19 Aralık 2011 Pazartesi
MARAŞ KATLİAMI ALEVİLERİN TARİHLE YÜZLEŞMESİ
Mihrac Ural
19-26 Aralık 2011 Maraş katliamı anısına
Bu yıl eski yazıma önsöz eklemekle yetineceğim. Gerisi olduğu gibi sürüyor…
Önsöz:
Tek tek işaretlediler evleri ve vitrinleri. Sonra topluca katlettiler. Bu gün de fişliyor, kışkırtıyor haklarımızı gasp etmeye devam ediyorlar. Ellerine aldıkları iktidarla, bir kez daha bizleri nasıl katlederler diye, siyaseti, yaşamı yeniden dizayn ediyorlar. Eskiyen derin devlet yerine yenisini örüyorlar. Fethullahçı Cemaatin İmam ordusuyla yeni derin devletin kılıcını boynumuzda tutuyorlar. Sivil diktatörlük kurma çırpınışları, ötekileştirilmiş varlığımıza rahmet darbesi olarak dayatılmaya çalışılıyor. Biz ise, bir kez daha kurbanlık koyun gibi sıramızı bekliyor gibiyiz. Sisiyphos’un bitmeyen çilesi Alevileri katli gibidir. Çünkü tarihimizle yüzleşmiyor ders almıyoruz. Tarihi ağlama duvarı sanıyoruz, hep ah çekiyoruz. Bu nedenle hep katlediyorlar. Türkiye’de katlediyorlar, Suriye’de katlediyorlar, Irak’ta Lübnan’da buldukları her yerde, hep katlediyorlar. Ellerinde vekaleti kimden alınmış belli olmayan tapu gibi fetvaları var. İbni Teymiye’den Şeyhul islam Ebu Suud efendiye kadar da hüküm veren kadıları var. Malları, ırzları helal diyorlar, kanları akıtılmalı diye haykırıyorlar;ama bununla da yetinmiyorlar cesetleri parçalıyor, lime lime ederek nehirlere, çöp yığınları arasına atıyorlar. Sultan Selim’den, Dersim’e, Maraş’a, Çorum’a Sivas’a, Kana’dan (Lübnan), Cisir eşŞuğur’a(Suriye) kadar, bitip tükenmeyen kin, bitip tükenmeyen kanalı saldırılar, bir kader gibi peşimize takılmış, ölüm denklemlerinde yaşamaya mahkum etmiş bizleri. Farkında değiliz gibi, durmadan katlediliyoruz…
Dönüp aynaya bile bakmayacak kadar sersemleşmiş durumdayız. Şöyle okkalı iki şamar vurmanın sırasıdır suratımıza. Belki kendimize geliriz. Belki tarihimizle yüzleşmeyi düşünürüz. Belki üzerimizdeki ölü topraklarını silkeleriz. Belki, acının erdem olmadığını anlar ayağa kalkarız. Bunca haksızlık, bunca ötekileştirilmiş hallerden kurtuluruz. Önce şöyle bir dönüp suçlu kim diye soralım. Bu cürümde bizim de payımız yok mu? Diye kendimizi sorgulayalım gerisi çok kolay gelecektir.
SUÇLU KİM?
Maraş katliamı devletin Alevilere kestiği bir bilettir; yolculuğu cehenneme olan.
Bu devletin Alevilere reva gördüğü tek yön budur. Devlet, en kirli iftira kampanyalarıyla, kışkırtma ve yalanlarla bu yolun sonunda katliamlarına aralıksız devam etmiştir, bunun için tetikçisi de kasabı da hazırdır. Aleviler ise iyi niyetlerle bu yolu döşeyip durdular.
Kahramanmaraş katliamının (1978), 30.yıl anısına (19-26 Aralık 2008) yazdığım makalede, öncelikle Alevileri suçladım; Alevi kökenli biri olarak “Suçlu sizsiniz, biziz” dedim.
Gidin aynaya bakın, suratınıza bir kez daha Osmanlı şamarı vurup kendinize gelin dedim. Göreceğiniz şey katilin kendisidir dedim. Kendi katlinizin yol döşemesini yaptınız diye de suçladım. En ehveni şerriniz ise suç ortağıdır, aynada bunu göreceksiniz, diyerek de kimseyi istisna bırakmadım.
Dün böyleydiniz bu günde öyle devam etme korkaklığı içinde köşenize sinmiş gelişmelerden bi-habersiniz. Diyerek de tarihin bu kesitinde Alevilerin konumunu belirledim.
Sözlerime bu günde, değişen bir şeyin olmaması koşulunda da devam ediyorum…
ACIYI ERDEM EYLEMEK
Siz, “tarihtir, geçti gitti” diye kendinizi aldatmaya devam edin. Bu günü bile düne taşıyanların, tarihi hareket ettirip “hiçbir şey değişmemiştir değişmeyecektir” diyenlerin yaşamakta olduğu bir ülkede, kurbanlık bir topluluk olarak boynunuzu giyotinin altına koyma gönüllüleri gibi yaşamaya devam edin.
Çevrenizi saran, her gün yeniden üretilerek kapınıza dayanan, Maraş’ta, boyalarla kapı kapı, vitrin vitrin işaretlenmenizden daha feci bir takip altında arşivlendiğinizin farkında değilsiniz. Bir kez daha bin kez daha akıllara üflenin yalan iftiralarla, beyinler nakış ediliyor, siz ise kış uykusundan kalkmasını bilmeyen bir uyuşma halindesiniz.
Tarih ağlama duvarı değildir. Hep ağladınız, anıların size anlattığı tek gerçek gözyaşı oldu, Bir gön olsun bu makus kaderi ters yüz etmek için, öğretisiyle öğündüğünüz, hak yolu diye acılarına katlandığınız Kerbela’nın zulme karşı ölüm pahasına dik duruşundan ders almadınız. Sözde Alevisiniz ama siz Aleviliğin gölgesi bile değilsiniz. Anti madde gibi ne hacmi, ne kütlesi olmayan bir varlıksınız.
Tarih, her toplum için bir yüzleşme alanıdır, derslerin, soyutlamaların çıkarıldığı, yeryüzünde orijinalitesiyle yer kaplamak, insan topluluğunun bir unsuru olarak daha ileriye gitmenin verisidir. Her hakkın bir sahibi ver ve onun hakları arkasında duruşu tarihteki yerinde duruşu olarak tescil edilmektedir. Siz Alevilerin bu tarihte tekrar ede duran ölümden başka bir yeriniz yoktur, bunu bilen gelsin söylesin de bizde bilelim; kendiniz için bile kazınılmış bir başarınız yoktur, kendiniz için oluşturduğunuz bir özgünlük yoktur, ne adına insanlığa mesaj iletmiş olacaksınız. Çektiğiniz acılar, önerdiğiniz hak yolu, duyarsızlıklarınızla başarısız kaldıkça, kimseye insanlık mesajı verme şansına sahip olamazsınız. Başarmaya mahkumsunuz, öncelikle öldürülmemeyi, ötekileştirilmemeyi, bir ve birlik olmayı başarmalısınız. Bu, sizi değişmeden devam eden topu mezarlıklarda gömülme denklemlerinden sıyıracak tek yoldur.
TARİHLE YÜZLEŞMEK
Hey siz Aleviler,
Kendi tarihinizle yüzleşmediğiniz ölçüde, size dayatılan ölümün suç ortağı olarak kalacağınızı size bir kez daha hatırlatıyorum. Bu vebali daha çok boynunuzda taşıyamazsınız. Varlık olmak, onun için gerekli özverilere katlanmaktır; eleştirdiğiniz kederciliği kendinize inanç edinmiş gibi boynunuzu kılıç darbesinin altına sokuyorsunuz, sürgünlere, zindanlara işkence ve ölümlere katlanıyorsunuz. Bitip tükenmeyen bu senaryonun üreticisi, öncelikle sizsiniz.
Böyle kaldıkça da katilden daha çok suçlu olduğunuz gerçeği altında ezilerek, yeni katliamların yolunu döşemiş oluyorsunuz.
Aradan 1371 yılı geçmiş, Kerbela küllenmemiş. Çünkü orada bir direniş vuku bulmuş, ölüm pahasına. Zalime, Yezide boyun eğilmemiş, şehit olunmuş. O yakıtla bu güne gelmişsiniz, ama sizin gelecek kuşaklara sunduğunuz ise bir avuç kül.
Kül olmuşsunuz rüzgar estikçe faydanız değil, gelecek kuşakların gözlerini kör eden zararlarınız var. Kerbela’yı bir kenara koyun, Yavuz Sendromundan bile kendinizi kurtaramadınız. Korkunun ecele faydası varmış gibi, durmadan katledilerek buraya gelmenize rağmen, ders çıkartmadınız. Bu nedenle, tarihin kesintisiz süren en kapsamlı, en planlı, en bilinçli ötekileştirme ve katledilmenin rahmeti altında yaşamayı kabullendiniz. Üstelik kurbanlık koyun gibi yerinizden kıpırdamadan yanıyla tekrar eden zulmü mazoşistçe içselleştirdiniz; nerede kaldı sizin Kerbela direnişiniz, nerede kaldı sizin yalın ayak Şah’a gidişiniz…
Katiller, sürü halinde inandığınız tüm değerleri kirletme yarışındadır.
En kapsamlı propagandalarla, dünün kavgalarına, yalanlarına, iftiralarına bu günden, dünün saflaşmasına, insan, edebiyat, maddi ve propaganda katkısı sunma yarışındadır. Farkında bile değilsiniz. Bir diyanet işleri bütçesine ilişkin, bir zorunlu din dersi dayatmasına ilişkin kararlı duruşunuz bile yok; önderlerinizi, kararlı olanlarınızı bile yarı yolda bırakıyorsunuz.
Katilleriniz, sizi bir kez daha katletmek için ellerinden gelini yapıyor. Her türden hazırlık içinde devletiyle kol kola geziyor. Medyasıyla, basın-yayınıyla Profesörleriyle, ülkücüleriyle dinmeden uğraşıyor. Bu günden düne yakıt taşıyor. Dün Osmanlısıyla, bu gün de Cumhuriyetiyle aynı akılla, kılıç hakkı diye hükümran olduğu topraklarda inancını dayatmakla, ayrıcalıklı kılmakla kalmıyor seni yok etmek için kurgularla, planlarla iç içe yaşıyor; bebelerini beyinlerini yıkamak için, İslam’ın insanlık mesajıyla ilgisi olmayan, Muaviye ve Yezid’in dünyasal çıkarlar imparatorluğu için ve onlardan sonrakilerin aynı amaçlı çıkarları için yalanlarla ürettikleri hadislerin şeriatını dayatıyor. İnancı Show’a indirgeyerek, özünü, manasını boşaltıyor. En basit İslam öğretisi olan Ümmetteki farklılıkların birbirini hazmetmesi ve ortak paydada insanlık öğrenmesine karşı çıkıyor, seni ötekileştirip yok etmeye çalışıyor. Dini, kendinden çıkararak elindeki devlet gücüyle seni karanlıklara dönüştürmek istiyor.
Katiler, elinden geleni ardına koymuyor; ilk baskısı 100 000 basan, “ŞAH & SULTAN” adlı bir kitap, yazarı olan Profesörün kaleminden, Kızılbaşlık adı altında Alevilere yönelttiği iftiralar, alçaltma ve tahkirler, onursuzlaştırmalar insan aklını ve zekasını zorlayıp kirleten duruşlar, bu günü düne taşıyan, dünden bu güne süren Alevi kıyımını bir kez daha kışkırtmaktan yorulmadıklarını gösteriyor.
Bu konuda yazdığı uzun makale “İskender Pala’nın ŞAH & SULTAN Dünyası” bu çirkinlikleri tek tek ortaya sererken, Alevi tarihinin kendi gerçekliğiyle yüzleşmesi için ben amaç ve çabayı dile getiriyor. Kendi tarihimizle yüzleşmeyi başaramadan üzerimize yürüyen ölüm denklemlerinden kurtulmamızın imkanı olmayacağını anlatıyor. Katillerin en akılısının bir aptal olduğunu, tarih bilmediğini, gerçekle uzak yakın bir ilişiği olmadığını, insanlıktan nasip almadığını gösteriyor.
CUMHURİYETTEKİ OSMANLI
Osmanlı bir yana, Cumhuriyetteki Osmanlı aynı akılla aynı minval üzerinde sürüyor. İliklerine kadar sinmiş, kemiklerini kırmış ve yaşamaya devam etmiş olunmasına rağmen bunu bile unutmuş olmak, bilinçte izi kalmamış olmak yaraların, zaafların en büyüğüdür. Alevileri ötekileştirip katleden akıl, bu zaaftan beslenmektedir; buna toplumsal korku psikolojisi diye bakıp hak vermek bir tür gerçekten kaçış değilse, Alevilerin bilincini kirletmeye çalışan bir çabadan başka bir şey değildir; Dersim’den Çorum’a, Maraş’a, Sivas-Madımak’a uzanan kanlı yolu bu akıllar katillerle el birliği yaparak döşemiştir.
Siz de buna, “Çalıştay” diye devletin bölme girişimlerini ekleyin, İkiyüzlülerin, kimliksizlerin aklıyla, Aleviliği resmi bir kimliğe kavuşturmadan devlet memuru yapmaya çalışan duruşları ekleyin. Bu listeyi uzattıkça uzatmak mümkün tümü aynı kapıya çıkar; Aleviler öncelikle kendini aldatıyor, son verilmesi gereken budur. Alevilik bu yollarda harakiri yapmaktadır; Devlet, kimliğinin farkında olmayan Alevilerin döşediği yollarda, elini bulaştırmadan “temiz eller operasyonu” yaparak tehlike gördüğünü uzaklaştırmaktadır, iç bükey yaparak kırdırmaktadır.
Tarihi korkuların, bilinçaltını esir ettiği bu inanç topluluğu Aleviler, bu ülkenin eşit bir kurucusu ve sahibidir. Kendini ötekileştirip katleden akla karşı bir duruş sergilemek yerine, kendi gerçeğinden kaçışı, onu her zaman kolay bir av haline getirmiştir. Bu kaderi kendi elleriyle yaratan Alevileri kurtaracak olan, yine kendi elleridir. Aynaya bakmaları, suratlarına kocaman bir şamar vurarak kendilerine gelmeleri işin başlangıcıdır; kader diye dayatılanın, bir vehim olduğunu anlamaları için böylesi bir sarsılmaya ihtiyaçları vardır. Bunun için etrafına bakmak örnek verilerden yararlanmak hiç de zor değildir.
İşte meydanlar, işte mahalleler, işte kentler, işte yanı başımızda Kürt halkının özverili direnme mücadelesi durmaktadır. Bu mücadele ki, hepimiz adına özgürlük ve demokrasiyi savunuyor, kimlik haklarını, anadille eğitim özgürlüğünü savunuyor, bedeller ödüyor. Tarihiyle başarıyla yüzleşip makus kederini yenilgiye uğratıyor, haklarını kazanıyor. Başarılarıyla ilerliyor; “iki dilli yaşam” diye demokrasi mücadelesine katkılar yapıyor. Buna, neden “çok inançlı yaşam” mücadelesini, çok kültürlülüğün özgürlüğünü katarak destek vermiyoruz. Neden destek vermekte hayır hah tutumlar sergiliyoruz; bir ayağımız milliyetçilik ve devletin kucağında diğer ayağımız kaldırım kenarında gelişmeleri seyrediyoruz.
KERBELA DERSLERİ
Hani Kerbla’nın dersleri hak yolunun dersleriydi, hani bu yol mazlumların hak arayışı için mücadele edenlerin yoluydu, siz Aleviler bu yolun neresindesiniz. Biz bu yolun neresindeyiz…
Alevilerin yolu Hz. Hüseyn’in yolu mu dediniz? Kendinizi kandırmayın bu yol sizin yola benzemiyor.
Daha dün, 1371. Yıl Anısını bilince çıkardığımız 10 Muharrem Kerbela katliamının dile getirdiği direniş yolu, mazlumların zalimlere karşı dik duruş yolu sizin yolunuza hiç benzemiyor.
Kerbela’nın yolu, tarihin en büyük imparatorluğuna, Emevilere, Muaviye ve Yezide baş kaldıranların yoludur; parmakla sayılabilir sayıda Ehlibeyt insanı, hak yoluna kendi düşüncelerinin özgürlüğü yoluna ölümleri pahasına taviz vermeden dik duruşlarını ortaya koydular. 500 yıl önce Anadolu’nun her köşesinde “Kalkın şaha gidelim” diye yeri göğü inleten sadanın sahipleri de aynı yolu tutmuş inançlarının, düşünce özgürlüklerinin uğruna direnmeyi, baş kaldırmayı göze almıştır. Kerbela’nın çizdiği yol haritasını takip ederek direnmiştir. Bunun tarihteki örnekleri de az değildir; küreselleşme çağında bu günün, bu açında çok daha büyük imkan ve etkinliği mevcuttur; makus kaderi ters yüz etmek için geçmişten daha çok olanak bulunuyor.
Ayrıca, Aleviler bu gün, dünden çok daha örgütlü, daha aklıselim önderliklerin çabasıyla sonuç almaya yakındır.
ÇOK DEĞİL BİRAZ ÇABA
Bu sürece destek vermek, bu kaderi yenilgiye uğratmak zor değildir. Bu yola omuz vermek öncelikle tüm Alevilerin görevidir. Kendini Alevi kolektif kimliği içinde gören herkesin insani yükümlülüğü budur.
Bu yolda hakları uğruna direnenler oldukça, Alevi olmayanlarında desteğini kazanma şansı yükselecektir. Kendi haklarına sahip çıkmayanların haklarına kimsenin sahip çıkmayacağı bilinmelidir. Bu mücadele, insanlık değerleri mücadelesi olarak, geniş çevreden destek bulabilecek bir mücadeledir. Demokratların, Devrimcilerin, sosyalistlerin eşitlik uğruna, özgürlük uğruna mücadele eden Alevilerle omuz omuza olması ilkesel bir konumlanıştır. Bu aynı zamanda, bir insanlık görevi olarak, bir tarih bilinci ve yerelin direnme çizgisini dünden bu güne taşıma yükümlülüğünün de ifadesi olacaktır.
Bu ülkenin aklıselim tüm güçleri, etnik, inanç toplulukları, Alevilerin haklı demokratik taleplerinin yanında yer almakta gecikmeyecektir; kendini insan olduğu kadar, Sünni kolektif kimliğinde de tanımlayan topluluklar, Alevilere karşı işlenen tarihi katliamların, haksızlıkların sür git devamına razı olmayacaktır. İnanç ötekileştirmesinin, bölücülüğünün son tahlilde kendisine de ciddi zararları olacağını bilince çıkararak, Alevi kardeşlerinin haklı talepleri yanında saf tutacaktır.
Demokrasi herkese gereklidir, ne din, ne etnik, ne sınıfsal, ne de başka bir ölçüte sokulmadan herkesin yararlanabileceği bir zemin olarak, demokratik alanların genişletilmesi barış içinde bir arada yaşama ve geleceği kurmanın en kısa yoldur. Aleviler daha çok demokrasiyi kendileri için olduğu kadar ülkedeki herkes içinde istemesini bilmelidir.
Aleviler bu ülkenin olmazsa olmazıdır.
İnsan topluluğu olarak ortaya koydukları yoğunluklarıyla, Kültürleri, siyasal duruşları, coğrafyadaki konumlarıyla bir bütün olarak bu ülkenin Geo-stratejisinin bel kemiğidir. Bu ülke sonuna kadar bu topluluğun haklarını gasp ederek bir yere varamaz. Devlet, Diyanet İşleri Başkanlığının tüm inançları ötekileştirip, tüm inançların oluşturduğu değerleri gasp ederek oluşturduğu bütçeyi sonun kadar yemeye devam edemez.
Devlet, karar verme durumunda olmayan bebelerimize, kendi inancını dayatmak için zorunlu din dersi okutamaz. Bin yıl geçti asimile edemediği değerleri bilişim çağı 21. Yy da asimile edebileceğini sanmak aptallıktır; devlet aptallığıyla katliamlarını sürdürse de bu yoldan kendisi de sağ çıkamaz. Kendi vatandaşını korumak yerine katletmeyi planlayan bir devlet sakıttır.
Bu ülke bir mozaik. Herkesin hakları var, herkesin kendi değerleri ve kimliğini oluşturan verileri var; inançlar, etnik yapılar, sınıflar, yöreler her biri kendi farklılığıyla ortak kimlik oluşturan varlıklar, ayrı varlıklar var. “Çok dilli - Çok kültürlü özgür bir yaşam”a anayasal güvencelerle, kurum ve kuruluşlarla, yasa ve kolektif bilinçle oturtmadan, özerklikleriyle demokratik bir cumhuriyet olarak örgütlenmeden, kimse, tek başına, herkesin üzerinde buyruk olabileceğini sanmasın.
Geç kalınmıştır.
Bu karanlık aklın, bu karanlık yolun bir sonu var. Oraya gelinmiştir; bu külüstür araba bu yolları yürüyemez. Yenilenmeden sorunlar aşılamaz.
Aleviler bir kez daha katliama uğramak istemiyorlarsa, aynaya baksınlar. Tarihleriyle cesurca yüzleşsinler, çevresindeki özgürlük ve demokrasi mücadelesini hakkıyla görüp yükümlülüklerini yerine getirsinler. İnançlarına istedikleri özgürlüğü, her etnik topluluğun anadille resmi okullarda eğitim hakkı talebiyle birleştirsinler, omuz omuza olsunlar birlikte kazanmanın yollarını bulsunlar.
Acil görevimiz budur.
19-26 Aralık 2011 Maraş katliamı anısına
Bu yıl eski yazıma önsöz eklemekle yetineceğim. Gerisi olduğu gibi sürüyor…
Önsöz:
Tek tek işaretlediler evleri ve vitrinleri. Sonra topluca katlettiler. Bu gün de fişliyor, kışkırtıyor haklarımızı gasp etmeye devam ediyorlar. Ellerine aldıkları iktidarla, bir kez daha bizleri nasıl katlederler diye, siyaseti, yaşamı yeniden dizayn ediyorlar. Eskiyen derin devlet yerine yenisini örüyorlar. Fethullahçı Cemaatin İmam ordusuyla yeni derin devletin kılıcını boynumuzda tutuyorlar. Sivil diktatörlük kurma çırpınışları, ötekileştirilmiş varlığımıza rahmet darbesi olarak dayatılmaya çalışılıyor. Biz ise, bir kez daha kurbanlık koyun gibi sıramızı bekliyor gibiyiz. Sisiyphos’un bitmeyen çilesi Alevileri katli gibidir. Çünkü tarihimizle yüzleşmiyor ders almıyoruz. Tarihi ağlama duvarı sanıyoruz, hep ah çekiyoruz. Bu nedenle hep katlediyorlar. Türkiye’de katlediyorlar, Suriye’de katlediyorlar, Irak’ta Lübnan’da buldukları her yerde, hep katlediyorlar. Ellerinde vekaleti kimden alınmış belli olmayan tapu gibi fetvaları var. İbni Teymiye’den Şeyhul islam Ebu Suud efendiye kadar da hüküm veren kadıları var. Malları, ırzları helal diyorlar, kanları akıtılmalı diye haykırıyorlar;ama bununla da yetinmiyorlar cesetleri parçalıyor, lime lime ederek nehirlere, çöp yığınları arasına atıyorlar. Sultan Selim’den, Dersim’e, Maraş’a, Çorum’a Sivas’a, Kana’dan (Lübnan), Cisir eşŞuğur’a(Suriye) kadar, bitip tükenmeyen kin, bitip tükenmeyen kanalı saldırılar, bir kader gibi peşimize takılmış, ölüm denklemlerinde yaşamaya mahkum etmiş bizleri. Farkında değiliz gibi, durmadan katlediliyoruz…
Dönüp aynaya bile bakmayacak kadar sersemleşmiş durumdayız. Şöyle okkalı iki şamar vurmanın sırasıdır suratımıza. Belki kendimize geliriz. Belki tarihimizle yüzleşmeyi düşünürüz. Belki üzerimizdeki ölü topraklarını silkeleriz. Belki, acının erdem olmadığını anlar ayağa kalkarız. Bunca haksızlık, bunca ötekileştirilmiş hallerden kurtuluruz. Önce şöyle bir dönüp suçlu kim diye soralım. Bu cürümde bizim de payımız yok mu? Diye kendimizi sorgulayalım gerisi çok kolay gelecektir.
SUÇLU KİM?
Maraş katliamı devletin Alevilere kestiği bir bilettir; yolculuğu cehenneme olan.
Bu devletin Alevilere reva gördüğü tek yön budur. Devlet, en kirli iftira kampanyalarıyla, kışkırtma ve yalanlarla bu yolun sonunda katliamlarına aralıksız devam etmiştir, bunun için tetikçisi de kasabı da hazırdır. Aleviler ise iyi niyetlerle bu yolu döşeyip durdular.
Kahramanmaraş katliamının (1978), 30.yıl anısına (19-26 Aralık 2008) yazdığım makalede, öncelikle Alevileri suçladım; Alevi kökenli biri olarak “Suçlu sizsiniz, biziz” dedim.
Gidin aynaya bakın, suratınıza bir kez daha Osmanlı şamarı vurup kendinize gelin dedim. Göreceğiniz şey katilin kendisidir dedim. Kendi katlinizin yol döşemesini yaptınız diye de suçladım. En ehveni şerriniz ise suç ortağıdır, aynada bunu göreceksiniz, diyerek de kimseyi istisna bırakmadım.
Dün böyleydiniz bu günde öyle devam etme korkaklığı içinde köşenize sinmiş gelişmelerden bi-habersiniz. Diyerek de tarihin bu kesitinde Alevilerin konumunu belirledim.
Sözlerime bu günde, değişen bir şeyin olmaması koşulunda da devam ediyorum…
ACIYI ERDEM EYLEMEK
Siz, “tarihtir, geçti gitti” diye kendinizi aldatmaya devam edin. Bu günü bile düne taşıyanların, tarihi hareket ettirip “hiçbir şey değişmemiştir değişmeyecektir” diyenlerin yaşamakta olduğu bir ülkede, kurbanlık bir topluluk olarak boynunuzu giyotinin altına koyma gönüllüleri gibi yaşamaya devam edin.
Çevrenizi saran, her gün yeniden üretilerek kapınıza dayanan, Maraş’ta, boyalarla kapı kapı, vitrin vitrin işaretlenmenizden daha feci bir takip altında arşivlendiğinizin farkında değilsiniz. Bir kez daha bin kez daha akıllara üflenin yalan iftiralarla, beyinler nakış ediliyor, siz ise kış uykusundan kalkmasını bilmeyen bir uyuşma halindesiniz.
Tarih ağlama duvarı değildir. Hep ağladınız, anıların size anlattığı tek gerçek gözyaşı oldu, Bir gön olsun bu makus kaderi ters yüz etmek için, öğretisiyle öğündüğünüz, hak yolu diye acılarına katlandığınız Kerbela’nın zulme karşı ölüm pahasına dik duruşundan ders almadınız. Sözde Alevisiniz ama siz Aleviliğin gölgesi bile değilsiniz. Anti madde gibi ne hacmi, ne kütlesi olmayan bir varlıksınız.
Tarih, her toplum için bir yüzleşme alanıdır, derslerin, soyutlamaların çıkarıldığı, yeryüzünde orijinalitesiyle yer kaplamak, insan topluluğunun bir unsuru olarak daha ileriye gitmenin verisidir. Her hakkın bir sahibi ver ve onun hakları arkasında duruşu tarihteki yerinde duruşu olarak tescil edilmektedir. Siz Alevilerin bu tarihte tekrar ede duran ölümden başka bir yeriniz yoktur, bunu bilen gelsin söylesin de bizde bilelim; kendiniz için bile kazınılmış bir başarınız yoktur, kendiniz için oluşturduğunuz bir özgünlük yoktur, ne adına insanlığa mesaj iletmiş olacaksınız. Çektiğiniz acılar, önerdiğiniz hak yolu, duyarsızlıklarınızla başarısız kaldıkça, kimseye insanlık mesajı verme şansına sahip olamazsınız. Başarmaya mahkumsunuz, öncelikle öldürülmemeyi, ötekileştirilmemeyi, bir ve birlik olmayı başarmalısınız. Bu, sizi değişmeden devam eden topu mezarlıklarda gömülme denklemlerinden sıyıracak tek yoldur.
TARİHLE YÜZLEŞMEK
Hey siz Aleviler,
Kendi tarihinizle yüzleşmediğiniz ölçüde, size dayatılan ölümün suç ortağı olarak kalacağınızı size bir kez daha hatırlatıyorum. Bu vebali daha çok boynunuzda taşıyamazsınız. Varlık olmak, onun için gerekli özverilere katlanmaktır; eleştirdiğiniz kederciliği kendinize inanç edinmiş gibi boynunuzu kılıç darbesinin altına sokuyorsunuz, sürgünlere, zindanlara işkence ve ölümlere katlanıyorsunuz. Bitip tükenmeyen bu senaryonun üreticisi, öncelikle sizsiniz.
Böyle kaldıkça da katilden daha çok suçlu olduğunuz gerçeği altında ezilerek, yeni katliamların yolunu döşemiş oluyorsunuz.
Aradan 1371 yılı geçmiş, Kerbela küllenmemiş. Çünkü orada bir direniş vuku bulmuş, ölüm pahasına. Zalime, Yezide boyun eğilmemiş, şehit olunmuş. O yakıtla bu güne gelmişsiniz, ama sizin gelecek kuşaklara sunduğunuz ise bir avuç kül.
Kül olmuşsunuz rüzgar estikçe faydanız değil, gelecek kuşakların gözlerini kör eden zararlarınız var. Kerbela’yı bir kenara koyun, Yavuz Sendromundan bile kendinizi kurtaramadınız. Korkunun ecele faydası varmış gibi, durmadan katledilerek buraya gelmenize rağmen, ders çıkartmadınız. Bu nedenle, tarihin kesintisiz süren en kapsamlı, en planlı, en bilinçli ötekileştirme ve katledilmenin rahmeti altında yaşamayı kabullendiniz. Üstelik kurbanlık koyun gibi yerinizden kıpırdamadan yanıyla tekrar eden zulmü mazoşistçe içselleştirdiniz; nerede kaldı sizin Kerbela direnişiniz, nerede kaldı sizin yalın ayak Şah’a gidişiniz…
Katiller, sürü halinde inandığınız tüm değerleri kirletme yarışındadır.
En kapsamlı propagandalarla, dünün kavgalarına, yalanlarına, iftiralarına bu günden, dünün saflaşmasına, insan, edebiyat, maddi ve propaganda katkısı sunma yarışındadır. Farkında bile değilsiniz. Bir diyanet işleri bütçesine ilişkin, bir zorunlu din dersi dayatmasına ilişkin kararlı duruşunuz bile yok; önderlerinizi, kararlı olanlarınızı bile yarı yolda bırakıyorsunuz.
Katilleriniz, sizi bir kez daha katletmek için ellerinden gelini yapıyor. Her türden hazırlık içinde devletiyle kol kola geziyor. Medyasıyla, basın-yayınıyla Profesörleriyle, ülkücüleriyle dinmeden uğraşıyor. Bu günden düne yakıt taşıyor. Dün Osmanlısıyla, bu gün de Cumhuriyetiyle aynı akılla, kılıç hakkı diye hükümran olduğu topraklarda inancını dayatmakla, ayrıcalıklı kılmakla kalmıyor seni yok etmek için kurgularla, planlarla iç içe yaşıyor; bebelerini beyinlerini yıkamak için, İslam’ın insanlık mesajıyla ilgisi olmayan, Muaviye ve Yezid’in dünyasal çıkarlar imparatorluğu için ve onlardan sonrakilerin aynı amaçlı çıkarları için yalanlarla ürettikleri hadislerin şeriatını dayatıyor. İnancı Show’a indirgeyerek, özünü, manasını boşaltıyor. En basit İslam öğretisi olan Ümmetteki farklılıkların birbirini hazmetmesi ve ortak paydada insanlık öğrenmesine karşı çıkıyor, seni ötekileştirip yok etmeye çalışıyor. Dini, kendinden çıkararak elindeki devlet gücüyle seni karanlıklara dönüştürmek istiyor.
Katiler, elinden geleni ardına koymuyor; ilk baskısı 100 000 basan, “ŞAH & SULTAN” adlı bir kitap, yazarı olan Profesörün kaleminden, Kızılbaşlık adı altında Alevilere yönelttiği iftiralar, alçaltma ve tahkirler, onursuzlaştırmalar insan aklını ve zekasını zorlayıp kirleten duruşlar, bu günü düne taşıyan, dünden bu güne süren Alevi kıyımını bir kez daha kışkırtmaktan yorulmadıklarını gösteriyor.
Bu konuda yazdığı uzun makale “İskender Pala’nın ŞAH & SULTAN Dünyası” bu çirkinlikleri tek tek ortaya sererken, Alevi tarihinin kendi gerçekliğiyle yüzleşmesi için ben amaç ve çabayı dile getiriyor. Kendi tarihimizle yüzleşmeyi başaramadan üzerimize yürüyen ölüm denklemlerinden kurtulmamızın imkanı olmayacağını anlatıyor. Katillerin en akılısının bir aptal olduğunu, tarih bilmediğini, gerçekle uzak yakın bir ilişiği olmadığını, insanlıktan nasip almadığını gösteriyor.
CUMHURİYETTEKİ OSMANLI
Osmanlı bir yana, Cumhuriyetteki Osmanlı aynı akılla aynı minval üzerinde sürüyor. İliklerine kadar sinmiş, kemiklerini kırmış ve yaşamaya devam etmiş olunmasına rağmen bunu bile unutmuş olmak, bilinçte izi kalmamış olmak yaraların, zaafların en büyüğüdür. Alevileri ötekileştirip katleden akıl, bu zaaftan beslenmektedir; buna toplumsal korku psikolojisi diye bakıp hak vermek bir tür gerçekten kaçış değilse, Alevilerin bilincini kirletmeye çalışan bir çabadan başka bir şey değildir; Dersim’den Çorum’a, Maraş’a, Sivas-Madımak’a uzanan kanlı yolu bu akıllar katillerle el birliği yaparak döşemiştir.
Siz de buna, “Çalıştay” diye devletin bölme girişimlerini ekleyin, İkiyüzlülerin, kimliksizlerin aklıyla, Aleviliği resmi bir kimliğe kavuşturmadan devlet memuru yapmaya çalışan duruşları ekleyin. Bu listeyi uzattıkça uzatmak mümkün tümü aynı kapıya çıkar; Aleviler öncelikle kendini aldatıyor, son verilmesi gereken budur. Alevilik bu yollarda harakiri yapmaktadır; Devlet, kimliğinin farkında olmayan Alevilerin döşediği yollarda, elini bulaştırmadan “temiz eller operasyonu” yaparak tehlike gördüğünü uzaklaştırmaktadır, iç bükey yaparak kırdırmaktadır.
Tarihi korkuların, bilinçaltını esir ettiği bu inanç topluluğu Aleviler, bu ülkenin eşit bir kurucusu ve sahibidir. Kendini ötekileştirip katleden akla karşı bir duruş sergilemek yerine, kendi gerçeğinden kaçışı, onu her zaman kolay bir av haline getirmiştir. Bu kaderi kendi elleriyle yaratan Alevileri kurtaracak olan, yine kendi elleridir. Aynaya bakmaları, suratlarına kocaman bir şamar vurarak kendilerine gelmeleri işin başlangıcıdır; kader diye dayatılanın, bir vehim olduğunu anlamaları için böylesi bir sarsılmaya ihtiyaçları vardır. Bunun için etrafına bakmak örnek verilerden yararlanmak hiç de zor değildir.
İşte meydanlar, işte mahalleler, işte kentler, işte yanı başımızda Kürt halkının özverili direnme mücadelesi durmaktadır. Bu mücadele ki, hepimiz adına özgürlük ve demokrasiyi savunuyor, kimlik haklarını, anadille eğitim özgürlüğünü savunuyor, bedeller ödüyor. Tarihiyle başarıyla yüzleşip makus kederini yenilgiye uğratıyor, haklarını kazanıyor. Başarılarıyla ilerliyor; “iki dilli yaşam” diye demokrasi mücadelesine katkılar yapıyor. Buna, neden “çok inançlı yaşam” mücadelesini, çok kültürlülüğün özgürlüğünü katarak destek vermiyoruz. Neden destek vermekte hayır hah tutumlar sergiliyoruz; bir ayağımız milliyetçilik ve devletin kucağında diğer ayağımız kaldırım kenarında gelişmeleri seyrediyoruz.
KERBELA DERSLERİ
Hani Kerbla’nın dersleri hak yolunun dersleriydi, hani bu yol mazlumların hak arayışı için mücadele edenlerin yoluydu, siz Aleviler bu yolun neresindesiniz. Biz bu yolun neresindeyiz…
Alevilerin yolu Hz. Hüseyn’in yolu mu dediniz? Kendinizi kandırmayın bu yol sizin yola benzemiyor.
Daha dün, 1371. Yıl Anısını bilince çıkardığımız 10 Muharrem Kerbela katliamının dile getirdiği direniş yolu, mazlumların zalimlere karşı dik duruş yolu sizin yolunuza hiç benzemiyor.
Kerbela’nın yolu, tarihin en büyük imparatorluğuna, Emevilere, Muaviye ve Yezide baş kaldıranların yoludur; parmakla sayılabilir sayıda Ehlibeyt insanı, hak yoluna kendi düşüncelerinin özgürlüğü yoluna ölümleri pahasına taviz vermeden dik duruşlarını ortaya koydular. 500 yıl önce Anadolu’nun her köşesinde “Kalkın şaha gidelim” diye yeri göğü inleten sadanın sahipleri de aynı yolu tutmuş inançlarının, düşünce özgürlüklerinin uğruna direnmeyi, baş kaldırmayı göze almıştır. Kerbela’nın çizdiği yol haritasını takip ederek direnmiştir. Bunun tarihteki örnekleri de az değildir; küreselleşme çağında bu günün, bu açında çok daha büyük imkan ve etkinliği mevcuttur; makus kaderi ters yüz etmek için geçmişten daha çok olanak bulunuyor.
Ayrıca, Aleviler bu gün, dünden çok daha örgütlü, daha aklıselim önderliklerin çabasıyla sonuç almaya yakındır.
ÇOK DEĞİL BİRAZ ÇABA
Bu sürece destek vermek, bu kaderi yenilgiye uğratmak zor değildir. Bu yola omuz vermek öncelikle tüm Alevilerin görevidir. Kendini Alevi kolektif kimliği içinde gören herkesin insani yükümlülüğü budur.
Bu yolda hakları uğruna direnenler oldukça, Alevi olmayanlarında desteğini kazanma şansı yükselecektir. Kendi haklarına sahip çıkmayanların haklarına kimsenin sahip çıkmayacağı bilinmelidir. Bu mücadele, insanlık değerleri mücadelesi olarak, geniş çevreden destek bulabilecek bir mücadeledir. Demokratların, Devrimcilerin, sosyalistlerin eşitlik uğruna, özgürlük uğruna mücadele eden Alevilerle omuz omuza olması ilkesel bir konumlanıştır. Bu aynı zamanda, bir insanlık görevi olarak, bir tarih bilinci ve yerelin direnme çizgisini dünden bu güne taşıma yükümlülüğünün de ifadesi olacaktır.
Bu ülkenin aklıselim tüm güçleri, etnik, inanç toplulukları, Alevilerin haklı demokratik taleplerinin yanında yer almakta gecikmeyecektir; kendini insan olduğu kadar, Sünni kolektif kimliğinde de tanımlayan topluluklar, Alevilere karşı işlenen tarihi katliamların, haksızlıkların sür git devamına razı olmayacaktır. İnanç ötekileştirmesinin, bölücülüğünün son tahlilde kendisine de ciddi zararları olacağını bilince çıkararak, Alevi kardeşlerinin haklı talepleri yanında saf tutacaktır.
Demokrasi herkese gereklidir, ne din, ne etnik, ne sınıfsal, ne de başka bir ölçüte sokulmadan herkesin yararlanabileceği bir zemin olarak, demokratik alanların genişletilmesi barış içinde bir arada yaşama ve geleceği kurmanın en kısa yoldur. Aleviler daha çok demokrasiyi kendileri için olduğu kadar ülkedeki herkes içinde istemesini bilmelidir.
Aleviler bu ülkenin olmazsa olmazıdır.
İnsan topluluğu olarak ortaya koydukları yoğunluklarıyla, Kültürleri, siyasal duruşları, coğrafyadaki konumlarıyla bir bütün olarak bu ülkenin Geo-stratejisinin bel kemiğidir. Bu ülke sonuna kadar bu topluluğun haklarını gasp ederek bir yere varamaz. Devlet, Diyanet İşleri Başkanlığının tüm inançları ötekileştirip, tüm inançların oluşturduğu değerleri gasp ederek oluşturduğu bütçeyi sonun kadar yemeye devam edemez.
Devlet, karar verme durumunda olmayan bebelerimize, kendi inancını dayatmak için zorunlu din dersi okutamaz. Bin yıl geçti asimile edemediği değerleri bilişim çağı 21. Yy da asimile edebileceğini sanmak aptallıktır; devlet aptallığıyla katliamlarını sürdürse de bu yoldan kendisi de sağ çıkamaz. Kendi vatandaşını korumak yerine katletmeyi planlayan bir devlet sakıttır.
Bu ülke bir mozaik. Herkesin hakları var, herkesin kendi değerleri ve kimliğini oluşturan verileri var; inançlar, etnik yapılar, sınıflar, yöreler her biri kendi farklılığıyla ortak kimlik oluşturan varlıklar, ayrı varlıklar var. “Çok dilli - Çok kültürlü özgür bir yaşam”a anayasal güvencelerle, kurum ve kuruluşlarla, yasa ve kolektif bilinçle oturtmadan, özerklikleriyle demokratik bir cumhuriyet olarak örgütlenmeden, kimse, tek başına, herkesin üzerinde buyruk olabileceğini sanmasın.
Geç kalınmıştır.
Bu karanlık aklın, bu karanlık yolun bir sonu var. Oraya gelinmiştir; bu külüstür araba bu yolları yürüyemez. Yenilenmeden sorunlar aşılamaz.
Aleviler bir kez daha katliama uğramak istemiyorlarsa, aynaya baksınlar. Tarihleriyle cesurca yüzleşsinler, çevresindeki özgürlük ve demokrasi mücadelesini hakkıyla görüp yükümlülüklerini yerine getirsinler. İnançlarına istedikleri özgürlüğü, her etnik topluluğun anadille resmi okullarda eğitim hakkı talebiyle birleştirsinler, omuz omuza olsunlar birlikte kazanmanın yollarını bulsunlar.
Acil görevimiz budur.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder