14 Ekim 2009 Çarşamba
YİĞİT MİLİTAN MÜNTECEP KESİCİ ANIN MÜCADELEMİZDE YAŞIYOR. (13 Ekim 1982)
Mihrac Ural
14 Ekim 2009
THKP-C(Acilcilere), 19 Ağustos 1977 İstanbul yakalanmalarıyla, polis işbirlikçisi bir itirafçı olan Engin Erkiner tarafından, bilinen ve tahmin edilebilen her şeyiyle polise teslim edildi. Hepimiz aranır duruma düştük.
Firari koşullarında, örgütümüzü yeniden ayağa kaldırdık. Bir itirafçının tahribatlarını aranırken silmek ve bir örgütü olduğundan on kat daha ileriye götürmek büyük emekler gerektiriyordu. Bu emekleri özveriyle sunan Acilciler, ortak ülkemizin anılarında hala tazeliğini koruyan ACİLCİLER imajını yaratmıştır. Bu bir markadır. Bunun yaratıcıları 19 Ağustos 1977 İstanbul yakalanmalarının ardından örgütü yükselten yönetici ve militanlardır kadrolardır. Acilcilik, bu onurlu insanların işkencede ser verip sır vermeyen ifadelerinde, haklı ve isabetli eylemlerinde, Mamak zindanında ilk direnişi yapan dik duruşlarında, yayın faaliyetlerinde, kitle örgütlenmelerinde ve bil cümle devrimci çabalarıdır.
Acilcilik bir örgütlü duruştur. Bir varlıktır ve ayrı varlıktır; yani bağımsız bir siyasal çizgidir. Acilci’ligi marka yapan ve Acilci’liği birçok olay ve etkinlikte isim olarak kullanma tercihi de buradan gelir. Bunu içine sindiremeyenlerin, akıl almaz çirkinliklerle örülü karalamalarında örgütümüzü “Polis Akademisi” ilan etmeleri “Muhabaratın kuklası” olarak lanse etmeye çalışmaları, bir özel harp dairesi işi olarak belirdi. Bunu açığa çıkardık.
Bu gün çok farklı kulvarlarda olsa da tüm Acilciler bu farelere karşı tepki koydu. THKP-C(Acilciler) örgütünün onurlu geçmişine sahip çıktı. Acil hareketinin bu gününü sürdürenler onun kararlı savunucuları olduğunu gösterdi.
Sonuç ne oldu ?
Polis işbirlikçisi itirafçı Engin ve MİT ajanı İbrahim Yalçın bile, ret ettikleri, küçümsedikleri, hiç olduğunu iddia ettikleri örgütümüzün aşılması mümkün olmayan bir isim olduğunu itiraf etmek zorunda kaldılar. Bununla da kalmadılar, 1 kongremizin onurlu tarihi duruşunun gölgesine sığınmak için kendilerini “kongrenin seçtiği kişiler” olarak göstermeye çalıştılar. Bu yaman çelişkiyi okura nasıl anlatırlar bilinmez ama, polis kuklaları görevlerini yaparken tek amaçları bulanıklık ve şaibe yaratmak olduğu için okur kaygısı taşımayacaklarını belirlemek yanlış olmayacaktır.
Bu noktadan olayları algıladığımızda Acilcilik üzerine söylenecek önemli belirlemeler olduğu görülecektir.
Acilcilik, öncelikle işkencede direnmektir örgütü satmamaktır, Bunlar sattı. Acilcilik her hal ve koşulda devletin, MİT’in, Polisin vereceği hiçbir şeye tenezzül etmemektir bunlar para için örgütü sattı. Bunlar buraya kadar. Ötesi kimsenin işine yaramaz teferruattır.
Diğer yandan ise,
Acilcilik bir varlıktır, ayrı varlıktır; yani bağımsız bir siyasal çizgidir. Bu çirkin insanlar “Acilcilik yoktur” diyor, “o geçmişte kalan bir isimdi” diyor. Yani Acilcilik ölmüştür diyorlar. İşte özel Harp Dairesinin varmak istediği de tas tamam budur; “en iyi Acilcilik ölü Acilciliktir”. Bu cemaat bunu istiyor. Bu olmayacak.
Acilcilik örgütlü bir mücadele olarak sürecektir, Burjuvaziye ve devletine karşı demokrasi için mücadelemiz ve direnişimizle yolumuza devam edeceğiz: Acilcilikte tas tamam budur.
Münteceb Kesici (Şeyh- Kemal Abbud) yoldaşın Acilci’liği de budur. Onun anısına mücadelemiz dünden bu güne ve bu günden yarına devam edecektir.
Münteceb Kesici, Antakya devrimci mücadelesinin önemli militanlarından biridir. Bu alandaki mücadelenin devamla süren üçüncü kuşak militanlarındandır. 12 Eylül baskıları sonucu yurt dışına çıkmıştır. Devrimcilerin dünyanın her alanında ihtiyaç duydukları güvenli evrak edinimi çerçevesinde bulunduğu ülkenin vatandaşlığını alan ilk 5 kişi arasındadır. “Kemal Abbud” adı bulunduğu ülkenin resmi vatandaş adıdır. Bu olanağı Kemal gibi MK üyesi üç kişi daha elde etmiştir. Bu olanakla, örgütümüzün uzun yıllar sürecek imkanları yaratılmış, yoldaşların sorunları, eğitim, gidiş-geliş engelleri aşılmıştır. Bunu bir değer ve olanak olarak görmeyenlerin, Münteceb Kesici yoldaşı, resmi vatandaş kimliği taşımasından dolayı bulunduğu ülkenin “Mahabaratıyla ilişkili” ilan etmeleri, gittikleri hiç bir yerde hiçbir olanak yaratamama, yoldaşlarını kapsayan bir olumlu değer üretememe acizlerini yansıtır. Bu olanakları ihbar etmekle yaptıkları ise Özel Harp Dairesi kuklalığıdır. Bunların gerçek işlevi de burada kendini ele vermektedir.
Yeteneksizler, her zaman üretenlere karşı karalama yapar. Meyve veren ağacın taşlanması esprisidir bu. Örgüt tarihinde sadece, 1.5 yıl yönetici olmuş ve bunu polis işbirlikçisi itirafçılıkla noktalamış Engin Erkiner (bkz. Polis ifadesi) ve MİT’ten 150 000 TL alarak 1 Kongremizi ihbara gelmiş İbrahim Yalçın (Bkz. El yazısı itirafnamesi s:9) gibi örgüt düşmanları, yaptıkları karalamalarla böylesi bir görevi yerine getirmektedirler. Bu nedenle bu kirli insanlar, önce saldırıp küçümsedikleri, yok sayıp lekelemeye, şaibeli göstermeye çalıştıkları örgütümüzün gölgesine sığınma ihtiyacı hissetmeye başlamıştır. Acilcilik bir onurdur, ona saldıran on yılların binlerce militanının emeklerine saldırıyor demektir. Bunu göze alamayacaklarını gördüler, bu tartışmalarda bunu öğrendiler. Şimdi Acilcilere ait çınarların gölgesini arıyorlar. Buna mahkumlar. Dört kez tasfiye etmeye çalıştıkları bu çınar, bu kirli insanlara karşı hep direnmiştir. Bu noktadan bakınca Münteceb Kesici üzerinde yaratılmak istenen şaibeler daha açık anlaşılır.
MÜNTECEB’İN ÖLÜMÜ
Münteceb Kesici yoldaşın ölümüne yol açan bir provokasyondu. Polis işbirlikçisi itirafçı Engin Erkiner’in de içinde olduğu TKEP sığınmacıları, bu provokasyonun üreticileridir. Münteceb’i, kışkırtarak öne sürüp, örgüt kampına yönelten bunlardı.
Münteceb’in geride bıraktığı iki mektup (MK’ya ve Mihrac Ural’a) örgüte ve sorumlularına ne ölçüde bağlı olduğunun bir göstergesidir (Bkz. CEPHE sayı 14-15). Genç, tecrübesiz ve atak davranışlarıyla provokasyona getirilerek örgüt kampındaki yoldaşlarla tartışmaya yönlendirilen Şeyh, bir kaza kurşunuyla vefat etmiştir. Tüm çabalara rağmen kurtarılamayan yoldaşımız için örgüt olarak üzerimize düşün her şey yerine getirilerek defnedilmiştir. Cenazesi yapılmış, halkın etkin katılımı sağlanmış ancak tüm çağrılarımıza rağmen kaçkınlar bu çabalara katılmamıştır.
Münteceb’i kucağında taşıyıp hastaneye götürmeye çalışan Ahmet Çankaya yoldaş, o günü hepimiz adına şöyle bitilmemektedir;
“ Şeyh adını önce belirteyim, Münteceb çok iyi kuran okurdu. Çevrede cenazelere ve mezarlarda kuran okutmak için sesinin güzelliği nedeniyle sürekli çağırılırdı. Şeyh sıfatı oradan gelir. Ben ve Münteceb ve bir arkadaşımız daha anadilimiz Arapçayı öğrenmek için dersler aldık. Üçümüzde çok iyi okumaya başlamıştık. Arapça dilinin en iyi ve en kurallı halli Kuran’da olduğu için Kuran okumalarına önem verirdik. Bu aynı zamanda örgütsel kitle çalışmamızın da bir parçasıydı.
Münteceb’in ölümüne yol açan kazaya gelince,
Münteceb, örgütün merkezi kampına ön yargılarla dolu gelmişti. Dağdaki evlere yöneldi, sağa sola gitti kızgındı ve davranışlarıyla yoldaşları da kızdırıyordu. Sonuçta burası bir yolgeçen hanı da değildi. Örgüt kampıydı ve bu kampın güvenliğinden düzeninden sorumlu olanlar vardı. Kim olursa olsun bu alanda davranışları kontrollü olmalıydı.
Buna rağmen yoldaşlar olumsuz bir olay olmaması için çaba sarf ettiler. Münteceb tepkilerinin dozunu artırarak sürdürdü. Bunu, bineceği dolmuşun önünde halkın arasında da yapıyordu. Yanında getirdiği Hüseyin adlı biri, bir köşede elinde silah kışkırtmaların had safhaya varmasına yol açıyordu. Bu görüntü bir salahlı baskın biçimini alıyordu. Arkadaşlarımız, provokasyonun böylesine bir çerçeve içinde olduğunu görmeleriyle kızgınlık daha da arttı. Bu esnada sınırı çok aşmış bağrışmalara karşı tepki gösteren yoldaşlar, dolmuş kapısı önünde yoğunlaşmaya başladı. Ortalıkta yoğun bir itiş kalkış oldu. K. Bacı, Şeyhin yakasına yapışmış “böyle davranman hiç uygun bir şey değildir” diyordu. Köşede saklanan Hüseyin adlı kişinin silah göstermesi kızgınlığı artıran önemli bir etmendi. Düne kadar can yoldaşı olan insanları provokasyona düşürmüşlerdi. Yöneticilerden de kimse yoktu. Ortalığı bir kelimeyle sakinleştirme durumunda olabilecek üst yöneticilerin tümü Lazkiye’deydi.
Ortalıkta, hiç kimsenin hiçbir şekilde kötü bir amacı ve niyeti yoktu, sadece tepki vardı, şeyhin gittikçe artan bağrışmalarına karşı bir tepki vardı. İtiş kalkışın yoğunlaştığı bir anda, bir el silah duyuldu. Aniden çözülen ve sessizliğe bürünen ortalıkta, Şeyh beli belirsiz bir kan sızıntısıyla yere düşüyordu. Onu tutmaya çalıştım, ağırdı, kucağıma alamadan yere düştü. Tam bu esnada Suriye polisi klaşinkoflarla beni sarmıştı. Onlara “bakın şu kişi (Hüseyin) elinde silah bizi tehdit ediyor birbirimize düşürmek için ortalığı kızıştırıyor, ona gidin ben yoldaşımı hastaneye götüreceğim” dedim. Ve o an, şeyhi süratle, oradan kaldırıp dolmuşla taşıyarak kurtarmaya çalıştık. Hastaneye yetiştiremedik hepimiz üzgündük.
Mihrac Yoldaş, Kemal Bayram, Ali Sönmez, Mustafa Burgaz ve diğer yöneticilerle Lazkiye’deydi, haber verdik. Büyük bir üzüntü oldu, Sonra tahkikat süreci başladı. Örgütün yaptığı araştırma sonuçlanınca, yoldaşın cenazesi için kolları sıvadık.
Cenazede taşınan Münteceb Kesici‘nin bez üzerine yapılı resmini ben, elimle çizdim, pankartları elimle yazdım. Provokatörler bizi birbirimize düşürmüştü, bir yoldaşımızı kaybetmiştik.
Şeyhi kullananlar, şeyhin ölümüyle görevlerini bitirmişti. Provokatörler, şeyhi öne sürdüler. Bunlar tek tek biliniyor. Bu gün onu anarken on yıllardır onu unutanların timsah göz yaşlarını görünce insanın dehşete düşmemesi imkansızdır. Biz şeyhi unutmadık, provokatör katilleri de hiç unutmayacağız.” (14 Ekim 2009. saat:12.05)
Müntaceb Kesici yoldaş, sen bu toprakların kökü derinde olan halkının bir parçasısın. Sen bizim ve mücadelemizin bir örneğisin. Seni asla unutmayacağız.
14 Ekim 2009
THKP-C(Acilcilere), 19 Ağustos 1977 İstanbul yakalanmalarıyla, polis işbirlikçisi bir itirafçı olan Engin Erkiner tarafından, bilinen ve tahmin edilebilen her şeyiyle polise teslim edildi. Hepimiz aranır duruma düştük.
Firari koşullarında, örgütümüzü yeniden ayağa kaldırdık. Bir itirafçının tahribatlarını aranırken silmek ve bir örgütü olduğundan on kat daha ileriye götürmek büyük emekler gerektiriyordu. Bu emekleri özveriyle sunan Acilciler, ortak ülkemizin anılarında hala tazeliğini koruyan ACİLCİLER imajını yaratmıştır. Bu bir markadır. Bunun yaratıcıları 19 Ağustos 1977 İstanbul yakalanmalarının ardından örgütü yükselten yönetici ve militanlardır kadrolardır. Acilcilik, bu onurlu insanların işkencede ser verip sır vermeyen ifadelerinde, haklı ve isabetli eylemlerinde, Mamak zindanında ilk direnişi yapan dik duruşlarında, yayın faaliyetlerinde, kitle örgütlenmelerinde ve bil cümle devrimci çabalarıdır.
Acilcilik bir örgütlü duruştur. Bir varlıktır ve ayrı varlıktır; yani bağımsız bir siyasal çizgidir. Acilci’ligi marka yapan ve Acilci’liği birçok olay ve etkinlikte isim olarak kullanma tercihi de buradan gelir. Bunu içine sindiremeyenlerin, akıl almaz çirkinliklerle örülü karalamalarında örgütümüzü “Polis Akademisi” ilan etmeleri “Muhabaratın kuklası” olarak lanse etmeye çalışmaları, bir özel harp dairesi işi olarak belirdi. Bunu açığa çıkardık.
Bu gün çok farklı kulvarlarda olsa da tüm Acilciler bu farelere karşı tepki koydu. THKP-C(Acilciler) örgütünün onurlu geçmişine sahip çıktı. Acil hareketinin bu gününü sürdürenler onun kararlı savunucuları olduğunu gösterdi.
Sonuç ne oldu ?
Polis işbirlikçisi itirafçı Engin ve MİT ajanı İbrahim Yalçın bile, ret ettikleri, küçümsedikleri, hiç olduğunu iddia ettikleri örgütümüzün aşılması mümkün olmayan bir isim olduğunu itiraf etmek zorunda kaldılar. Bununla da kalmadılar, 1 kongremizin onurlu tarihi duruşunun gölgesine sığınmak için kendilerini “kongrenin seçtiği kişiler” olarak göstermeye çalıştılar. Bu yaman çelişkiyi okura nasıl anlatırlar bilinmez ama, polis kuklaları görevlerini yaparken tek amaçları bulanıklık ve şaibe yaratmak olduğu için okur kaygısı taşımayacaklarını belirlemek yanlış olmayacaktır.
Bu noktadan olayları algıladığımızda Acilcilik üzerine söylenecek önemli belirlemeler olduğu görülecektir.
Acilcilik, öncelikle işkencede direnmektir örgütü satmamaktır, Bunlar sattı. Acilcilik her hal ve koşulda devletin, MİT’in, Polisin vereceği hiçbir şeye tenezzül etmemektir bunlar para için örgütü sattı. Bunlar buraya kadar. Ötesi kimsenin işine yaramaz teferruattır.
Diğer yandan ise,
Acilcilik bir varlıktır, ayrı varlıktır; yani bağımsız bir siyasal çizgidir. Bu çirkin insanlar “Acilcilik yoktur” diyor, “o geçmişte kalan bir isimdi” diyor. Yani Acilcilik ölmüştür diyorlar. İşte özel Harp Dairesinin varmak istediği de tas tamam budur; “en iyi Acilcilik ölü Acilciliktir”. Bu cemaat bunu istiyor. Bu olmayacak.
Acilcilik örgütlü bir mücadele olarak sürecektir, Burjuvaziye ve devletine karşı demokrasi için mücadelemiz ve direnişimizle yolumuza devam edeceğiz: Acilcilikte tas tamam budur.
Münteceb Kesici (Şeyh- Kemal Abbud) yoldaşın Acilci’liği de budur. Onun anısına mücadelemiz dünden bu güne ve bu günden yarına devam edecektir.
Münteceb Kesici, Antakya devrimci mücadelesinin önemli militanlarından biridir. Bu alandaki mücadelenin devamla süren üçüncü kuşak militanlarındandır. 12 Eylül baskıları sonucu yurt dışına çıkmıştır. Devrimcilerin dünyanın her alanında ihtiyaç duydukları güvenli evrak edinimi çerçevesinde bulunduğu ülkenin vatandaşlığını alan ilk 5 kişi arasındadır. “Kemal Abbud” adı bulunduğu ülkenin resmi vatandaş adıdır. Bu olanağı Kemal gibi MK üyesi üç kişi daha elde etmiştir. Bu olanakla, örgütümüzün uzun yıllar sürecek imkanları yaratılmış, yoldaşların sorunları, eğitim, gidiş-geliş engelleri aşılmıştır. Bunu bir değer ve olanak olarak görmeyenlerin, Münteceb Kesici yoldaşı, resmi vatandaş kimliği taşımasından dolayı bulunduğu ülkenin “Mahabaratıyla ilişkili” ilan etmeleri, gittikleri hiç bir yerde hiçbir olanak yaratamama, yoldaşlarını kapsayan bir olumlu değer üretememe acizlerini yansıtır. Bu olanakları ihbar etmekle yaptıkları ise Özel Harp Dairesi kuklalığıdır. Bunların gerçek işlevi de burada kendini ele vermektedir.
Yeteneksizler, her zaman üretenlere karşı karalama yapar. Meyve veren ağacın taşlanması esprisidir bu. Örgüt tarihinde sadece, 1.5 yıl yönetici olmuş ve bunu polis işbirlikçisi itirafçılıkla noktalamış Engin Erkiner (bkz. Polis ifadesi) ve MİT’ten 150 000 TL alarak 1 Kongremizi ihbara gelmiş İbrahim Yalçın (Bkz. El yazısı itirafnamesi s:9) gibi örgüt düşmanları, yaptıkları karalamalarla böylesi bir görevi yerine getirmektedirler. Bu nedenle bu kirli insanlar, önce saldırıp küçümsedikleri, yok sayıp lekelemeye, şaibeli göstermeye çalıştıkları örgütümüzün gölgesine sığınma ihtiyacı hissetmeye başlamıştır. Acilcilik bir onurdur, ona saldıran on yılların binlerce militanının emeklerine saldırıyor demektir. Bunu göze alamayacaklarını gördüler, bu tartışmalarda bunu öğrendiler. Şimdi Acilcilere ait çınarların gölgesini arıyorlar. Buna mahkumlar. Dört kez tasfiye etmeye çalıştıkları bu çınar, bu kirli insanlara karşı hep direnmiştir. Bu noktadan bakınca Münteceb Kesici üzerinde yaratılmak istenen şaibeler daha açık anlaşılır.
MÜNTECEB’İN ÖLÜMÜ
Münteceb Kesici yoldaşın ölümüne yol açan bir provokasyondu. Polis işbirlikçisi itirafçı Engin Erkiner’in de içinde olduğu TKEP sığınmacıları, bu provokasyonun üreticileridir. Münteceb’i, kışkırtarak öne sürüp, örgüt kampına yönelten bunlardı.
Münteceb’in geride bıraktığı iki mektup (MK’ya ve Mihrac Ural’a) örgüte ve sorumlularına ne ölçüde bağlı olduğunun bir göstergesidir (Bkz. CEPHE sayı 14-15). Genç, tecrübesiz ve atak davranışlarıyla provokasyona getirilerek örgüt kampındaki yoldaşlarla tartışmaya yönlendirilen Şeyh, bir kaza kurşunuyla vefat etmiştir. Tüm çabalara rağmen kurtarılamayan yoldaşımız için örgüt olarak üzerimize düşün her şey yerine getirilerek defnedilmiştir. Cenazesi yapılmış, halkın etkin katılımı sağlanmış ancak tüm çağrılarımıza rağmen kaçkınlar bu çabalara katılmamıştır.
Münteceb’i kucağında taşıyıp hastaneye götürmeye çalışan Ahmet Çankaya yoldaş, o günü hepimiz adına şöyle bitilmemektedir;
“ Şeyh adını önce belirteyim, Münteceb çok iyi kuran okurdu. Çevrede cenazelere ve mezarlarda kuran okutmak için sesinin güzelliği nedeniyle sürekli çağırılırdı. Şeyh sıfatı oradan gelir. Ben ve Münteceb ve bir arkadaşımız daha anadilimiz Arapçayı öğrenmek için dersler aldık. Üçümüzde çok iyi okumaya başlamıştık. Arapça dilinin en iyi ve en kurallı halli Kuran’da olduğu için Kuran okumalarına önem verirdik. Bu aynı zamanda örgütsel kitle çalışmamızın da bir parçasıydı.
Münteceb’in ölümüne yol açan kazaya gelince,
Münteceb, örgütün merkezi kampına ön yargılarla dolu gelmişti. Dağdaki evlere yöneldi, sağa sola gitti kızgındı ve davranışlarıyla yoldaşları da kızdırıyordu. Sonuçta burası bir yolgeçen hanı da değildi. Örgüt kampıydı ve bu kampın güvenliğinden düzeninden sorumlu olanlar vardı. Kim olursa olsun bu alanda davranışları kontrollü olmalıydı.
Buna rağmen yoldaşlar olumsuz bir olay olmaması için çaba sarf ettiler. Münteceb tepkilerinin dozunu artırarak sürdürdü. Bunu, bineceği dolmuşun önünde halkın arasında da yapıyordu. Yanında getirdiği Hüseyin adlı biri, bir köşede elinde silah kışkırtmaların had safhaya varmasına yol açıyordu. Bu görüntü bir salahlı baskın biçimini alıyordu. Arkadaşlarımız, provokasyonun böylesine bir çerçeve içinde olduğunu görmeleriyle kızgınlık daha da arttı. Bu esnada sınırı çok aşmış bağrışmalara karşı tepki gösteren yoldaşlar, dolmuş kapısı önünde yoğunlaşmaya başladı. Ortalıkta yoğun bir itiş kalkış oldu. K. Bacı, Şeyhin yakasına yapışmış “böyle davranman hiç uygun bir şey değildir” diyordu. Köşede saklanan Hüseyin adlı kişinin silah göstermesi kızgınlığı artıran önemli bir etmendi. Düne kadar can yoldaşı olan insanları provokasyona düşürmüşlerdi. Yöneticilerden de kimse yoktu. Ortalığı bir kelimeyle sakinleştirme durumunda olabilecek üst yöneticilerin tümü Lazkiye’deydi.
Ortalıkta, hiç kimsenin hiçbir şekilde kötü bir amacı ve niyeti yoktu, sadece tepki vardı, şeyhin gittikçe artan bağrışmalarına karşı bir tepki vardı. İtiş kalkışın yoğunlaştığı bir anda, bir el silah duyuldu. Aniden çözülen ve sessizliğe bürünen ortalıkta, Şeyh beli belirsiz bir kan sızıntısıyla yere düşüyordu. Onu tutmaya çalıştım, ağırdı, kucağıma alamadan yere düştü. Tam bu esnada Suriye polisi klaşinkoflarla beni sarmıştı. Onlara “bakın şu kişi (Hüseyin) elinde silah bizi tehdit ediyor birbirimize düşürmek için ortalığı kızıştırıyor, ona gidin ben yoldaşımı hastaneye götüreceğim” dedim. Ve o an, şeyhi süratle, oradan kaldırıp dolmuşla taşıyarak kurtarmaya çalıştık. Hastaneye yetiştiremedik hepimiz üzgündük.
Mihrac Yoldaş, Kemal Bayram, Ali Sönmez, Mustafa Burgaz ve diğer yöneticilerle Lazkiye’deydi, haber verdik. Büyük bir üzüntü oldu, Sonra tahkikat süreci başladı. Örgütün yaptığı araştırma sonuçlanınca, yoldaşın cenazesi için kolları sıvadık.
Cenazede taşınan Münteceb Kesici‘nin bez üzerine yapılı resmini ben, elimle çizdim, pankartları elimle yazdım. Provokatörler bizi birbirimize düşürmüştü, bir yoldaşımızı kaybetmiştik.
Şeyhi kullananlar, şeyhin ölümüyle görevlerini bitirmişti. Provokatörler, şeyhi öne sürdüler. Bunlar tek tek biliniyor. Bu gün onu anarken on yıllardır onu unutanların timsah göz yaşlarını görünce insanın dehşete düşmemesi imkansızdır. Biz şeyhi unutmadık, provokatör katilleri de hiç unutmayacağız.” (14 Ekim 2009. saat:12.05)
Müntaceb Kesici yoldaş, sen bu toprakların kökü derinde olan halkının bir parçasısın. Sen bizim ve mücadelemizin bir örneğisin. Seni asla unutmayacağız.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder