19 Aralık 2011 Pazartesi
KUZEY KOREYİ TAZİYE
BAŞIN SAĞOLSUN ONURLU ÜLKE KUZEY KORE
Mihrac Ural -19 Aralık 2011
Kuzey Kore lideri Kim Jong İl’in ölüm haberini sabaha karşı aldım (19 Aralık 2011 saat:03;30). Cumartesi 17 Aralık 2011 tarihinde bir kalp krizi sonucu öldüğü açıklandı. Bu ülke benim olduğu kadar emperyalizme karşı direniş algısı olan tüm ülke ve insanların yürek dostudur. Bu vefat dolaysıyla Kuzey Kore halkına ve yetkililerine, bu ülkede tanıdığım yoldaşlara ve dünden bu güne gelen sosyalist bilinçli tüm vefakar militanlara taziyelerimi iletirim. Kuzey Kore’ye resmi davetli olarak 1987 yılında gitmiş, gerçekliğini içselleştirmiş olarak bu gün ben de her Kuzey Koreli gibi hüzünlüyüm.
Kuzey Kore bizim kuşak için Sosyalizmin saf ve asil ülkesi olmuştur her zaman. Liderleri Kim İl sungu sosyalizmin teori ve pratik liderlerinden biri sayılmıştır. Bu bir algıydı. Belki kaynağı bu güne kadar dengelerini koruyarak sürmesindendir. İç karışıklıkları, çelişki ve gerginliklerinin dışarıya çok yansımamasıyla ilgili bir durumdur. Bütün bunlara rağmen Kuzey Kore dünyada emperyalizme karşı en kararlı direnişi ortayla koyan bir ülke olagelmiştir. Bu bile, ona verdiğimiz değerin bu gün için de geçerli olması için yeterlidir.
Kuzey Kore, kapalı bir kutu gibidir. Toplumculuğun toluca hareket olarak yaşama geçirildiği bir ülkedir de. Kore savaşı olarak hatırladığım savaşta dünyanın tüm emperyalist ülkelerine karşı anavatan savunmasını nasıl da başarıyla özveriyle yürüttüğü hala akıllardadır. Sovyet ve Çin desteği elbette önemliydi ama bu halkın kararlılığı da direnmenin ana gücü ve iradesi olduğunu göstermiştir. 1980’li yıllar Soğuk savaş döneminin en gergin yıllarıydı. Sosyalizm adına yeryüzünde her kim bir varlıksa birbiriyle bir biçimde dayanışma içinde olması gereken yıllardı. Örgütümüz kongresini yeni yapmıştı (24 Kasım 1986). Örgütsel yükseliş dönemindeydik ve kapsamlı çalışmalarımızın hızla yaygınlaştığı bir kesitteydik. Bu dönemde yaygın ilişkilerimiz arasında sosyalist ülkelerle de ilişkilerimiz önemli mesafeler kat ediyordu. Kuzey Kore, farklı alanlarda sosyalist ülkelerle kurduğumuz ilişkilerin önemli bir halkasıydı. Teknik ve teorik eğitim için birçok yoldaşımızı da konuk ediyordu. Bu yoldaşça ilişki kapsamında Örgüt Merkez Komitesine yöneltilen resmi bir davetle, başlarında benim de olduğum Merkez komite üyeleriyle birlikte 15 günlük bir ziyarette bulunduk, Benimle birlikte, Kemal Bayram, Ali Sönmez ve Zafer Gündoğdu yoldaşlar yer almıştı. (1987)
Bu ziyarette, önemli geziler yaptık. Kuzey Kore’nin yüksek kitaplarda okuduğumuz ve halk için yararlı olacak bir tür “proletarya diktatörlüğü” varsa o da Kuzey Kore’deki rejimdi. Evet ne farklı partiler ne fraksiyonların bitip tükenmez çekişmeleri ve Bizans oyunları yoktu. Ama halkı için didinen, emperyalist tehlikeye karşı bütün olmuş bir toplum vardı. Olanakları kıttı. Savunma durumunda askeri çabalara yoğunluk veriliyordu ama onurlu bir ülkeydi. Sağlık, sanat, beslenme yeterliliği, eğitim gibi toplumsal yaşamın önemli tüm unsurları müthiş bir zenginlik içindeydi. Sıradan taksi şoförlerinin bile yaygınca kitap okuduğu bir ülke. Resim sanatı, heykelcilik, toplu kitle gösterilerinde akıl almaz uyum vardı (elektronik levhalardan bile daha dakik ve uyumlu kitle gösterileri). Sadece bu mu, dünyanın en yüksek teknolojisiyle nükleer enerji, uzay araştırmaları ve hala kimsenin aşamadığı uzun menzilli füze imalatının da merkezi olan bir ülke. Buna eklenecek binlerce unsur daha bu küçük ülkenin gücünü anlatır.
Gezimizin önemli bir bölümü ise üniversite Profesörleriyle yaptığımız siyası sohbetlerdi. Kuzey Kore, Marksizm’e katkı olarak gördüğü iki tez üzerinde duruyordu ve bunları bizimle tartıştılar. Birincisi; “Marksizm’de insan olgusu yeterince ele alınmamıştır bu nedenle bu konu üzerinde daha etkin olarak durmak gerek” diyorlardı. İkincisi; “iktidarda halkın ve proletaryanın egemenliğinin devamlılığı için liderliğin önceden hazırlanması gereklidir” Bu iki teze ÇU ÇE teorisi adını vermişlerdi. Sohbetlerimiz geceler sürdü. Olumlu görüş alışverişleri yaptık.
Gezimizin en heyecanlı yanı, Kim il Sungu doğduğu evi ziyaretimizdi. Yukarıdaki fotoğrafta, altta soldaki kare bayan mihmandar açıklama yaparken alınmıştır. Fakir bir aileden gelen Kim il Sung’u evi ve hayatı boyunca uğradığı her yer her adım dokunduğu her şey korunmuş ve özenle sergilenmiştir. Bunları izlerken, liderliğine bu kadar katı bağlılığın, esasında bu ülkelerin tarihsel kültürüyle de uyumlu olduğunu söylemek gerek. Bu bağlılığın bir bütün olarak toplu diri tutma, ileriye götürme imkanı yaratılmış olması, işin olumlu boyutunu temsil ediyordu. Batının istemediği de tas tamam buydu; ne özgürlük ne demokrasi toplumun birbiriyle gergin ilişkisiyle zayıflaması ve kendilerini gelip servetlere rahat bir biçimde el koymasıydı. Kuzey Kore bu açıdan haklı olarak, emperyalizmin belini kıran, ruhuna azap veren bütünsel davranışın ülkesiydi.
Kim il Sung ülkesinde Büyük komutan olarak anılır. Oğlu Kim Jong İl ise Aziz lider olarak anılır. Bu iki tanımlama arasında üst ve alt önderlik belirlemesine dikkat edilir. Kim il Sungu’un fotoğrafları renkli olarak asılır, Kim jong İl’in resimleri ise siyah beyaz olmasına dikkat edilirdi. Her şeyde böylesine ayrıntılı olun bu insanlar, Kim il Sung’un 70. Doğum yıldönümü dolaysıyla yaptıkları dev zafer takı 70 yılın her günü için bir dev granit taşı ihtiva etmesiyle de daha anlaşılır sanırım (Fotoğrafta alta sağdaki kare), Bu dikkatli yaklaşımlar, Kore savaşı sırasında (25 Haziran 1950) yer altında yaptıkları, savaşı ve ülkeyi yöneten halk meclisini gezdiğimizde de hayretlerimizin doruk yapmasına yol açtı; o küçük sandalyeler, masalar, maden ocağı gibi oyulmuş yer altı tünelleri akıl almaz bir emek ürünü olarak tarihe mesaj gibidir. Kore savaşı kirli bir emperyalist savaştı. Kore’yi bölmek için dayatılmış bir savaştı. Emperyalistlerin kanlı ve bir o kadar ahlaksız savaşlarının kuklası olmak için can atan Menderes hükümeti, NATO’ya girmek adına Kore savaşında ülkemiz gençliğini katletmiştir. Bu savaşın en meşhur söylemi de böyle doğmuştu; “Türklerin en ucuz malı askeridir”. Korelilerin yaptığı savaş panoraması diye dev tablolar ve gerçek materyallerle sergilenmiş savaş dönemi, Türk askerlerinin tütün tabakalarını da miğfer ve silahlarını da içeriyordu. Zafer kazanmış bir halk kukla askerlerin çirkin bakayalarını ayakaltına sunuyordu. 3 milyon insanın canına mal olan bu savaşı emperyalistler, kuklaları Güney Kore devletinin saldırısıyla başlatmışlardı.
1942 doğumlu Aziz lider Kim Jong İl, babasının ölümü üzerine yönetimin başına gelmişti (1994). En verimli çağında hayata veda etti. Umudumuz o ki, bu ülke kendi üretimleri olan ÇU ÇE teorisine uygun olarak, bütünlüğünü, liderliği etrafında dik duruşunu, emperyalizme karşı direnişini kararlıca sürdürür. Babadan oğla geçiyor gibi görünse de bu ülkelerin kendi tarih algıları, kültür ve siyasal yönelimlerinin özgünlüğü içinde kavranabilir liderlik devriyle, dedesine de tıpa tıp benzeyen oğul Kim Jong Un’un gelmesi bu ülkenin bu aşamadan da başarıyla geçeceğini gösteren önemli bir işarettir.
Bu küçük ülke hepimiz için, insanlık ve halkların çıkarı için bir onursal direniş sürdürmektedir. Bu ülkelerin yaşaması dünyanın demokratik dengesi içinde çok gereklidir.
Mihrac Ural -19 Aralık 2011
Kuzey Kore lideri Kim Jong İl’in ölüm haberini sabaha karşı aldım (19 Aralık 2011 saat:03;30). Cumartesi 17 Aralık 2011 tarihinde bir kalp krizi sonucu öldüğü açıklandı. Bu ülke benim olduğu kadar emperyalizme karşı direniş algısı olan tüm ülke ve insanların yürek dostudur. Bu vefat dolaysıyla Kuzey Kore halkına ve yetkililerine, bu ülkede tanıdığım yoldaşlara ve dünden bu güne gelen sosyalist bilinçli tüm vefakar militanlara taziyelerimi iletirim. Kuzey Kore’ye resmi davetli olarak 1987 yılında gitmiş, gerçekliğini içselleştirmiş olarak bu gün ben de her Kuzey Koreli gibi hüzünlüyüm.
Kuzey Kore bizim kuşak için Sosyalizmin saf ve asil ülkesi olmuştur her zaman. Liderleri Kim İl sungu sosyalizmin teori ve pratik liderlerinden biri sayılmıştır. Bu bir algıydı. Belki kaynağı bu güne kadar dengelerini koruyarak sürmesindendir. İç karışıklıkları, çelişki ve gerginliklerinin dışarıya çok yansımamasıyla ilgili bir durumdur. Bütün bunlara rağmen Kuzey Kore dünyada emperyalizme karşı en kararlı direnişi ortayla koyan bir ülke olagelmiştir. Bu bile, ona verdiğimiz değerin bu gün için de geçerli olması için yeterlidir.
Kuzey Kore, kapalı bir kutu gibidir. Toplumculuğun toluca hareket olarak yaşama geçirildiği bir ülkedir de. Kore savaşı olarak hatırladığım savaşta dünyanın tüm emperyalist ülkelerine karşı anavatan savunmasını nasıl da başarıyla özveriyle yürüttüğü hala akıllardadır. Sovyet ve Çin desteği elbette önemliydi ama bu halkın kararlılığı da direnmenin ana gücü ve iradesi olduğunu göstermiştir. 1980’li yıllar Soğuk savaş döneminin en gergin yıllarıydı. Sosyalizm adına yeryüzünde her kim bir varlıksa birbiriyle bir biçimde dayanışma içinde olması gereken yıllardı. Örgütümüz kongresini yeni yapmıştı (24 Kasım 1986). Örgütsel yükseliş dönemindeydik ve kapsamlı çalışmalarımızın hızla yaygınlaştığı bir kesitteydik. Bu dönemde yaygın ilişkilerimiz arasında sosyalist ülkelerle de ilişkilerimiz önemli mesafeler kat ediyordu. Kuzey Kore, farklı alanlarda sosyalist ülkelerle kurduğumuz ilişkilerin önemli bir halkasıydı. Teknik ve teorik eğitim için birçok yoldaşımızı da konuk ediyordu. Bu yoldaşça ilişki kapsamında Örgüt Merkez Komitesine yöneltilen resmi bir davetle, başlarında benim de olduğum Merkez komite üyeleriyle birlikte 15 günlük bir ziyarette bulunduk, Benimle birlikte, Kemal Bayram, Ali Sönmez ve Zafer Gündoğdu yoldaşlar yer almıştı. (1987)
Bu ziyarette, önemli geziler yaptık. Kuzey Kore’nin yüksek kitaplarda okuduğumuz ve halk için yararlı olacak bir tür “proletarya diktatörlüğü” varsa o da Kuzey Kore’deki rejimdi. Evet ne farklı partiler ne fraksiyonların bitip tükenmez çekişmeleri ve Bizans oyunları yoktu. Ama halkı için didinen, emperyalist tehlikeye karşı bütün olmuş bir toplum vardı. Olanakları kıttı. Savunma durumunda askeri çabalara yoğunluk veriliyordu ama onurlu bir ülkeydi. Sağlık, sanat, beslenme yeterliliği, eğitim gibi toplumsal yaşamın önemli tüm unsurları müthiş bir zenginlik içindeydi. Sıradan taksi şoförlerinin bile yaygınca kitap okuduğu bir ülke. Resim sanatı, heykelcilik, toplu kitle gösterilerinde akıl almaz uyum vardı (elektronik levhalardan bile daha dakik ve uyumlu kitle gösterileri). Sadece bu mu, dünyanın en yüksek teknolojisiyle nükleer enerji, uzay araştırmaları ve hala kimsenin aşamadığı uzun menzilli füze imalatının da merkezi olan bir ülke. Buna eklenecek binlerce unsur daha bu küçük ülkenin gücünü anlatır.
Gezimizin önemli bir bölümü ise üniversite Profesörleriyle yaptığımız siyası sohbetlerdi. Kuzey Kore, Marksizm’e katkı olarak gördüğü iki tez üzerinde duruyordu ve bunları bizimle tartıştılar. Birincisi; “Marksizm’de insan olgusu yeterince ele alınmamıştır bu nedenle bu konu üzerinde daha etkin olarak durmak gerek” diyorlardı. İkincisi; “iktidarda halkın ve proletaryanın egemenliğinin devamlılığı için liderliğin önceden hazırlanması gereklidir” Bu iki teze ÇU ÇE teorisi adını vermişlerdi. Sohbetlerimiz geceler sürdü. Olumlu görüş alışverişleri yaptık.
Gezimizin en heyecanlı yanı, Kim il Sungu doğduğu evi ziyaretimizdi. Yukarıdaki fotoğrafta, altta soldaki kare bayan mihmandar açıklama yaparken alınmıştır. Fakir bir aileden gelen Kim il Sung’u evi ve hayatı boyunca uğradığı her yer her adım dokunduğu her şey korunmuş ve özenle sergilenmiştir. Bunları izlerken, liderliğine bu kadar katı bağlılığın, esasında bu ülkelerin tarihsel kültürüyle de uyumlu olduğunu söylemek gerek. Bu bağlılığın bir bütün olarak toplu diri tutma, ileriye götürme imkanı yaratılmış olması, işin olumlu boyutunu temsil ediyordu. Batının istemediği de tas tamam buydu; ne özgürlük ne demokrasi toplumun birbiriyle gergin ilişkisiyle zayıflaması ve kendilerini gelip servetlere rahat bir biçimde el koymasıydı. Kuzey Kore bu açıdan haklı olarak, emperyalizmin belini kıran, ruhuna azap veren bütünsel davranışın ülkesiydi.
Kim il Sung ülkesinde Büyük komutan olarak anılır. Oğlu Kim Jong İl ise Aziz lider olarak anılır. Bu iki tanımlama arasında üst ve alt önderlik belirlemesine dikkat edilir. Kim il Sungu’un fotoğrafları renkli olarak asılır, Kim jong İl’in resimleri ise siyah beyaz olmasına dikkat edilirdi. Her şeyde böylesine ayrıntılı olun bu insanlar, Kim il Sung’un 70. Doğum yıldönümü dolaysıyla yaptıkları dev zafer takı 70 yılın her günü için bir dev granit taşı ihtiva etmesiyle de daha anlaşılır sanırım (Fotoğrafta alta sağdaki kare), Bu dikkatli yaklaşımlar, Kore savaşı sırasında (25 Haziran 1950) yer altında yaptıkları, savaşı ve ülkeyi yöneten halk meclisini gezdiğimizde de hayretlerimizin doruk yapmasına yol açtı; o küçük sandalyeler, masalar, maden ocağı gibi oyulmuş yer altı tünelleri akıl almaz bir emek ürünü olarak tarihe mesaj gibidir. Kore savaşı kirli bir emperyalist savaştı. Kore’yi bölmek için dayatılmış bir savaştı. Emperyalistlerin kanlı ve bir o kadar ahlaksız savaşlarının kuklası olmak için can atan Menderes hükümeti, NATO’ya girmek adına Kore savaşında ülkemiz gençliğini katletmiştir. Bu savaşın en meşhur söylemi de böyle doğmuştu; “Türklerin en ucuz malı askeridir”. Korelilerin yaptığı savaş panoraması diye dev tablolar ve gerçek materyallerle sergilenmiş savaş dönemi, Türk askerlerinin tütün tabakalarını da miğfer ve silahlarını da içeriyordu. Zafer kazanmış bir halk kukla askerlerin çirkin bakayalarını ayakaltına sunuyordu. 3 milyon insanın canına mal olan bu savaşı emperyalistler, kuklaları Güney Kore devletinin saldırısıyla başlatmışlardı.
1942 doğumlu Aziz lider Kim Jong İl, babasının ölümü üzerine yönetimin başına gelmişti (1994). En verimli çağında hayata veda etti. Umudumuz o ki, bu ülke kendi üretimleri olan ÇU ÇE teorisine uygun olarak, bütünlüğünü, liderliği etrafında dik duruşunu, emperyalizme karşı direnişini kararlıca sürdürür. Babadan oğla geçiyor gibi görünse de bu ülkelerin kendi tarih algıları, kültür ve siyasal yönelimlerinin özgünlüğü içinde kavranabilir liderlik devriyle, dedesine de tıpa tıp benzeyen oğul Kim Jong Un’un gelmesi bu ülkenin bu aşamadan da başarıyla geçeceğini gösteren önemli bir işarettir.
Bu küçük ülke hepimiz için, insanlık ve halkların çıkarı için bir onursal direniş sürdürmektedir. Bu ülkelerin yaşaması dünyanın demokratik dengesi içinde çok gereklidir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder