19 Nisan 2009 Pazar
BEHÇET DİNLERER anmasının düşündürdükleri
Ali Rıza Aydın
Benim usul boylu selvi çınarım
Yüreğime bir od düştü yanarım
Kıblem sensin yönüm sana dönerim
Mihrabımdır kaşlarıyın arası
Behcetin Anma haberini okuyunca düşündüklerim
Ankara'da Behcet'le ilgili bir anma yapılacağından haberim yoktu. ÖDP İletişimden, cumartesi günü okudum, yani yapıldığını öğrendim.
Behcet'le ilgili anlatılanları, zaman zaman dinlerim, dinlemişimdir. Behcet’i bilen ya da onunla hiçbir ortamda bulunmayan, bu anlamda onu bilmeyenler onu anlatırken, Samsundan doğan güneşi anlatmanın alışkanlığı içerisinde bir anlatımları olduğunu dinler, acaba onu da böyle mi anlatmalı diye kendi kendime düşünüp dururum. Mehmet Ali Yılmaz’ın anlattıklarını okuyunca kısaca yaşadığımız süreç hakkında bildiklerimi yazmak istedim. Mehmet Ali sağ olmasa, bunları da o böyle anlatmasaydı, bunları yazma ihtiyacı hissetsem de yazmazdım; iyi ki sağ.
Behcet’i anma toplantısında, Mehmet Ali YILMAZ şöyle demiş: "Çukurova bölgesinde genel olarak sol ve hareketimiz zayıftı. Behçet'ı oraya gönderdik. Çok kısa zamanda hareketimiz bölgede etkinleşti ve kökleşti…." Bunu, bu süreci hiç bilmeyen, başka bir arkadaş söylese, hiç bişey demezdim, ama Mehmet Ali Yılmaz söyleyince acaba resmi bir tarih mi yaratılıyor diye kendi kendime düşündüm. Hâlbuki Adana’daki Devrimci çalışmamızda, gelinen aşamada, bir arkadaşın gelmesini, Mehmet Ali YILMAZDAZ'dan ben istedim. Ben sözcüğünü aslında sevmem, bizim kültürde, bizim ailede yetişen birinin böyle, ben, ben, ben demesi zordur ama böyle demek zorundayım, annem kusuruma bakmasın.
Kısaca süreç şöyle oldu.
Biz, Adana'da genel olarak gençlik içinde, özel olarak da liselerde, faşistlere karşı mücadelede yoğrulmuş, pişmiş bir guruptuk; genelde liselerdeki çalışmalarımıza bağlı olarak mahalle çalışmalarımız vardı bunların yanında, Mühendislik okulundaki faşist işkâlı kırmak içinde bir çalışma yürütüyorduk, bütün bunlara bağlıda basit bir örgütlenmemiz vardı. Lenin’in “Bir yoldaşa mektup” yazısını okuyup, kendimizce yorumlayarak, ona uygun adımlar atıyorduk.
Bizler bu mücadele içerisinde önce TSİP’e yöneldik, ilk bilincimizi oradan aldık, Mehmet Fatih'ın Adana’ya gelmesinden sonra, “Adana Yüksek Öğrenin Kültür Derneğine” kayıp oradaki mücadeleden süzülerek gelen bir guruptuk. TSİP ilk dönemler Doktorcuydu (Dr. Hikmet Kıvılcımlı çizgisindeydi) ilk bilincimizi Doktorun küçük broşürlerini okuyarak edinmiştik; bu altyapımız daha sonra çok popüler olan Sosyal Emperyalizm teorisini kabullenmemizi önledi. Liselerdeki devrimci kitleye biz hâkimdik. Önceleri “Yoldaş’cı”, sonraları “Halkın Kurtuluşçuları” dediğimiz guruptan daha güçlü idik. Lise- Der kurma çalışmalarında kendi aramızda yaptığımız mücadelede seçimi biz kazanmıştık, hatta HK lileri salondan dışarı atmıştık.
Ancak, Mehmet Fatih ve Eşi (Buket) ile yaptığımız fikir tartışmalarında yetersizliğimizi görüyorduk. Bu yüzden hızlı bir teorik eğitimden geçmemiz gerektiğini düşünüyorduk. Kendi kendimize bir eğitim çalışması uygulayıp, bazı temel kitapları okuyorduk ama bir rehberin öncülüğünde bunu çabuklaştırmayı düşünüyorduk. Bu maksatla, Parti –Cepheden kopan gurupları kendi ölçülerimizce inceledikten sonra, “Devrimci Gençlik Dergisi” çevresinde oluşan guruptan arkadaşlarla ilişki kurmaya karar verdik. Ankara'ya giden, “Ankaralı Ali” dediğimiz ( Şimdi zengin bir mütahit olan bu arkadaşımız sağdır) bir arkadaşımıza, Devrimci Gençlik dergisini bize getirmesini söyledik; oda Ankara'dan gelirken bize dergiyi getirdi1. Bize gelen Devrimci Gençlik Dergisinin orta sayfasında “Faşizim Ve Oligarşi” diye bir yazı vardı; derginin sanırım 5. ya da 6. sayısıydı. Dergi bundan sonra bize düzenli olarak geldi, bir dönem başka bir arkadaşımızın adına geldi, daha sonra bu arkadaşımız Ali Çakmaklı ile beraber “Acilciler” safına geçince, Adana’ya geldikçe bize uğrayan İbrahim Çenet’e derginin benim adıma gönderilmesini söyledim; oda Ankara'daki (...) arkadaşlara söylemiş dergi artık benim adıma gelmeye başladı. Benim adıma gelen ilk dergi, "KİESKİ Mantığı Üzerine" diye çıkan Kurtuluş Sosyalist Dergiyi (K.S.D’yi) eleştiren bir broşürdü.
Bu arada şunu özellikle vurgulamalıyım. AYÖKD’de (Adana Yüksek Öğrenim Kültür Derneği), Halkın Kurtuluşçuların düzenlediği, Atila KESKİN’in anlatıcı olarak katılacağı “Sosyal Emperyalizm” konusunun tartılaşacağı toplantıya bizde Ankara’dan Bület TANIK'ı getirmiştik. Bülent, Ali ÇAKMAKLI’nın akrabasıydı. O süreçte, Bülent’in katıldığı, bir tartışmada da kavga çıkmıştı; bu sol içi ilk kavgamızdı.
Bizim guruptaki arkadaşlar olarak biz, yöredeki, her devrimci faaliyetin içinde oluyorduk, örneğin: Ali Fuat ÇİLER, Hatay’da yayınlanan “Tek Yol Devrim” dergisini matbuada bastırmak için Adana’ya geliyordu, işlerini beraber yapıyorduk, Mehmet Fatih ÖKTÜLMÜŞ şöyle bir iş var gelin diyordu koşup gidiyorduk. Örneğin, Memet Fatih gil basıp dağıtacağı bildirilerin dağıtımında yardım istiyordu, bu devrimci yardıma koşup bildirileri bizde dağıtıyorduk. Vs. vs. vs
Bir gün, nasip olursa bu süreci çok uzun olarak yazacağım, bu yüzden kısa geçeyim.
Sonunda gurubumuzun teorik olarak yetişmesine katkıda bulunması için Ankara'daki DEV- GENÇ ( bunda kastım- Devrimci Gençlik Dergi çevresini oluşturan guruptur) çevresinden bir arkadaş istemeye karar verdik. Örneğin bu konuda benim öksüz Memet dediğim Sarız’lı Memet arkadaşımız dışardan birinin çağrılmasına ( dışarıdan birinin gelmesine) karşı idi. ( Şimdi Antalya’da öğretmenlik yapan bu arkadaşımı böyle anmak istiyorum ne olur ne olmaz) Bu arkadaşımız da, Behcet hakkında yapılan bir anmada konuşması gerekir, bunu hak etmiş bir arkadaşımızdır. Birazda benim diretmelerim sonucu, bir arkadaşın çağrılmasına karar verdirmiştik.
Uzatmayım.
Ankara'daki bir mitingi vesile ederek, Ankara'ya gitmiştik. Yanımda, İsmail de (şimdi kendi mecrasında ot gibi yaşıyor) vardı. Dönerken, On gün, onların köyde- Şereflikoçhisar’ın Sarıyahşi köyünde- kalmıştık. Tandoğan’da başlayıp kurtuluşta biten mitingde, Tandoğan'da kavga çıkmıştı, şubat ayıydı, liseler tatildi.
Mitingden sonra Mehmet Ali YILMAZ'la, Konur Sokaktaki, TMMOB lokalinde (Şimdiki Dost Kitap Evinin yeri o zamanlar TMMOB lokali idi) buluştuk. Ona Adana'yı, bizim durumumuzu anlatıp, bir yetkin arkadaş istedim; bizim teorik gelişmemize yardımcı olması için yetkin bir arkadaş göndermesini istedim, oda olur dedi. O konuşmamızda Mehmet Ali, bana demiş diki "Devrimci Gençlik taraftarı olduğunuzu Adana'ya varınca söylemeyin". “Niye” dedim, “Halkın Kurtuluşçuları kurumlarda çalışmalarınızı engellerler” dedi; Mehmet Ali, Adana'daki durumumuzu bilmiyordu, ona dedim ki “sen, beni ya anlamadın ya da bana inanamadın, biz onlardan güçlüyüz, Lise- Der seçimlerinde sorun çıkardılar yaka paça dışarı attık; onların bize güçleri yetmez” dedim. Bu konuşmadan sonra ben Adana'ya döndüm; gelirken Şereflikoçhisar’ın Sarıyahşi köyünde biraz kaldık. İki camisi olan bu köyde, Alevi bir ailenin çocuğu olduğumu söylememiştim; hayatımda bunu sakladığım tek yer bu köydür, buda korkudan değil misafir olduğumuz aileyi üzmemek içindi. Çok iyi insanlardı. Alevi olduğumu bilseler üzüleceklerdi. İsmaile bir Kızılbaş kızı alacağız dediğimde çok üzülüp oğlumuza bir insan evladı al diye tepki göstermişlerdi. İsmail’in dedesi o zamanlar 70 yaşlarında tatlı bir ihtiyardı, “Rızam ben köçek gördüm, abdal gördüm, Çingen gördüm ama hiç Kızılbaş görmedim. Kızılbaş komşularınız varmış sahiden iyi insanlar mı, gelsem bana da gösterir misin” demişti. Halbu ki köylerinin düğününü çalmaya, sünnetlerini yapamaya Kırşehir’den abdallar gelirmiş, bu abdallar Kızılbaştı ama amca onu bilmiyordu. Bizde söylemedik. Şimdi bunları anlatmaya kalkışırsam asıl konu rayından çıkar. Mehmet Ali'ye burada yazılmasına gerek olmayan daha başka bilgilerde verdim tabi. Ankara’da kaldığım süre içinde ODTÜ gidip geldim, ÖTK’ya uğradım, oraları gezdim vs. vs. vs
Adana’ya tekrar mücadelemizin içine döndük. Bu arada Mehmet Ali’nin istediği bazı işleri yaptık; Örneğin, bir iki kez ODTÜ’de okuyan Adanalı öğrencileri toplayıp, Hasan Tan Protestosu için Çağdaş Sahne’deki toplantılara gönderdik. O zamanlar Hasan TAN ODTÜ ‘ye rektör atanmıştı, ODTÜ Öğrenciler Birliğini (ÖTK) elinde bulunduran Devrimci Gençlerde Hasan Tan ODTÜ’ye rektör olamaz diye bir kampanya açmıştı; kampanya başarılı olmuştu, sahiden de Hasan Tan O.D.T.Ü’ye gelip rektörlük yapamamıştı.
O zamanlar, bir yandan işlerimizi yapıp bir yandan da Ankara’dan gelecek arkadaşı bekliyorduk.
İstanbul'da öldürülen İskenderunlu bir öğrenci arkadaşın ( Adı Salih Deniz'di sanırım) cenazesi Adana'dan İskenderun'a gidiyordu, bu cenaze töreni için bizde İskenderun’a gittik.
İskenderun’daki cenaze töreninden dönüşte, mezarlık dönüşü, Adana gurubunu gözaltına aldılar. Çünkü mezarlığa giderken polisin tutup aracına aldığı tanımadığımız bir arkadaşı, polis aracından zorla çıkarıp, polisin elinden almıştık. İçimizde bir kız arkadaşımız vardı (Hülya –bu arkadaşımızda yaşıyor herkes tanır), onun bırakılmasını emniyetten (polis amirinden) rica ettim, kabul ettiler. Onun Adana’ya yalnız gidemeyeceği için Kardeşim CEMAL AYDIN'ın da bırakılmasını istedim, karakol, onu da kabul etti. Hülya ile Cemal serbest bırakılınca Adana'ya geldiler. (CEMAL Adana Dev- Yol gurubunda, rahleyi tedrisatımızdan geçmiş, örgütlü çevremizden, gittiği görevi sırasında ölen ilk arkadaşımızdır. Tarik 19 Şubat 1978). Bir gün sonra İskenderun’da adliyeye getirildik, mahkeme bizi serbest bıraktı. Serbest kaldığımızda üç sürprizle karşılaştım: Gazeteler Taner AKÇAM'ın hapisten kaçtığını yazıyordu. Adana'ya geldiğimde de Cemal Ankara'dan beni görmeye iki arkadaş geldiğini, onların Sanayı GEDİK gile gittiklerini –oraya götürdüğünü- söyledi.
Sanayı GEDİK gile vardığımda BAHCET'le orda karşılaştım. (Sanayi o zaman Kimya Mühendisleri Odasının başkanı, ya da yöneticisiydi bu aile o zaman bize çokça yardımlarda bulunup zahmetimize katlanmıştır) Yanında bizim hep “HOŞİMİN” diye bilip öyle andığımız, Tuzluçayır’lı bir arkadaşla, -Ankara’da herkes onu bu adla tanıyormuş,- Malatyalı Çirkin Memet de vardı.
Bu arkadaşlarımızın hepsi sağ, bir lahze hatam varsa, yazarlar. Behcet’in Adana’ya geldiği tarih bu tarihtir; yani Taner AKÇAM’ın hapisten kaçtığı tarihtir. Bunu özellikle vurguluyorum ki, bir gün gelip, Adana Dev-Yol tarihini yazacaklara kolaylık olur belki diye; bu tarihi bir gün birilerinin merak edip yazacağına da inanıyorum
Behcet, Mehmet Ali’nin Yazdığı gibi, bakir bir Adana'ya gelmedi. Onu bizler, devrimci çalışmamızın bir gereksinimini karşılaması için, -biz- çağırdık. Bizzat ben, Mehmet Ali ile konuştum. Teorik olarak yetkinliği olan, bir kişinin gelmesini biz onlardan istedik, onlar bize Behceti saldılar.
Behcet bizde kalırdı. Boyu, posu, yaşı bana yakındı, aynı pantolonları, aynı elbiseleri giyerdik. Bir gün anılarımı Behcete layık bir biçimde yazacağım. Ama şunu söyleyeyim: Behcet, bir başı, bir gövdesi, elleri, ayakları devrimci coşkuları olan genç bir insandı, dışardan bakılınca tıpkı bize –bizler gibi bir insana- benzerdi; Merihlide değildi Hiymende değildi; bizim gibi devrimci bir İnsandı. Bizim gibi bir devrimciydi. Kişileri putlaştırmaya eğilimli bu topraklarda bunu özellikle belirtmek istedim. Koşullar bizi yarattı, biz o verili koşullarda etkili olduk.
Behceti, burada saygıyla, sevgiyle, özlemle anıyorum. Biz birbirimizi severdik, sayardık; değer verirdik. Siyasal ayrılık yaşadığız süreçte de birbirimizi incitmedik. Maziye saygılıydık. Onun kişisel gelişmesinde, yetkinleşmesinde önemli katkımız olduğunu biliyorum. Diğer ölen arkadaşlarım gibi, oda bazen rüyalarıma girer, hayalları gözümün önünde canlanır, içimden onlarla hesaplaşırım, bu topraklardan kopup gidememişsem asli nedenlerinden biride budur. Toplantıdan haberdar edilsem, ya da çağrılsam gelir daha başka şeylerde anlatırdım; bu konuda biz Adanalıların mavrası boldur. Bunu bilen bilir.
Nazımın şu dizeleriyle bu yazıyı bitirelim:
“…
Büyük kişilerin sırlarına ortağım
Yinede nah şu kadar övünemem
Bütün kusurlar bende ama
Ne yapıp yapmalı erişmeli dostlara
Geride kalmayı kendime yediremem …”
Saygıyla, sevgiyle, özlemle…
A.Rıza AYDIN. Adana. 26. 05. 2008
Benim usul boylu selvi çınarım
Yüreğime bir od düştü yanarım
Kıblem sensin yönüm sana dönerim
Mihrabımdır kaşlarıyın arası
Behcetin Anma haberini okuyunca düşündüklerim
Ankara'da Behcet'le ilgili bir anma yapılacağından haberim yoktu. ÖDP İletişimden, cumartesi günü okudum, yani yapıldığını öğrendim.
Behcet'le ilgili anlatılanları, zaman zaman dinlerim, dinlemişimdir. Behcet’i bilen ya da onunla hiçbir ortamda bulunmayan, bu anlamda onu bilmeyenler onu anlatırken, Samsundan doğan güneşi anlatmanın alışkanlığı içerisinde bir anlatımları olduğunu dinler, acaba onu da böyle mi anlatmalı diye kendi kendime düşünüp dururum. Mehmet Ali Yılmaz’ın anlattıklarını okuyunca kısaca yaşadığımız süreç hakkında bildiklerimi yazmak istedim. Mehmet Ali sağ olmasa, bunları da o böyle anlatmasaydı, bunları yazma ihtiyacı hissetsem de yazmazdım; iyi ki sağ.
Behcet’i anma toplantısında, Mehmet Ali YILMAZ şöyle demiş: "Çukurova bölgesinde genel olarak sol ve hareketimiz zayıftı. Behçet'ı oraya gönderdik. Çok kısa zamanda hareketimiz bölgede etkinleşti ve kökleşti…." Bunu, bu süreci hiç bilmeyen, başka bir arkadaş söylese, hiç bişey demezdim, ama Mehmet Ali Yılmaz söyleyince acaba resmi bir tarih mi yaratılıyor diye kendi kendime düşündüm. Hâlbuki Adana’daki Devrimci çalışmamızda, gelinen aşamada, bir arkadaşın gelmesini, Mehmet Ali YILMAZDAZ'dan ben istedim. Ben sözcüğünü aslında sevmem, bizim kültürde, bizim ailede yetişen birinin böyle, ben, ben, ben demesi zordur ama böyle demek zorundayım, annem kusuruma bakmasın.
Kısaca süreç şöyle oldu.
Biz, Adana'da genel olarak gençlik içinde, özel olarak da liselerde, faşistlere karşı mücadelede yoğrulmuş, pişmiş bir guruptuk; genelde liselerdeki çalışmalarımıza bağlı olarak mahalle çalışmalarımız vardı bunların yanında, Mühendislik okulundaki faşist işkâlı kırmak içinde bir çalışma yürütüyorduk, bütün bunlara bağlıda basit bir örgütlenmemiz vardı. Lenin’in “Bir yoldaşa mektup” yazısını okuyup, kendimizce yorumlayarak, ona uygun adımlar atıyorduk.
Bizler bu mücadele içerisinde önce TSİP’e yöneldik, ilk bilincimizi oradan aldık, Mehmet Fatih'ın Adana’ya gelmesinden sonra, “Adana Yüksek Öğrenin Kültür Derneğine” kayıp oradaki mücadeleden süzülerek gelen bir guruptuk. TSİP ilk dönemler Doktorcuydu (Dr. Hikmet Kıvılcımlı çizgisindeydi) ilk bilincimizi Doktorun küçük broşürlerini okuyarak edinmiştik; bu altyapımız daha sonra çok popüler olan Sosyal Emperyalizm teorisini kabullenmemizi önledi. Liselerdeki devrimci kitleye biz hâkimdik. Önceleri “Yoldaş’cı”, sonraları “Halkın Kurtuluşçuları” dediğimiz guruptan daha güçlü idik. Lise- Der kurma çalışmalarında kendi aramızda yaptığımız mücadelede seçimi biz kazanmıştık, hatta HK lileri salondan dışarı atmıştık.
Ancak, Mehmet Fatih ve Eşi (Buket) ile yaptığımız fikir tartışmalarında yetersizliğimizi görüyorduk. Bu yüzden hızlı bir teorik eğitimden geçmemiz gerektiğini düşünüyorduk. Kendi kendimize bir eğitim çalışması uygulayıp, bazı temel kitapları okuyorduk ama bir rehberin öncülüğünde bunu çabuklaştırmayı düşünüyorduk. Bu maksatla, Parti –Cepheden kopan gurupları kendi ölçülerimizce inceledikten sonra, “Devrimci Gençlik Dergisi” çevresinde oluşan guruptan arkadaşlarla ilişki kurmaya karar verdik. Ankara'ya giden, “Ankaralı Ali” dediğimiz ( Şimdi zengin bir mütahit olan bu arkadaşımız sağdır) bir arkadaşımıza, Devrimci Gençlik dergisini bize getirmesini söyledik; oda Ankara'dan gelirken bize dergiyi getirdi1. Bize gelen Devrimci Gençlik Dergisinin orta sayfasında “Faşizim Ve Oligarşi” diye bir yazı vardı; derginin sanırım 5. ya da 6. sayısıydı. Dergi bundan sonra bize düzenli olarak geldi, bir dönem başka bir arkadaşımızın adına geldi, daha sonra bu arkadaşımız Ali Çakmaklı ile beraber “Acilciler” safına geçince, Adana’ya geldikçe bize uğrayan İbrahim Çenet’e derginin benim adıma gönderilmesini söyledim; oda Ankara'daki (...) arkadaşlara söylemiş dergi artık benim adıma gelmeye başladı. Benim adıma gelen ilk dergi, "KİESKİ Mantığı Üzerine" diye çıkan Kurtuluş Sosyalist Dergiyi (K.S.D’yi) eleştiren bir broşürdü.
Bu arada şunu özellikle vurgulamalıyım. AYÖKD’de (Adana Yüksek Öğrenim Kültür Derneği), Halkın Kurtuluşçuların düzenlediği, Atila KESKİN’in anlatıcı olarak katılacağı “Sosyal Emperyalizm” konusunun tartılaşacağı toplantıya bizde Ankara’dan Bület TANIK'ı getirmiştik. Bülent, Ali ÇAKMAKLI’nın akrabasıydı. O süreçte, Bülent’in katıldığı, bir tartışmada da kavga çıkmıştı; bu sol içi ilk kavgamızdı.
Bizim guruptaki arkadaşlar olarak biz, yöredeki, her devrimci faaliyetin içinde oluyorduk, örneğin: Ali Fuat ÇİLER, Hatay’da yayınlanan “Tek Yol Devrim” dergisini matbuada bastırmak için Adana’ya geliyordu, işlerini beraber yapıyorduk, Mehmet Fatih ÖKTÜLMÜŞ şöyle bir iş var gelin diyordu koşup gidiyorduk. Örneğin, Memet Fatih gil basıp dağıtacağı bildirilerin dağıtımında yardım istiyordu, bu devrimci yardıma koşup bildirileri bizde dağıtıyorduk. Vs. vs. vs
Bir gün, nasip olursa bu süreci çok uzun olarak yazacağım, bu yüzden kısa geçeyim.
Sonunda gurubumuzun teorik olarak yetişmesine katkıda bulunması için Ankara'daki DEV- GENÇ ( bunda kastım- Devrimci Gençlik Dergi çevresini oluşturan guruptur) çevresinden bir arkadaş istemeye karar verdik. Örneğin bu konuda benim öksüz Memet dediğim Sarız’lı Memet arkadaşımız dışardan birinin çağrılmasına ( dışarıdan birinin gelmesine) karşı idi. ( Şimdi Antalya’da öğretmenlik yapan bu arkadaşımı böyle anmak istiyorum ne olur ne olmaz) Bu arkadaşımız da, Behcet hakkında yapılan bir anmada konuşması gerekir, bunu hak etmiş bir arkadaşımızdır. Birazda benim diretmelerim sonucu, bir arkadaşın çağrılmasına karar verdirmiştik.
Uzatmayım.
Ankara'daki bir mitingi vesile ederek, Ankara'ya gitmiştik. Yanımda, İsmail de (şimdi kendi mecrasında ot gibi yaşıyor) vardı. Dönerken, On gün, onların köyde- Şereflikoçhisar’ın Sarıyahşi köyünde- kalmıştık. Tandoğan’da başlayıp kurtuluşta biten mitingde, Tandoğan'da kavga çıkmıştı, şubat ayıydı, liseler tatildi.
Mitingden sonra Mehmet Ali YILMAZ'la, Konur Sokaktaki, TMMOB lokalinde (Şimdiki Dost Kitap Evinin yeri o zamanlar TMMOB lokali idi) buluştuk. Ona Adana'yı, bizim durumumuzu anlatıp, bir yetkin arkadaş istedim; bizim teorik gelişmemize yardımcı olması için yetkin bir arkadaş göndermesini istedim, oda olur dedi. O konuşmamızda Mehmet Ali, bana demiş diki "Devrimci Gençlik taraftarı olduğunuzu Adana'ya varınca söylemeyin". “Niye” dedim, “Halkın Kurtuluşçuları kurumlarda çalışmalarınızı engellerler” dedi; Mehmet Ali, Adana'daki durumumuzu bilmiyordu, ona dedim ki “sen, beni ya anlamadın ya da bana inanamadın, biz onlardan güçlüyüz, Lise- Der seçimlerinde sorun çıkardılar yaka paça dışarı attık; onların bize güçleri yetmez” dedim. Bu konuşmadan sonra ben Adana'ya döndüm; gelirken Şereflikoçhisar’ın Sarıyahşi köyünde biraz kaldık. İki camisi olan bu köyde, Alevi bir ailenin çocuğu olduğumu söylememiştim; hayatımda bunu sakladığım tek yer bu köydür, buda korkudan değil misafir olduğumuz aileyi üzmemek içindi. Çok iyi insanlardı. Alevi olduğumu bilseler üzüleceklerdi. İsmaile bir Kızılbaş kızı alacağız dediğimde çok üzülüp oğlumuza bir insan evladı al diye tepki göstermişlerdi. İsmail’in dedesi o zamanlar 70 yaşlarında tatlı bir ihtiyardı, “Rızam ben köçek gördüm, abdal gördüm, Çingen gördüm ama hiç Kızılbaş görmedim. Kızılbaş komşularınız varmış sahiden iyi insanlar mı, gelsem bana da gösterir misin” demişti. Halbu ki köylerinin düğününü çalmaya, sünnetlerini yapamaya Kırşehir’den abdallar gelirmiş, bu abdallar Kızılbaştı ama amca onu bilmiyordu. Bizde söylemedik. Şimdi bunları anlatmaya kalkışırsam asıl konu rayından çıkar. Mehmet Ali'ye burada yazılmasına gerek olmayan daha başka bilgilerde verdim tabi. Ankara’da kaldığım süre içinde ODTÜ gidip geldim, ÖTK’ya uğradım, oraları gezdim vs. vs. vs
Adana’ya tekrar mücadelemizin içine döndük. Bu arada Mehmet Ali’nin istediği bazı işleri yaptık; Örneğin, bir iki kez ODTÜ’de okuyan Adanalı öğrencileri toplayıp, Hasan Tan Protestosu için Çağdaş Sahne’deki toplantılara gönderdik. O zamanlar Hasan TAN ODTÜ ‘ye rektör atanmıştı, ODTÜ Öğrenciler Birliğini (ÖTK) elinde bulunduran Devrimci Gençlerde Hasan Tan ODTÜ’ye rektör olamaz diye bir kampanya açmıştı; kampanya başarılı olmuştu, sahiden de Hasan Tan O.D.T.Ü’ye gelip rektörlük yapamamıştı.
O zamanlar, bir yandan işlerimizi yapıp bir yandan da Ankara’dan gelecek arkadaşı bekliyorduk.
İstanbul'da öldürülen İskenderunlu bir öğrenci arkadaşın ( Adı Salih Deniz'di sanırım) cenazesi Adana'dan İskenderun'a gidiyordu, bu cenaze töreni için bizde İskenderun’a gittik.
İskenderun’daki cenaze töreninden dönüşte, mezarlık dönüşü, Adana gurubunu gözaltına aldılar. Çünkü mezarlığa giderken polisin tutup aracına aldığı tanımadığımız bir arkadaşı, polis aracından zorla çıkarıp, polisin elinden almıştık. İçimizde bir kız arkadaşımız vardı (Hülya –bu arkadaşımızda yaşıyor herkes tanır), onun bırakılmasını emniyetten (polis amirinden) rica ettim, kabul ettiler. Onun Adana’ya yalnız gidemeyeceği için Kardeşim CEMAL AYDIN'ın da bırakılmasını istedim, karakol, onu da kabul etti. Hülya ile Cemal serbest bırakılınca Adana'ya geldiler. (CEMAL Adana Dev- Yol gurubunda, rahleyi tedrisatımızdan geçmiş, örgütlü çevremizden, gittiği görevi sırasında ölen ilk arkadaşımızdır. Tarik 19 Şubat 1978). Bir gün sonra İskenderun’da adliyeye getirildik, mahkeme bizi serbest bıraktı. Serbest kaldığımızda üç sürprizle karşılaştım: Gazeteler Taner AKÇAM'ın hapisten kaçtığını yazıyordu. Adana'ya geldiğimde de Cemal Ankara'dan beni görmeye iki arkadaş geldiğini, onların Sanayı GEDİK gile gittiklerini –oraya götürdüğünü- söyledi.
Sanayı GEDİK gile vardığımda BAHCET'le orda karşılaştım. (Sanayi o zaman Kimya Mühendisleri Odasının başkanı, ya da yöneticisiydi bu aile o zaman bize çokça yardımlarda bulunup zahmetimize katlanmıştır) Yanında bizim hep “HOŞİMİN” diye bilip öyle andığımız, Tuzluçayır’lı bir arkadaşla, -Ankara’da herkes onu bu adla tanıyormuş,- Malatyalı Çirkin Memet de vardı.
Bu arkadaşlarımızın hepsi sağ, bir lahze hatam varsa, yazarlar. Behcet’in Adana’ya geldiği tarih bu tarihtir; yani Taner AKÇAM’ın hapisten kaçtığı tarihtir. Bunu özellikle vurguluyorum ki, bir gün gelip, Adana Dev-Yol tarihini yazacaklara kolaylık olur belki diye; bu tarihi bir gün birilerinin merak edip yazacağına da inanıyorum
Behcet, Mehmet Ali’nin Yazdığı gibi, bakir bir Adana'ya gelmedi. Onu bizler, devrimci çalışmamızın bir gereksinimini karşılaması için, -biz- çağırdık. Bizzat ben, Mehmet Ali ile konuştum. Teorik olarak yetkinliği olan, bir kişinin gelmesini biz onlardan istedik, onlar bize Behceti saldılar.
Behcet bizde kalırdı. Boyu, posu, yaşı bana yakındı, aynı pantolonları, aynı elbiseleri giyerdik. Bir gün anılarımı Behcete layık bir biçimde yazacağım. Ama şunu söyleyeyim: Behcet, bir başı, bir gövdesi, elleri, ayakları devrimci coşkuları olan genç bir insandı, dışardan bakılınca tıpkı bize –bizler gibi bir insana- benzerdi; Merihlide değildi Hiymende değildi; bizim gibi devrimci bir İnsandı. Bizim gibi bir devrimciydi. Kişileri putlaştırmaya eğilimli bu topraklarda bunu özellikle belirtmek istedim. Koşullar bizi yarattı, biz o verili koşullarda etkili olduk.
Behceti, burada saygıyla, sevgiyle, özlemle anıyorum. Biz birbirimizi severdik, sayardık; değer verirdik. Siyasal ayrılık yaşadığız süreçte de birbirimizi incitmedik. Maziye saygılıydık. Onun kişisel gelişmesinde, yetkinleşmesinde önemli katkımız olduğunu biliyorum. Diğer ölen arkadaşlarım gibi, oda bazen rüyalarıma girer, hayalları gözümün önünde canlanır, içimden onlarla hesaplaşırım, bu topraklardan kopup gidememişsem asli nedenlerinden biride budur. Toplantıdan haberdar edilsem, ya da çağrılsam gelir daha başka şeylerde anlatırdım; bu konuda biz Adanalıların mavrası boldur. Bunu bilen bilir.
Nazımın şu dizeleriyle bu yazıyı bitirelim:
“…
Büyük kişilerin sırlarına ortağım
Yinede nah şu kadar övünemem
Bütün kusurlar bende ama
Ne yapıp yapmalı erişmeli dostlara
Geride kalmayı kendime yediremem …”
Saygıyla, sevgiyle, özlemle…
A.Rıza AYDIN. Adana. 26. 05. 2008
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder