15 Aralık 2011 Perşembe
TARİHSİZ ÜLKELER
Mihrac Ural – 14 Aralık 2011 Çarşamba.
Bu makalemde, Hegel’in, Avrupa’nın devrimler çağında oynadıkları rollerle yıkıcı bir gericilik kaynağı olan “Tarihsiz uluslar” tanımlamasına dayanarak, Arapların tarihsiz ülkelerinin oynadığı kirli rollere ışık tutmaya çalışacağım. Bu ülkelerin Arap tarihini nasıl talihsiz hale getirdiklerini anlatacağım. Arap baharını nasıl da emperyalist çıkarların posasına çevirdiklerini anlatmaya çalışacağım; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi tarihsiz ülkelerin, keçi-kılı çadırlar altından çıkarılıp, ailece üzerine oturtuldukları petrol ve gaz servetleriyle, Arap tarihinde oynadıkları gerici rolü anlatacağım. Bu tarihsiz ve bir o kadar talihsiz ülkelerin, yüz milyonlarca insan potansiyeliyle Arap ulusu üzerinde nasıl tepindiklerini, nasıl da Arap baharını son bahara çevirerek, emperyalist çıkarlar için posa haline getirerek katlettiklerini aktaracağım. Suriye’de süren kanlı süreçlerdeki sorumluluklarına ışık tutacağım.
Araplar, sahralarına (Çöllerine) Boş çeyrek derler. İnsansız alanlar (Ribi3 el Khali). Bu gerçek anlamda insansız alan olduğu kadar, akılsız alan, medeniyetsiz alan anlamına da kullanılabilir. İşte bu alanların göçebe aşiretleri, boş çeyreğin boş insanları, Arap halkının uygarlık kuran, Verimli Hilal (Hilal el Hasibi) denilen, insanlığa ilk uygarlık ışığını saçan ülkeler ve halklar üzerine nasıl da zorla bindirildiklerini, 7 bin yıllık tarihiyle bir uygarlık merkezi olan Bilad el Şam ülkeleri ve diğerleri üzerine mali gücün pervasızlığıyla yıkım yarattıklarını, eli kanlı silahlı şebekeleri besleyip ülkeleri kanlı süreçlere soktuklarını anlatacağım. Bunu yaparken de, ne kendi tarihsel algıları ve kültürlerinde ne de yaşadıkları şu anın, kendi ülkeleri ve devletlerinde esamisi bile olmayan “insan hakları, sivil toplum, çoğulcu demokrasi” pehlivanları olarak ortaya çıkış sahtekarlıklarını anlatacağım.
Ayrıca, bu tarihsiz ülkelerin Avrupa’nın yükselen devrimler çağında (1848 ve sonrası) oynadıkları gerici, karşı-devrimci role ve muhkem olan sonlarına, tarihten örnekler vererek makalemin ana konusunu dile getireceğim.
TARİHSİZ ULUSLAR
Hegel “bir devlet kurmayı başaramayan, ya da kurdukları devlet çoktan yıkılan ulusların «tarih¬siz», yok olmaya mahkûm uluslar olduğunu” belirtir. Engels, Hegel’in bu belirlemesine dayanarak 1855'de yazdığı bir yazıda orta Avrupa'da demokratik devrimin 1848-49'da uğradı¬ğı başarısızlığı yığın¬lar halinde Avusturya ve Rus ordularına yazılan, Macaristan, Polonya, Avusturya ve İtalya'daki liberal devrimi ezmek için gerici güçlerce kullanılan Güney Slav uluslarının (Çek¬ler, Slovaklar, Hırvatlar, Sırplar, Romenler, Slovenler, Dalmaçyalılar, Moravyalılar, Ruthenyalılar v.b.) oynadıkları kar¬şı devrimci role bağlar. «Pan-Slavizm tarihin bin yılda yarattığı şeyi silip süpürmeye çalışan, Türkiye'yi, Macaristan'ı ve Almanya'nın yarısını haritadan silmeden amacına ulaşamayacak bir harekettir...» diyerek de görüşünü açıklar.
Bu açıklamanın ne kadar materyalist ilkelere bağlı olup olmadığını tartışmayacağım. Engelsin önemli bir hata yaptığını söylemek bile güç değil. Ancak, tarihsiz ulusların, tarihte hiçte sağlıklı bir rol oynamadıklarını, güçsüzlükleri nedeniyle her zaman, bir gücün yörüngesinde, onun kuklası olarak genellikle de tarihe karşı bir rol oynadıkları gözlemlenmiştir. Avrupalın yükselen devrimler çağında, uzun yılların savaşlarında bir saftan bir safa geçen, kim daha çok öderse ya da çatışma halindeki iki gücün gergin dengeleri arasında öne çıkarak ayak bağı roller icra ettikleri bilinmektedir. Avrupa’nın “tarihsiz ulusları” Engelsin öngördüğü gibi bir sona gelip gelmemeleri tek uluslu devletler çağıyla bunu atlatıp atlatamadıkları bir yana, II. Dünya savaşı öncesi ve sonrasındaki konumlarıyla da aynı çıkmaz içinde olan bu ülkeler, bu makalenin konusuna örnek teşkil ederler.
Katar, Körfez Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın, Arap alemi içinde, bölgemizin her bir köşesinde oynadıkları kirli oyunun özeti, Avrupa’nın yükselen devrimler çağındaki tarihsiz uluslar gibidir. Daha da ötesi, üzerine oturdukları servetleri aile, aşiret çıkarları doğrultusunda korumak için giriştikleri akıl almaz emperyalist-siyonist kula rolleri de bu tarihsizliklerinde anlam buluyor.
ARAP BAHARI
Arap halkının 21. Yy ortaya koyduğu halk ayaklanmalarının derin tarihi kökleri ve haklılığı tartışmasızdır. Baskıcı, ilkel yönetim ve rejimlere karşı bir değişim istemini dile getirdi. Arap halkı devlete boyun eğmeyen bir geleneğe sahiptir. Arapların tarihinde, haksızlığa karşı belli bir birikimden sonra ciddi patlamaların olduğu sık rastlanan bir durumdur. Bu, İslam’ın ilk evrelerinde olduğu gibi sonraki evrelerinde ve istilacı güçlerin, Selçukludan, Osmanlıyla I. Dünya savaşı ardından İngiliz ve Fransızlara karşı bitip tükenmeyen halk ayaklanmaları ve savaşlarla geçmiştir. Filistin halkı yüz yıldır mücadelesini özverilerle sürdürmektedir direnme tarihine “intifada”yı (silkiniş, silkinmek) tanım ve fiilini kazandırmıştır. Son yarım asırda her bir Arap ülkesinde ortaya çıkan halk ayaklanmaları ise bu süreçte Arapların hangi olgunluk düzeyinde siyasallaştıklarını ve baskının her türüne devletin her ceberut cinsine karşı korkusuzca, ayağa kalktıklarını göstermiştir. Bu geleneğin derin tarihsel anlamını kavramak için Türkiye’de halkımızın, baskıcı devlet karşısındaki yaman sessizliğine bakarak karşılaştırma yapmak, birçok açıdan verimli bir fikir zenginliği oluşturacaktır.
Araplar, bu halk ayaklanmalarına sevra derler yani devrim derler. Sevra, Arapçadan Türkçeye devrim olarak çevrilmesine rağmen, Türkçe siyasal jargonda devrim, Arapçanın Sevra’sından farklı bir mahiyetle algıların. Türkçede devrim, siyasal iktidarın ele geçirilmesini de içeren büyük dönüşümdür; üretim tarzının değişimi gibi, alt ve üst yapıdaki köklü nitel değişim. Ancak Arapçada Sevra (Devrim), siyasal iktidar ele geçirilmese de halkın uzun süreli (en azından ayları–yılları kapsayan), sert, çatışmalı (silahlı, silahsız) bir halk isyanını tanımlar. Bu isyanın ardından iktidar ele geçirilse de geçirilmese de sevra, devrimdir. Dolaysıyla, Arap baharını Türkçede Arap devrimi olarak anarken bu çerçeve içinde andığımı belirtmek isterim.
Kavramların anlaşılır bir açıklamasını yaptıktan sonra, tekrarla Araplar, 21. Yy tüm insanlığa, zalime, zulme ve baskıcı devlet aygıtlarına karşı direnme, devrime kalkışma, halk isyanı ve başkaldırıya yönelme de öncü bir mesaj vermiş olduğunu belirteceğim. Bu bir halk olayıdır. Ne emperyalizmin bir oyunu ne de bir senaryonun ikamesidir. Bunu gerçek anlamda bir halk atılımıdır. Üstelik beklenmeyen bu halk atağının ilk günlerinde, emperyalistler-siyonist güçler ve Arap gericiliği, ciddi bir panik geçirmişlerdi. Arap baharı bundan sonra emperyalist,Siyonist ve Arp gericiliğinin müdahalesine maruz kaldı, yükselen halk dalgaları üzerine bundan sonra binildi. Bahar bundan sonra son bahara kışa dönüşüp önü kesildi ve karşı devrim atağıyla tersine çevrildi; gerici güçler bu geç kalmanın faturasını ise Tunus’ta Bin Ali, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Yemen’de Ali Abdullah Salih gibi sadık diktatörlerini harcamak zorunda kaldı; Libya’da ise sürece erken müdahale edildi. Bu makalemin konusu olan tarihsiz Arap ülkeleri Katar, Körfez Emirlikleriyle birlikte, Fransa, Amerika ve NATO güçlerinin karanlık ve bir o kadar kirli amaçlarının bileşkesi Libya’da halkın haklı talepleri, ilk adımından itibaren karşı devrimci bir sürece olarak yönlendirildi. Bu girişim Suriye’de, halkın haklı taleplerle başlattığı gösteriler üzerine, önceden karara bağlanmış olmasına rağmen yürürlüğe konmamış demokratik reformların hayata geçirilmesinin ilanıyla birlikte, dış müdahale sürecin üzerine binerek bir karşı-devrim hareketine dönüştürülmüştür.
Arap baharı artık bir son bahar, bir kış olmuştur. Arap baharı, yön kırılmasıyla birlikte. karşı-devrimin dış güçler eliyle ülkelerin, halkların yaratıcı anarşi içinde kıvranışını tanımlar hale gelmiştir. Komplo işte bunun üzerine binmiştir; komplo yoktan var edilemez, gerçekçi taleplerin, gerçekçi halk hareketlerinin belli bir olgunluğa gelmesinin ardından tezgahlanabilirdi. Nitekim olan da buydu. Gerçek bir bahar olan başlangıç, gerçek bir sonbahara, kışa böylece dönüştürülmüş oldu.
Arap baharı süreci kıran, tarihin ilerlemesine karşı bir duruşa dönüştüren, direnme çizgisindeki ülkeleri de yıkmak üzere evrensel komplonun organizesinde yer alan Arap ülkelerinin rolü oldukça öne çıkmıştır. Bu ülkelerin tarihsiz ülkeler olması ise oldukça anlamlıdır.
KADER
Arapların tarihsiz ülkeleri, Avrupa’nın tarihsiz ulusları gibidir. Bu kural doğanın bir kuralıdır. Tarihsizler hep talihsizdir arada kalırlar, yama olurlar, iki ana gücün çatışmasında fırsat bulurlarsa öne çıkarlar kirlilik saçarlar, kraldan çok kralcı olurlar, daha çok kukla ve maşa rolü oynarlar.
Arapların tarihsiz ülkelerine bir göz atın, ne bir uygarlık üzerine ne tarihi bir devlet teşkilatı üzerine kuruldular. Çöldürler, sahradırlar. Petrol keşfedilince, İngiliz sömürgeleri olarak bedevi çadırları altındaki aşiretlere devlet diye bir şey kurdurup, ülke haline getirildiler. Bayrakları bile o çöllerin hakimi İngiliz alaylarının flamasıdır. Yani uğruna bedel ödenen bir simgeleri bile yok. Bu açıdan bağlı oldukları hiçbir ortak ulusal ya da vatansal payda sahibi değiller. Arap olmaları, sadece Arapça diliyle ilgili bir tanımlamadır. Onun ne ruhu, ne gelenek ve görenekleri, ne kültürü ne de merkezi pazarı ve coğrafyasının tarihiyle ilgili bir algıları yok. Sorumluluğun olmadığı, bir topluluğu ait olma bilincinin bulunmadığı bu toplulukların, aşiret yapılanması içinde ilgili oldukları tek değir kan bağıdır; 21. Yy da ise bu bağlarında hiçbir anlamı kalmamıştır mal ve servet hevesi, Katar’da ve diğerlerinde olduğu gibi oğlun babaya darbe yaparak iktidarı yani mal ve servete el koymaya kadar götürür (1995).
Arap ülkeleri coğrafi tarih olarak iki temel bölüme ayrılırlar. Birincisi; Boş çeyrek denilen alanlarda, çölün, sahranın uygarlıkla uzak yakın bir bağı olmayan alanlarında, petrolle birlikte, emperyalistlerin cetvelle çizdiği sınırlardan oluşmuş ülkelerin oluşturduğu topluluk. Bunlar, bu gün itibariyle Körfez Ülkeleri Dayanışma Meclisi etrafında kendilerini ifade ediyorlar; bu ülkeler, koltuklarını ve aile çakarlarını korumak üzere, bu günü ve geleceklerini kayıtsız şartsız olarak emperyalist – Siyonist projelere bağlamış durumdalar. Bu ülkeler, devlet olarak belirdikleri 20yy ortalarından itibaren, bölgenin istisnasız tüm olaylarında bu duruşu sergilemiş aksı davranan liderlerini resmen katlederek tasfiye etmiştir (Kral Faysal, Arap İsrail savaşı nedeniyle batıya karşı giriştiği petrol ambargosunun bedelini canıyla ödemiştir, 25 Mart 1975)
Emperyalistlerin her tarihi kesitte temel çıkarlarını korumak kaydıyla yaptıkları taktik değişikliklerinin tüm süreçlerinde bir kukla olan bu ülkeler, tarihsizliklerinin verdiği güçsüzlükle kendi halklarına karşı acımasız kanlı süreçlerinde mali destekçisi rolü içinde olmuşlardır. Filistin davasında İsrail’i bölgede koruyan yegane güç bunlardır. Tarihsiz olmak kimliksiz olmak demektir. Olayın özü de budur.
Bu ülkeler ve hakimleri, tarihsizliğin yarattığı kimliksizlikle, bu kirli rolleri bir kader gibi oynamaya mahkumdurlar. Ayakta kalmalarının başka bir şansı yoktur. Bu gün bu çirkin müdahaleci girişimlerini yapabiliyorlarsa, emperyalistler adına bir görevli olmalarındandır. Bu görevleri bitince kendileri ve ülkelerinin rolü de sona ermeye mahkumdur. Üstelik sonları çok sefilce olacağı açıktır:
KATAR
Bu ülkeler arasında dikkat çekecek ölçüde öne çıkarılan Katara da bir tarihsiz ülkedir. Katar uzunluğu 160 km, ortalama genişliği 75 km olan yaklaşık 1000 km² yüzölçümlü, Arap körfezine uzanmış bir yarım ada. Nisan 2010 sayımlarına göre nüfusu 1 699 435 (bu rakam yerli yabancı herkesi kapsamaktadır) 18 Aralık 1878 tarihi itibariyle El Sani adlı Urban (göçebe Arap) bir ailenin denetimi altına girer. Çöldür, deve besiciliği dışında kayda değir bir şeyi yoktur. 3 Eylül 1971 tarihi itibariyle de İngilizlerin özgün anlaşmaları ve verdiği icazetle devlet olur. Katar devletinin bayrağı da uzun süre bu topraklarda kalan İngiliz askeri birliğinin flaması ülke bayrağı olarak kabul edilir. Herkesin rahatlıkla google’den ulaşacağı bu bilgiler, bu gün bölgemizde ve dünyayı etkileyen en önemli siyasi olaylarda aklın almayacağı oyun ve düzenbazlıkları yapan Katır’ı yakından algılamak için verdim.
Katar, Osmanlının denetiminde keçi-kılı çadırlarda, çölde biten kuru çalılara develerine yedirerek yaşan, ne tarih ne kültür ne uygarlık ne de medenileşmeyle ilgili uzak yakın bir birikimi olmayan ülke. 1971’de devlet oluyor yakın zamanda petrol ve gazın bulunuşuyla, çadırlardan sıçrayarak, insan aklının almayacağı görsel tüketim maceralarına, dünyanın en büyük stadı, en yüksek binası, en büyük akvaryumu, en uzun köprüsü, en geniş spor komplesi, en geniş konferans kompleksi diye uzanan en enli girişimler, bu ülke insanlarının tarihsel algılarıyla, kültürel birikim ve medenileşmesiyle ilgili hiçbir veriye dayanmadan yapılmaktadır. Yanı orijinal hiçbir alt yapısı olmadan petrol dolarların tüketilmesiyle oluşturulmaktadır. Ne doğasıyla, ne tarihiyle ne kültürel birikimiyle orijinal değildir. Her şeyleri, yama gibi getirilip oturtulmaya çalışılmaktadır.
Petrol ve gaz servetlerinin yarattığı pervasızlık, hesapsızlık onları koruyan emperyalist güçlerin Arap alemindeki çomağı olmaları içinde bir zemindir. Nitekim, Arap baharında öne çıkan Katar’ın oynadığı rol, bu doku üzerinde yükseltilmiştir.
Katar, mali kaynaklarıyla medya alanına da girdi. 1995’de dünyada yetişmiş en iyi gazeteciler, sunucular, muhabirler dil uzmanları, dekoristler, danışmanlarla EL JEEZİRE TV kuruldu. Amerika’nın ünlü CNN TVsini de geride bırakan bir atılımla, birkaç dilde, onlarca kanalla çocuk, gençlik, belgesel, müzik, spor gibi etkinliklerle yayınlarını sürdürdü. Dünyanın en önemli spor yarışmalarının yayın hakkını bol paralar dökerek satın aldı. En pahalı yorumcular, spikerlerin önüne kırmızı halılar serdi. Rüşvetle olduğu açığa çıkarak mahkemelik olan, FİFA’nın 2022 Dünya kupası organizasyonunu kazandı.
Mali kaynakları sonsuzdu, medya karı değil, petrolden gazdan kazanıp medya alanında harcama üzerine kurulu rekabete girmeden, her türden yalan, abartma, senaryo, planlı amaçlı karanlık yönelimlerin tezgahlanabileceği, izleyici kaygısı olmayan yayıncılık sürdürüldü. Planlanmış siyasi amaçlar için, CİA ajanı olduğu açığa çıkıp istifa eden Genel Müdür Waddah Hanfar eliyle yönlendirilen kamuoyu oluşturma, yalan bilgilerle, uydurma ve abartmalarla ülkelerin iç işlerine karışarak kanlı süreçlerin organize edildiği bir kurum haline geldi, Bu yolda da büyük başarılar elde edildi. Dünyanın en etkin siyasal savaş silah tekeli böylece oluştu. Katar, bu sürecin öncüsü olarak bölgede kirli rollerini boyunu çok aşan, gücünün çok üstende olan, tarihi kültürüyle asla altından kalkamayacağı süreçlerin eli kanlı vampiri haline geldi. Arapların 10 bin yıllık ülkeleri bile bu gücün etkisi altında kanlı süreçlere düştü. Katar Arapların en tehlikeli ama cüce ülkesi olarak, ülkeden ülkeye karışarak zıplamaya devam ediyor.
Bu sürecin diğer boyutunda ise Amerika’nın Orta Kuvvetlerine av sahipliği yapmanın verdiği hoyratlıkla da bulunuyor. Bölgenin tüm ülkelerinde nüfus alanları genişletme çabası bu hoyratlığın bir ürünü. Kim bilir, Katar kendini bir Belçika, bir Danimarka bir Hollanda gibi küçük ama emperyalist düzeye olaşıp, dünyada sömürgeleri olan ülkelerden biri sanıyordur; kendini aldatmaktan başka bir anlamı olmayan bu algının, ne tarihi ne talihi vardı. İsrail, Amerika ve ortakları bu ufak ülkelerin mallarını ve servetlerini ele geçirmek, işletmek ve kendilerini esir etmek için pohpohlayıp dururlar. Bu yolla silah tekellerinin satış rakamları da yükseldikçe yükselir.
SONUÇ:
İşte bu ülkeler, Hegel’in “Talihsiz uluslar” dediği, Engels’in de karşı-devrimin tetikçileri olarak tarihe karşı “tarihten silinmesi” gereken uluslar olarak gördüğü ülkeler gibidir. Arapların tarihsiz ve talihsiz ülkeleri kirli işlerin tetikçileri olarak, tarihe halklara ve insanlığa karşı rollerini oynamaya devam ediyorlar. Mali ve servet güçleriyle, Siyonist emperyalist onaylarla, bölgenin tüm ülkelerini özellikle Türkiye’nin Erdoğan iktidarını da satın alarak, halkların iradesine karşı maceralara sürüyorlar.
Makalem çok uzadı farkındayım. Esasında daha da uzun olacaktı, çok kıstım. İlgili okurun bildiği bir örnekle yazımı noktalayacağım.
Lübnan’da bir Dürzi lider vardı adı Kemal Canbolat. İlerici Sosyalist Parti (İSP) lideri olan Kemal Canbolat, Lübnan’ın tarihsel dış güçler dengesi üzerine yaptığı cambazca oyunlar, kah Mısır yanlısı, kah Sovyet yanlısı, kah Küba talimatı kah Suriye için, çoğu kez Yaser Arafat etkisiyle Filistin güdümünde, ardından Suudi etkisi altında inişli çıkışlı, ikiyüzlü siyasal konumlanışlar içinde oldu. Dürzülerin sıkı birliğine ve onlar üzerinde atalarından gelen feodal etkilerine güvenerek ilerici sosyalistlik adına horon tepiyordu.
Sonuçta, bölgede çekişen büyük güçler kendi aralarında bir biçimde anlaştı. Bu anlaşma, Kemal Canbolat gibi tüm ara unsurları açıktı bıraktı. Artık bu unsurların varlığı bile ciddi bir risk olmuştu. Büyük güçleri bir kez daha provoke edebilir, çatışmaya götürebilirdi. Bu durdum da anlaşan büyük güçler ilişkilerini korumak için bu ara unsurları gözden çıkarmak zorunda kaldı. Kemal Canbolat böylece denklem dışı kaldı. Varlığı4 bir tehlike haline gelince de tasfiye edildi (16 Mart 1977). Oğul Velid Canbolat da aynı yolu izlemeye devam ediyor.
Tarihsiz uslar gibi, tarihsiz ülkeler ve tarihsiz şahıslar, er ya da geç hak ettikleri yere gönderilecektir. Bölgemizde bu durum, Suriye olaylarının aşılmasıyla, sonuçlanacaktır. Tarihsiz ülke Katar ve benzerleri ve onların maceraları peşinde sürüklenenler tarihle yüzleşmekten kaçamayacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder