HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

7 Aralık 2011 Çarşamba

ERDOĞAN’IN İFLAS SEREMONİSİ

Mihrac Ural – 7 Aralık 2011

Bir iflas seremonisi izliyoruz. Kraldan çok kralcılık yaparak, haksızca, hiçbir gerekçesi olmadan, komşumuz Suriye’ye yaptırımlar uygulanışını ve iflasını izliyoruz. Komşumuz, bağımsız olduğu kadar onurlu bir ülke. 40 yıldır dünya emperyalist güçleri tarafından yaptırımlara uğramasına rağmen direnme çizgisinden zerre kadar taviz vermemiş bir ülke. Nitekim Türkiye halkının iradesine aykırı olarak, Erdoğan yönetimince Suriye’ye uygulanan yaptırımlara cevabını aldıkça, Erdoğan’ın hesapsızlığını ve iflası da ortaya çıkmış oldu. Bu yaptırımlar, Suriye’den çok, Türkiye’ye ağır zarar vermiş oldu. Suriye’nin, onurlu bir bağımsız ülke olarak gösterdiği haklı tepki, hesapsız AKP iktidarının halkımızı, daha nerelere savrulacağına ilişkin önemli bir işaret gibidir.

Ancak BOP Eş Başkanlığı yükümlülüğü altındaki Erdoğan iktidarı, kirli işlerine, komşumuza yönelik saldırılarına devam etti. İkiyüzlü politikalarla, arkadan hançerleyerek, 9 aydır eli kanlı şebekeleri destekleyip Suriye üzerine salan Erdoğan iktidarı bununla da yetinmedi. Libya’yı yakıp yıkarak katleden el kaide şebekelerini, Çeçen vahşetinin barbarlarını silahlandırıp öbek öbek Suriye’ye üzerine sürmeye başladı. Türkiye’nin Erdoğan iktidarı altında bu aymazlığı neden yaptığını izah edecek bir akıl ve izan olamaz. Bu saldırılar esasından savaşa yol açacak gelişmelerdir. Ancak Suriye’nin sürmekte olan Türkiye halkını bu maceracı yönetimlerle bir tutmamasının verdiği olgunluk, komşuluk ilişkilerinde dürüstlükle birleşen gerginliği uzaklaştırma duruşuyla belirmektedir. Suriye çok daha fazlasını bir anda yapmaktan da aciz değildir; nitekim Erdoğan’ın günü birlik, öbekler halinde saldığı bu cinayet şebekeleri, Suriye topraklarına ayak bastığı an ağır kayıplarla gerisin geriye kaçmaya başlamaktadır. Özellikle Hatay Reyhanlı, Altınözü ve denizden yapılan her girişim ağır zayiatlarla, gerisin geriye püskürtülüp duruyor.

İlla düşmanlık, illa ölüm, illa müdahale, illa ikiyüzlülük ve arkadan hançerlemeyle, ezelden gelmiş ebede giden bir komşuluğu kirletmek kime ne kazandırır. Kaybeden bu kirli işlere bulaşanlardır. Son gelişmeler bunu hızla açığa vurmaktadır.

SON GELİŞMELER

Bu makaleyi yazarken, haberlerde bir süre önce, “istişare etmek üzere” Suriye’den çekilen Amerika ve Fransız Büyükelçilerinin geri döndükleri açıklandı. Suriye iç işlerine müdahaleleri nedeniyle ağır eleştirilere maruz kalan, halkın tepkisine muhatap olan ve gittiği her yerde (kilise, taziye, özel görüşmelerinde vb) yumurta ve domateslerle karşılanan ve sonuçta yönetimleri tarafından geri çağrılan büyükelçiler geri döndüler.

Amerika ve Fransızların Suriye’nin iç işlerine bugüne kadar süren akıl almaz müdahalelerine karşın bekledikleri sonucu alamadılar. “Esad yönetiminin kısa sürede çökeceği” sanısına bağlanan umutların tümü iflas etti. Bu gelişme, yeryüzünün her köşesi hakkında bilgi sahibi olduğuyla övünen süper güçlerin. Suriye’de düştükleri handikabı göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Suriye halkı farklılıklarıyla halkçı yönetiminin arkasında durdu. Milyonları milyonlara ekleyerek meydanlara inip duruşunu ortaya koydu. Halk, yönetimin arkasında böylesine kararlıca duruşu, Amerikan ve Fransızların uzun süreden beri “Esad meşruiyetini yitirdi” yönündeki, diplomatik teamüllere ahlaksızca bir tecavüz olan sözlerinden özür dilemeksizin, büyükelçiliklerini gerisin geriye yollamak zorunda kaldılar.

Bu gelişme, bağımsızlığına samimice bağlı, özgür karar sahibi bir ülkenin yeryüzünün süper güçlerine bile diz çökertebileceğini göstermesi açısından büyük önem taşımaktadır. Suriye’ye ders vereceğini sık sık dile getiren Erdoğan yönetiminin bundan alacağı çok ders olduğunu söylemek abartı değildir. Bu bir iflastır. Süper güçlerin iflasıdır.

Son haberler arasında Arap Birliği Örgütü’nün, yaptırımlarına yol açan “Gerçekleri Araştırma Komisyonu” heyetiyle ilgili protokol üzerine, Suriye’nin talebi üzerine yeniden görüşmelerin yapılması, oldukça önemli bir adım olarak gündeme düştü. Araplar bir kez daha kendi aralarında sorunları çözme eğilimi belirmeye başladı. Bu olur ya da olmaz ancak Arapların geleneksel iç çekişmeleri üzerine şato kuranların sık sık hüsrana uğrayacaklarını belirtmek yanlış olmayacaktır.

Bu gelişmeleri, Suriye’nin etkinliğine, çevre genişliğine, ağırlığına, savaşta da barışta da aşılmaz bir kilit ülke olduğuna önemli bir göstergedir; Arap Birliği Örgütünün yaptırımları, Suriye den daha çok sınır komşusu ülkeler için ağır sonuçları oldu. Ürdün, Lübnan, Irak, Hatta Türkiye üzerine ağır sonuçları olduğu bilinmektedir. Bu nedenle Türkiye dışındaki sınır ülkeleri ilk refleksler azımsanmayacak ölçekte oldu. Ürdün yaptırımlara evet demesine karşın bunları uygulamaktan muaf tutulmak için Arap birliği örgütüne yazılı başvurmak zorunda kaldı. Bu gelişmeler, Suda ve Cezayir’in siyasi yaptırımları askıya alma ihtimalinin belirmesi üzerine, Arap Birliği Örgütünün kararları hiçbir gerçekçe dayanağı olmayan dıştan dayatılmış Amerikan-İsrail çıkarları için ikame edilmek istenen kararlar olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu hızlı gelişmeler, yazmaya başladığım makalenin de ana konusunu oluşturuyordu. Makalemin konusu, kraldan çok kralcılık yapan Erdoğan iktidarının yüz yüze kalacağı yüz kası durumdur.

İÇ SİYASET – DIŞ SİYASET

Erdoğan’ın iç siyaseti kadar, dış siyaseti de iflasları iflaslara ekleyerek devam ediyor. Son çöküş Suriye’yle ilgili sergilenen tutumlarda belirginleşiyor.

Ülkenin iç sorunlarında demokratikleşmenin ötelenmesiyle beliren baskıların artışı, aydınlara, düşünceye, özgürlük ve demokrasi taleplerine, Kürt sorununa karış artan kovuşturmalarla sürüyor. İçte gerilen ve adım adım iflasların üst üste binmesini getiren bu algı, önceki yazılarımda da ifade etmeye çalıştığım gibi Cumhuriyetteki Osmanlıdır. Bu aklın bu gün sürdürdüğü tüm politikalar, Cumhuriyetle devrimci, demokratik bir hesaplaşma değil, pervasız bir karşı-devrimin intikam hezeyanıdır.

Dersim katliamını bin yıllık mezhep ve etnik ayrımcılığının akıl almaz zorbalığını aşmak üzere tarihle yüzleşme amacıyla değil, Cumhuriyetin, kemire kemire içi boşaltılan, sonuçta kuru bir kabuk haline getirilen varlığını yerle bir etme çabasıdır; tüm eksik ve hatalarına karşın, kuruluş planındaki yetmezliklere rağmen Cumhuriyetin Osmanlıya karşı tarihsel başarı adımları sayılabilecek her şeyden intikam almaktır.

Dersim katliamı, sadece mezhepsel duygu sömürüsü amacıyla, tıpkı İsrail’e karşı “one minute” olayının medyatik pırıltısından nemalanmak üzere dile getirildi. İş gerçekten tarihle cesurca yüzleşmenin basit ilk adımı sayılabilecek tüm belgelerin ve ilgili arşivlerin devletin tüm kurumlarını kapsayacak şekilde açılmasına gelince, orada her şey derin bir sessizliğe ve karanlığa büründü. Dersim katliamı üzerine çakılan kıvılcım, bir saman alevi gibi doğduğu yerde söndü. Bu yapılanlar bu yönetimin akıl dehlizlerinde dolaşın stratejilerle ilgili olduğu çok açıktır; önceliklerini oluşturan ve tek hedefi sivil diktatörlüğe gidişin yollarını stabilize etmek üzere ortaya atılan yaklaşımlar, bu iktidarın iflas eden iç politikasının tecellileridir.

Ülkenin ekonomik-sosyal, siyasal ve kültürel binlerce sorunu yıkıcı etkisini hızla ortaya koyarken, inanç sorunlarını özel olarak öne çıkarmak üstelik bunun çözümsüz bırakılacağı her yünüyle belliyken, medyatik parlatmalara yönelmek Osmanlı aklının tarihten, içgüdüsel hezimetlerinden intikam almanın bir biçimi olarak ortaya çıkmaktadır. Tarihle yüzleşmek, gerçekte bu değildir, Basın açıklamasın da da dile gelen belirlemeler bu açıdan önem taşımaktadır.

“Dersim Katliamı, ne özürle geçiştirilebilecek bir kıyımdır ne de Başbakan ya da Cumhurbaşkanının bir hitabında dile gelen özürle aşılabilecek ölçekte bir sorun değildir. Yakın tarihin Ermeni katliamı gibi (24 Nisan 1915), Osmanlıdan günümüze kesilmeden sürmekte olan Kürt katliamlarının tümü için (Koçgiri’den, Şeyh Sait ayaklanmasına, Ağrı’dan Dersim katliamına ve 1984’ten bu yana, sınır dışı operasyonlarla sürmekte olan son Kürt kıyımına kadar), hatırlanmak istenmeyen Cumhuriyet dönemi Kilikya Ermenileri kıyımına (20 Ekim 1921 – 23 Haziran 1939), Hatay’ın ilhakına (23 Haziran 1939), Menemen olaylarına (23 Aralık 1930), Faşizan Varlık Vergisi mağdurlarına (11 Kasım 1942-15 Mart 1944), 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 Askeri faşist darbelere, 1 Mayıs 1977, Maraş (19 Aralık 1978), Çorum (28 Mayıs-Temmuz 1980), Sivas (2 Temmuz 1993), katliamlarına ve daha nicelerine uzanan kirli tarihi bu devletin boynunda açıklık bekleyen, özür kadar ilgili tüm hukuki sonuçlarının ikamesini bekleyen derin toplumsal yaralardır.” (Duyuru no:35 http://mirural.blogspot.com/ )

Ülke içi sorunlar, sadece tarihle yüzleşme sorunu mudur? Elbette değil, buna eklenecek binlerce sorun daha var. Özellikle ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi yolundaki geleceği için binlerce sorundan söz etmek mümkün. Ancak Erdoğan iktidarı kirli ve karanlık amaçlarını, geleceği bile kullanmak için ele alışından da biliyoruz ki, sorun çözme değil oyalama ve kullanma üzerine kurgulanmıştır. Bu güne kadar ele alıp da sonuna kadar tutarlıca takip ettiği tek bir sorun yoktur ve olmayacağı açıktır. İşte bu algı, ülke tarihinde emsali olmayan bir gerici hamleyle, sivil diktatörlük organizesiyle, farklılıkları yok etmek, işkence zindan içinde çürütmek, mahkeme davalarının bitip tükenmez acıları içinde kıvranmasını sağlamak üzerine kurgulu oldukça da bu durum değişmeyecektir.

Bu içi politikanın, kaçınılmaz olarak dış politikaya taşıdığı yönelimlerle de yüz yüze olduğumuzu gösterir.

Tekrar ederek uzatmayacağım. Libya, Bahreyn olaylarında Türkiye’nin ortaya koyduğu ve hiçbir ülkenin ahlaki olarak kabul etmeyeceği bu duruş, “komşuluk ilişkilerinden sıfır sorun” değil, ölüm denklemleriyle örülü bir arkadan hançerleme siyaseti olduğun yeterince göstermiştir. Bölge olaylarını doğru izleme şansına sahip olan, uluslar arası şer medyasının yalanlarına, abartmalarına, aldanmayan her okur, Türkiye’nin yuvarlanmaya başladığı süreçten, ağır bir iflasla çıkacağını görmesi zor değildir. Bu süreç Erdoğan iktidarının kaderini, Esad’ın ülke sorunları aşmasıyla ters orantılı etkilemektedir. Suriye’nin zaferi, Erdoğan iktidarının ve bu tür iktidarların bölgede sonun başlangıcı anlamına geleceği ise çok açıktır.

Ahmet Davutoğlu, 30 Kasım 2011 tarihi itibariyle Suriye’ye karşı 9 maddelik bir yaptırım ilan etti. On yıllık bir dostluk ardından Arap Birliği Örgütünün henüz yürürlüğe geçmemiş yaptırımlarını beklemeden ilan edildi. Nasıl olsa “yaptırım kararları uygulanacaktı”, söz alınmıştı. Ama devletler arasındaki ilişkilerde ve özellikle Arapların kendi aralarındaki ilişkide, böylesi toyca davranışların ağır faturaları olur. Nitekim Arap Birliği ile Suriye arasında bir kez daha görüşmeler, yeniden düzenlemeler, yazışmalar başlayınca uzatmalar gündeme geldi. Kraldan çok kralcı davranarak yaptırımlarını şehvetle ilan eden Türkiye, bu kez tek başına orta yerde kalmış oldu. Bunun da ötesinde Suriye, Türkiye’nin bu adımını karşılıksız bırakmadı; kendi yaptırım kararlarını açıklayarak rest çekmiş oldu, Suriye’ye girecek tüm Türk mallarına %30 gümrük uygulanacağını açıladı, böylece, sıfır gümrükten en yüksek gümrük duvarına toslama gündeme gelmiş oldu. Bu sonuç, ilkesiz dış politikada iflasın bir ifadesidir.

Kardeşlik, dostluk üzerine kurulan bir ilişkinin bir iki ay içinde savaşın eşiğine gelmesi, siyaset aklı-selim yöneticilerin işi olamaz. Hiçbir onurlu halk bu tür yöneticileri uzun süre sırtında taşıyamaz.

DIŞ BASKILARA KARŞI DURUŞ


Suriye halkı, bölgenin en siyasallaşmış halkıdır. Tarihi derinliklerinden bu güne gelen kültür birikimleri son 60 yıldır bölgedeki tüm çalkantılarda gösterdiği refleksler buna işaret ediyor. Özellikle Hafız Esad dönemi, İsrail’le girişilen 6 Ekim1973 savaşı, 13 Nisan1975 Lübnan iç savaşı, 16 Haziran1979 Müslüman kardeşler Örgütü şebekelerinin kanlı kıyım hareketlerinin yükselişi, 4 Haziran1982 İsrail’in Lübnan’a saldırısıyla ikame edilmek istenen BOP projesi girişimlerinin ilk adımları, 2 Ağustos 1990 tarihi itibariyle Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayıp, 16-17 Ocak 1991 Tarihinde başlayan 5 Nisan 1991’de sona eren I. Körfez savaşı sürecindeki çok boyutlu baskılar, Türkiye’nin savaş çılgınlığıyla Kara kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Tek’in ateşlediği baskılar, Bu süreç Hafız Esad’ın ölümü ve Beşşar Esad’ın Cumhurbaşkanlığına gelişiyle, aynı baskılar tüm hızıyla devam etti.

Hafız dönemi, soğuk savaşın devam ettiği bir dönem ve sonrasını içerir. Baas partisi içinde katı tutumlarıyla tanının ekibin tasfiyesini temsil eden 16 Kasım 1970 Tashih Hareketiyle birlikte Hafız Esad’ın yaptığı açılımlar, ülke için bu güne kadar etkisi süren açılımların esasını oluşturur. Baas partisi ilk kez bu hareketle sıkı örgütlenmiş bir ideolojik sosyalist parti almaktan geniş alana yayılan halkın partisi olmaya başlar. Bu dönemin her iki evresinde Hafız’ın başarılı denge politikaları ülke içinde sağlam ve yaygın ekipli çalışmalarla dünyanın baskılarına meydan okuyun bir duruş sergiler. Şekerin, yağın, kağıt mendilin bile ambargolar nedeniyle olmadığı bir ülkeyi, kararıl ve başı dik tutabilmişti. Suriye halkı böylesi zor koşullarda açlığa susuzluğu evet, ancak onursuzluğu hayır diyerek, dış müdahaleye direnmiştir.

Bu satırların yazarı bu dönemi tüm yönleriyle yaşamışı biri olarak, Beşşar Esad döneminin bitip tükenmez dış baskılarına da tanık olmuştur. Bu baskıların bilançosu da şudur;

Beşşar Esad, iktidara geldiği 17 Temmuz 2000 tarihi itibariyle aralıksız bu güne kadar devam etmiştir.

7 Ekim 2001 Afganistan savaş ve istilasıyla başlayan tehditler (Kafkaslardan-Ak denize kadar enerji alanları, petrol, gaz, hububat, pamuk, su alanları güzergahına yönelik açık askeri işgal tehdidi),

20 Mart 2003 Irak işgali (II. Körfez Savaşı) ve Suriye’nin işgal edileceği tehdidi, zamanın Amerika Savunma Bakanı Colin Powel’in Beşşar Esad’a dayattığı şartların ret edilmesiyle artan baskılar. Açıkça Suriye’nin de işgal edileceği tehdidinin yapılması. 2 milyon Irak’lının Suriye’ye mülteci olmasının yükü.

2 Eylül 2004 BM Güvenlik Konseyi 1559 nolu kararıyla Suriye’nin tüm savunma etkinliklerinin kırılması Lübnan direniş güçlerinin silahlandırılması( Hizbullah ve Filistinli örgütlerin). Lübnan iç savaşı nedeniyle (1975) Arap birliği tarafından Arap Barış Gücü olarak Lübnanda farklı etnik ve mezhep çatışmalarını sona erdiren, Lübnan’ı güvenli bir ortama kavuşturan ve bu uğurda İsrail’in Lübnan’ı istila ettiği 1982 Haziran savaşı dahil, 14 bin şehit veren, tamamen savunma amaçlı Suriye ordusunun (Bu günlerin hesabı edilmiş bir plan doğrultusunda), apar topar Lübnan’dan çıkartılması.

14 Şubat 2005 Lübnan başbakanı Refik Hariri suikastı. Bu cürümün Suriye’nin sırtına yakılması (sonradan tümüyle senaryo olduğu açığa çıkan bu kasıtlı ithamlar, Suriye ordusunun İsrail’e karşı kendini ve bölgeyi savunma etkinliğini kıran gelişmelere yol açtı. Suriye ordusunun Lübnan’dan çekilmek zorunda, İsrail saldırganlığını önleyen Stratejik Bikaa ovası savunma alanı olmaktan çıkarılmış oldu) . “Yaratıcı Anarşi”nin en tipik eylemi olan bu menfur suikast İsrail-ABD işi olduğu her yönüyle belgelenmesine karşın, Suriye ve bölge direnme güçleri üzerinde bir Demokles kılıcı olarak kullanılmaya devam ediyor. Suriye çağdaş tarihinde en büyük baskıları bu uydurma senaryolardan çekip durdu.

12 Temmuz 2006 İsrail’in Lübnan’a karşı başlattığı 33 gün savaşı ve Suriye’nin savaş tehdidi altında tutulması. Sözde kaçırılan iki askeri edeniyle başlatılan savaşın ana amacı, bölgemizin yeniden dizayn edileceği Büyük Ortadoğu projesini (BOP) ikame etmekti. 33 gün savaşı İsrail vahşetini ve ikamesi amaçlanan BOP’un bölge halklarına karşı vahşeti de ortaya çıkmış oldu. Lübnan direnme kalesini düşürüp Kafkaslara, Afganistan’a Lübnan ve Akdenize tüm bölgeyi, enerji ve servetleriyle kontrol altına alma planı iflas etti. İsrail ağır bir hezimete uğradı. BOP durduruldu. Ancak baskılar ve bu gün ortaya çıktığı gibi amaçlar hiç değişmedi. Suriye bu baskıların merkezinde kaldı.

27 Aralık 2008 - 20 Ocak 2009 Gazze savaşı. Bu savaşın direnen örgüt yöneticileri Suriye’de. Tüm Arap ülkelerinin yüzlerine kapıları kapattığı bir dönemde Suriye Filistin direnme örgütlerine sahip çıktı, ev sahipliği yaptı destekledi. Lübnan savaşı yenilgisinin İsrail toplumu ve ordusu üzerinde yarattığı travma, yenilmez sanılan ordunun ağır hezimeti Gazze savaşında onarılmaya çalışıldı. Ama burada da hezimet kaçınılmaz oldu. Bu gelişmeler, bölgede direnme hattını en yüksek prestije doruğuna ulaştırdı. Direnenler kazanmıştı ve bunun tüm bölge ülkelerinde yankısı büyük oldu. İsrail yansılı gerici diktatörler bu gelişmeden kaygı duydu. Suriye’yi sorumlu tutular ve Suriye’ye karşı planlar hızla çalışmaya başladı Arap üçlüsü denilen Suudi–Mısır–Suriye ilişkisi köklüce bitti. Filistinlileri destekliyor diye Suriye’nin vurulacağı tehdidi, ambargolar, 2010 Refik hariri suikastıyla ilgili Uluslararası Cinayet Mahkemesinin siyasallaşan iddianamesinin Suriye’nin boynu üzerinde kılıç gibi sallanması, Türkiye’nin MİT başkanı Hakan Fırat’la, Suriye’yi Kürtlere saldırı için dosyalarla sıkıştırması, Türk-Kürt sorunun, Suriye Kürt sorununa çevirme baskıları arka arkaya dizildi.

İşte bu dış baskılar karşısında Suriye, milyonları milyonlara ekleyerek halkçı yönetiminin arkasında durdu. Dış dayatmalar arttıkça artan oranda halkla yönetim birleşerek direndi. Düne kadar kardeş ve dost adı altında Erdoğan iktidarının ikiyüzlü davranışlarına karşı Suriye halkın bur ulustan beklenenin çok ötesinde bir toplu refleks, bur toplu tuktum alış ortaya çıktı. İhanete verilebilecek en düzeyli ve yoğun tepkiyi organize etti. Bu duruş ve gittikte daha da belirginleşen etkileri Erdoğan iktidarına kapak oldu.

SONUÇ:

Türkiye bağımsız bir dış politika gütmekten aciz olduğu ortaya çıkmıştır. Halklarımızın iradesine karşı örülün bu dış politikalar, yeni tarihsel düşmanlıkların oluşmasına ve derinleşmesine yol açmaktadır. Bu, iç politik çıkmazların dış politikada kendini ifade etmesidir. Erdoğan iktidarı bu politikaların etkisiyle bir tıkanma içinde içe bükülerek çürüme sürecine girmiştir. Bir dizi komşuya karşı işlediği hatalar Suriye’ye karşı işlemeye devam ettiği düşmanca ve bir o kadar kanlı politikalar Erdoğan iktidarının da sonunu getirecek etkilere sahiptir. Suriye sahasında süren mücadele bir yanıyla ülkemiz demokrasi mücadelesinin önemli sacayağı olarak belirmiş olması bundandır.

Bölgemizin bu kapsamdaki saflaşması bu verilerle çok doğaldır. Bu dün de öyleydi. Bu gün bu saflaşmada yer almak mücadelede tarafsız kalmadan tutum takınmak, ülkemiz ve bölgemiz özgürlük ve demokrasi mücadelesi için bir katkı olacaktır. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) mimarları ve kuklalarına karşı mücadele de burada somut bir biçim almaktadır. Suriye halkı ve yönetimden yana mücadelenin safında yer almak bu anlamıyla, ülkemizde süren demokrasi mücadelesinden yana olmakla tam bir örtüşme halindedir.

Bu tarihi yükümlülüğün onurlu her insanı göreve çağırdığını belirterek satırlarımı noktalıyorum.

Hiç yorum yok: