26 Haziran 2010 Cumartesi
EKSEN KİMLİĞİMİZ
Mihrac Ural
25 Haziran 2010
Eksen sorunu her ülkenin stratejik çıkarlarıyla ölçülen bir belirlemedir.
Bir ülkenin, halkın, ulusun yüksek çıkarlarının sokakların kaygı ve heyecanlarıyla belirlenmeyeceğini hesaba kattığımızda konunun önemi daha iyi anlaşılır.
Türkiye -Selçuklu’dan Osmanlı’ya uzanan tarihi boyunca- Orta Asya’dan batıya doğru kararlı yönelimine rağmen, farklı eksen sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Batıya yönelim bir eksen olsa da bu yönelim belli bir anavatan üzerinden, belli bir coğrafya üzerindeki yerleşiklik üzerinden yapılmadığı için, kimliksiz bir eksen olarak yerini almıştır.
Bunun en önemli nedeni, egemen olduğu topraklar üzerinde üretici bir güç olmaktan çok işgalci bir hükümran olmasıdır. Kendine ait olmayan topraklar, kendi emekleriyle üretilmemiş servet ve zenginliğin gaspı için kesilmeden devam eden fetih siyaseti, zaman zaman da iç isyanlara karşı iç fetih siyasetiyle tutunma çabası bu sürecin ciddi bir eksen sorunu olduğunun göstergeleridir.
Kelimenin sözlük anlamı itibariyle eksen, “1. Bir cismi iki eşit parçaya bölen gerçek ya da sanal çizgi, mihver: Yer yuvarlağının ekseni. 2. Üzerinde bir pozitif yön var sayılan sonsuz doğru” (TDK yayınları Türkçe sözlük 7. Baskı)
Bu yanıyla eksen kavramı çok boyutludur; coğrafi alan, ekonomik tarz, askeri yönelim, sanat-kültür eğilimleri gibi bir çok alanla ilgili bir yönelimi belirlemedir. Devletlerin uluslararası ilişkilerinde eksen, içinde yer alan birlik, mihver, pakt, alan, ittifak etkinliği v.b anlamlar taşır.
Buna rağmen eksende öncü olmak ya da uydu olmak gibi bir durumdan söz etmek konunun
daha iyi anlaşılması açısından önem taşıyor.
Ülkeler, devletler halk ya da uluslar stratejik çıkarlarını belirlerken var olan ürettikleri ya da elde ettikleri tüm kaynaklarıyla, bu kaynakların elde edilmesi için harcanan maliyet arasında denge oluşturmak üzere, kendilerine belli bir eksen oluştururlar.
Ülkeler arası eşitsiz gelişme kanunu gereği zaman zaman öne çıkan ve büyük güç olarak evrensel ilişkilerin güç dengesini belirleyen yönelimler bir eksen oluşturur. Bu eksen bir ya da daha çok ülkenin oluşturduğu bir hat olabilir. Bu hattın temel güçleri ve çıkarlarını buna uyumlaştıran uydu güçler bir eksen olarak ortaya çıkarlar; uzayda galaksilerin oluşturduğu hale gibi bir çekim merkezi etrafında dönerler. Tarihi uygarlıklar etki alanlarında her zaman böylesi bir çekim merkezi kurmuştur. Çağdaş dünyada Batı uygarlığının bir eksen olarak oluşturduğu çekim merkezi de bu özelliktedir.
Ülkemizin tarih serüvenindeki eğilimleriyle belirlenen konumu, hiçbir zaman etrafında çekim merkezi oluşturan bir eksen oluşturamamıştır.
En güçlü döneminde Osmanlı, çevresinde çekim merkezi oluşturacak farklı bir uygarlık kuramamıştı; yaşam planını başka halkların emekleriyle yarattığı servetlerin gaspına yönelik bir süreç olarak kurması, kendi orijinalitesini taşıyan, çevresinde çekim merkezi olan bütünsel bir eksen önünde önemli bir engeldi. Bu nedenledir ki Osmanl’ının Orta Asya’dan batıya doğru kararlıca sürdürdüğü gidiş, geride hiçbir iz bırakmadan gündeme gelmişti. Sık sık başkent değiştiren, kendine özgü bir alfabesi olmayan, kadim tarihinde var olan alfabesini canlandırma potansiyeli taşımayan, göçebeliğin şehirleşme ve bunu ait birikimlerini dışlayan haliyle Osmanlı’nın bir eksen olması da mümkün değildi.
Roma, hükmettiği her alanda gerçek bir eksen olduğunu; kültür, sanat, askeri, siyasi ve toplumsal ilişkileriyle de bu güne kadar süren izleriyle göstermiştir. Roma tarih sahnesinden dünya dengesinin büyük bir gücü ve tek kutbu olarak çekilirken, yerine geçecek uygarlıkların şekillenmesinde de önemli bir rol oynamış ve onlara katkı sunmuştu.
Roma gibi tarihin bütün uygarlıkları, bir çekim merkezi olarak anavatanda oluşan birikim ve bunun yeniden üretilmesiyle oluşan eksenin kimliğini belirlemiştir.
Osmanlı’da durum kimliksiz eksen durumudur. Üretime dayalı olmayan, çevresine ve insanlığa katkı yapacak bir birikimi olamayan göçebe kültürüyle tanımlayabileceğimiz yönelim, bu nedenle geride farklılığını ortaya koyabilecek bir iz de bırakmamıştır.
Osmanlı’nın batıya yöneliminde gösterdiği kararlı çizgi, II. Viyana Kuşatması’nın başarısız bir şekilde sona ermesiyle de noktalanmıştır (1683). Osmanlı’nın gerileme çağı, kutupsuz bir dünyanın kendi güç dengesini aradığı bir çağdır. Bu çağ, Reform ve Rönasans’ın Batı uygarlığını insanlık sahnesinde bir eksen olarak koyacağı sürecin olgunlaşma çağıydı. Osmanlı bu çağda daha çok batıya doğru yönelen kimliksiz eksen yönelimini, şekillenmekte olan yeni eksenin bir uydusu olmaya terk edecektir. O gün bu gündür ülkemiz açısından kelimenin geniş anlamıyla eksen sorunu, bir uydulaşma sorunu olarak işlev görmüştür. Bunun resmi olarak belirlendiği 19.yy Islahat ve Tanzimat girişimleri ise, bu güne kadar kararlıca içinde yer alacağımız eksenin de kimliğini belirliyordu.
Tarihte orijinal ekseni olmayan tüm güçlerin, büyük güç uydusu olma konumunda kaoslar yaşadığı bilinir. Osmanlı, Batı ekseninde karar kıldığı uydu konumunu, Batı uygarlığının iç çatışmalarında taraf olarak belirlemesiyle de riskli bir duruma düştü. Osmanlı, altından kalkamayacağı, üretilmesinde hiçbir birikim ve katkısının olmadığı eksen içi çatışmada yanlış konumlanışının kefaretini tarihe karışarak ödedi.
Üretim ve birikim üzerine kurulmamış eksenler kadar eksenlere uydu olan güçlerin tarihte iz bırakmadan göçüp gitmesi kaçınılmazdır. Osmanlı’nın içinde yer aldığı Batı ekseninin oluşumunda ne üretim ne de birikim açısından hiçbir katkıya sahip olmaması, geride bir iz bırakmamasının da nedeni budur.
ORİJİNALİTE VE EKSEN
Belli bir eksende yer almak bütünsel bir olaydır. Sosyal, siyasal, kültürel ekonomik askeri sanatsal birçok alanda ortak bir eğilim yaratmaktır. Osmanlı’nın mirasçısı olarak cumhuriyetin farklı planda kurulduğu iddiası bu anlamda eksen değişikliği yapmamıştır. Kurtuluş Savaşı’nın emperyalistlere karşı verildiğinden söz edilir. Her şeyin sözde olduğu cumhuriyet sürecinde başkent değişikliği, alfabe değişikliği, giyim kuşam değişikliği dahil her şey Batı ekseninde bir yönelimde karara bağlanmıştır. Siyasal sistem de buna göre kurgulanmış; Fransız parlamenter sistemine yakın bir siyasal sistem, Faşist İtalya yasaları, Alman dil uyumuna uygun Latin alfabe, İngiliz-Alman-Fransız liberal ekonomi karmasını takip eden kültür ve sanat alanında yeniden batılılaşma atılımı olarak belirlenmiştir.
Bu eksende yapılanlar Anadolu gerçekliğinden kopuk girişimlerdi, üstten bir dayatmaydı. Kendi evrimlerinin sonucu hakim olmuş bir algı değildi. Bu yüzden, bu eğilimi ayakta tutmak her zaman baskıcı anti demokratik siyasal iktidarlarla mümkün olmuştur. Ülkemizdeki hüküm süren kimlik bunalımı ve kaos önemli oranda buradan beslenmektedir. Belli bir eksen içinde yer almak bu yanıyla kararlı bir kimlik sahibi olmayı bile getirmemiştir.
Osmanlı’nın gerileme döneminden Cumhuriyet dönemine, oradan I. Dünya Savaşı sonrası NATO sürecine kadar uzanan tarih, ülkemizin gerçekçi çıkarlarıyla ilgili bir eksende yer almamanın tarihidir. Önüne tutulmuş bir tutam ot peşinde koşan ülke konumundadır; öyle ki kendi çevresinden kopmuş, komşularına düşmanlığı reva gören bir eksenin uydusu olmaya gözü kapalı sürüklenmiştir.
Dünya güçler dengesinin önemli bir kutbu olarak Osmanlı, insanlığa uygarlık bazında bir eksen olamamanın kefaretini, son 200 yıl boyunca ardılı Cumhuriyet’le Batı uydusu olarak eksen kimliğini oluşturmuştur.
II. Dünya savaşı, Batı ekseninin Doğu ekseniyle ağır bedeller uğruna yürüyen soğuk savaşı etrafında bir eksen olmuştu. Emperyalist, anti komünist eksen olarak da tanımlayabileceğimiz bu yönelim; etrafında kukla devletlerin, tetikçi, savaş cephesinde öne sürülen, askerlerinden başka ucuz malı olmayan ülkeler topluluğunca oluşmuştur. Dünyada iki kutuplu sürecin tanımladığı bu ortamda her şey ak ve kara diye bölünmüş; insanlığın yarım yüzyılı kısır çekişmelerin, bölgesel savaşların, gergin dengeleriyle geçmiştir. İki eksenin soğuk savaşı, insanlığı imha edecek nükleer silah yarışlarıyla, tarihin en riskli dönemini insanlığa dayatmıştır. Dünya iki kutuplu olmanın demokratik dengesini yaşamasına; zayıf ülkelerin, ulusal kurtuluş hareketlerinin, özgürlük ve demokrasi mücadelesinde hak talep edenlerin başarılı olmasına karşın; bu dönemin insanlığın atlattığı en tehlikeli dönem olarak anılması yanlış olmayacaktır.
Ülkemiz, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e eksen kimliğini Batı olarak belirlerken, bunun maliyetini ağır bir kefaret olarak da ödemiştir. Cumhuriyet, Osmanlı’dan devralınan borçlarla gözünü dünyaya açmıştır. Olmayan üretimin, olmayan kaynakların ödemeye mahkum olduğu borç faturasını üstlenmiştir. 1929 dünya krizi gelip çatınca, daha da kasılan ve kavrulan bir ülke olmuştur. Ancak kıble haline getirdiği Batı ekseninden kurtulmanın bir fırsatı olacağı yerde, onun en çirkin etkileriyle kendini yeniden yapılandırmaya yönelmiştir; Avrupa’da yükselen faşist-Nazi sistemlerin etkisinde, hükmü altındaki farklılıklara ve kendi halkına karşı tarihinin en anti-demokratik yeniden yapılanmasına gitmiştir. Mussolini’nin faşist İtalya’sından devşirilen ırkçı yasalar, devlet kurum ve kuruluş dizaynları kadar, Kürt halkının isyanlarını en kanlı tarzda bastırmaya kadar süren amansız bir baskı rejimine, mensup olduğu eksenin mantık dokusuyla uyumlu bir yapılanmaya gidilmiştir. Bu süreçte, Anadolu’nun Türkleştirilmesi adına yapılan hokkabazlıklar ise akıl zoru işler olarak tarihe geçmiştir; yeryüzü dillerinin kökeninde Türk dilinin olduğu iddiasını taşıyan “akademik sempozyumlar”, “bilim adamı tezleri”, tarihin en kadim medeniyeti Sümer ve Hititlerin birer Türk medeniyeti olduğu iddiaları bunlardan bir kaçıdır. Anadolu’nun tek ırk politikası kıskacına alınması, ülkemizin tercih ettiği eksenin kimliğini bu kesit açısından yeterince açık hale getirmektedir.
EKSEN İÇİNDE EKSEN
Ülkemiz Batı eksenin uyduluğunu II. Dünya Savaşı sonrası, I. Dünya Savaşı öncesi gibi bir tarzda belirlemiştir. İttihatçı ekip Cumhuriyet’in başında ve Cumhuriyet’teki Osmanlı’nın temsilcileri olarak, eksen tercihlerini aynı akılla yapmaktan çekinmediler. İttihatçılar, Osmanlı’yı tarihe karıştıran emperyalist savaşların bir tarafı olarak, Alman yanlısı bir eksende yer aldılar. Bu eksen de eksendi. Batı ekseninde çatışma halinde olan iki farklı eğilimin bir tarafında yer almaktı. Maceracı akıl algılarıyla, geçmişin hayali peşinde emperyal güdülerle, kimi zaman Osmanlı, kimi zaman Pan-İslamcı, kimi zaman Turancı bir ırkçılıkla yakın dönemde kazanılacak zaferin sağlayacağı kolay kazanç peşine takıldılar. Eksen içinde eksen tercihlerini öyle yaptılar.
Aynı akıl yönelimi, ülkemizi II. Dünya Savaşı sonrası dünya güçler dengesi bölünmesinde tercihini emperyalist güçler yanında belirledi. Bunun da ötesinde, Batılı eksenin en pervasız, en istilacı savaş kışkırtıcısı, nükleer felaket tellallarının uydusu, üslerini topraklarında konuşlandıran, “en ucuz malı askeri”ni kurbanlık koyun gibi öne süren bir ülke olarak ortaya çıktı. İttihatçı akıl bir kez daha ağırlığını ortaya koymuş, eksen içinde eksen tercih ederek ülkemizi tarihinin en tehlikeli macerasına sürüklemiştir. Bu tehlikenin adı: NATO
NATO soğuk savaşın adıydı. NATO, Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın, 18 Mart 1949 tarihinde okuduğu Kuzey Atlantik Antlaşması’yla kurulmuştur. Türkiye bu şer paktına, bu savaş eksenine katılmak için her türden onursuzluğu kabul etmiştir; Kore halkının kardeşi kardeşe kırdıran savaşlarında “Türklerin satabileceği en ucuz malları askerleridir” diyen emperyalist çıkar çevrelerinin bir maşası olarak ileri sürüldü. NATO’ya giriş şartı olarak, bu kirli savaşa katılım ön koşulu ileri sürülmüştü. Ülkemizin eksen kimliği bu tercihle belirlenirken, yeniden yapılanma dizaynı da arkasından gelmiştir.
Her uydu ülkenin kaderidir, kendini eksenine göre yeniden yapılandırmaya mahkumdur. Öyle de oldu. Komşularının tümüyle düşmanlık üzerine kurulu ilişkiler dönemi böyle başladı; komünizmin kuşatılması, yeşil kuşak kuşatması, Bağdat paktı, CENTO, 1958 Lübnan iç savaşına müdahale, 14 Temmuz 1958 Irak devrimine müdahale, Tüm Arap-İsrail savaşlarında İşgalci, savaş kışkırtıcısı, istilacı katil Siyonist İsrail yanlısı tutum. Buna ABD’nin bölgedeki kirli tüm istihbarat işleri, müdahaleleri, İran’da yurtsever Musaddık’a karşı darbe dahil bu güne Irak devletinin işgali yıkımı ve bölünmesine katkı dahil her şaibede yer almayı da katmak yanlış olmayacaktır.
1950 yıllarıyla birlikte başlayan süreç köklü bir değişim süreci olmuştur. Hesapsız liberalizm, her mahallede bir milyoner yaratma aptallığı, ekonominin cılız ayaklarına bin bir bağla uluslararası emperyalist kredi kurumlarına bağlı olan borç bataklığındaki dev cüsseyi yükledi. Bu güne kadar süren bağımlılığın ve bunun sonuçlarının mahkumiyeti böylece başlamış oldu. Siyasal- ekonomik- toplumsal ve kültürel her dokusu tercih ettiği eksenin kimliğine göre şekillenen ülkemiz kendi orijinalitesine yaşam hakkı bile tanımadı. Kendi coğrafyasının, sosyal ve tarihi oluşumunun verilerine aykırı ve onlarla savaş halinde bir süreç, bu eksen kimliğinin ülkemize yansıttığı cehennem denklemleri olarak gelip dayanmıştır.
EKSENDE DİZAYN
21.yy ortamına ülkemiz bu eksen kimliğiyle girmiştir. İslamik söylemleriyle uzun zamandır süren AKP hükümet etkinliğinin ortaya koyduğu fiili çabaları bir eksen kayması olarak değerlendirmek; bu tarihi birikimleri genlere kadar işlemiş, kurum, kuruluş yasalarıyla belirlenen yapılanmasını bilmemek ve yok saymak demektir.
Erdoğan önderliğinde AKP, ülkemizin siyasal tarihinin bir ürünüdür. Bu aynı zamanda ülkemizin eksen tercihleri tarihinin bir sonucudur. Dünya güçler dengesinin aldığı yeni biçimlenişin, bölgede ülkemize verilen rolün kaçınılmaz bir sonucudur. Bu sonuç bir kez daha hataların,yanlış başlangıç ve eksen tercihlerinin algılarıyla oluşmuş olmasına karşı böyledir.
ABD, bölgemizden çekilmektedir. 1990 yıllarıyla başlayan Sovyet sisteminin çözülüşü, soğuk savaşın bitimiyle tek kutuplu dünya düzeni çökmüştür. ABD’nin yeryüzüne yayılmış güçlerinin maliyetini kaldırabilecek kadar ne kaynak yaratımında ne de bunu sürdürmede güç sahibi olmadığı anlaşılmıştır. Dünya mali kriziyle birlikte Amerika gerileyen bir güç olarak tek kutuplu dünya sürecine nokta koymuştur; Roma İmparatorluğu’ndan devşirme, özü Siyonist bir ideolojiye kadar inen Yeni Muhafazakarların (New Con) yeryüzünü bin yıllık Amerikan egemenliğine bağlama rüyası sona ermiştir.
Amerika’nın gerilemesi, onun etkinliğini yok etmemiştir. Tersine, çekilişin tedirginliğiyle, bölgelerdeki uydu ülkelerin provokasyonlarıyla çok daha evrensel risklere yönelimini açık hale getirmiştir. Ülkemiz de mensup olduğu eksenin bir uydusu olarak bu riskin en kritik noktasında yer almaktadır. İşte böylesi bir ortamda, ülkemize biçilen yeni Osmanlı rolünün doğru kavranması ve “eksen kayması” uydurmalarının, gerçekte bu sürece muhalif bir noktadan katkı sunma anlamına geldiğinin bilince çıkarılması önem taşımaktadır.
BU EKSEN KAYMAZ
Bu günün verileri içinde, ülkemizin eksenini kaydırabilecek bir güç yoktur. Bu ne dünya güçler dengesi açısından ne de ülkemizin statüleri açısından mümkün değildir.
Dünya, kutupsuz bir kesitten geçmektedir; ancak eksen aynı eksen. 500 yıllık Batı uygarlığı gelişiminin eksenidir. Bu temel eksen içinde farklılıkların tercihi genel yönelim eksen kimliğini değiştirmemektedir. Ekseni oluşturan ana dinamikler, yeni bir uygarlık oluşum ve egemenliğiyle kırılmadıkça da ülkemizin eksen tercihleri aynı doğrultudan çıkamaz. Bin bir bağla, yüz yılların olgunlaştırıp bu güne getirdiği oluşumlarla gen atlasının temel donelerini şekillendirmiş bir ülkenin eksen değiştirmesi mümkün değildir.
Ciddi bir siyasal kırılma, dağılma, bölünme gibi olağanüstü durumlar gerçekleşse bile Türkiye’nin eksen kayması söz konusu olamaz. Böylesi bir kaymayı içselleştirecek alternatif bir eksen olmaması da bunun nedenlerinden biri olarak sayılabilir.
Bu gün, ne Ortadoğu’daki öbekleşmeler ne de uluslararası sahada oluşuma eğilim içinde olan yeni kombinezonlar, bir eksen oluşturma etkinliğinde değildir. AKP’nin İslamik söylemleriyle bölgemizde oynanmak istenen Yeni Osmanlıcılığın bile gerçekçi olmadığı, ayakları yere basmadığı, bunun için hiçbir verinin bulunmadığı koşulda eksen değişiminden söz etmek, gerçekte bu gerici hükümete verilmiş haksız bir güç payesi gibi durmaktadır; bu, “one minute” söyleminin cazibesine kapılanların hatasına düşmek demektir .
Türkiye’nin komşularıyla “sıfır sorun”da buluşması bölge haklarının lehine bir durumdur. Bu eğilim dünyadaki genel yumuşama, tek kutuplu güç dengesinin gerilemesiyle de uyumlu bir duruştur. Bölge halklarımızın ortak çıkarlar etrafında yakınlaşması, herkesin kazandığı bir bölge paylaşımına yönelim, tarihi olumsuzluklarla cesur bir yüzleşme anlamına da gelir. Ancak kendi ülkesinde demokratik bir diyalogla temel sorunlarını çözemeyen bir ülkenin komşularıyla “sıfır sorun”a ulaşması mümkün değildir. Özellikle bunu AKP‘nin başarması çok güçtür.
Kimse kimseyi aldatmasın, ülkemiz eksen değiştirmiyor, değiştiremez de. Değişen, dünya güç dengesinin geçirmekte olduğu evrimin, bölgemizdeki sonuçlarına göre ülkemizin ilişkilerini dizayn etmekten ibarettir. Bunu bir eksen değişimi olarak okumak, halkımızın bilincini bulandırmaktan ibarettir; bunun da ötesinde Batı eksenli olmayı kutsamaktır; ülkemizin 200 yıllık tarihinin her türden olumsuzluğunda temel rolü olan, çıkar dünyasının insanlığa ve ülkemize dayattığı olumsuzlukları onaylamaktır. Tarihimizle yüzleşmekten kaçmaktır.
SONUÇ:
Ülkemizin acil sorunu eksen kayması değildir. Bu, en azından şimdilik mümkün de değil. Kayması gereken demokrasi algılarımızdır. O da demokrasinin eski anlamıyla verili eksenin ve sistemlerinin bir ürünü olmadığı gerçeğini bilince çıkarmaktır; demokrasinin artık, Batı ekseninin bir unsuru olmadığı gerçeğini görmektir.
Demokrasi 19 yy Batı eksenini devrimci karakteri olarak belirmiş olsa da bu gün ona ait hiçbir şeye sahip değildir. Demokrasi gerçek anlamıyla derinleştikçe yeni ve farklı, daha adil ve eşit bir dünya ekseni, uygarlığı yaratmak için zorunlu bir gerekliliktir.
Feodal çağların bağrında kapitalizm doğarken nasıl ki demokrasiye ihtiyaç duymuş ve bunu devrimci tarzda değerlendirmişse, bu gün, emperyalizmin bağrında gelişmekte olan gelecek uygarlığın en önemli gerekliliği olarak belirmiştir. Daha çok açılım, daha çok demokrasi ve özgürlük, ülkemizin kimliğini oluşturan eksenin ve ona bağlı sistemin karşılayabileceği bir talep değildir. Yeni kimliği kazanmak için gerçek anlamda bir kayma gerekmektedir. Bunu da demokrasiye acil ihtiyacı olan güçler gerçeğe dönüştürebilir.
Dolayısıyla, ülkemizde kayması gereken yönelim demokrasi ve özgürlük yönelimi olmalıdır. Bunu ise farklılıklarımız, bölünmeden ve milliyetçi tutuculuklara esir olmadan yerine getirme şansına sahiptir.
Ülkemizin demokrasi ihtiyacı bu anlamda eksen kimliğimizi de belirleyecek temel parametredir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder