HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

5 Aralık 2011 Pazartesi

KERBELA ÜZERİNE FARKLI BİR ALEVİ YAKLAŞIMI

( Hasan Harmancı - Mihrac Ural sohbeti)

“Hiç kimse ne dövünsün ne de aramızdan ayrıldı diye yas tutsun. Hz. Hüseyn ölümsüzdür.

O Allah katına Hz. İsa gibi yükseltilendir,

O, yeryüzündeki her bir Alevi’de tüm canlılığıyla yaşayandır.”

(Arap Aleviliğinde Kerbela algısı Mihrac Ural )

“Hz. Hüseyn’in öldüğünü iddia eden lanetlidir” (Mecmu el Ayad s:147)

Mihrac Ural - 5 Aralık 2011 Kerbela anısına (10 Muharrem 1433) II. Yayım

Bu yazı üç yıl önce Değerli dostum Hasan Harmancı’yla yaptığım bir sohbet yazışmasıdır. Konu, Arap Aleviliğinin, Hz Hüsey’nin şehit edildiği Kerbela ağlısıyla ilgili. Bu sohbet Anadolu Aleviliğiyle Arap Aleviliğinin kök birliğine ilişkin tespitleriyle de esasında bölgemizin inanç algı birliğine önemli göndermeler taşımaktadır. Ayrıca, İslam tarihinde insana, doğaya, inanca bakışta bölgemizin alameti farikasını belirlemek açısından da önem taşıyor. Bunun da ötesinde bölgemizde gelişen olaylar dolaysıyla, özellikle kuzey Afrika Arap İslam ülkelerinde cehenneme çevrilen süreçler, “Arap Baharı” adıyla halkın haklı talepleri üzerine oturarak komploya dönüştüren, kanlı tabloları yaratan, Amerika’nın onayını almış İslami partilerin iktidara gelişi, bu tür inanç algısı sohbetlerini daha da önemli hale getiriyor. İnanç algıları üzerine yazılarımıza yoğunluk veremizin de nedeni budur. İşin daha da ilginç yanı ise, Suriye’de yüz yüze gelen ve tüm makalelerimizde ısrarla belirtemeye çalıştığımız evrensel güçlerin karşı karşıya gelişi, bu ilgiye çok daha anlamlı bir boyut vermektedir.

Bu açıdan http://mirural.blogspot.com/ adresindeki blogumun şiarını, “ne etnik ne sınıfsal ne de inançsal etkiler altında kalmadan özgürlük ve demokrasi mücadelesini yürüteceğiz” diye belirledim. Bu belirlemeye sadık kalarak inanç algılarını, günün siyasal gelişmeleri ışığında önemsemeyi, gericiliğe karşı bir barikat oluşturmak üzere ele almayı gerekli görüyorum.

Bölgemiz inanç algılarının, dini, İslam’ı insanlığa karşı bir silah olarak kullanmak isteyen, siyasallaştıran, tanrı ile insan arasındaki ilişkiden koparak vekaleti nereden alınmış belli olmayan bir iktidar silahı haline getirmek isteyen anlayışlara karşı bir duruşu olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Bu inanç algısının Alevilik olduğunu görmezden gelmek büyük bir hatadır diyorum. Buyurun bu sohbeti birlikte izleyelim…

Mihrac Ural - 13 Ağustos 2009 / I. Yayım

Hasan Harmancı (HH) - Mihrac Ural (MU) olarak kısaltılmıştır.

HH:

“ …daha önce de konuşmuştuk. ben kerbela ile ilgili kitabımın sonuna geldim. ancak suriye ve genel olarak güney alevilerinin uygulamaları kısmını açık bıraktım. …bana muharrem uygulamaları ve aşure konusunda kısa da olsa biraz bilgi yazar mısınız.
şu sorularımı yanıtlaman ve benim göremediğim bazı ayrıntıları dile getirmeni isteyeceğim.. muharrem bir takvime bağlı olarak mı başlar. “


MU:

10 Muharrem H:61 Cuma günü ( Miladi 10 Ekim 680) Kerbela katliamı, Alevilerde önemli günlerden biridir. Bu gün 80 aşkın bayram, gece ve önemli gün içinde en önemliler arasındadır. Her kameri yılın 10 muharrem gününde anması yapılır. Bu güne zikra (anma) denir. Bu sene (2009) Aralık ayının son haftasına denk gelen 10 muharrem (29 Aralık 2009), kameri ayların, yıl içindeki döngüsünü takip ederek geriye gün sayar. Bu durumda 10 Muharrem, gelecek yıl 16 Aralık 2010 tarihinde anılacaktır.

HH:

“muharremde oruç var mı. varsa kaç gün. ne amaçla tutuluyor. örneğin Türkiye’de 12 gün tutanda var, 15 gün tutanda var.”

MU:

Arap Alevilerinde muharrem orucu olarak belirlenmiş kesin ve zorunlu bir oruç yoktur. Ancak bu günün arifesinde ya da en az üç gün önceden tercihli olarak tutulan oruçlar olur. Bu günle ilgili olarak, oruç zorunluluğunun olmaması olayı, Kerbela’da Hz. Hüseyn’in (625-682) katledildiği anlamının çıkabileceği kaygısına dayanır; Hz. Hüseyn’in katledildiğine inanmazlar, “O Hz. İsa gibi Allah katına çıkartılmıştır” derler.

Aleviler 10 muharremi, Hz Hüseyn’in aralarından ayrılmasına yaslı olsalar da, bunu bir katlin ardından yapılan yas olarak görmezler. Özenle bundan kaçınırlar. Bu gün Hz. Hüseynin katledildiğini iddia etmeyi de çok olumsuz olarak karşılarlar. Bu kaygıyı taşıyan aleviler, Hz. Hüseyn ve ehlibeytinin katledilişinden dolayı katillerin ve onların tabalarının sevinmemeleri gerektiğini dile getirirler. Bu nedenle yası ifade edecek hiçbir davranışta bulunmazlar. Ancak bunun daha derin ve farklı bir Batıni açıklamasını yaparlar.

Arap Alevilerinde Kerbela algısı, ne İslam’ın Sünni mezheplerince ne de Şiiliğin kabul ettiği yaklaşımla ilgili değildir.

Bilindiği gibi Kerbela olayın tarihi açıdan algısı, Hz. Peygamberin torunu hilafet konusunda destekleneceği üzerine Küfe halkının yaptığı çağrıya gidişi ve Yezit ordularının Kerbela denilen mevkide onları kuşatarak, aç ve susuz azap içinde bırakıp katletmesidir.

Ancak Aleviler bu algıyı hiçbir şekilde benimsemezler.

Aleviler, böylesi resmi tarih önermelerini “zahiri” olarak görürler. Öğretilerinin her şeyde batini bir öz (mana) aramaya yönelik algılarıyla da bu olaylarda gerçeğin farklı olduğunu dile getirirler.

Bir kısım Sünni eğilimlerde ve Şiiliğin temel öğretilerinde Kerbela hadisesinin bir katliam olduğu ve dolaysıyla yaslı bir anmayı gerektirdiği kanısı bilinmektedir. Şiilikte bu algı, dünyasal bir intikam ölçeğinde yaslı anmalara sahne olduğu da bilinmektedir.

10 Muharremin büyük acılarla, ünleme, ağlama, saç ve baş yolma, zincirle sırta vurup kanlara bulanma gibi ritüellerle anılmasına karşı Arap Alevilerinde hiçbir yas belirtisinin olmaması bundandır. Dünyaya ve olaylara farklı bir yerden bakan Arap Alevileri, Kuran tefsirinde de aynı yolu izler; Kuran ayetlerinin selefi (Hanbeli) tarzı lafzına değil, özüne, manasına, batındaki mesajına önem verirler.

Arap Alevileri ile Şiilik arasında en belirgin ayrımlardan biri de Kerbela olayını algılamadaki farklılıktır. Şiiliğin dünyasal intikam algısı ve ritüelleri, mezhebin kendi iç düzenlenişi ve toparlanışının gereklerini yerine getirir. Bu bir ölçüye kadar Arap-Fars ilişki ve çelişkisiyle de açıklandığı bilinmektedir.

Arap Alevilerinin böyle bir çabası ve duruşları yoktur. Arap-Fars ulusal ilişki ve çelişkilerinin dini boyutunda Arap Alevilerinin tutumsuz olması bir ölçüye kadar milliyetçi tutkularının çok zayıf olmasıyla da açıklanabilir. Arap Alevileri, Kendilerine Arap demekten çok Alevi denmesini tercih ederler, Arap kelimesinden de Sünni Arapları kastederler; Hatay yöresinde bu algı, her iki mezhepten Arap halkının yoğun ilişki içinde olmaları dolaysıyla çok daha belirgindir.

Arap Alevileri Kerbela olayına batini kaynaklarında olduğu kadar zahiri davranışlarında da Hz. Hüseyn’in ölmediği, öldürülemeyeceği, tıpkı İsa’nın gökyüzüne Allah katına yükseltildiği gibi yükseltildiği yönündeki kanaatlerini belirtiler; “Muhammediye doruğunda Hz. Hüseyn = Hz.İsa’dır” (Bayramlar Ansiklopedisi- Batini bir kitaptır bn.) söylemi bir yandan evrim hareketinin devamlılığını diğer yandan mananın ölümsüzlüğünü dile getirir.

Bu nedenle Hz. Hüseyin ölümsüzdür, yaşayan her bir Alevi’de yaşamaya devam eden bir “Mana”dır (gerçek, gerçeğin ifadesi, özü). Hazreti Hüseyn’in tanrı katına yükselişiyle manalaşması ardından Hz. Ali Zeynel Abiddin onun yerine “hicap” olmuştur. ( örten, kapatan, gerçeği içinde taşıyan bu anlamıyla gerçeğin örtüsü olan). Bu mantık gereği, Hicap göklere yükselince “mana” olur ve örtü (hicap) özelliği biter. Yerine gelen hicap olur.

Mana olma olayı, çoğu kez Alevileri imam Hz.Ali’yi tanrı yerine koydukları suçlamasına maruz bırakmıştır.

Oysa sözü edilen şey, gerçeğin özü, manası olmaktır. İnsan donunda gelmekle de bilginin kaynağı, gerçeğin aklı olmaktır. Bu yaklaşım vahdeti vücutçuların yaklaşımıyla belli bir noktada kesişse de aynısı değildir. Hz. Ali, Allahın sözü, doğruluğu gösteren yeryüzündeki tecellisi olarak da algılanır; “mana” tamamıyla bu yaklaşıma denk düşer.

Bu yanıyla tanrı anlayışının Arap Aleviliğinde bu günün bilimsel verileriyle ve argümanlarıyla ifade edecek olursak, maddenin varlığı, gerçeğin özü olma, maddi dünyanın yer, zaman ve mekanda bulunan özünü temsil eden varlık olarak algılandığı görülür.

Bu bir soyutlama yöntemidir.

Ormanın ağaçla, on binlerce çeşit ağacın, ağaç sıfatıyla ifade edilmesi gibi. Bu nedenle ölümsüzlük özle ilgilidir; somut bir insan ölebilir, Ali, Ahmet, Mehmet ölebilir, ancak gerçeğin özü ölümsüzdür. Ali “don”unda, Hüseyn donunda insanlık için bir akıl ve gerçeğin bilgisi olan varlıklar ölümsüzdür. Öldü görülen özü taşıyan kabuktur, vücuttur.

Bu konu da Kerbela hadisesi şöyle sahnelenir, Hz. Hüseyni öldürmeye gelen Şummar bin Zielcevşan’nın gözüne Hanzala bin Saad el Şabami hz. Hüseyn olarak görünür ve katledilir. Hz. Hüseyn de tanrı katına yükseltilir. Hanzala, Hz. Hüseyn döneminin üç lanetliden, üçüncüsüdür (Her mana’nın bir dönemi ve o dönemde üç lanetli bulunur, Hz Muhammed döneminde lanetli üçlü ise bilinmektedir).

Hz. İsa’nın çarmıha gerilişiyle ilgili Kuran’da geçen “ Va kavlahum enna katanla el Mesih ibin Meryam Resul Allah, ma kataluh ve ma salasbuh va lakin şubbihalahom…”

“Biz Allahın elçisi, Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük” demelerinden ötürü (kendilerini yıldırım çarptı) Oysa onu öldürmediler ve asmadılar; fakat (öldürdükleri) onlara, (İsa’ya) benzer gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu yakinen öldürmediler (onu öldürdüklerini kesinlikle bilmediler) (Nisa süresi 157. Ayet) devamla da

“Hayır, Allah onu kendisine yükseltti. Allah daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa süresi, 158. Ayet)

Bu yaklaşım, bana gen üzerine geliştirilen teorileri hatırlatır. Bu noktada sadece dikkat çekmekle sınırlı bir müdahalem olacak;

DNA’nın keşfiyle Nobel ödülüne layık görülen (Fracis Crick ve James D. Watson. 1953 ) tezlerini, Alevilerin 1400 yıl önceden bildiği gibi komik bir iddiada bulunmayacağım.

Böylesi iddiaların hurafe olduğuna, bilimsel hiçbir değeri olmadığına inanıyorum.

Francis Crick gibi “din geçmiş kuşaklara ait bir hata idi” ( Bilim ve teknik yayınları, “İkili Sarmal”. S:46) demeyeceğim; hiçbir düşüncenin yoktan var olamayacağını var olmuşsa yok edilemeyeceği ancak dönüştürülebileceğini düşünüyorum.

Bu kanaatimi, dini de içeren bir sonuca götürüyorum. İnsanoğlunun felsefe araştırmalarında ve söylemlerinde gerçeği ararken ortaya attığı paradigmaların olağan üstü soyut olmalarından dolayı, her çağ için ve her yeni buluş için uyarlanabilirliği, dini söylemlerin bu gün de yarında ve daha uzun bir süre yaşayabilmesine olanak tanımaktadır. Her soyutlama her zaman için uyacağı bir somut vakıa bulabilir. Dinin ayetlerini de bu açıdan sürekli tefsir ve farklı dönemlere uyarlamanın sınırı olmaz. Din adamları bunu ustalıkla olumsuz yönde kullanarak dini afyonlaştırmaya çalışırlar.

Bu ters yüz etmek mümkün diye düşünürüm. Dinin tamamen dünyasal olan ve insan ilişkilerinden kaynaklanmış olduğu kesin olan, vahiyle ilgisiz olduğu da çok açık olan, ayetleri arasında insan erdemlerine işaret sayılabilecekleri değerlendirmek yanlış değildir. Bu tür ayetler insan emeklerinin soyutlamalarıdır ve tamamen insanı ilişkilerden üremektedir, bu tür ayetlerin bende hayranlık uyandırdığını dile getireceğim.

Bu açıdan Alevilerin, mana (akıl, öz), hicap (isim), bap gibi temel argümanlarında işaret edilen soyutlamaların dün gibi, bu gün için de somutu tanımlarken değerlendirilebilir diye düşünüyorum.

Gen ve Alevilerin ölümsüz “Mana (öz, akıl)” dedikleri soyut varlık benzerliği üzerine vereceğim örnekleme, teşbihte hata olmaz deyişine sığınacaktır.

Bu teşbih, ne bitip tükenmeyen Kuran tefsirlerinin her çağ ve zamana uydurulma çabasıdır ne de Alevilerin kadim zamandan beri ellerinde bir evren çözümleyici tez olduğu iddiasıdır.

Gen ve Alevilik algısıyla ilgili teşbihin önemi, Alevi aklının açılımcılığı, evrimciliği, yeniyi varlığın kesintisiz döngüsüyle içselleştirmesinden kaynaklanın ilericiğine bir işaret sayılmalıdır.

Aleviliğin, şeriatın musalla taşında donup kalmış mevta hallerine prim vermeden, yaşamı hareketin ölümsüzlüğüyle kavradığına bir gönderme olarak dile getireceğim.

Gen, “ikili sarmal”, “ölümsüz sarmal”dan oluşan, “hayatın özü”dür ( TUBİTAK yayınları, James D. Watson, İkili Sarmal. S:142).

“Mükemmel biyolojik ilke; genin kendi kendini çoğaltabilmesi, yani hücre bölünmesi sırasında kromozom sayısı iki katına çıktığında kendi kendisinin ikinci bir kopyasını çıkartabilmesi yeteneğiydi.” (Age. s:90)

“Genler ölümsüzdür, daha doğrusu ölümsüz yakıştırmasına yaklaşabilen genetik varlıklardır” ( TUBİTAK Yayınları, Richard Dawkins, Gen Bencildir. S:62)

“Genler jeolojik zamanın yerleşik sahipleridir. Genler Ölümsüzdür” (Age. s:64)

Genler üzerine bu kısa aktarımdan sonra varmak istediğim vurgu cümlesi ise şudur;

“Bir beden, genlerin kendilerini değiştirmeden saklama araçlarıdır” (Age.s:45)

Beden, vücut, Anadolu Aleviliğindeki “don” sadece görünen, zahiri olandır. Arap Alevilerindeki hicap olayıdır. Örtüdür, “saklama aracı”dır. Ölümlüdür ve sık sık değişilendir. Ancak mana, öz, gerçek değişik donlarda görünse de, saklanma araçları, örtüsü (hicap) farklı olsa da ölümsüzdür, kendini çoğaltan ve bir sonraki kuşağa taşıyabilendir (“replikasyon”, kopileme)

Bu biyolojik mevzu soyutladığında, elde edeceğimiz formül, her zaman ve her mekan için geçerli bir felsefi ilke olur.

Alevilerin açık görüşlülüğü, ileriye bakışları, analitik düşünme çabaları yüzyıllar önceden felsefi görüşlerini oluştururken yaptıkları soyutlamalar onlara böylesine önemli yaklaşımları yapabilme olanağı sağlamıştır.

Aleviler ne DNA üzerinde ne de buna benzer bir bilimsel araştırma içinde olmadılar, ellerinde bulunan felsefi ilkeler, soyutlamalar, dünyayı kavrama çabalarının açık zihinlerle ulaşılan verileridir. Bu verileri taşıyan toplumsal akıllarıyla da yaşadıkları ortama ruh verirler, özgürlük verirler. Bunu dile getirmek için böylesine ilgisiz bir örneği ilgili kılmaya çalıştım.

Sonuç itibariyle demem o ki, Aleviler “mana”nın ölümsüzlüğüne inanırlar. Bundan dolayı da yeryüzünün hiçbir kudreti, özü, manayı öldüremez.

Hz. Hüseyn’in Kerbela’da öldürülmediği algısı, Alevilerin doğruları arkasında tutarlı duruşlarıyla ilgilidir.

Her topluluğun doğruları tartışma götürür özeliktedir: ancak kendi doğruları arkasında tutarlı durmak gerçekçi bir tez ortaya atmaktır. Tarihte tezleri tez yapan da budur; tarihin her kesitini ortaya koyduğu paradigmalarıyla izah edebilmesidir. Marksistler bunu sınıf mücadelesiyle açıklar, nasyonalistler bunu milletlerin rekabeti, savaşıyla açıklarlar, kimisi de tanrının emriyle açıklar. Aleviler bunu, evrimle açıklar ve her uygarlık sıçramasında mana hicap ve bap üçlemesini arar onunla da her kesiti somut bir değerlendirmeye tutarlar. Reankarnasyon olayı da tam burada anlam bulur; insan tekamül etmek üzere yeryüzüne defalarca gelir. Her defası önceki dönemin olumlu ve olumsuzluğuyla ölçülen bir ilahi adalet terazisindeki puanlarına bağlı olarak ya yükselen, mükemmele doğru giden bir insan ya da “alt türler”e indirilen bir yaratık olur.

Kimi araştırmacılar, insanın bir kez yeryüzüne gelmesiyle tanrısal adaletin sağlanamayacağını iddia edeler. Alevilerin algısındaki tanrı, zulmeden, şerri yaratıp insanlığı şerre bulaştığı için yargılayan, ceberut bir güç değildir. Seven, koruyan, tolerans tanıyan, bağışlayan, fırsat veren olarak algılarlar; korkulan değil sevilen doğruyu gösterdiği için uyulması gereken olarak algılarlar. Bu nedenle de, tanrı kaçınılmaz olarak insan ruhunu yer yüzene birden çok kez getirerek onu yeni sınav hakkıyla ödüllendirir diye reankarnasyona inanırlar. Bu tür hadiselerin de sık sık Arap Alevilerinin yerleşim yörelerinde vuku bulması, bu algının atmosferiyle doğru orantılıdır, diyeceğim.

Arap Alevilerinin 10 Muharrem duruşlarını belirleyen bu yaklaşım batini felsefelerinin özünü oluşturur.

Onlar bu doğrularının arkasında sıkıca duruyorlar. Hz Hüseyn Kerbela’da ölmedi tanrı katına yükseltildi, dolaysıyla Kerbela hadisesinde yas tutmak günah kadar olumsuz görülür. Bunu zahiri olarak belli etmeseler de, Kerbela konusu geçtiğinde katliamdan, ölüm ve azaptan söz etseler de, Yezit ordularının zulmünden söz etseler de Hz. Hüseyn üzerine ölümün vuku bulduğunu kabul etmezler. Yezid’in ordularının bunu gerçekleştirmekten aciz olduğunu dile getirirler. Mana ölmez, ölen onun hicabıdır, örtüsüdür, vücut denilen taşıyıcısıdır.

Bu algı, doğal olarak ölüm, intikam, yas gibi argümanları ve patrik işlevlerini içselleştirmez. Dolaysıyla Arap Alevileri için ölümsüz Hüseyin her bir Alevi’de yaşar. Ölümsüzün intikamı olmaz. Tersi davranış Hz. Hüseyn’in Kerbela’da ölümünü teslim etmiş olur.

Konu batini ölçekte, birçok mersiyeyle de izah edilmeye çalışılır. Şiirin sihirli kelimeleri, derin ve anlamlı sözleri bir felsefi soyutlama olarak Kerbela hadisesini işler.

Batini kitaplardan buraya aktarma yapmam benim de onaylamış olduğum topluluk sözleşmesine aykırı olacağı kaygısıyla sadece şunu söyleyebilirim. Mecmu el Ayad (Bayramlar Ansiklopedisi) adını taşıyan ve Alevilerin tüm kutsal günlerin detaylı açıklamasına yapan bu Batini kitabın 147. sayfasında, “Hz. Hüseyn’in öldüğünü iddia eden lanetlidir” der.

HH:

“..muharremden önce veya sonra cem yapılıyor mu..oruç günlerinde ne tür yasaklar bulunmaktadır. oruç türkilede şöyle başlar: akşamdan yemek yenin ve bir sonraki akşama kadar. yani 24 saat üzerinden..ilk günler iş yapılmaz, yıkanılmaz, traş olunmaz müzik dinlenilmez, yemeklerde su içilmez, cinsel ilişki olmaz et yemekleri yapılmaz vs.. bu yönde olan veya ekleyebileceğin uygulama var mı... kadınlar oruç tutar mı...”

MU:

10 Muharrem arifesi ve gününde kimse iş tutmaz, cinsel ilişkide bulunmaz ( bu her bayram ve arifesi için geçerlidir), çamaşır yıkamaz, tıraş olmaz, tırnak kesmez, önceden yıkanmış olmak zorunluluğuyla kimse o günün arifesinde ve günüde yıkanmaz vb.

Kadınlar oruç tutmak isterlerse tutarlar, bu konuda erkekler üzerine olan hüküm onlar için de geçerlidir. Her ne kadar Arap Aleviliğinde “Sır”ın ifşa edilebileceği kaygısıyla, ortaçağların tüm istila ve saldırılarında erkekler kılıçtan geçince, kadınların köle ve cariye olarak satıldıkları, ganimet diye paylaşıldığı ve eziyet görerek sırrı ibah (ifşa) etme durumunda kalacakları kaygısıyla kadına sır (düstur, batını ibadet sırrı) verilmezse de konun batini başka bir yanı daha var.

“Manaya biat edilirken kadın kararsızlık gösterdiği için ona büyük sırrın verilmeyeceği” kararlaştırılmıştır; bu algının çok eski kültlerde de kadına hayz döneminde ve doğum sonrası lahusa döneminde şer güçlerden arınma sürecinde gördüğü ötekileştirme konumuyla da ilgilidir. Buna karşın Arap Alevi kadını belki yeryüzünde ibadetini en çok ve en ısrarla yerine getirendir. İbadet, fiziki hareketlerin yapıldığı ve adına namaz denilen şey değildir (Kuran’da sala hiçbir zaman camilerde yapılan fiziki hareketler için söylenmemiştir. Sala duadır, Allah’la kul arasındaki bir çeşit iletişimdir). Alevi kadını bu anlamıyla gerçek İbadette, bitip tükenmez bir kararlılıkla, bitip tükenmez irili ufaklı adaklar adayarak, dualarını eksik etmeyerek bağlıdır. Alevi kadını buyanıyla, erkeğin bilinen bir takvime bağlı olan günlerde yaptığı ibadete göre günü birlik, anı anına ibadetini yerine getirir ve kendisinden sır diye saklananları, en az erkekler kadar bilmesine rağmen, bilmemezlikten gelerek erkek kadar bu sır öğelerine bağlı olarak ibadet yapar.

Buna rağmen, 10 Muharremde kadın zahiri sınırlar çerçevesinde, Kuran sınırları çerçevesinde ayet, süre okur ve dua eder; bu dualar arasında daha çok evliyalara, türbelere, Hz. Ali ve ehlibeyte, Hz Hıdır aleyhisselama ve yörelerinde bulanın zahitlere, velilere tanrı katında temizliği üzerinde şüphe olmayanların adları okunarak, onlardan tanrı katından dertlerine çare bulma taleplerine şahit kılınırlar.

Bu konu çok önemlidir, üzerinde kısaca durum Arap Alevilerinde türbe ilgisinin mahiyetini anlamak gerek.

Türbeler, ziyaretler, Arap Alevilerinde çok büyük kutsiyete sahiptirler. Bu kutsallık çoğu kez ve özellikle şoven mezhep çevreler tarafından “taşa tapma, sandukaya tapma gibi, Allaha mahsus rahmet ve şefaatin o türbelerden dilendiği” lanse ediliri.

Oysa, türbeler veliler, sadece ve sadece tanrı katından edilecek talep ve aranacak rahmet için, inancın zirvesinde, arınmışlığın doruğunda olmaları nedeniyle şahit gösterilirler; yani tanrı indinde kendini yanlış ve suçlu gören duacı, o türbedeki veliyi sözlerine şahit olarak Allaha sunar ve ondan dileğini diler. Sosyal-ekonomik yaşamda da olduğu gibi, talebimizi yerine getirebilecek kişiye çevremizde sözü dinlenen, temiz ve dürüst olan birini şahit göstermek gibidir.

Dolaysıyla 10 muharrem günü duaları da bu içerikte dualardır ve derin anlam mahiyeti itibariyle de bu biçimdedir.


HH:

“oruç günlerinde ayrıca mersiye okunmaları, kuran okunmaları vs. gibi uygulamalar var mı.. aşure ne zaman başlar..aşureye neler katılır. nasıl pişirilir. kimler pişiriri.
bu dönemde kerbelaya gidilir mi..özel oyunlar veya düzenlemeler yapılır mı..
gidilen özel yerler var mı..”

MU:

Mersiye okuma olayı üzerinde şöyle bir bilgi vermek isterim ki, bana göre Alevilerin ortak yanlarından ve uzak geçmişteki kök birliklerinden biri de mersiyelerdir. Mersiye geleneğinin çok tanrılı dinlerden önce de olduğu ve ibadetlerde değerlendirildiği göz önünü alınırsa, bu yanıyla Alevilik çok önemli bir miras taşıyıcısı sayılmalıdır. Alevi evrimciliği, akıl ve söz üzerinde yürümektedir demek yanlış olmayacaktır.

Evet, Arap Alevilerinin müziksiz namaz ve dua ritüeli olan her Cemde (Cem’in sonuna ayın harfini koyarsanız Arapçada bildiğimiz toplanma anlamına gelir ki, Cem kelimesi bundan başka bir anlama sahip değildir.) mutlaka Şeyh eddin Hüseyn bin Hamadan el Hasibinin (keddes Allahu sırru) mersiyeleri okunur. Bu mersiyelerde derin mana inançları ve izahları yer alır. Bağlılıklar, yeminler ve yüceltmeler yapılır. Topluca terennüm edilen bu mersiyeler, Anadolu Aleviliğinin nefesleri gibidir, kimi açıklamaların batini verileri de bu dizeler arasında yer alır. Anadolu Aleviliğinde büyük bir kısmı saz (müzik) eşliğinde mersiyelerle geçen ibadet Arap Aleviliğinde hitam (bağlama, sonuçlandırma) kısmında topluca okunarak icra edilir.

Her bayramda, kutsal gün ve gecede mutlaka tekrar edilir. Arap Alevilerinin bayramlar dizini bile Bu inancın tarihin kadim inanç miraslarını içselleştirip onların bir sentezi olduğunu gösterir.

Alevilerin bayramları Arabi, Farisi Rumi diye ayrıştırılır. Bu bayramların bir kısmı kameri aya bağlıdır, dolaysıyla her yıl 13 gün gerileyen hareketleriyle kutlanırlar, Rumiler ise eski takvime göre 13 günlük farkla sabit olmak üzere kutlanırlar. Birçok Hıristiyan bayramı, İslam’ın kabul sınırlarında olacak şekilde birer Alevi bayramı olarak kutlanır. Kutlama tarihlerinin Rumi takvime göre yapılması ise Şark kilisesinin takvimine göre hareketi gösterir. Bunları içinde Kiddas, Barbra yortusu, Meryem ana yortusu, Salip bayramı, Muazzam Cuma (Hz. İsa’nın göğe yükseliş günü), Şanini yortusu vb… bayramlar 10 muharrem yanı sıra Kurban Bayramı ve Ramazan bayramıyla birlikte Alevilerin temel bayramları arasında yer alır.

Bu tabloda anlaşılması gereken şey Aleviler, yaşadıkları toprakların yerli halkı olduğu, üzerlerine gelip siyasal egemenlik kuran inanç ve kültür yapılanmalarını içselleştirerek, anavatan haline getirdikleri bu topraklarda, bu güne dek tutunmayı başardıklarıdır.

Bütün bu bayramların Ceminde (ibadetinde) Kuran temel kitaptır. İbadetin temel kaynağı ve okumaları Kurandır. Kurandan Ayetler ve sureler okunur. Yer yer okunan her ayetin batini anlamı açıklanarak topluluğu inancın temel felsefi yaklaşımları aktarılır. Bu yanıyla Kuran’ın zahiri ve Batıni yanları bir arada sunulur.

Kuranın her ayeti ve suresinin ayrı bir yoruma tabi olması, malum tefsir anlamında bir yönelim değildir. Bu yaklaşım tefsirden içerik ve biçim açısından köklüce farklıdır. Her bir kelimenin ifade ettiği ayrı bir açıklamayı içeren anlamında ayrı bir manayla ilgilidir. Ancak Kurana yaklaşımın merkezinde ehlibeytin yüceltilmesi çabası egemendir.

Satırlarımın sonunda özellikle Alevilerin zahiri ve batini bir arada sürdürme çabaları olduğundan söz edeceğim. Bu çaba çoğu kez, Arap Alevilerini “utangaç Sünnilik” olarak yorumlayan Anadolu Alevilerinin eleştirilerine haklılık verir gibidir. Ancak hiç alakası olmadığını hemen belirteyim. Bu söylemlerin bir ucu Aleviliği bölme çabalarına dayanır ve kaynaklarına dikkat gerektirir. Alevilik, dil, alan, etnik nedenlerle kazandığı zenginliğe rağmen insanı, yaşamı, doğayı, evreni algılamada ortak parametrelerle birdir.

Takkiyecilik, zulmün olduğu her yerde, bir varoluş, yaşamı ikame refleksidir denilebilir. Doğada her varlık bu yönteme başvurabilir. Alevilerde buna benzer refleksler olduğunu samimiyetle belirtmeliyim. Bu yanıyla Zahir, o kadar sıkı bir elbise olarak giyilir ki özü hep örter ve dıştan bakılınca da algı bu zahir üzerinde yoğunlaşır.

Kuran tefsirlerine baktığımızda ise, bunu çok daha iyi anlarız. Her ne kadar Şiilikte de çok derin batini kuran tefsirleri olduğu bilinse de aynıyla Sünni mezheplerin tümünde (Hambelilik nispeten hariç tutulabilir, zira bu mezhep kuranı lafzi olarak ele almayan her yaklaşımı şirk koşuyor diye katli vacip ilan eder) de batini yorumlara rastlanır; kimisi Ömer’in ya da Ebu Bekir’in tanrı olduğunu, kuran ayetleriyle açıklama çabaları, alternatif Kuran gibi alternatif süreler ve ayetler ürettikleri de bilinen bir gerçektir; benim elime “Kadadis Ebu Bekir” diye 9 Süre’den oluşan bir Ebu Bekir’i tanrılaştıran metin geçmiştir: Hala arşivimdedir.

Son olarak, oruç konusunda Arap Alevilerinin batini algısını sizinle paylaşacağım.

Arap Alevilerinin her bayramında, ritüelin bir parçası olarak mayasız üzüm suyu, büyük bir kapta tütsülendikten ve kutsandıktan sonra üç bardakla, cemdeki insanlara içmeleri için tevzi edilir ve içilir. (bu Anadolu’nun kırklar meclisindeki üzüm tanesinin herkese eşit olarak paylaşılmasını çağrıştırır). Ramazan ayında, sözde oruç tutulduğu zahiri söylemine aykırı olarak bu içimle orucun bozulduğu yönünde yapılan itiraz ya da sorulara batini cevap olarak şu söylenir; “bizim orucumuz sırrımızın saklanmasıdır, orucumuzun açılması ise bilgelerin huzurunda, sırı bilen talip ortamında ibadet ederken açıklanmasıdır.”

Sanırım bu açıklama, bir dizi soruya da en iyi cevaptır.


HH:

okunan dua imamlar veya mersiyelerden bir kaç örnek verebilir misin.


MU: 10 muharrem için okunan çok mersiye var. Bunları tercüme etmek ve toplum sözleşmeme aykırı olmamak koşuluyla iletmem mümkündür. Bunu da sonra ileteceğim.

Bu mersiyeler aynıyla Anadolu ozanlarınca, bilgelerince kelime kelime tekrar edildiğini belirteceğim. Öylesine benzerlik var ki sanki aynı kelemden çıkmış gibi felsefi tezler olarak şiirleştirilmiştir.

Kul Himmet’in şu şiiri Arap Alevilerinin temel inanç zeminidir:

“Yerde insan gökte melek yok iken / Kudretten bir nur idi süzüldü

Cümle mahluk kandildeki nur iken / Ayn Ali mim Muhammet yazıldı”

Nice yüz bin kandilde durdun / Ata’nın belinden mâder’e geldin

Anın için halkı gûman’a saldın / Bin bir dondan baş gösterdin ya Ali”

Viran’ın şu şiiri de aynı;
Virani’yem niyazım var üstâza
Elinde Zülfikâr ol ehli gazâ
Bin bir dondan baş gösterdi Murtaza
Bir bilmişim mürşidimdir eyvallah
Bin bir dondan baş gösterdi Murtaza
Biz bir bildik, dedik, Allah, eyvallah

Bir başka entresan veri şu, altta okuyacağınız nefes, Arap Alevilerinin ibadetinde yer alan 16 Süreden biridir. Aynıyla öyledir. Bu bile ortak kök için önemli bir belge niteliğindedir.

DÜVAZ İMAM

Selevattan indi nişan

Muhammet ehli dindir

Deyverin ey sofular

Evvelki imamınız kimdir:

Birincisi İmam Ali

İkincisi İmam Hasan

Üçüncüsü İmam Hüseyin

Dördüncüsü İmam Zeynel

Beşincisi İmam Bakır

Altıncısı İmam Cafer

Yedincisi Musa’yı Kazım

Sekizincisi İrizayı Haldır

Dokuzuncusu Muhammet Tağı

Onuncusu Ali’yel (Ali gel) Nağı

On birincisi Hasan Ali Askeri

On ikincisi Mehtiyi sahip zaman

Derviş Alim bakışına

(Şiirler Rıza Aydın’ın “KAYMAKTA DERLEDİĞİM ŞİİRLER ÜZERİNE KISA NOTLAR”

Yazısından alınmıştır.)


Buna benzer o kadar çok nefes var ki, bunların temel kurgusunda Hz. Aliyi yüceltme, onu tanrının yer yüzündeki ifadesi olarak görmeye kadar uzanır. Bütün bunlar Aleviliğin (Şiilikten çok farklı olarak) inanç paradigmalarının ortaklığına işaret eder.

HH:

“bu yazdığım soru ve örneklemeler anadolununu bazı yörelerindeki uygulamalar. sizde nasıl uygulamalar olduğunu bilmediğimi ve buna ihtiyacım olduğunu belirtmek isterim..
bu vereceğin bilgilerden dolayı kaynak kullanmamı veya isim belirkmemi isteyip istemediğini de belirtmeni istiyorum. Sevgilerimle, aşk ile”

MU:

Değerli Hasan candost,

Satırlarımı burada noktalarken sohbetimizin henüz başlangıç noktasında olduğumuzu beyan etmek isterim. 1100 yıllık yazım birikimlerinin bir satırlık kısmını dahi aktardığım söylenemez. Sizin de dikkatini çekeceği gibi, kendi yorumumu da arada vermekteyim. Bana göre, Aleviliğin bu ilk yazımları, tüm Alevilerin ortak köklerine de önemli bir işarettir. Bu günün akıl verileriyle yorumlanması, anlaşılması için de gerekli bir çabadır. Ancak şahsi olarak beni bağlayan bu yorumların yükseldiği zemin, başka yorumlara saygıyı ve kabulüne açık olmayı içerdiğini belirtmek isterim.

“Toplum sözleşmeme uyma ahdim”den hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim göz önüne alınırsa, gerçek ve doğru bilgi olduğuna inancım tam olan birçok veriyi de iletme şansına sahip olmadığımı itiraf etmeliyim. Bundan dolayı üzüntülü değilim, kendine ait doğruların arkasında olma gibi bir duruşu temsil etmesi dolaysıyla da yanlış değildir. İnanıyorum ki, insanlığı merkez edinmiş yararlı her bilgi bir biçimde sahiplerine ulaşacaktır: Bu biçimlerden birini zaman zaman siz gibi dostlarla denemeye ikame etmeye çalışıyorum.

Aleviliğin felsefi boyutu ve bir yaşam tarzı olma esprisi, başka dinlerde ve mezheplerde olan iktidar erkini ele geçirme istencinden çok farklıdır.

Aleviliğin özgür, bağımsız ve demokratik loseliği aynı zamanda onun gücüdür diyorum. Aleviliği siyasallaştırma çabaları bu açıdan çok risklidir. Böylesi bir çaba ekonomik gücü elinde bulunduranların kuklalığına kadar gider. Ekonomik gücün, siyasal iktidar olgusundan ayrılamayacağı gerçeğinde ise Aleviliği devletin kuklası haline gelir.

Aleviliğin siyasal rolü, onun felsefi önermeleri ve sunduğu alternatif sosyal yaşım projesiyle gerçekleştirdiği kolektif algıdır, toplumsal yönlendirmesidir. Bu önermeler, siyasal yaşamın yönlendirilmesinin de önemli bir dinamiği, referansı olarak işlev görür. Bu zemin üzerinde siyasal parametrelerimiz farklı olsa da hepimiz Alevilik paydasında önemli bir birliktelik içinde olabiliriz. Aleviliği bir siyasi parti haline getirmek isteyen her çaba Aleviliğe en büyük zararı verme çabasındadır demek yanlış olmayacaktır.

Bu önerme, Alevilerin siyasallaşmaması değildir, apolitikleştirilmesi önerisi değildir tam tersidir. Her Alevci siyasal bir kimlik sahibi olmalıdır. Hz. Hüseyin geleneğinin direnme çizgisi bile bunun için yeterli bir mesajdır. Aleviler siyasal ortamlın merkezinde de olmalıdırlar: Ama Alevilik değil. Aleviliği diğer İslam mezheplerinden ayıran en önemli fay hattı budur.

Bu gün yükselen Alevi sivil toplum hareketleri bu ayrımın ince çizgilerini ve sınırlarını ortaya koymaktadır. Dünyayı ak ve karaya boyayan ve geride bıraktığımız dönemin global tarihi açıklamalarına mihenk yaptığımız öğretilerin, geçmiş asırlara ait olduğu yeterince açık olmuştur. Bunların yerine özgün ve özgür haliyle ortaya çıkan sosyal hareketlerin, halkların çağdaş yaşamlarına, ilerleme ve gelişmelerine, gelecek kuşakların barış ve güvenlik içinde yaşamlarına daha çok hizmet edeceği kanısındayım.

Son yazılarımda bu konuları ilgilendiren önemli açıklamalar yaptım sizlere de iletmiştim. Özellikle sınıf mücadelesine bakışımı içeren yazılar bu konuyla çok yakından ilgilidir. ( Bkz. Dicle Haber Ajansı’nın (DİHAK) yaptığı ve adını “YOL HARİTASI” olarak koyduğum röportaj ve ardından yayınladığım, “Bir Kimliksiz İletiye Açık Kimlikle Cevabımdır” başlıklı polemik önemli mesajları içermektedir).

Baki selamlarımla. Mihrac Ural / 13 Ağustos 2009

EK:

Değerli Hasan Harmancı can dost,

İlettiğim yazıya eklemem gereken iki nokta var.

Birincisi;

Yemek anlamında aşüre yapılıp yapılmadığına ilişkin sorunuza cevap vermeyi ihmal etmişim.

Bizde Aşüre özel olarak 10 Muharremde yapılmaz. Aşüreyi biliyoruz ( Arap Alevileri olarak), ancak bunu inancın bir unsuru olarak ritüellerimizin tamamlayıcı bir unsuru olarak yapmıyoruz.

Ancak her bayramda, kutsal gecede ve günde mutlaka yemek dağıtılır. Bayram nedeniyle kesimi yapılan her şey fukaralara yemek olarak dağıtılır. Geleneksel olarak yapılan ve yaygın olanı Hirisidir (etle dövülen buğday haşlaması). Suriye de daha çok bulgur üzerine et dağıtımı vardır. Son zamanlarda şehir kültürüyle birlikte etli pide (Lahmacun) olarak ta yaygın bir dağıtım yapılmaktadır (inanç açısından, kurbanın fakirlere dağıtılması, yemek olarak verilmesi esastır, yemeğin türü seçmelidir)

İkincisi;

Gönderdiğin kıymetli kitapları gözden geçirirken takıldığım önemli bir nefesle karşılaştım. İlginçtir. Arap Alevilerinin en gizli ibadetlerinde tekrar edilen nefesin aynısından dörtlükleri ihtiva ediyor. Ki bu nefes ibadet esnasında okunan duaların da temelidir.

Haşim kutlu'nun " Kızılbaş Alevilikte YOL ERKAN MEYDAN" Adlı kitabının 57. sayfasında, Hakk-Muhammed-Ali başlığı altında

" Ali " kavramı Kızılbaş Alevilik, felsefi ve inançsal söyleminde nasıl anlamlandırıyor ona bir bakalım:" dedikten sonra şu nefesi veriyor:

Gerçeğe Hü!...

Tutum aynayı yüzüme

Ali göründü gözüme

nazar eyledim özüme

Ali göründü gözüme

Adem baba Havva ile

Hem allemi'l esma ile

çarh-ı felek sema ile

Ali göründü gözüme

Hazreti Nuh nebiyullah

Hem İbrahim Halilullah

Sina'daki kelamullah

Ali göründü gözüme

İsa'yı ruhallah odur

iki alemde şah odur

müminlere penah odur

Ali göründü gözüme

Ali evvel Ali Ahir

Ali batın Ali zahir

Aili tayyib Ali tahir

Aili göründü gözüme

Ali candır Ali canan

Ali dindir Ali İman

Ali rahim Ali rahman

Ali göründü gözüme.

Bu nefeste altını çizdiğim satırlar Arap Aleviliği felsefesinin temel taşlarıdır. Daha önce söz ettim. Alevilik evrimcidir diye. Tüm peygamberler ve uygarlıklar aklın, mananın algısının evrimini anlatırlar. Durağan bir inanç olmayan Alevilik, Muhammediye doruğunun evrimini önceki uygarlık süreçleri, dorukları üzerinde yükselen diye tanımlar. Durukları da tek tek tanımlarken kullandığı üçleme bulunmaktadır; Mana(akıl), İsim(hicap) ve Bap (giriş), ilk adım yeri anlamında) . Bu üçleme Muhammediye doruğunda (kıbbe el muhammediye), Ali, Muhammed, Selman'la simgeleştirilir.

Yukarda ki nefeste yer alan Ali tarif bu felsefi çizelgeye ve onun işaret etmek istediği manayla tam bir uyumluluk bulunuyor. Bu uyumluluğun cümle kuruluşunda da aynıyla olması çok ilginçtir. Nefeste altını çizdiğim satırları bir Arap Alevi şeyhine okusanız, sizi batini ayetleri bilen bir alevi olarak algılar ve amcanızın kim olduğunu sorar ( Amca dini öğreten, seçilmiş onaylanmış kişidir. Öğrencinin ailesi de Amcanın ailesi olacaktır, öğrenimini onların evinde onların oğlu olarak görecektir. Bu noktada Hamza Aksüt'ün verdiği kısa bilgilerin çoğu doğrudur)…

Mihrac Ural - 15 Ağustos 2009

II. Yayını 5 Aralık 2011 (10 Muharrem 1433)

Hiç yorum yok: