4 Nisan 2009 Cumartesi
KIZILDERE DİRENİŞİ VE TARİHSEL ALGI
Mihrac Ural
(5 Nisan 2009 Antakya KIZILDERE anısına panel konuşması)
4 Nisan 2009
37 yıl sonra bir kez daha Kızıldere direnişi bizleri bir araya getirdi. On yıllar geriden bu güne ulaşan bu enerji, her tarihi kesitte kendine özgü verileriyle anlamlı mesajları içerdi. Kızıldere direnişi anılırken herkesin vurgusunu yaptığı ortak değerler, bir klasik haline gelerek soyutlanıp gelecek kuşaklar için başvuru olgusuna yükseldi. Tarihte her olayın böylesi bir ilgi konusu olması söz konusu değildir. Anlaşılan, üzerinden daha birçok on yıl geçse de Kızıldere direnişi, bu özelliğiyle ülkemiz yakın tarihinin gelecek kuşaklara taşıdığı anlamlı masajları iletmeye devam edecektir.
Kızıldere, bir yanıyla bir katliamın, bir yargısız infazın, derin devlet geleneğinin icra ettiği zalim bir vakıadır. Henüz tüm yönleriyle açıklığa kavuşmamış bu katliamın derin devlet arşivlerindeki tozlu raflardan çıkması beklenmektedir. Kamuoyunun aradan geçen onlarca yıla rağmen cevabını bulamadığı bu katliamı tüm yönleriyle ancak demokratik bir devletin ortaya koyabileceğini de biliyoruz. Bu yanıyla Kızıldere katliamı bir hukuk savaşı olarak da bu günün konusu olmaya devam ediyor; baskında hala canlı olan ya da yarılı bulunanların yerinde infaz edildiği gerçeği, toplumsal korkularımızın devletle ilgili yanlarına önemli mesajlar içerdiğinden söz etmek yanlış olmayacaktır.
Bu katliamın sorgusu, şeffaf toplum özlemlerimize katacağı değerler kadar, bir direniş destanı olmasının da demokrasi umutlarımız için katacağı daha fazla değerler olduğunu belirteceğim. Kızıldere katliamı sorgusunun gerçekçi sonuçlarını elde edebilmek için, bu vakıanın bilinçaltımıza yerleştirdiği direniş çizgisinin, demokrasi güçlerinin kararlılıklarına, dayanışmasına, gelecek kuşaklar için özverili duruşuna katkılarının ön planda tutulması gereklidir.
Bu gün sizlerle bu kanaatlerimin tarihi köklerine ve bu gün taşıdığı anlama işaret edeceğim.
Bu noktadan dönüp tarihte iz bırakan önemli olaylara göz atalım. Tarihsel bilincimizde derin izler bırakan hadiselerin destansı özeliklerinde her zaman, insan iradesinin sonuna kadar dik tutulduğu, zulme boyun eğmeyen, dayanışmayı doruğa taşıyan bir direnme objesi olduğunu göreceksiniz. Tarihin derinliklerinden bu güne taşınan tüm büyük hadiselerde bu özelikler ön plandadır.
Tarih hiçbir zaman insanı katleden ceberut güçleri, onların dev askeri aparatlarla yaptığı yıkım gücünü toplum bilinçaltında soyutlanmış bir veri olarak tutamamıştır. Dünden bu güne taşınan her zaman insani olan savunu ve direnme çabalarının sonuçları olmuştur.
Heredot tarihinde Perslerle-Greklerin savaşını aktarır. Dev ordularıyla Perslerin, İyonya dahil tüm yunan sitelerini istila edip krallarını esir alarak Atina’ya yürüdüğünden bahseder. Pers ordusunun nehirleri içerek kuruttuğundan dem vurur. Milyonlarca askerin yeri göğü inlettiği bilgisini verir. Ancak bu dev ordu ve yıkıcı gücü, tarih algılarımızın işe yarar bir unsuru olmaz. Toplumsal bilinçaltında izleri hiç kalmaz. Buna karşı, bu dev ordulara direnen küçük bir azınlığın maraton savaşındaki zaferi, Selamis deniz muharebesindeki direnişi ve başarısı destanlaşır. Dünden bu güne insani olan değer ve mesajlarıyla ulaşır. Maraton koşusu da dünden bu güne bu gerçekliği taşır, bunu temsil eder.
Toplum bilinçaltında, tarihten bu güne taşınana ve bu ölçüde etkin yer edinen gerçek, insan iradesinin, dayanışmasının haklı bir davada başarıya mutlaka kavuşacağıdır.
Maraton’da direnme kazanmıştır. Bu tarihi hadisenin soyutlanarak çağlar ötesinden bu güne gelişinin değerini veren de budur; haklı bir dava uğruna, insan iradesinin tüm etkinlikleriyle direnmek, dün Maratonda olduğu kadar, bu günün her haklı davada geçerli bir kıstastır. Bir olayın klasikleşmesi ve tüm çağlar için anlamlı olmasının ifadesi burada yatar. Haklı olan direndiğinde kazanır. ( Maraton savaşı M.Ö 490 Eylül ayı, Heredot Tarihi kitap VI. paragraf 108-117)
Kerbela olayı hepimizin bilinçaltında aynı şeyleri çağrıştırır. 1400 yıl önce olmuş bir olay, bu güne hangi soyut değerlerle taşınabilir diye dönüp baktığımızda aynı parametreleri buluruz.
Kerbela olayında, bilinçaltımızın tarihten bu güne taşıdığı gerçek, zalim Yezid ordusunun gücü değil, Hz. Hüseynin ve ehlibeytin direnmesidir. 1400 yıl bitip tükenmeyen bir direnme destanı olarak bu güne taşınan değerler, başka tarihi olaylarda da taşınan değerler aynıdır. Soyutlanarak bu güne gelen ve klasikleşerek her dönem için geçerli olan kıstaslar burada kendini gösterir.
Kerbela, bir direnmedir. Kerbela insan iradesinin haklı zeminde, zalime ve onun dev askeri gücüne karşı direnişini sembolize eder. Halkın çağlar boyu yararlanabileceği verileri barındıran bir destan olur, bu güne gelir, her benzer olayda anılır ondan güç alınır.
Kerbela olayını inancın önemli bir öğesi yapan da budur. Oysa aynı kesitte İslam içinde birbirinden farklı ve çok ilginç savaşlar yaşanmıştır. Ama Kerbela hepsinden ayrı bir yer alır, bilinçaltımıza yerleşir ve bugün hiç ilgisi olmayan kızıldere olayıyla ortak paydada buluşur. Maraton savaşının zaferle, Kerbela’nın ve Kızıdere’nin katliamla sonuçlanması bu sonucu değiştirmez. Tarihte bu güne gelen gerçek, galibiyeti ve mağlubiyetiyle insanlığın yararlanabileceği ve her çağ için geçerli olan tutumlardır. Duruştur. Bunlar da direnmede anlamını bulur. (Kerbela savaşı, 10 Ekim 680. Hicri:10 Muharrem 61)
Tarihin yeni kesitlerinde ise Leningrad’ın Naziler tarafından kuşatmasına karşı direnişi anmadan geçemeyiz. 14 Temmuzda Leningrad kapılarına dayanan Alman Nazi ordusu, 8 Eylül 1941’de şehri tamamen kuşatmıştı. 900 gün süren Sovyet halkının destansı savunmasıyla, bu zalim kuşatma 27 Ocak 1944 kırılmıştı. Bu ünlü kent, Naziler tarafından ablukaya alınır alınmaz “yeryüzünden silinmek üzere” bombardıman altında tutulur. İki milyon ölüye, yokluklara, imkansızlıklara ve zorluklara rağmen halkın gösterdiği direnme, dayanışma ve kararlı duruş iradesiyle Naziler diz çökmüştür. Stalingrad savunması ise aynı direnmenin zaferiyle sonuçlandı. Stalingrad zaferi, faşizmin tarihe gömülmesine yol açan kapıları araladı (21 Ağustos 1942 – 2 Şubat 1943 Stalingrad).
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bunlar arasında Filistin halkının devam eden direnişini saymak konumuzun en önemli mesajıdır. Yüz yıla doğru tırmanan bir direniş destanı kuşaktan kuşağa, silahtan, taşa kadar bir halkın erdemli, onurlu dik duruşunun destanıdır. Direnme burada da tarihe taşınacak bilinçaltının yapı taşları olarak örülmüştür.
Örneklerimizin tümü, bize ait olanları da olmayanları da aynı mesajı vermektedir; zaferi ve yenilgisiyle de öyledir. Tümünün ortak bir yanı var, günümüz için geçerli verileri ve yürünmesi gereken haklı davaların yolları olarak, gündem konumuzdur.
Kızıldere direnişinin yeri tastamam bu noktadadır. Önemli bir tarihi kesitin tüm ilişki ve çelişkilerini, halkın haklı davada alması gereken kararlı duruşu temsil etmektedir. Kızıldere’yi bilinçaltlarımızda bu güne taşıyan, tarihimizin gelecek kuşaklara uzattığı bir medrese olmasının anlamı da burada bulunmaktadır.
Direnme bu olayın özüdür, özetidir.
Demem o ki, ne tabulaştırma ne de tanrılaştırma olayı, ne abartma ne de şahsileştirmedir bu tespitlerimiz. Siyasi yönelimlerin kutsanması da değildir; dünyamız o günden bu güne çok değişti beraberinde tüm siyasal algıları da değiştirdi. Ancak kızılderenin taşıdığı direnme mesajı, olduğu gibi soyutlanıp dünden bu güne taşınabilecek bir değer olarak kaldı.
Kızıldere bir tarihsel vakıa olarak taşıdığı önem de buradan gelir. Benim bulgularım da bu yöndedir. Kızıldere direnişi, ortak ülkemizin gelecek tüm tarihi süreçleri için geçerli olabilecek bir kıstası klasikleştirmiştir. Tarihte iz bırakan, örnek teşkil edip tüm çağlar için geçerli kıstaslar sunabilen özellikleriyle yerini almıştır. Kızıldere direnişi bu özgünlükte dün olduğu gibi, bu gün içinde bize dersler taşımaktadır diyorum.
İnsanlığın tanık olduğu binlerce direnme olayı olduğu kesindir. Ancak tarihsel dönemeçlerde, toplumsal kırılma dönemlerinde, büyük dönüşümlerin merkezinde yer alan direnmelerin yeri ve mesajı farklıdır. Maraton savaşı gibi batı ve doğu sınırını çizen, Kerbela gibi bir ümmeti farklılaştıran, Stalingrad gibi karanlık Nazi rejimine son verecek kapıları açan direnmeler bu özellikleriyle, tarihte soyutlanabilir örnekler olarak yer alırlar. Yani gelecek kuşaklara taşınabilir örnekler haline gelebilirler. Kızıldere direnişi işte böylesi bir direniştir.
Kızıldere direnişi, ortak ülkemizin önemli bir kırılma noktasında, içine kapalı olmaktan dünyaya açılma noktasının ilişki ve çelişkilerinde, öncesi ve sonrası diye tanımlanabilecek toplumsal olaylar sürecinin merkezinde yer almıştır. Bununla da özgün bir tarihi statüye kavuşmuştur.
Kızıldere’nin tarihte algılanması gereken yeri, tek başına bir direnme hareketi olması değildir. Vuku bulduğu tarihi kesitin önemiyle birlikte bir direnme hareketi olması onu ülkemiz tarihi geleneğindeki yerini belirlemiştir. Her geçen dönemde artan önemi buradan gelir.
“Kızıldere bir direnme destanıdır” derken, slogancılığa düşmemek için bu uzun anlatımı yapmak istedim. Olay tek başına derinme değil tarihteki yeri ve geleceğe taşınabilir özellikleriyle anlamlıdır demek istedim.
Buradan, Kızıldere algısının bir başka boyutuna geçebiliriz.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, ister ülke düzeyinde isterseniz şehir ya da siyasal örgüt düzeyinde her insan topluluğunun kendine ait bir değer yargısı ve bunu oluşturan figürler, olaylar, iyi ya da kötü bilinçaltında yer edinmiş anıları vardır. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin o yapının, ülkenin, şehrin ya da etkinliğin ana yönelimlerini belirleyen izlerle karşılaşırsınız.
Bir Filistinli direnirken yakın, uzak direnme tarihini bilince çıkartır. Endülüs’ün (İspanya) Tarık bin Ziyad tarafından fethinden, Filistin’deki Cenin kampı direnişine kadar uzanan bir yelpazeden yararlanır. Bu yelpazenin zengin verilerinden bilince çıkarttığıyla taşını atar, silahını sıkar, direnişini yükseltir. Evrensel örneklerden de yararlanır, ancak öncelikle kendine ait olandan yola çıkar. Orijinal olma esprisidir bu.
En sağcı Fransız’ın bile, Fransız devrimini sahiplenir, Bastil kalesinin devrimci bir kalkışmayla yıkılışını her 14 Temmuzda coşkuyla kutlar; kendine ait, kendi değerlerinden, yaşanmış ve iz bırakmış özverilerinden oluşan geçmişi soyutlayıp bu güne getirir ve bununla yolunu aydınlatır.
Her deney ve örnekten yararlanır, ama öncelikle kendine ait olandan başlar, ayakları orada yere basar, yola çıkar, yerelin evrensele uzanmasının anlamı da budur.
Şu an size birileri Nil nehri taştı derse ilgilenirsiniz ama asi nehri taştı derse salonu bir an önce terk ederek durumu gözünüzle görmek istersiniz. Bu davranışınız çok doğal bir reflekstir ve haklıdır; orijinal olmak budur, kendine ait olan değerlerle ilişkili olmaktır. Bu, yerele mahkum olmak değil, evrensele uzanmak için yerelin dinamiğiyle yola çıkmaktır.
Ülkemiz devrimci hareketinin tarihi kaosların, yetmezliklerin, sakatlıkların tarihidir. Milliyetçilik belası bunların başındadır. En komünisti, en sosyalisti ve solcusunun bilinçaltında bir milliyetçilik virüsü dolaşır. Ejderha olsan kar etmez, farklıysan, ayrı bir varlıksan yapacağın tercihler birbirine benzer ya yok olacaksın ya da egemen içinde kendini eriteceksin. Bu dayatılır. Aksi takdirde farklılığın başına çok iş açar.
Bununla da kalınmaz, ülkemiz solu marjinal hallerine, musalla taşında olmasına bakmadan bölünüp durur, amip gibidir. Her on yılda bir, her örgütten 7 batın örgüt çıkar durur. Herkes haklıdır ve herkes devrime 5 kala halini yaşar. Bu sürükleniş içinde altımız o kadar boşalır ki çevremizde komutanlardan oluşmuş bir orduyla yüz yüze geliriz. Var artık bunlara asker bul…
Bütün bu hengamede orijinal hiçbir şey yoktur. Teori savaşları gerçekte ithal teorilerin savaşlarından ibarettir. Bu topraklara ayakları basmayan, evrensel değerleri yerel değerlerle kaynaştıramayan söylemler müthiş bir teorik performansla yazınsal hale getirilir ve ilgisiz insanlara, uğruna dövüşecekleri bir tez olarak sunulur. Alan memnun, satan memnun. Ama ne alan ne de satan yerli değildir. Batının marjinal düşün ürünleri, son kullanma tarihi yüz yıl öncesine ait tezleri ısıtılıp önümüze koyulur.
Ne gelecek algısı ne de geçmişi yerele bağlama kaygısı olmadan, her tarihi kesitte bir boy daha kısalarak musalla taşında imam fatihası beklenir.
Orijinal ölünür ancak hiçbir kesitte orijinal olunmaz. Kendin değil başkası olarak yaşarsın ama kendin ölürsün. Sol bu halde dünden bu güne geldi. Kendine ait değerlerle yaşamadı, hedef kitlesinden böylece koptu. Yaratılmış değerlerini algılama güçlüğü çekti, bunu da önemsizleştirdi. Kızıldere direnişi bu hengamede anlamını, tarihsel algılarda alması gereken yeri kaybetti. Her hangi bir başkası gibi algılandı. Anılırken de boşluk doldurma gibi tampon görevine koşuldu. Oysa kızıldere direnişi bu değildi.
Kızıldere direnişi tarihten geleceğe taşınabilir verileriyle orijinal, bize ait olan üzerinde haklı davalarımızın direnişini yükseltebileceğimiz en önemli değerlerimizden biriydi. Sıradan değildi aynılar içinde herhangi biri hiç değildi. Bu da ikinci belirlememdir; kızıldere bize ait bizden olan ve bize eşlik edebilecek en yakın emeğimiz, değerimizdi.
Buradan tüm devrimci güçlere sesleniyorum, artık orijinal olunuz.
Çevremizdeki siyasal özgünlüklere göz atın neler oluyor. En ilkel söylemlerle bile olsa orijinal olanlar kitleleri güçlüce arkalarından sürüklemekte zorlanmıyorlar. Kendi yerel derinliklerinden çıkarıp ortaya attıkları söylemlerle geçici de olsa başarı kazanıyorlar. Yanlışta olsa kendileri yaşıyor kendileri iflas ediyorlar. Devrimci hareket bunun ayrımında bile değildir.
Bu kısırlığı aşmamız gerek. Kendi değerlerimize öncelikle sarılarak, tarihimizin yarına taşınabilecek önemli soyutlamalarını bilince çıkararak halkımızın önüne uğruna dövüşebileceği, kedine ait önermelerimizi koymalıyız. Bize ait olan değerlere öncelikle sahip çıkıp bunlara evrensel değerleri ekleyerek yürüyelim diyorum.
Bize ait olan, bizim tarihimizin evrensel değerlerini taşıyan vakıalara sarılabilen ve oradan çıkış yapabilen bir bilinç algısı yerleştirmeliyiz. Bunun için gerçek olmalıyız. Gerçek olmak demek öncelikle yerli olmak, ayakları yere basmak, kendi değer manzumesini bilince çıkartmak demektir.
Bu noktada benim Arap halkının kimlik haklarını savunmam, ortak ülkemizin genel demokrasi mücadelesine bu değer de katılmalıdır dememin anlam buradadır. Bu noktada Fırat’ın ötesi, berisiyle, Toroslar’ın Güneyi kuzeyiyle buluşur. İstanbul’u Diyarbakır’a Antakya’ya Adana’ya bağlamanın yolu da buradan geçer.
Bu yolla, ülkenin barışçıl, gönüllü birliği, milliyetçi algıların bölücülüğüne karşı direnebilir. Kızıldere vakıasının gerçeği de budur; farklılıkların birliği olarak, yerel bir tarih gerçekliğimiz olarak, kendimize ait tarih algıların merkezinde oluşmuş bir bilinç olarak anlamı budur. Kürdü, Türkü, Laz’ı, Alevi’si, Sünni’si orda omuz omuza böylesi bir değer yaratmıştır. Yunanların Marton’u ne ise, Filistinlinin Cenin kampı direnişi ne ise bizimde direnişimizin Kızılderesi odur.
Kızıldere, bize ait olan, ayaklarımızı yere bastıracak olandır. Evrenseli yaşantımıza oturturken ihtiyaç duyduğumuz denetim etkinliğini sağlayacak olan da budur. Kızıldere direnişi orijinalitemizindir. Tarihi bilinçaltımızın figürüdür. Gelecek kuşaklara ileteceğimiz mesaj, halkımıza uğruna savaşacakları bir siyasal yönelim sunumuzun gerçekçi verisidir.
Mahir çayan ve arkadaşlarının yarattığı Kızıldere destanının anlamı, tarihten gelip geleceğe uzanan gücü de buradadır.
Değerli arkadaşlar,
Üç kuşaktır demokrasi mücadelesinin engebeli ve sarp yollarında, işkencelerden zindanlara, sürgünlerden, mültecilik koşullarına kadar çekmediğimiz hiçbir çile kalmamıştır.
Aranızda bunun canlı bir örneği de bulanmaktadır. Devrimci hareketin “Muhtar”ı olarak adlandırmak istediğim sayın İbrahim Çenet’in bu üç kuşağın her aşamasında ödediği bedellerle aramızdaki varlığı, canlı bir tanık olarak tarihten bu güne uzanan orijinal bir bilincin aramızda olması demektir.
Kızıldere anısı için gösterdiği kararlı tutumuna teşekkür ediyor, Roma’nın kadim şehri Antakya’ya hoş geldin diyorum. Kızıldere için anlatmak istediğim verilerin gerçek temsilcilerinden biri olarak bu toplantıya katacağı çok şey olduğuna inanıyorum. Yerelin anlamını ve önemini o da sizinle paylaşarak, bu bilincin kökleşmesine katkı yapacaktır. Kendi deneyleriyle bu süreci aktaracaktır.
Değerli arkadaşlar,
Bu gün üç kuşak bir aradayız. Kızıldere direnişi, öncelikle bu kuşaklara aittir. Aradaki halkalar kopmamıştır, ilkinden sonuncusuna taşınan ve gelecek kuşaklara bu yolla aktarılacak olan verilere sahiptir. Burada kaç kişi olduğumuza bakmayın, orijinal olan her değer, bu topraklar üzerinde yaşayan herkese aittir. Bunu temsil etmek sayısal bir veri olarak algılanamaz, bu bir sorumluluktur. Toplumsal kırılma anında yönetemeyeceğimiz kadar geniş kitlelerle yüz yüze kaldığımızda bunu daha iyi anlarız. Buna hazır olmak, bunu bilince çıkartma gerekliliği önümüzde duran en önemli yükümlülüktür. Kızıldere direnişi bu yükümlülükte anlamlı bir sembol olarak, halkın uğruna dövüşebileceği haklı davaları temsi eder.
Onlar’ın şehit oluşuna bizim verebileceğimiz tek gerçekçi karşılık da budan ibarettir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder