15 Nisan 2009 Çarşamba
3K, Bir Slogan, 1 Mayıs Ve Sol
Mustafa Elveren – Em.Öğrt.
15 Nisan 2009
Sistem; Kürtleri “bölücü”, Kızılbaşları “potansiyel tehlike”, komünistleri de “yıkıcı”, olarak değerlendirmektedir. O nedenle, 3K (Kürt-Kızılbaş-Komünist) kimliğini savunan ve bu çizgide mücadele veren örgütlemelerin sistem tarafından daha çok baskı altına alındığını söylemek, bence abartılı olmaz. Bu tür değerlendirmeler “ÇOK GİZLİ” ibareli zarfların içinde Devletin arşivlerinde muhafaza edilmektedir. Çünki, bu konudaki raporların bazı basın-yayın organlarında yayınlandığını hatırlıyorum. (Azınlıklar ve İrtica değerlendirmeleri bu yazının konusu olmadığından, ayrıca ele almak gerekir.)
“Susma, sustukça sıra sana gelecek!” sloganını daha çok KESK’in yürüyüş ve mitinglerinde atmıştık. Her ne kadar bazı siyasi anlayışlar bu sloganın bir siyasi örgütü çağrıştırdığını söyleseler de, ben aynı kanaatte değilim. Eğer, bu tür söylemler toplumun çok geniş katmanlarında kabul görüyorlarsa, halka mal olmuş sloganlar olarak kabul etmek gerektiğini düşünüyorum.
“Susma, sustukça sıra sana gelecek!” sloganı “demokrasi ve hukuk bir gün sana da lazım olacaktır” mantığıyla eş anlamlı olduğunu düşünüyorum. O nedenle her koşulda düzene karşı muhalefet yapanlar için bu slogan gereklidir.
İnsan Hakları savunucuları başta olmak üzere, İşçiler, memurlar, sendikacılar, devrimciler, komünistler zindanlarda işkence görürken, katledilirken, dar ağacına gönderilirken, bu duruma alkış tutan “Ergenekon” sanıkları bile bu sloganı dillendirmeye başladılar. Hatta daha da ileri giderek, düne kadar Süleyman Demirel’le aynı koruda söyledikleri “Türkiye’yi bölmek isteyen AHİM”de dava açacaklarını bile açıkladılar. Umarım herkes geçmişinden dersler çıkaracaktır.
Ancak, okuduğu bir şiirden dolayı hapse konulan Başbakan Sayın R.Tayip Erdoğan geçmişini unutmuş gözükmektedir. Aynı şekilde türban meselesinden dolayı AİHM’de Türkiye aleyhine dava açan Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün eşi de geçmişte uğradığı haksızlığı görmemezlikten gelmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’nin Başbakan’ı ile Cumhurbaşkan’ı hala ders çıkarmamışlardır.
Türkiye’de baskılar o kadar yoğunlaştı ki, Gomanweb’in Konuk yazarlarından Sayın Mihraç Ural’ın kız kardeşi, 97 yaşındaki babası ve annesi Hatay’daki evlerinde “oğlunu saklıyorsun” bahanesiyle devletin güvenlik güçleri tarafından baskın düzenlenmiş ve hakaretlere maruz kalmışlardır. Yine “güvenlik güçlerine taş attılar” gerekçesiyle küçük yaştaki yüzlerce kürt çocukları zindanlara atılmıştır. “Örgüt” bahanesiyle eş zamanlı olarak DTP’nin onlarca il ve ilçe teşkilatlarına operasyonlar düzenlenmiş, onlarca insan göz altına alınmıştır. Türkiye’de gerek resmi ve gerekse bazı sivil faşistler tarafından başta DTP olmak üzere, bir çok Kürt kurum ve kuruluşlarına sürekli baskı ve operasiyonlar yapılmaktadır. ATILIM ve ESP’ye yapılan baskınları da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Yani hangi sol örgüt ya da siyasi parti Kürtlerle yakınlaşmışsa, devlet tarafından daha çok baskı gördüğünü bu güne kadarki yapılan uygulamalardan anlaşılmaktadır.
Bu gün DTP başta olmak üzere, tüm sol, sosyalist hatta sosyaldemokrat katmanların bir araya gelerek ortak bir siyasi zemin yaratmaları gerekli ve acildir. Eğer, bu sol siyasi partiler ve örgütler bunu başaramazlarsa, bundan sonra ne yapacaklar? Bu güne kadar ortak bir siyasi irade oluşturamayan demokrat, ilerici, yurtsever, devrimci, sosyalist ve Marksist solcular sırasını mı bekleyecekler?
Bu konuda “Sorun Polemik Dergisi” adına Sayın Sırrı Öztürk’ün 2009 1 Mayıs’la ilgili yaptığı değerlendirmede; “İlerici, demokrat, devrimci, yurtsever, sosyalist ve Marksist cenahımız henüz “uyumlu adımlar” atacak Kurum ve Araç’lara sahip değildir. Devrimci ve Marksist Kadroların yaşadığı “öndersizlik krizi” aşılamamıştır... Cenahımızda “benim partim, benim sendikam, benim işçi, gençlik, kadın örgütüm, benim platformum, gazetem, dergim, pankartım, vb.” türünden anlayışlar da henüz kırılamamıştır...” ( www.gomanweb.com ) Sayın Öztürk bu konuda bence doğru bir tespit yapmıştır.
Görüldüğü gibi, içine düşülen bu açmaz, susmaktan daha beterdir. Kesinlikle siyasi örgütler ve çizgiler arasında polemik yaratmak için bir amacım yoktur. Esas amacım, önümüzdeki 1 Mayıs kutlamaları bu açmaza merhem olabilir mi? Sorusuna birlikte cevap aramaktır. Hep birlikte izleyip göreceğiz. Sadece kişisel görüşlerimi yazdım. “Karınca kararınca” sorunun çözümü için katkı sunmak istedim. Umarım işe yaramıştır.
14.04.2009
Mustafa Elveren
E-POSTA: mustafaelveren@gmail.com
WEB : www.gomanweb.com
15 Nisan 2009
Sistem; Kürtleri “bölücü”, Kızılbaşları “potansiyel tehlike”, komünistleri de “yıkıcı”, olarak değerlendirmektedir. O nedenle, 3K (Kürt-Kızılbaş-Komünist) kimliğini savunan ve bu çizgide mücadele veren örgütlemelerin sistem tarafından daha çok baskı altına alındığını söylemek, bence abartılı olmaz. Bu tür değerlendirmeler “ÇOK GİZLİ” ibareli zarfların içinde Devletin arşivlerinde muhafaza edilmektedir. Çünki, bu konudaki raporların bazı basın-yayın organlarında yayınlandığını hatırlıyorum. (Azınlıklar ve İrtica değerlendirmeleri bu yazının konusu olmadığından, ayrıca ele almak gerekir.)
“Susma, sustukça sıra sana gelecek!” sloganını daha çok KESK’in yürüyüş ve mitinglerinde atmıştık. Her ne kadar bazı siyasi anlayışlar bu sloganın bir siyasi örgütü çağrıştırdığını söyleseler de, ben aynı kanaatte değilim. Eğer, bu tür söylemler toplumun çok geniş katmanlarında kabul görüyorlarsa, halka mal olmuş sloganlar olarak kabul etmek gerektiğini düşünüyorum.
“Susma, sustukça sıra sana gelecek!” sloganı “demokrasi ve hukuk bir gün sana da lazım olacaktır” mantığıyla eş anlamlı olduğunu düşünüyorum. O nedenle her koşulda düzene karşı muhalefet yapanlar için bu slogan gereklidir.
İnsan Hakları savunucuları başta olmak üzere, İşçiler, memurlar, sendikacılar, devrimciler, komünistler zindanlarda işkence görürken, katledilirken, dar ağacına gönderilirken, bu duruma alkış tutan “Ergenekon” sanıkları bile bu sloganı dillendirmeye başladılar. Hatta daha da ileri giderek, düne kadar Süleyman Demirel’le aynı koruda söyledikleri “Türkiye’yi bölmek isteyen AHİM”de dava açacaklarını bile açıkladılar. Umarım herkes geçmişinden dersler çıkaracaktır.
Ancak, okuduğu bir şiirden dolayı hapse konulan Başbakan Sayın R.Tayip Erdoğan geçmişini unutmuş gözükmektedir. Aynı şekilde türban meselesinden dolayı AİHM’de Türkiye aleyhine dava açan Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün eşi de geçmişte uğradığı haksızlığı görmemezlikten gelmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’nin Başbakan’ı ile Cumhurbaşkan’ı hala ders çıkarmamışlardır.
Türkiye’de baskılar o kadar yoğunlaştı ki, Gomanweb’in Konuk yazarlarından Sayın Mihraç Ural’ın kız kardeşi, 97 yaşındaki babası ve annesi Hatay’daki evlerinde “oğlunu saklıyorsun” bahanesiyle devletin güvenlik güçleri tarafından baskın düzenlenmiş ve hakaretlere maruz kalmışlardır. Yine “güvenlik güçlerine taş attılar” gerekçesiyle küçük yaştaki yüzlerce kürt çocukları zindanlara atılmıştır. “Örgüt” bahanesiyle eş zamanlı olarak DTP’nin onlarca il ve ilçe teşkilatlarına operasyonlar düzenlenmiş, onlarca insan göz altına alınmıştır. Türkiye’de gerek resmi ve gerekse bazı sivil faşistler tarafından başta DTP olmak üzere, bir çok Kürt kurum ve kuruluşlarına sürekli baskı ve operasiyonlar yapılmaktadır. ATILIM ve ESP’ye yapılan baskınları da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Yani hangi sol örgüt ya da siyasi parti Kürtlerle yakınlaşmışsa, devlet tarafından daha çok baskı gördüğünü bu güne kadarki yapılan uygulamalardan anlaşılmaktadır.
Bu gün DTP başta olmak üzere, tüm sol, sosyalist hatta sosyaldemokrat katmanların bir araya gelerek ortak bir siyasi zemin yaratmaları gerekli ve acildir. Eğer, bu sol siyasi partiler ve örgütler bunu başaramazlarsa, bundan sonra ne yapacaklar? Bu güne kadar ortak bir siyasi irade oluşturamayan demokrat, ilerici, yurtsever, devrimci, sosyalist ve Marksist solcular sırasını mı bekleyecekler?
Bu konuda “Sorun Polemik Dergisi” adına Sayın Sırrı Öztürk’ün 2009 1 Mayıs’la ilgili yaptığı değerlendirmede; “İlerici, demokrat, devrimci, yurtsever, sosyalist ve Marksist cenahımız henüz “uyumlu adımlar” atacak Kurum ve Araç’lara sahip değildir. Devrimci ve Marksist Kadroların yaşadığı “öndersizlik krizi” aşılamamıştır... Cenahımızda “benim partim, benim sendikam, benim işçi, gençlik, kadın örgütüm, benim platformum, gazetem, dergim, pankartım, vb.” türünden anlayışlar da henüz kırılamamıştır...” ( www.gomanweb.com ) Sayın Öztürk bu konuda bence doğru bir tespit yapmıştır.
Görüldüğü gibi, içine düşülen bu açmaz, susmaktan daha beterdir. Kesinlikle siyasi örgütler ve çizgiler arasında polemik yaratmak için bir amacım yoktur. Esas amacım, önümüzdeki 1 Mayıs kutlamaları bu açmaza merhem olabilir mi? Sorusuna birlikte cevap aramaktır. Hep birlikte izleyip göreceğiz. Sadece kişisel görüşlerimi yazdım. “Karınca kararınca” sorunun çözümü için katkı sunmak istedim. Umarım işe yaramıştır.
14.04.2009
Mustafa Elveren
E-POSTA: mustafaelveren@gmail.com
WEB : www.gomanweb.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder