29 Nisan 2009 Çarşamba
AK PARTİ POLİTİHARİKASI
Slogan İsyancı
25 Nisan 2009
Ak Parti iktidara geldikten sonra ülkemizde özelleştirme, işsizlik, ithalatta ve döviz kurundaki artış ve en önemlileri, gericilik, yozlaşma, laiklikten kopuş bununla beraber dinci bir siyaset güdülmeye başlandı. İslam dinine mensup olan bir ülke olarak Türkiye, Ak Partinin bu eğilimini doğru kabul etti. Halkımız oy verirken dini inançlarının sömürüldüğünü ve laikliği unutmuş olarak seçim sandıklarına gitmiştir. İkinci seçimde yüzde 47 gibi bir oranla tek basına iktidar olmuştur. Türkiye de yaşayan milletleri işsizliğe, açlığa, sefalete sürüklemesinin yanı sıra devlet olarak, emperyalizm patağına, Amerika ve İsrail ile birlikte diğer dış güçlerin işbirlikçiliğine itti. İşte bunların hepsi ikinci seçimle beraber, Tayyip Erdoğan’ın kendine olan güveninin artmasıyla dini ve işbirlikçi yüzünü yaptığı faallerle ortaya koydu. Biraz geriye gidelim ve Türkiye başbakanı olarak, 2009 da olduğunu bilmeden padişahlık devri sürdürmeye çalışan Tayyip Erdoğan’a bakalım.
Laiklik:
Laiklik elden gidiyor! Söylentilerine karşın verilen cevap, millet istedikten sonra gidecek.
Hem laik hem de Müslüman olunmaz, ikisi bir arada yürümez…
Bu şekilde bir laiklik acılımı olamaz, yanlıştır. Laiklik, devletin dinler karşısında tarafsız olması gerektiğini savunur. Din ile Devlet işlerinin birbiri ile bağımlı değil, bilakis ayrı yürütülmesi gerektiğini savunur. İnançlar ve duygusal bağlamda bir yönetim şekli, devletin gerilemesi ve dış güçler tarafından daha kolay kullanılmasına davetiye çıkarmaktır. Laikliği bilmeyen birinin Türkiye’de başbakan olması gerçekten ilginç ve bir o kadarda üzücüdür. Felakete sürüklendiğimize beyanattır.
Ya Müslüman ya Laik olacaksın.
İnsanların inançlarını sömürmekle kalmadı kişisel seçimlerine de el attı. Bu söz çoklarının kafasında kargaşaya sebebiyet verebilir. İnançları, mantık ve siyasi görüşüne nazaran ağır basan kişiler tarafından sapma, laikliği kabullenmeme durumuna eğebilir. Bu vahim eğilim, muhafazakâr baskısı olarak karşımıza çıkar ve iktidarın hayali olan Osmanlı’ya dönüş, durduran olmadığı takdirde gerçekleşebilir. İslam medeniyetinin yönetim sekli olarak Türkiye’de hâkimiyeti söz konusu değildir. Ama iktidarın ve yandaşlarının şahsi menfaatlerine uygun olan bu yönetim şekli yani şeriat, insanlığa zulüm, azınlıklara ölüm, adaletsizliğe başlangıç olacaktır. Bu yönetimin önüne geçilemeyeceğini ve kim desteklerse refah içinde yaşayacağını, desteklemeyenlerin ise zulme maruz kalacağını alenen itiraf eden Erdoğan, iç savaşı meşrulaştırdığının farkında değildir. Devlet dairelerine sıçrayan Türban olayı, Erdoğan’a verilen “Yahudi düşünce kuruluşundan ‘üstün cesaret ödülü’ ile bağlantılı mı? Ya da bu ödülü getiren, Yahudi geleneklerini (türban) Türkiye’de yaymaya çalışmak mıydı?
Demokrasi:
Bu demokrasi araç mı olacak, amaç mı olacak?
Bize göre demokrasi hiçbir zaman amaç olamaz.
Demokrasi, ancak ilmi açıdan ele aldığımız zaman bir araç olduğunu göreceğiz!
Erdoğan’dan yanlış bir betimleme daha…
Demokrasiyi gerçek anlamda ele aldığımız takdirde, halkın iktidar ve devlet politikasını seçmesi, şekillendirmesini sağlayan yönetim biçimidir. Bu yönetim biçimi diktatörlüğün sonu, bir bakıma halkın iktidarlığıdır. Bu gün Türkiye’de demokrasiden bahsedilmesinin sebebi TBMM’dir. Demokrasi açısından atılan en büyük adım görülse dahi, yapı içerisinde oyunlar hep iktidar kurallarına göre oynanıyor. Tayyip Erdoğan’a göre araç olan demokrasi, bizler için her zaman hedef olmuştur. Kendi yönetimimizi, yaşamımızı kendimiz yönlendirmek istiyoruz fakat bu hakka sahip olduğumuz söylenemez. Erdoğan, demokrasiyi kullandığını, sömürdüğünü kendi ağzı ile söylemiştir. Sonrasında ise kendi bildiğini okuyup, cebini doldurmaktan başka bir şey yapmamıştır. Her şey tahta geçene kadar yalan, sonrasında izlediği politikanın bütün çirkinliği gerçektir. Bana göre; demokrasiyi sindirmek, aristokrasiyi sistemleştirmeye çalışmak ve oligarşinin sefasını sürmek istiyor.
Yasin El Kadı Kefilliği, Fethullah Gülen Uşaklığı ve Taliban Şeyhleri Karşısında Diz Çöküş:
Yasin El Kadı, Suudi Arabistanlı bu iş adamı gayrimenkul alım satımı ile kara para aklıyor bununla beraber İslamcı terör örgütlerine finans sağlıyor. Tayyip Erdoğan ise bu adama kefil ve destekçi olduğunu itiraf ediyor. Basit bir teori geliştirmek gerekirse, devletin topladığı vergiler, sağlanan bütün kazançlar, halkın yararına değil de şeriat için çalışan örgütlenmelerin kasasına giriyor. Gemicikler, uçaklar, lüks otomobiller, 7 yıldızlı oteller aynanın görünen yüzüdür. Fethullah Gülen’de aynı şekilde örgütlenme ve kitleselleşme heyecanı ile din derslerinin ağırlıklı olduğu okullar yaptırıp tarikatçılık, şeyhlik budalası ve ABD’nin piyonu olarak evrimini tamamlamış bir projedir. İslam’da şeyhlik, tarikatçılık yoktur ve şeriat yasalarına göre ‘cami duvarına işeyen köpek’ konumundadır. Bu iki isimle aynı kulvarda koşmaya çalışanlar ve yandaş kitle faşizm içerisinde yoğunlaşarak reformist hareketlenmelerle dini saptırmayı, kendi çıkarlarına göre kullanmayı hedefleyenlerdir. Bir başka fiyasko, Taliban şeyhleri karşısında ‘dizlerimin üzerinde yaşamayı tercih ediyorum’ der gibi pozlar veren, şimdi ise halkı çiğneyerek ‘kendi ayaklarım üzerinde duruyorum’ havasında bir hayalperest.
İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkalığında Tayyip Erdoğan;
Ak Partinin Alevilik açılımı ve vaat edilen enstitüler bir yana, Karacaahmet’i 7 Eylül 1994’de kaçak yapılaşma gerekçesiyle yıktırma girişiminde bulunması bir yana! Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu…
Anlaşılan o ki, günah çıkarmaya benzeyen bu manevra CHP’nin çarşaf hatasına benziyor. Oy toplayabilmek için dini ve kültürel değerlerden medet umanlar, riyakâr olduklarını gözler önüne seriyor.
Başkanlık sürecinde gelişen bir başka olay, sanatçı Sevim Tanürek’in yaşamını yitirmesi;
Tayyip Erdoğan’ın oğlu Burak Erdoğan, 11 Mayıs 1998 de yaya geçidinde karşıdan karşıya geçmekte olan Tanürek’e çarpıyor. Bu kaza sonucunda ağır yaralanan Tanürek, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitiriyor. Ehliyetsiz olduğu ve yaya geçidindeki birine çarptığı halde kusursuz bulunan Burak Erdoğan, 8 de 8 kusurlu bulunan Sevim Tanürek oluyor. Kısaca, sistem çarkı parası olandan yana dönüyor.
Başka bir konu askerlik;
‘Askerlik yan gelip yatma yeri değildir’ dedi. Ama ne hikmetse, esas oğlan Burak Erdoğan yan gelip yatanlardan! Çürük raporu ile beraber babasının destekleri ve halkımızın sırtından çıkan sermaye, Burak Erdoğan’ı büyük bir iş adamı yapmıştır. ‘senin çocuğunda işsiz kalsın! otur… otur…’ deme hakkını nereden alıyor acaba? Oy verenler bir düşünsün…
Ananı da Al Git!
Bir çiftçiye ananı da al git dedi. Burada ima edilen hakaret, Erdoğan’ın ne denli bir aile yapısı ile yetiştiğini, bir başbakana ne kadar yakıştığını, halka, çiftçiye ya da işçiye ne kadar değer verdiğini tartışmaya açar. Bana göre, etik değerleri olmayan, vicdansız, (sözde) güçlü olduğunu düşünerek insanları küçük düşüren, ‘karını da al git’ sözünün çıkmasına ve ‘ortaya düşen yıldızların’ artmasına neden olan, Ergenekon ile başlayan sürecin son dönemlerinde ‘devrik lider’ durumuna düşecek bir yüksek uçan!
Son söz olarak, halkımız artık güneş gözlüklerini çıkarmalı soğuk kış geceleri geliyor. Erdoğan’ın aksine egemenliğin hala ellerimizde olduğunu görmeliyiz. Bütün bu oyunların sona ermesini, analarımızın siyasete alet edilmesinin engellenmesi bizlerin elindedir. O taş bir çiftçiye değil, bütün işçi ve çiftçi kardeşlerimize atılmıştır. Bir torba kömüre, bir kilo pirince, kuru soğana muhtaç edildiysek, bu bağlamda hem elimizdekiler kepçeyle alınıp kaşıkla veriliyorsa ve biz hala bunu göremiyorsak hep bu şekilde yaşayacağımızdan kuşkunuz olmasın. Bizler dilenci değiliz, istihdam sağlansa çalışmayı da biliyoruz, kömür almayı da. Bizim istediğimiz balık değil balık tutmayı öğrenmek, olta yoksa ıslanalım ama yinede kendimiz kazanalım. Başarı elimizde, çözüm ise belli, doğru olan tek yol! Bilmem anlatabildim mi?
25 Nisan 2009
Ak Parti iktidara geldikten sonra ülkemizde özelleştirme, işsizlik, ithalatta ve döviz kurundaki artış ve en önemlileri, gericilik, yozlaşma, laiklikten kopuş bununla beraber dinci bir siyaset güdülmeye başlandı. İslam dinine mensup olan bir ülke olarak Türkiye, Ak Partinin bu eğilimini doğru kabul etti. Halkımız oy verirken dini inançlarının sömürüldüğünü ve laikliği unutmuş olarak seçim sandıklarına gitmiştir. İkinci seçimde yüzde 47 gibi bir oranla tek basına iktidar olmuştur. Türkiye de yaşayan milletleri işsizliğe, açlığa, sefalete sürüklemesinin yanı sıra devlet olarak, emperyalizm patağına, Amerika ve İsrail ile birlikte diğer dış güçlerin işbirlikçiliğine itti. İşte bunların hepsi ikinci seçimle beraber, Tayyip Erdoğan’ın kendine olan güveninin artmasıyla dini ve işbirlikçi yüzünü yaptığı faallerle ortaya koydu. Biraz geriye gidelim ve Türkiye başbakanı olarak, 2009 da olduğunu bilmeden padişahlık devri sürdürmeye çalışan Tayyip Erdoğan’a bakalım.
Laiklik:
Laiklik elden gidiyor! Söylentilerine karşın verilen cevap, millet istedikten sonra gidecek.
Hem laik hem de Müslüman olunmaz, ikisi bir arada yürümez…
Bu şekilde bir laiklik acılımı olamaz, yanlıştır. Laiklik, devletin dinler karşısında tarafsız olması gerektiğini savunur. Din ile Devlet işlerinin birbiri ile bağımlı değil, bilakis ayrı yürütülmesi gerektiğini savunur. İnançlar ve duygusal bağlamda bir yönetim şekli, devletin gerilemesi ve dış güçler tarafından daha kolay kullanılmasına davetiye çıkarmaktır. Laikliği bilmeyen birinin Türkiye’de başbakan olması gerçekten ilginç ve bir o kadarda üzücüdür. Felakete sürüklendiğimize beyanattır.
Ya Müslüman ya Laik olacaksın.
İnsanların inançlarını sömürmekle kalmadı kişisel seçimlerine de el attı. Bu söz çoklarının kafasında kargaşaya sebebiyet verebilir. İnançları, mantık ve siyasi görüşüne nazaran ağır basan kişiler tarafından sapma, laikliği kabullenmeme durumuna eğebilir. Bu vahim eğilim, muhafazakâr baskısı olarak karşımıza çıkar ve iktidarın hayali olan Osmanlı’ya dönüş, durduran olmadığı takdirde gerçekleşebilir. İslam medeniyetinin yönetim sekli olarak Türkiye’de hâkimiyeti söz konusu değildir. Ama iktidarın ve yandaşlarının şahsi menfaatlerine uygun olan bu yönetim şekli yani şeriat, insanlığa zulüm, azınlıklara ölüm, adaletsizliğe başlangıç olacaktır. Bu yönetimin önüne geçilemeyeceğini ve kim desteklerse refah içinde yaşayacağını, desteklemeyenlerin ise zulme maruz kalacağını alenen itiraf eden Erdoğan, iç savaşı meşrulaştırdığının farkında değildir. Devlet dairelerine sıçrayan Türban olayı, Erdoğan’a verilen “Yahudi düşünce kuruluşundan ‘üstün cesaret ödülü’ ile bağlantılı mı? Ya da bu ödülü getiren, Yahudi geleneklerini (türban) Türkiye’de yaymaya çalışmak mıydı?
Demokrasi:
Bu demokrasi araç mı olacak, amaç mı olacak?
Bize göre demokrasi hiçbir zaman amaç olamaz.
Demokrasi, ancak ilmi açıdan ele aldığımız zaman bir araç olduğunu göreceğiz!
Erdoğan’dan yanlış bir betimleme daha…
Demokrasiyi gerçek anlamda ele aldığımız takdirde, halkın iktidar ve devlet politikasını seçmesi, şekillendirmesini sağlayan yönetim biçimidir. Bu yönetim biçimi diktatörlüğün sonu, bir bakıma halkın iktidarlığıdır. Bu gün Türkiye’de demokrasiden bahsedilmesinin sebebi TBMM’dir. Demokrasi açısından atılan en büyük adım görülse dahi, yapı içerisinde oyunlar hep iktidar kurallarına göre oynanıyor. Tayyip Erdoğan’a göre araç olan demokrasi, bizler için her zaman hedef olmuştur. Kendi yönetimimizi, yaşamımızı kendimiz yönlendirmek istiyoruz fakat bu hakka sahip olduğumuz söylenemez. Erdoğan, demokrasiyi kullandığını, sömürdüğünü kendi ağzı ile söylemiştir. Sonrasında ise kendi bildiğini okuyup, cebini doldurmaktan başka bir şey yapmamıştır. Her şey tahta geçene kadar yalan, sonrasında izlediği politikanın bütün çirkinliği gerçektir. Bana göre; demokrasiyi sindirmek, aristokrasiyi sistemleştirmeye çalışmak ve oligarşinin sefasını sürmek istiyor.
Yasin El Kadı Kefilliği, Fethullah Gülen Uşaklığı ve Taliban Şeyhleri Karşısında Diz Çöküş:
Yasin El Kadı, Suudi Arabistanlı bu iş adamı gayrimenkul alım satımı ile kara para aklıyor bununla beraber İslamcı terör örgütlerine finans sağlıyor. Tayyip Erdoğan ise bu adama kefil ve destekçi olduğunu itiraf ediyor. Basit bir teori geliştirmek gerekirse, devletin topladığı vergiler, sağlanan bütün kazançlar, halkın yararına değil de şeriat için çalışan örgütlenmelerin kasasına giriyor. Gemicikler, uçaklar, lüks otomobiller, 7 yıldızlı oteller aynanın görünen yüzüdür. Fethullah Gülen’de aynı şekilde örgütlenme ve kitleselleşme heyecanı ile din derslerinin ağırlıklı olduğu okullar yaptırıp tarikatçılık, şeyhlik budalası ve ABD’nin piyonu olarak evrimini tamamlamış bir projedir. İslam’da şeyhlik, tarikatçılık yoktur ve şeriat yasalarına göre ‘cami duvarına işeyen köpek’ konumundadır. Bu iki isimle aynı kulvarda koşmaya çalışanlar ve yandaş kitle faşizm içerisinde yoğunlaşarak reformist hareketlenmelerle dini saptırmayı, kendi çıkarlarına göre kullanmayı hedefleyenlerdir. Bir başka fiyasko, Taliban şeyhleri karşısında ‘dizlerimin üzerinde yaşamayı tercih ediyorum’ der gibi pozlar veren, şimdi ise halkı çiğneyerek ‘kendi ayaklarım üzerinde duruyorum’ havasında bir hayalperest.
İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkalığında Tayyip Erdoğan;
Ak Partinin Alevilik açılımı ve vaat edilen enstitüler bir yana, Karacaahmet’i 7 Eylül 1994’de kaçak yapılaşma gerekçesiyle yıktırma girişiminde bulunması bir yana! Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu…
Anlaşılan o ki, günah çıkarmaya benzeyen bu manevra CHP’nin çarşaf hatasına benziyor. Oy toplayabilmek için dini ve kültürel değerlerden medet umanlar, riyakâr olduklarını gözler önüne seriyor.
Başkanlık sürecinde gelişen bir başka olay, sanatçı Sevim Tanürek’in yaşamını yitirmesi;
Tayyip Erdoğan’ın oğlu Burak Erdoğan, 11 Mayıs 1998 de yaya geçidinde karşıdan karşıya geçmekte olan Tanürek’e çarpıyor. Bu kaza sonucunda ağır yaralanan Tanürek, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitiriyor. Ehliyetsiz olduğu ve yaya geçidindeki birine çarptığı halde kusursuz bulunan Burak Erdoğan, 8 de 8 kusurlu bulunan Sevim Tanürek oluyor. Kısaca, sistem çarkı parası olandan yana dönüyor.
Başka bir konu askerlik;
‘Askerlik yan gelip yatma yeri değildir’ dedi. Ama ne hikmetse, esas oğlan Burak Erdoğan yan gelip yatanlardan! Çürük raporu ile beraber babasının destekleri ve halkımızın sırtından çıkan sermaye, Burak Erdoğan’ı büyük bir iş adamı yapmıştır. ‘senin çocuğunda işsiz kalsın! otur… otur…’ deme hakkını nereden alıyor acaba? Oy verenler bir düşünsün…
Ananı da Al Git!
Bir çiftçiye ananı da al git dedi. Burada ima edilen hakaret, Erdoğan’ın ne denli bir aile yapısı ile yetiştiğini, bir başbakana ne kadar yakıştığını, halka, çiftçiye ya da işçiye ne kadar değer verdiğini tartışmaya açar. Bana göre, etik değerleri olmayan, vicdansız, (sözde) güçlü olduğunu düşünerek insanları küçük düşüren, ‘karını da al git’ sözünün çıkmasına ve ‘ortaya düşen yıldızların’ artmasına neden olan, Ergenekon ile başlayan sürecin son dönemlerinde ‘devrik lider’ durumuna düşecek bir yüksek uçan!
Son söz olarak, halkımız artık güneş gözlüklerini çıkarmalı soğuk kış geceleri geliyor. Erdoğan’ın aksine egemenliğin hala ellerimizde olduğunu görmeliyiz. Bütün bu oyunların sona ermesini, analarımızın siyasete alet edilmesinin engellenmesi bizlerin elindedir. O taş bir çiftçiye değil, bütün işçi ve çiftçi kardeşlerimize atılmıştır. Bir torba kömüre, bir kilo pirince, kuru soğana muhtaç edildiysek, bu bağlamda hem elimizdekiler kepçeyle alınıp kaşıkla veriliyorsa ve biz hala bunu göremiyorsak hep bu şekilde yaşayacağımızdan kuşkunuz olmasın. Bizler dilenci değiliz, istihdam sağlansa çalışmayı da biliyoruz, kömür almayı da. Bizim istediğimiz balık değil balık tutmayı öğrenmek, olta yoksa ıslanalım ama yinede kendimiz kazanalım. Başarı elimizde, çözüm ise belli, doğru olan tek yol! Bilmem anlatabildim mi?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Harika bir yazı.Yazanın emeğine sağlık.yıkılmayacak ımparatorluk yoktur birgün bu akepe de gidecek elbet ve birgün türkiye de de devrim olacak!
Yorum Gönder