6 Haziran 2010 Pazar
İslam hakları yok, insan hakları var
Baskın ORAN
5 Haziran 2010
İslam hakları yok, insan hakları varBizzat ABD’nin, hoşlanmadığı ülkeler için icat ettiği bir terim var: Haydut Devlet (rogue state). İsrail’in devlet terörü, silahsız sivilleri bu sefer de uluslararası sularda katletti. Tam bir Jüdeo-faşizm, tam bir “Deniz Haydutluğu” olayıdır.
Büyükelçi konutunun önündeki protestoda mikrofon uzattılar. Şöyle dedim: “Sözüm, konutta oturanlaradır. Sayın Büyükelçilik Mensupları. İsrail devleti, Filistinlilere bunları yapacak en son devlet olmalıydı. Çünkü 1948’de, Nazi mezalimine uğramış insanlar tarafından kuruldu, şimdi Filistinlilere ve onlar için konuşanlara mezalim yapıyor. Bu inanılacak şey değil. Ama belki de tıpta izahı var: Küçük erkek çocuklara tasallut edenlerin geçmişleri araştırıldığında, kendi çocukluklarında tasalluta uğramış insanlar çıkıyor karşımıza. Söyleyeceklerim bundan ibarettir.”
Bosna’ya benziyor ama…
Türkiye’nin Filistin politikası, 90’lardaki Bosna politikasını çağrıştırıyor: Doğrudan menfaati olmadığı bir konuda çok aktif tutum izlemiş, mazlum Boşnakların yanında olmuş, dünyada ciddi puan toplamış, hiçbir zarara da uğramamıştı. Yalnız, şimdi birtakım farklar var:
Rakip farklı. O tarihlerde gücü çok daha az olan Türkiye, Sırbistan’la (ve azıcık da Yunanistan’la) sürtüşmüştü. Ama ABD politikasıyla çok uyumlu bir konumdaydı. Şimdi ABD destekli ve rezil derecede saldırgan nükleer güç İsrail’le çatışıyor. Sırbistan Türkiye’ye hiçbir şey yapamazdı, yapamadı. Oysa son olay AKP politikasının (mesela, “Van Minüt”ün) intikamı. Dış politika, Mazhar-Fuat-Özkan’ın “Asabiyim ben”ini kaldırmıyor; sakin düşünmek lazım.
Boyut farklı. Türk dış politikası, bir Stratejik Ortaboy Devlet’in sınırlarını aşma eğilimi gösteriyor. Bu devlet türü bölgesel planda çok etkili olabilir, ama evrensel aktörlerle rekabet/mücadele edemez. İsrail tamam; ama ‘ABD’nin gözdesi’yle çatışınca iş evrensele kayıyor. Orta siklet, orta siklette güreşir.
Uluslararası ortam farklı. Çok boyutlu bir farklılık bu.
A) 90’larda, uluslararası oydaşmaya (ve Türkiye’ye) büyük önem veren Clinton iktidardaydı. Şimdi de Obama Türkiye’yi çok önemsiyor ama, kendisi zayıf. Bush döneminin neo-conlarını daha temizleyemedi. “Obama-con” bürokrasi, İran konusunda Başkan’ın Türkiye ve Brezilya’ya 2,5 sayfalık destek mektubunu görmezden gelebiliyor. “Tek bir mektup ya da görüşme, tüm görüşmeleri ya da ortak anlayışı yansıtamaz” diyebiliyor (Radikal, 29.05.10).
B) Devletler enerji konusunda birbirinin gözünü oymaya başladı. 90’lardaki özgüveni kalmayan ABD, nükleer tekeli sürdürmeye kararlı diğer kulüp mensuplarının açık (AB) veya kapalı (Rusya, Çin) desteğini almış vaziyette. Bu, Stratejik Ortaboy Devlet için biraz fazla ‘dişli’ bir cephe.
C) Türkiye, Rusya’ya biraz fazla yaklaşmış izlenimi veriyor ve bu ABD’yi korkutuyor. Bu ülkeye doğalgaz bağımlılığı yüzde 70 iken, ihalesiz olarak ve mülkiyeti-yönetimi verilerek bir de nükleer santral ısmarlıyor. Bunlar, “eksen kayması” izlenimlerini azdıracak ve Batı’yı ürkütecek gelişmeler. Güçlü olanın korkutması etkilidir, pek güçlü olmayanın korkutması kendisi için risklidir.
Böyle bir ortamda Erdoğan gücünün ötesinde konuşuyor: “Bu işin peşini bırakmayacağız”. Çok onurlu bir tutum ama, kaç kişiyle? Dikkat ettiyseniz, bu kadar açık bir rezalete rağmen herkesler arazi oluverdi; klasik “kınama”dan öte bir uluslararası tepki yok. Çünkü, Can (Dündar) da mükemmelen yazdı, dünya kamuoyu İsrail’e karşı çıkmayı İslamcılık olarak alıyor (Milliyet, 01.06.10) ve İsrail’in üzerine fazla gitmiyor. Nitekim, söylediğim protestoda dindarlar ezici çoğunluktaydı. Sürekli tekbir getirildi. Tabii, bu, rezil 12 Eylül faşizminin Sol’u ezmiş olmasının rezil sonucu ama, netice itibariyle olay böyle.
Bu arka-planla?
Türkiye’nin politikası çok onurlu. Hemen sonuç vermeyebilir ama bir ‘kredi birikimi’ yaptığı kesin. Yalnız, Stratejik Ortaboy Devletin Arka-Plan’ının, yani dış politikayı besleyen iç ortamın (bkz. Türk Dış Politikası, Cilt I, İletişim Y., s. 29-45) balçık olmaması şartıyla. Yoksa, ‘kredi’ biriktirirken, ‘nakit’ sıkıntısı fena sıkboğaz edebilir. Türk iç politikası, Türk dış politikasının ayağını kaydıracak kadar zayıf:
1) G-20’ye falan dahil olmak iyi de, ekonominin fevkalade kırılgan olduğu herkesin malumu. Askerî bir “haddini bildirme” ise düşünülemez bile.
2) Davutoğlu’nun “Sıfır Problem”i önce Ermenistan protokolleriyle yara aldı, şimdi de Erdoğan’ın sert ama boş sözleriyle berhava oluyor: “Türkiye’nin dostluğu ne kadar kıymetliyse, düşmanlığı da o kadar şiddetlidir”. Duyan da Türkiye’yi süper güç sanacak. Arınç da konuşuyor: “Bu eylem TCK’ya göre suçtur, savcılığa gereken talimat verilmiştir”. Duyan da Türkiye’ye gelecek İsrail başbakanları tutuklanacak sanacak.
İktidar böyle; ana muhalefet CHP? “Umudumuz Kılıçdaroğlu” kendi etno-dinsel kökenini inkârla, kendini “seyit” saymakla ve Kürt meselesini “ekonomik” ilan etmekle meşgul (S. Yalçın, Hürriyet, 23.05.10). Yeni Genel Sekreter sanki Baykal tarafından atanmış. MYK’ya gelince: Lozan md. 39/4’teki hakların sahibi olarak “Herhangi bir TC vatandaşı” yazılmışken, bunu “Gayrimüslim TC vatandaşları” diye anlayacak kadar ulusalcı bir “hukukçu” olan Prof. Süheyl Batum MYK üyesi. Meşhur Kamer Genç de yuvaya döndü. İkisi de CHP’ye meheldir.
D. Bahçeli tepki gösteriyor: “Askerî işbirliğini iptal edelim!” O zaman pilotsuz Heronları da iade edelim ve bir daha almayalım, var mısınız? Şimdi bir de son PKK saldırısının İsrail’ce tezgahlandığı ima ediliyor. Doğrusu, “en büyük gazete” o rezil sürmanşeti bir daha atmalı şimdi: “Kansızlar!”
3) İsrail’in yaptığına haklı olarak devlet terörü diyoruz ama, “Siz, JİTEM’inizin yaptığı devlet terörüne bakın önce!” derlerse ne diyeceğiz? Haklı olarak Filistin’in işgalinden bahsediyoruz ama, “K. Kıbrıs’taki 30.000 askeriniz ne oluyor?” diyenlere ne cevap vereceğiz? “Oradaki Türkleri Rumlardan korumak için bulunduruyoruz” mu diyeceğiz? Şimdi, özür dilenmesini istedik. “Ermeni soykırımı özrünüz?” cevabı gelmeyecek mi? Biz görmüyoruz ama başkaları görüyor gözümüzdeki Kürt, Ermeni, Kıbrıs merteklerini.
Akılda kalması gerekenler
1) İsrail devletini iki unsur kurmuştur: a) Nazilerin 1933-45 arası Yahudilere uyguladığı soykırım; b) Yahudilerin 1937-48 arası Filistin’de uyguladığı terör. Son olay, bu iki unsura da uygundur. Fakat, diyalektik icabı, İsrail’in kronik azgınlığı bu son azgınlık sayesinde dizginlenebilir. Eğer Obama bürokrasisine söz geçirebilir ve bu durumdan yararlanabilirse.
2) Ben bir insanı/grubu, onun kendini düşündüğünden fazla düşünüyorsam, o işte bir tuhaflık var demektir. Filistin Yönetimi bile Gazze’yi Türkiye kadar düşünmemektedir. Çünkü Hamas’ın Gazze’deki 21.000 kişilik üniversiteye başı açık ve makyajlı kızları sokmaması gibi durumlar (Deutsche Welle, 11.01.10) Filistin davasına zarar vermektedir. Bu, Türkiye’nin başını da derde sokabilir. İslam hakları olmaz; insan hakları olur.
3) Türk dış politikası, dışarıda Ermeni ve Kıbrıs, içeride Kürt sorunlarını suhuletle halletmeden çok fazla açılmasa iyi olur. Bu zombileri toprağa vermeden Türkiye’ye nefes bile aldırmazlar.
5 Haziran 2010
İslam hakları yok, insan hakları varBizzat ABD’nin, hoşlanmadığı ülkeler için icat ettiği bir terim var: Haydut Devlet (rogue state). İsrail’in devlet terörü, silahsız sivilleri bu sefer de uluslararası sularda katletti. Tam bir Jüdeo-faşizm, tam bir “Deniz Haydutluğu” olayıdır.
Büyükelçi konutunun önündeki protestoda mikrofon uzattılar. Şöyle dedim: “Sözüm, konutta oturanlaradır. Sayın Büyükelçilik Mensupları. İsrail devleti, Filistinlilere bunları yapacak en son devlet olmalıydı. Çünkü 1948’de, Nazi mezalimine uğramış insanlar tarafından kuruldu, şimdi Filistinlilere ve onlar için konuşanlara mezalim yapıyor. Bu inanılacak şey değil. Ama belki de tıpta izahı var: Küçük erkek çocuklara tasallut edenlerin geçmişleri araştırıldığında, kendi çocukluklarında tasalluta uğramış insanlar çıkıyor karşımıza. Söyleyeceklerim bundan ibarettir.”
Bosna’ya benziyor ama…
Türkiye’nin Filistin politikası, 90’lardaki Bosna politikasını çağrıştırıyor: Doğrudan menfaati olmadığı bir konuda çok aktif tutum izlemiş, mazlum Boşnakların yanında olmuş, dünyada ciddi puan toplamış, hiçbir zarara da uğramamıştı. Yalnız, şimdi birtakım farklar var:
Rakip farklı. O tarihlerde gücü çok daha az olan Türkiye, Sırbistan’la (ve azıcık da Yunanistan’la) sürtüşmüştü. Ama ABD politikasıyla çok uyumlu bir konumdaydı. Şimdi ABD destekli ve rezil derecede saldırgan nükleer güç İsrail’le çatışıyor. Sırbistan Türkiye’ye hiçbir şey yapamazdı, yapamadı. Oysa son olay AKP politikasının (mesela, “Van Minüt”ün) intikamı. Dış politika, Mazhar-Fuat-Özkan’ın “Asabiyim ben”ini kaldırmıyor; sakin düşünmek lazım.
Boyut farklı. Türk dış politikası, bir Stratejik Ortaboy Devlet’in sınırlarını aşma eğilimi gösteriyor. Bu devlet türü bölgesel planda çok etkili olabilir, ama evrensel aktörlerle rekabet/mücadele edemez. İsrail tamam; ama ‘ABD’nin gözdesi’yle çatışınca iş evrensele kayıyor. Orta siklet, orta siklette güreşir.
Uluslararası ortam farklı. Çok boyutlu bir farklılık bu.
A) 90’larda, uluslararası oydaşmaya (ve Türkiye’ye) büyük önem veren Clinton iktidardaydı. Şimdi de Obama Türkiye’yi çok önemsiyor ama, kendisi zayıf. Bush döneminin neo-conlarını daha temizleyemedi. “Obama-con” bürokrasi, İran konusunda Başkan’ın Türkiye ve Brezilya’ya 2,5 sayfalık destek mektubunu görmezden gelebiliyor. “Tek bir mektup ya da görüşme, tüm görüşmeleri ya da ortak anlayışı yansıtamaz” diyebiliyor (Radikal, 29.05.10).
B) Devletler enerji konusunda birbirinin gözünü oymaya başladı. 90’lardaki özgüveni kalmayan ABD, nükleer tekeli sürdürmeye kararlı diğer kulüp mensuplarının açık (AB) veya kapalı (Rusya, Çin) desteğini almış vaziyette. Bu, Stratejik Ortaboy Devlet için biraz fazla ‘dişli’ bir cephe.
C) Türkiye, Rusya’ya biraz fazla yaklaşmış izlenimi veriyor ve bu ABD’yi korkutuyor. Bu ülkeye doğalgaz bağımlılığı yüzde 70 iken, ihalesiz olarak ve mülkiyeti-yönetimi verilerek bir de nükleer santral ısmarlıyor. Bunlar, “eksen kayması” izlenimlerini azdıracak ve Batı’yı ürkütecek gelişmeler. Güçlü olanın korkutması etkilidir, pek güçlü olmayanın korkutması kendisi için risklidir.
Böyle bir ortamda Erdoğan gücünün ötesinde konuşuyor: “Bu işin peşini bırakmayacağız”. Çok onurlu bir tutum ama, kaç kişiyle? Dikkat ettiyseniz, bu kadar açık bir rezalete rağmen herkesler arazi oluverdi; klasik “kınama”dan öte bir uluslararası tepki yok. Çünkü, Can (Dündar) da mükemmelen yazdı, dünya kamuoyu İsrail’e karşı çıkmayı İslamcılık olarak alıyor (Milliyet, 01.06.10) ve İsrail’in üzerine fazla gitmiyor. Nitekim, söylediğim protestoda dindarlar ezici çoğunluktaydı. Sürekli tekbir getirildi. Tabii, bu, rezil 12 Eylül faşizminin Sol’u ezmiş olmasının rezil sonucu ama, netice itibariyle olay böyle.
Bu arka-planla?
Türkiye’nin politikası çok onurlu. Hemen sonuç vermeyebilir ama bir ‘kredi birikimi’ yaptığı kesin. Yalnız, Stratejik Ortaboy Devletin Arka-Plan’ının, yani dış politikayı besleyen iç ortamın (bkz. Türk Dış Politikası, Cilt I, İletişim Y., s. 29-45) balçık olmaması şartıyla. Yoksa, ‘kredi’ biriktirirken, ‘nakit’ sıkıntısı fena sıkboğaz edebilir. Türk iç politikası, Türk dış politikasının ayağını kaydıracak kadar zayıf:
1) G-20’ye falan dahil olmak iyi de, ekonominin fevkalade kırılgan olduğu herkesin malumu. Askerî bir “haddini bildirme” ise düşünülemez bile.
2) Davutoğlu’nun “Sıfır Problem”i önce Ermenistan protokolleriyle yara aldı, şimdi de Erdoğan’ın sert ama boş sözleriyle berhava oluyor: “Türkiye’nin dostluğu ne kadar kıymetliyse, düşmanlığı da o kadar şiddetlidir”. Duyan da Türkiye’yi süper güç sanacak. Arınç da konuşuyor: “Bu eylem TCK’ya göre suçtur, savcılığa gereken talimat verilmiştir”. Duyan da Türkiye’ye gelecek İsrail başbakanları tutuklanacak sanacak.
İktidar böyle; ana muhalefet CHP? “Umudumuz Kılıçdaroğlu” kendi etno-dinsel kökenini inkârla, kendini “seyit” saymakla ve Kürt meselesini “ekonomik” ilan etmekle meşgul (S. Yalçın, Hürriyet, 23.05.10). Yeni Genel Sekreter sanki Baykal tarafından atanmış. MYK’ya gelince: Lozan md. 39/4’teki hakların sahibi olarak “Herhangi bir TC vatandaşı” yazılmışken, bunu “Gayrimüslim TC vatandaşları” diye anlayacak kadar ulusalcı bir “hukukçu” olan Prof. Süheyl Batum MYK üyesi. Meşhur Kamer Genç de yuvaya döndü. İkisi de CHP’ye meheldir.
D. Bahçeli tepki gösteriyor: “Askerî işbirliğini iptal edelim!” O zaman pilotsuz Heronları da iade edelim ve bir daha almayalım, var mısınız? Şimdi bir de son PKK saldırısının İsrail’ce tezgahlandığı ima ediliyor. Doğrusu, “en büyük gazete” o rezil sürmanşeti bir daha atmalı şimdi: “Kansızlar!”
3) İsrail’in yaptığına haklı olarak devlet terörü diyoruz ama, “Siz, JİTEM’inizin yaptığı devlet terörüne bakın önce!” derlerse ne diyeceğiz? Haklı olarak Filistin’in işgalinden bahsediyoruz ama, “K. Kıbrıs’taki 30.000 askeriniz ne oluyor?” diyenlere ne cevap vereceğiz? “Oradaki Türkleri Rumlardan korumak için bulunduruyoruz” mu diyeceğiz? Şimdi, özür dilenmesini istedik. “Ermeni soykırımı özrünüz?” cevabı gelmeyecek mi? Biz görmüyoruz ama başkaları görüyor gözümüzdeki Kürt, Ermeni, Kıbrıs merteklerini.
Akılda kalması gerekenler
1) İsrail devletini iki unsur kurmuştur: a) Nazilerin 1933-45 arası Yahudilere uyguladığı soykırım; b) Yahudilerin 1937-48 arası Filistin’de uyguladığı terör. Son olay, bu iki unsura da uygundur. Fakat, diyalektik icabı, İsrail’in kronik azgınlığı bu son azgınlık sayesinde dizginlenebilir. Eğer Obama bürokrasisine söz geçirebilir ve bu durumdan yararlanabilirse.
2) Ben bir insanı/grubu, onun kendini düşündüğünden fazla düşünüyorsam, o işte bir tuhaflık var demektir. Filistin Yönetimi bile Gazze’yi Türkiye kadar düşünmemektedir. Çünkü Hamas’ın Gazze’deki 21.000 kişilik üniversiteye başı açık ve makyajlı kızları sokmaması gibi durumlar (Deutsche Welle, 11.01.10) Filistin davasına zarar vermektedir. Bu, Türkiye’nin başını da derde sokabilir. İslam hakları olmaz; insan hakları olur.
3) Türk dış politikası, dışarıda Ermeni ve Kıbrıs, içeride Kürt sorunlarını suhuletle halletmeden çok fazla açılmasa iyi olur. Bu zombileri toprağa vermeden Türkiye’ye nefes bile aldırmazlar.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder