12 Aralık 2011 Pazartesi
MİHRAC URAL'IN EVİNE POLİS BASKINI
Fotoğraf: Devletin ebeveynlerime bitip tükenmeyen tacizlerinden birini anlatıyor.
Mihrac Ural – 12 Aralık 2011 Pazertesi
Bu gün bir kez daha evimize polis baskını düzenlenmiş… Beni arıyorlarmış… Güler misiniz, ağlar mısınız? Adana 6. Ağır ceza mahkemesinde (Özel Yetkili Mahkeme) davam varmış… Bu davaya celp yapılıyor ve beni bulamıyorlarmış… Duruşmalara katılmadığım için firari sınık olarak vatandaşlıktan çıkaracakları tehdidini yapmışlar. 33 yıllık bir siyasi sürgün olarak, Türkiye’de bir tek tutuklusu olmayan dava nedeniyle aranıyormuşum… Geride bir bacım kaldı Mihriban, hem anam hem babam… Ebeveynler arka arkaya bu dünyadan göç ettiler, ellerini bile öpemedim, mezarlarına ne toprak ne de su serpebildim. Ama bu zalim devlet ikide bir baskınlarıyla faşizanlığını sürdürüp duruyor.
Kendime geldim geleli, bu eşkıya devletin takibatı altındayım. 20’sinde siyasetin ileri saflarında düşünce suçlusu olarak peşime düştüler. Hep firariydim dostlarım, bu anlamıyla kollum kanadım kırıktı. Yıl 1977, o gün bu gün memleketim kadim Roma kenti Antakya’mı görmedim. O dar ve taş döşemeli sokaklarında dolaşamadım. Hasretim anlatılmaz acım da. Anne ve babama “taksiratımı affeden, hakkınızı helal edin, gelemedim..” dedim, özür diledim. Devlet polisiyle, itirafçısı, MİT’iyle ırkçısı-milliyetçisiyle onları ölene kadar taciz ettiler. Evlerini bastılar, beni onlardan istediler. Bense, 10 Mart 1978’de Ankara Yukarı Ayrancı’da yakalanıp 21 gün işkencede Ankara’dan–İstanbul’a falaka, elektrik işkenceleriyle yola koyulmuştum. Bu eşkıyaları ve çömezlerinin ser verip sır vermeyerek duvara geçirdim. Bir itirafçı, adımı söylemiş ve sırtıma bir ton ilgili ilgisiz suç yüklemiş. Direndim, bilmeselerdi, adımı bile vermeyecektim; örgüt üyeliğini işkence altında bile ret ettim…Beyaz kağıt gibi yarım sayfa ifade verdim; işkence hücrelerinde Arapça şarkılar söyleyerek meydan okudum. İşkencelerden alnım ak zindana düştüm. 12 zindan sürgünü yaşadım. 31 Temmuz 1980’de Adana cezaevinde 30 devrimci yoldaş ve dostla firar ettim. Suriye’ye, Lübnan’a, Fransa’ya siyasi sürgün olarak gittim, siyasi mülteci oldum. Mülteciliği yaşamadan onu anlamak zor. Her şeyi hatta dili bile sıfırdan başlayarak var etme mücadelesi vereceksi, dik duracak yola çıktığın davada kararlı olacaksın. Böyle sürer gider...
Yurt dışında, Fransa, Almanya, Libya, Suriye, 4 zindan yattım. Siyasi mücadelemin, kararlılığımın bedelini ödedim. O gün, bu gün halkım için, bu halkın onurlu bir üyesi olarak anlımın akıyla mücadelemi sürdürüyorum; ben ve düşünce arkadaşlarım kararlılıkla özgürlük ve demokrasi mücadelesine devam ediyoruz
Tamı tamına 33 yıldır sürgünüm. Ne affa uğradım ne de devlete boyun eğdim. Hukuk indinde tek suçum düşüncelerimin arkasında durmaktan ibarettir. Bu devlet zalim bir devlet, peşimi bırakmadı anama-babama on yıllar boyu pasaport vermedi, hasretimle ölüp gittiler, insafa gelmedi. Haftalık tacizlerle, yüz yaşına dayanmış babamı kahrettiler, uykudan uyandırıp tehdit ettiler. Zulmün akıl almaz türünü reva gördüler, bir de benim sürgün koşullarında yaşadığım hasret acısına acı kattılar. Bu devlet ahlaksız bir devlet bu devlet faşizmin amansız araçlarıyla insanlık karşıtı bir devlettir. Dönüp baktığınızda, iç ve dış siyasetinde kendi vatandaşına her tür eziyeti reva gören bu devlet, kimlere neler yapmıyor ki; komşularına bile kanlı kıyımları reva görüyor. Benim ki, devede kulak bile sayılmaz.
İşte bu karanlık akıllar, bu gün bir kez daha (12 Aralık 2011- Pazartesi) evimize baskın yapmışlar. Beni sormuşlar, vatandaşlıktan atacakları tehdidinde bulunmuşlar. Vatandaşlık algılarına uygun hukuk dışı tehditlere kalkışmışlar. Bir başına bacım, çocukluğundan bu yana baskılara şerbeti bir devrimci. Gereken cevabı vermiş, suratlarına kapıları kapatarak hadlerini bildirmiş.
Diyeceğim o ki, Bu devlet resmen şaşkın ve bir o kadar aptal bir devlettir. Ülkeyi cehenneme çevirdi, farklılıkları ezerek, işkence, zindan, mahkeme süründürdü, insanları zül içinde tutarak bir sonuç almaya çalıştı. Ama hep iflas etti. Kirli savaşlarıyla, sınır ötesi operasyonlarıyla, düşünceyi, aydını, farklı inanç ve etnik toplulukları, onlar adına barışçıl siyaset yapanları akıl almaz düzenbazlıkla, Cemaatin imamlar ordusu tezgahlarında üretilen komplolarla şaşkınca sağa sola saldırıp durdu. Bu bir tükeniştir.
Baba evime yapılan baskın bu dev kıyım içinde anılmaya bile değmez. Ama sürüp giden tablonun detaylarda bile nasıl çirkef faşizanlık olarak sürdüğünü gösterir. Bu baskılar, iflaslarıyla ülkeyi bataklığa çevirdikçe boğulacak olan bir devletle karşı karşıya gelmemize neden oluyor. Ödenen bedellerin neden de budur.
Bu, haklı davaların arkasında durmanın bedelidir. Yılmayacağımızı on yıllardır dile getirdik ve öyle davrandık, bundan sonrası da öyle devam edecektir. Vatandaşlığıma gelince, onların anladığı her türden vatandaşlığı 33 yıldır hediye olarak vermiş unutmuştum. Benim vatandaşlığım, bu toprakların yerlisi olan bir ailenin tarih içinde, dünden bu güne gelen, toprağına bağlılığın ve bu uğurda verilen mücadelelerin bilinçte oluşturduğu bir kültür, bir algıdır. Kağıda kaleme ihtiyaç duymaz.
Onların anladığı vatandaşlık ise, Anadolu’yu kılıç zoruyla, barbarca gasp ederek yıktıkları uygarlıkların tarihe kalmış iddianamelerden yer alır. Bu kavga özetle bu işte bu iki vatandaşlık algısı arasındadır, diyeceğim. Bu açıdan, gerçek bir vatandaş olmanın yükümlülüklerini halkım için, doğrularımın arkasında durarak yerine getirirken peşine düştükleri vatandaşlığa hiç ihtiyacım olmayacaktır…
Fotoğraf: Devletin ebeveynlerime bitip tükenmeyen tacizlerinden birini anlatıyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder