte, Kandil ve Mahmur’dan gelen barış grubu için yeni bir yargılama süreci başlıyor. Gelenlerin içinde çocuklar da vardı. Bu çocuklar hariç, gelenler arasında hakkında dava açılmayan kalmadı. Nurettin Turgut, Lütfi Taş, Elif Uludağ, Mustafa Ayhan, Hüseyin İpek, Mehmet Şerif Gençdal, Gülbahar Çiçekçi, Vilayet Yakut, Hamiyet Dinçer, Sait Sedal’dan oluşan grup terör örgütü üyesi olmaktan ve propagandadan yargılanacaklar. Mahmur’dan gelenler ise terör örgütü üyesi olmamakla beraber, örgüt üyesi gibi davranmakla suçlanıyorlar.
Yargılama yeri Diyarbakır. Diyarbakır’da, 12 Mart, 12 Eylül dönemlerinde sıkıyönetim mahkemelerinde gerçekleşen yargılamalar şimdi özel mahkemelerin eliyle yapılıyor. Kürt aydınlarının sudan gerekçelerle tutuklanıp yargılandığı 49’lar hadisesinden bugünlere uzanan uzun bir dönem.. Aradan elli yıl geçti. Değişen bir şey yok. Türk yargı ve hukuk sistemi değişmedi, Kürtlerin ‘siyasal kabiliyetlerine’ göre kendisini yeniden biçimlendirdi.
Ne var ki, çeşitli dönemlerdeki yargılamalar Kürt siyasallaşmasını durdurmaya yetmediği gibi, bu siyasallaşma giderek büyüdü. Nihayet, Kürt siyasi hareketi, Kürt aydınlarının, siyasetçilerinin yargılandığı şehirde, bugün yerel yönetimde iktidar durumunda. Ama ironiye bakın ki, seçilmiş belediye başkanları KCK davasından yargılanmayı bekliyorlar.
Gerçeğin bir başka yönü var ki o daha da trajik. Kürt gençleri 25 yıldır dağlardalar. Onlar dağda olduğu için masum insanlar ölmeye devam ediyor ve şiddet sürüyor..
İşte, geçen hafta insanın içine saplanan bıçak gibi hain bir ölüm Perihan Akdağ öğretmeni gelip evinin balkonunda buldu.. Perihan öğretmenin yaşını öğrendiğimde bir baba olarak ve içimden geldiği gibi hissederek, yaşını kızım Hiwa’nın yaşıyla kıyasladım.
Perihan öğretmen kızım Hiwa’dan sadece üç yaş büyüktü. Tayini çıksaydı ve her şey yolunda gitseydi, belki de talebesi olacak yaşta bir gencin ateşlediği bir roketle öldü.
Perihan öğretmen ölüyor, Ceylan ölüyor, Şirvan ölüyor, Diren bir polis panzerinin altında can veriyor..
Bu savaşı ve bu ölümleri durduramıyor kimse. Bunca acıya ve yasa yol açan bu savaşın sebepleri hakkında düşünmek isteyen herkesi yargılıyor ve hapis cezasıyla tehdit ediyorlar.
PKK hakkında haber yapmak bile yasak. İrfan Aktan dikkatlerimizi bu kardeş kavgasının sebeplerine çektiği için 1,5 yıl ceza aldı.
Milliyet’ten Namık Durukan, yaptığı haber nedeniyle, yedi yıl altı ay hapis cezasıyla yargılanıyor.
Bu maddelerden açılmış yüzlerce, belki binlerce dava sonuçlanmayı bekliyor.
Doğrusu, silah bırakıp gelen barış gruplarına reva görülen muamele bana İrlanda barış sürecini hatırlatıyor. IRA’nın silah bırakmasına giden süreç yaklaşık sekiz yıl sürdü. Yargılamaya ilişkin yasalarda değişiklik yapmak gerekmedi. Sekiz yıllık barış sürecinde IRA militanları hakkında açılan davalardaki delilleri savcılar görmezden geldiler. Dava dosyaları rafa kaldırıldı. IRA militanları –aralarında yıllarca hapis yatanlar dâhil- yapılan seçimlerde milletvekili, bakan ve belediye başkanı oldular.
Anlayacağınız, niyet barışmak olunca samanlık seyran oldu.
Britanya’nın yargı mevzuatında bizdeki gibi garip ve her yöne çekilebilen yasalar yoktu elbette. Bizde örgüt üyesi olmamasına rağmen, örgüt üyesi gibi davranan ‘gönüllüleri!’ yıllarca hapse mahkûm etmeye yarayan yasalar var. Son dört yıl içinde 28 bin çocuğu yargılamaya, cezalandırmaya ve hapishanelerde çürütmeye yarayan TMY ve TMK var. Bu yasalar değişmedikçe barışın önü açılamaz.
Hükümetin siyasi sorumluluğu büyük. Bir halkı, silah bırakanı ve dağdan geleniyle, siyasetçisiyle, belediye başkanıyla, aydınıyla, çocuğuyla, sanatçısı ve yazarıyla, genciyle ve yaşlısıyla beraber ve aynı maddelerden yargılamaya devam ederek, hapislere tıkarak, her gün can almaya devam eden bir sorunu çözemezsiniz. Barış grubu davası, kabul edilmesi muhtemel KCK davasıyla beraber düşünüldüğünde, yasal Kürt siyasi hareketiyle, PKK’yi birbirinden ayırmanın artık mümkün olmadığını gösteriyor. Bu davalar siyasi davalardır ve çözüm de siyasidir. Kürt dinamiği, dağdaki Kürtle ovadaki Kürdü buluşturacak kadar büyümüşse, meşru siyasi kanalları açık tutmanın dışında bir çare yok demektir. Güvenlik Müsteşarı Muammer Güler önemli bir tesbitte bulunuyor ve diyor ki, “PKK sıfırlanmaz, ama dönüşebilir.” Bu yerinde bir tesbit ve çok gerçekçi.
O zaman şu soruyu da sormamız yerinde olur: Diyarbakır’daki bu toplu yargılamalar bu dönüşümün önünde bir yargı darbesi gibi durmuyor mu? PKK’nin dönüşmesi isteniyorsa bu yargılamaları durduracak yasal değişikliklerin yapılmasının zamanı gelmedi mi?
***
Alper Görmüş geçen haftaki yazısında, İslami referansları temel alan kesimlerde yaşanan değişimi görmeyenleri özcü davranmakla eleştiriyor, sonra da, “topyekûn Müslüman zihniyet algısı zaman zaman Taraf yazarları arasında uç veriyor” diyordu. Görmüş, ‘İslami kesimlerdeki zihniyet algısına özcü yaklaşıma örnek’ olarak da benim yazımdan bir paragraf aktarıyordu okuyucularına.
Benim yazımın İslami kesimlerdeki değişim konusuyla alakası yoktu. Yazı, bu kesimin mazlumlar söz konusu olduğunda benimsediği çifte standartlarla ilgiliydi.
Bu çifte standartları Ahmet Altan da yazdı, Ümit Kıvanç da.
Sonra Alper Görmüş acaba hangi Müslümanlardan bahsediyor, anlayamadım. Müslüman var, Müslüman var.. Alper Görmüş’ün sözünü ettiği ve değişen Müslümanlar kim acaba?
Pensilvanya’daki Müslümanlar mı, Papermoon’da (adını doğru yazdım umarım) her akşam masası olan Müslümanlar mı?
Annesi ve şehitlik arasındaki tercihini şehitlikten yana yapan Furkan kardeşimiz gibi Müslümanlar mı?
Ermeni ve Süryani soykırımında vara vara ‘adil hafıza’ya varan Müslümanlar mı?
Yahudi halkının katillerine hayranlığını gizleme gereği bile duymayan Müslümanlar mı?
Anlayamadığım bir de şu var tabii: Taraf yazarları arasında, bu meselede benim bilmediğim ama Alper Görmüş’ün bildiği ve çerçevesi belirlenmiş, uyulması gereken bir ortak zihniyet, bir ‘standart duruş’, ya da bir ortak mutabakat mı var?
Ben olacağını hiç sanmıyorum. O halde biz okurlara Taraf yazarlarının başkalarından farklılıklarını “..uç veriyor” gibi makbul olmayan sözcüklerle hatırlatmak, Alper Görmüş’ün görevi olmamalı.
Sonra özcü olduğumu nasıl anlamış?
Ben şahsen Görmüş’ün sözünü ettiği bu değişim konusunda bir şey yazdığımı hatırlamıyorum. Tam tersine ‘Değişen Müslümanların’ siyasi icraatlarını her zaman takdir ettim. Ama herhalde “Efsanevi lider Hitler” pankartıyla dolaşanları da görmezlikten gelemem.
“Bizi cennete mi davet ediyorsun İsrail, hepimiz Furkanız şehadete hazırız” diyen ve altında onlarca ‘sivil toplum ve kültür’ örgütünün imzası bulunan bildirilerden, ve evet, bayrak ve dinin buluşmasından korkarım.
17 Haziran 2010
Yarın Kandil ve Mahmur kampından gelen barış grubunun yargılanmasına Diyarbakır’da başlanacak. Silah bırakıp dağdan gelen üçüncü barış grubu bu. Siyasi konjonktürün nispeten uygun olduğu zamanlarda PKK Türkiye’ye dağdan ve Avrupa’dan barış grupları gönderdi. Sonuç pek iyi olmadı ama. Gelenler ağır hapis cezalarına çarptırıldılar. PKK açısından bakıldığında, silah bırakıp Türkiye’ye dönmek faydasız bir propaganda eylemi olmadığı gibi, taktiksel bir durum da değildi. Uzun yılların savaş tecrübesi, artık bu savaşın etnik bir çatışmayı göze almadan, sürdürülemeyeceğini gösteriyordu. Daha da önemlisi PKK’nin lideri içerdeydi ve hem onun için hem de dağlardaki binlerce insan için, muhtemel bir özgürlük imkânı ancak bir yumuşama ortamında, silahların tamamen toprağa gömüldüğü bir siyasi iklimde mümkün olabilirdi.
Devlet, Türkiye’ye barış gruplarının gelmesini ve silahlı grupların ülke topraklarını terk etmesini bir zaaf olarak değerlendirdi; ‘örgütün bitişinin bir emaresi’ olarak gördü. Ayrıca silah bırakmayı yeterli bulmadı. Gelenlerin, siyasi fikirlerinden ve taleplerinden pişmanlık duymalarını bekledi. Bu olmayınca gelenleri hapis cezalarıyla cezalandırdı.
Şimdi de, KCK iddianamesinin mahkemeye teslim edildiği bir tarihte, Kandil ve Mahmur’dan gelen barış grubu için yeni bir yargılama süreci başlıyor. Gelenlerin içinde çocuklar da vardı. Bu çocuklar hariç, gelenler arasında hakkında dava açılmayan kalmadı. Nurettin Turgut, Lütfi Taş, Elif Uludağ, Mustafa Ayhan, Hüseyin İpek, Mehmet Şerif Gençdal, Gülbahar Çiçekçi, Vilayet Yakut, Hamiyet Dinçer, Sait Sedal’dan oluşan grup terör örgütü üyesi olmaktan ve propagandadan yargılanacaklar. Mahmur’dan gelenler ise terör örgütü üyesi olmamakla beraber, örgüt üyesi gibi davranmakla suçlanıyorlar.
Yargılama yeri Diyarbakır. Diyarbakır’da, 12 Mart, 12 Eylül dönemlerinde sıkıyönetim mahkemelerinde gerçekleşen yargılamalar şimdi özel mahkemelerin eliyle yapılıyor. Kürt aydınlarının sudan gerekçelerle tutuklanıp yargılandığı 49’lar hadisesinden bugünlere uzanan uzun bir dönem.. Aradan elli yıl geçti. Değişen bir şey yok. Türk yargı ve hukuk sistemi değişmedi, Kürtlerin ‘siyasal kabiliyetlerine’ göre kendisini yeniden biçimlendirdi.
Ne var ki, çeşitli dönemlerdeki yargılamalar Kürt siyasallaşmasını durdurmaya yetmediği gibi, bu siyasallaşma giderek büyüdü. Nihayet, Kürt siyasi hareketi, Kürt aydınlarının, siyasetçilerinin yargılandığı şehirde, bugün yerel yönetimde iktidar durumunda. Ama ironiye bakın ki, seçilmiş belediye başkanları KCK davasından yargılanmayı bekliyorlar.
Gerçeğin bir başka yönü var ki o daha da trajik. Kürt gençleri 25 yıldır dağlardalar. Onlar dağda olduğu için masum insanlar ölmeye devam ediyor ve şiddet sürüyor..
İşte, geçen hafta insanın içine saplanan bıçak gibi hain bir ölüm Perihan Akdağ öğretmeni gelip evinin balkonunda buldu.. Perihan öğretmenin yaşını öğrendiğimde bir baba olarak ve içimden geldiği gibi hissederek, yaşını kızım Hiwa’nın yaşıyla kıyasladım.
Perihan öğretmen kızım Hiwa’dan sadece üç yaş büyüktü. Tayini çıksaydı ve her şey yolunda gitseydi, belki de talebesi olacak yaşta bir gencin ateşlediği bir roketle öldü.
Perihan öğretmen ölüyor, Ceylan ölüyor, Şirvan ölüyor, Diren bir polis panzerinin altında can veriyor..
Bu savaşı ve bu ölümleri durduramıyor kimse. Bunca acıya ve yasa yol açan bu savaşın sebepleri hakkında düşünmek isteyen herkesi yargılıyor ve hapis cezasıyla tehdit ediyorlar.
PKK hakkında haber yapmak bile yasak. İrfan Aktan dikkatlerimizi bu kardeş kavgasının sebeplerine çektiği için 1,5 yıl ceza aldı.
Milliyet’ten Namık Durukan, yaptığı haber nedeniyle, yedi yıl altı ay hapis cezasıyla yargılanıyor.
Bu maddelerden açılmış yüzlerce, belki binlerce dava sonuçlanmayı bekliyor.
Doğrusu, silah bırakıp gelen barış gruplarına reva görülen muamele bana İrlanda barış sürecini hatırlatıyor. IRA’nın silah bırakmasına giden süreç yaklaşık sekiz yıl sürdü. Yargılamaya ilişkin yasalarda değişiklik yapmak gerekmedi. Sekiz yıllık barış sürecinde IRA militanları hakkında açılan davalardaki delilleri savcılar görmezden geldiler. Dava dosyaları rafa kaldırıldı. IRA militanları –aralarında yıllarca hapis yatanlar dâhil- yapılan seçimlerde milletvekili, bakan ve belediye başkanı oldular.
Anlayacağınız, niyet barışmak olunca samanlık seyran oldu.
Britanya’nın yargı mevzuatında bizdeki gibi garip ve her yöne çekilebilen yasalar yoktu elbette. Bizde örgüt üyesi olmamasına rağmen, örgüt üyesi gibi davranan ‘gönüllüleri!’ yıllarca hapse mahkûm etmeye yarayan yasalar var. Son dört yıl içinde 28 bin çocuğu yargılamaya, cezalandırmaya ve hapishanelerde çürütmeye yarayan TMY ve TMK var. Bu yasalar değişmedikçe barışın önü açılamaz.
Hükümetin siyasi sorumluluğu büyük. Bir halkı, silah bırakanı ve dağdan geleniyle, siyasetçisiyle, belediye başkanıyla, aydınıyla, çocuğuyla, sanatçısı ve yazarıyla, genciyle ve yaşlısıyla beraber ve aynı maddelerden yargılamaya devam ederek, hapislere tıkarak, her gün can almaya devam eden bir sorunu çözemezsiniz. Barış grubu davası, kabul edilmesi muhtemel KCK davasıyla beraber düşünüldüğünde, yasal Kürt siyasi hareketiyle, PKK’yi birbirinden ayırmanın artık mümkün olmadığını gösteriyor. Bu davalar siyasi davalardır ve çözüm de siyasidir. Kürt dinamiği, dağdaki Kürtle ovadaki Kürdü buluşturacak kadar büyümüşse, meşru siyasi kanalları açık tutmanın dışında bir çare yok demektir. Güvenlik Müsteşarı Muammer Güler önemli bir tesbitte bulunuyor ve diyor ki, “PKK sıfırlanmaz, ama dönüşebilir.” Bu yerinde bir tesbit ve çok gerçekçi.
O zaman şu soruyu da sormamız yerinde olur: Diyarbakır’daki bu toplu yargılamalar bu dönüşümün önünde bir yargı darbesi gibi durmuyor mu? PKK’nin dönüşmesi isteniyorsa bu yargılamaları durduracak yasal değişikliklerin yapılmasının zamanı gelmedi mi?
***
Alper Görmüş geçen haftaki yazısında, İslami referansları temel alan kesimlerde yaşanan değişimi görmeyenleri özcü davranmakla eleştiriyor, sonra da, “topyekûn Müslüman zihniyet algısı zaman zaman Taraf yazarları arasında uç veriyor” diyordu. Görmüş, ‘İslami kesimlerdeki zihniyet algısına özcü yaklaşıma örnek’ olarak da benim yazımdan bir paragraf aktarıyordu okuyucularına.
Benim yazımın İslami kesimlerdeki değişim konusuyla alakası yoktu. Yazı, bu kesimin mazlumlar söz konusu olduğunda benimsediği çifte standartlarla ilgiliydi.
Bu çifte standartları Ahmet Altan da yazdı, Ümit Kıvanç da.
Sonra Alper Görmüş acaba hangi Müslümanlardan bahsediyor, anlayamadım. Müslüman var, Müslüman var.. Alper Görmüş’ün sözünü ettiği ve değişen Müslümanlar kim acaba?
Pensilvanya’daki Müslümanlar mı, Papermoon’da (adını doğru yazdım umarım) her akşam masası olan Müslümanlar mı?
Annesi ve şehitlik arasındaki tercihini şehitlikten yana yapan Furkan kardeşimiz gibi Müslümanlar mı?
Ermeni ve Süryani soykırımında vara vara ‘adil hafıza’ya varan Müslümanlar mı?
Yahudi halkının katillerine hayranlığını gizleme gereği bile duymayan Müslümanlar mı?
Anlayamadığım bir de şu var tabii: Taraf yazarları arasında, bu meselede benim bilmediğim ama Alper Görmüş’ün bildiği ve çerçevesi belirlenmiş, uyulması gereken bir ortak zihniyet, bir ‘standart duruş’, ya da bir ortak mutabakat mı var?
Ben olacağını hiç sanmıyorum. O halde biz okurlara Taraf yazarlarının başkalarından farklılıklarını “..uç veriyor” gibi makbul olmayan sözcüklerle hatırlatmak, Alper Görmüş’ün görevi olmamalı.
Sonra özcü olduğumu nasıl anlamış?
Ben şahsen Görmüş’ün sözünü ettiği bu değişim konusunda bir şey yazdığımı hatırlamıyorum. Tam tersine ‘Değişen Müslümanların’ siyasi icraatlarını her zaman takdir ettim. Ama herhalde “Efsanevi lider Hitler” pankartıyla dolaşanları da görmezlikten gelemem.
“Bizi cennete mi davet ediyorsun İsrail, hepimiz Furkanız şehadete hazırız” diyen ve altında onlarca ‘sivil toplum ve kültür’ örgütünün imzası bulunan bildirilerden, ve evet, bayrak ve dinin buluşmasından korkarım.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder