20 Ekim 2009 Salı
Demokrasi Mücadelesinin Tarihsel Anlamı
(34 PKK’linin dönüşü
34 milyon yürektir. Demokratik sürece katkıdır)
Mihrac Ural
20 Ekim 2009
Sayın Öcalan’ın isabetli kararı her zaman olduğu gibi ülkemizin siyasal gündemini belirlemektedir. Bunun kendiliğindenci bir gelişme olmadığı açıktır. Bu karaların siyasal sonuçları bir yanıyla Kürt halkının tarih içindeki özgürlük mücadelesi ve diğer yanıyla, ortak ülkemizin üç kuşak boyu on yıllardır sürdürdüğü demokrasi mücadelesinin doğal bir sonucudur.
Olayın tarih boyutunda böylesi anlamlı bir yere sahip olan algı, 34 kişilik PKK’li bir ekibin 80 milyonluk bir ülkede dikkatle izlenen dönüşüne yol açtığı gibi, Kürt ulusunun 34 milyonluk yüreğini heyecana sürüklediğini, ayakta tutuğunu da söylemek yanlış değildir.
Aylardır ülkemizde süregelen “Demokratik Açılım” sürecinin bu anlamıyla gerçek sahipleri bir gece ansızın sihirli değnekle bu olayı oluşturdukları sanısında olan iktidar güçleri değildir. Demokratik açılım, doğrudan doğruya demokrasi ve özgürlük mücadelesinin öz verili halkları ve öz verili militanlarıdır. Gündemin siyasal gelişmeleri bu güçlerin çabalarının bir sonucu olarak gündeme gelmiştir.
Bu özveriler, bu kararlı duruşlar olmasaydı, on yıllar içinde çekilen sıkıntılar fedakarlıklarla göğüslenmeseydi, böylesine adımların esamisi bile anılmazdı.
Burjuva İktidarların demokratik işlevleri çoktan tarihini doldurmuştur; burjuvazi yeryüzünün her alanında demokrasiye sırtını dönmüş bulunuyor. Alttan gelen baskıların itimi olmasa, ülkemizde tanık olduğumuz böylesi açılımları üretmesi de mümkün değildir. Demokrasi artık bir burjuva yükümlülük değil, tarihsel bir devrimci misyon olmuştur.
Demokratik açılıma sahip çıkmak bu açıdan ilkesel bir
tutumdur ve bunun dışında, her ne nedenle olursa olsun uzak kalma çabaları yanıltıcı olacaktır. Böylesine yanıltıcı tutumlar, demokrasinin ikamesine karşı bir tutum anlamına gelecektir.
Tam bu noktada bilince çıkarılması gereken gerçek, demokrasi mücadelesinin içinde yer aldığımız tarih kesit itibariyle, bir burjuva mücadele olmadığının anlaşımsıdır.
Özellikle sınıf mücadelesi takıntısıyla, sosyalist devrim söylemleriyle çelişkili gibi gösterilmek istenen demokrasi mücadelesi hiçte yansıtılmaya çalışıldığı gibi bir burjuva işleve denk düşmez. Dünya ve ülke gelişmelerini görmeyen, kendilerini dar sınıf çıkarları içinde hapsederek çevrede gelişen büyük toplumsal hareketlere karşı ötekileştirici tarzda yaklaşanların düştüğü ciddi hata marijnaliklerinin de nedenidir.
Bu hata bir ölçüyle kadar 19.yy sonu ve 20 yy başlarında toplumsal hareketlerin temel dinamiği olan siyasal yaklaşımların yanlış algılarıyla ilgilidir. Bu algıların II. Dünya savaşı sonrası, iktidarı darbelerle ele geçirme gibi bir sonuca uzanması da aynı hatadan kaynaklanmaktadır. Bu algılar, sosyalizmi bir gece ansızın aldıkları siyasal kararlarla, mülkiyeti toplumsallaştırarak kuracakları vehmine kapılmışlardı. Öyle ki demokrasiyi bir burjuva unsur olarak redde varan yaklaşımları ne toplumsal evrime ne de üretici güçlerin belli bir teknik gelişimin ürünü olması gerektiğine önem vermişlerdi. Özen her şeydi ve tarihi kurandı. Oysa ortak insan akıl gelişimleri bile büyük nesnel dönüşümlerin ürünü olmak durumundaydı. Zıplayarak süreçleri geçme çabası zıplayarak geri dönüşe gelip dayanmıştı. Bir gece ansızın alınan kararlarla ileriye gidildiği sanıldığı yerde, yine bir gece ansızın alınan kararla geriye dönüş kader olmuştu. 19.yy sonu ve 20 yy başlarındaki serüven Doğu Avrupa ülkeleri deneyinde böyle bir sonuç yaratıyordu. Demokrasi kavranamamıştı. Burjuva diye ötekileştirilmişti.
“Demokrasi burjuvadır. Demokrasi mücadelesinin tüm sınırları, ancak burjuva sınırlardır” yönlü yaklaşımda anlamını bulan siyasal bir yönelim, bu gün çok kötü bir biçimde lokal, milliyetçi ve girici bir formdur. Demokrasi her çağda kendi muhtevası içinde anlamlıdır. Onu sadece belli bir sınıfa, çağa ait olarak göstermek, farklı tarihsel dokularla ilgisini kesmektir. Roma’da, Yunan’da olduğu gibi Batı uygarlığında da demokrasi kendi muhtevasıyla anlamlıdır.
Bu gün için ise artık demokrasi bir özgürlük çıkışıdır. Evrensel ölçekte bir yeni uygarlık için kapı aralama etkinliğidir. Geçmiş tüm demokrasilerin muhtevasından farkı da küresel üretim tarzı için gerekli özgürleşmeye siyasal çözüm üretebilmesidir.
Üretici güçleri engelleyen, insanlığın bilgi mübadelesini tutuklayan, bunun için dünyamızı işgallere, kanlı savaşlara sürükleyen emperyalist siyasal küreselleşmeye karşı bir maniveladır. Bu yanıyla sık sık dile getirdiğim iki küreselleşme arasındaki farkı da demokrasi yanlısı olup olmamakta görmek doğru bir yaklaşım olacaktır.
Demokrasi mücadelesi burjuva sınırlarının çoktan aşmış bir mücadeledir. Bu günden belirgin ve etkin olarak henüz yeni bir uygarlığa geçiş ve bunun ikamesi tüm yönleriyle ortaya çıkmadığı için bunun pek farkında olunmasa da demokrasi mücadelesi bir özgürleşme mücadelesi olarak, yeni uygarlığın kapılarının da açılımı anlamına gelecektir.
Önceki yazılırımda da izah etmeye çalıştım. Yeni uygarlık bir küresel üretim uygarlığındır. Tarihsel olarak ortaçağ uygarlıkları birbirinden çok farklı külttür odakları ve çizgileri taşısa da batı uygarlığıyla birlikte başlayan üretim tazıyla uygarlığın örtüşmesi, gelecek yeni uygarlığın aynı zamanda bir yeni üretim tarzı olarak tecellisini gündeme getirecektir. Bu noktayı, önceki tartışma yazılarımdan birinden yapacağım uzun bir alıntıyla açıklamaya çalışacağım.
“Marks bu noktada çok önemli belirlemeler yapmıştır.
Bu noktayı tekniğin gelişimi açısından ve bunun üretim araçlarına yansıması açısından ele almamız, bir yandan bununla ilgili tarihi süreçlerin değişimini algılama açısından önem taşır.
Bu konuda yoruma gerek bırakmayacak bir açıklamayı Marks şu cümlelerle veriyor; ” Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)
4. dipnotta ise Marks’ın cümleleri, bu konuya önemli bir gönderme sayılabilir;
“Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz. Dinin imgesel yaratıklarının bu dünyadaki özlerini inceleyerek bulmak, aslında, tersinden giderek yaşamın gerçek ilişkilerinden yola çıkarak, bu ilişkilerin kutsallaştırılmış şekillerini bulmaktan çok daha kolaydır. Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386, 4. dipnot)
Bu konuyu tarih bağlamlarıyla soyutlamak için Marksın “18. yüzyılda sanayi devrimini başlatan” diye yorumladığı bu teknolojik dönüşüm kesitinde alet ile makine farkı üzerini söylediği şu cümleleri aktaralım: “Gerçek anlamıyla bir iş-makinesi daha yakından incelersek, çoğu zaman epeyce değişik şekillerde olmakla birlikte, genel kural olarak, onda, el zanaatları ile manüfaktür işçilerinin kullandıkları aygıt ve aletleri buluruz; ancak şu farkla ki, bunlar, eskiden insan tarafından kullanılan aletler iken, şimdi bir mekanizmanın aletleridir ya da mekanik aletlerdir” ( Age. s:378)
Marks’tan yaptığımız alıntılar 21. yüzyılın ortaya koyduğu bilim ve teknoloji verileriyle, bilgi ve iletişim unsurlarıyla, yeni uygarlığı belirlemeye çalışıyoruz. Bu tarihi gelişmelerin önünün tıkayan kapitalist sistemin ve burjuvazinin de bu nedenle demokrasi karşıtı olduğunu belirliyoruz.
Demokrasiyi savunmamız, tam bu noktada burjuvazinin çağımızdaki gericiliğinden çıkıp, bir devrimci duruş olarak beliriyor. Somut konuşmakta tas tamam budur. Yaptığımız, sistemin bir parçası olan ve sistem içinde reformdan başka bir sonuca ulaşmayacak marjinal önermeler yapan liberalliğe de karşı bir duruştur.
Çağın gerçekçi devrimciliği budur; demokrasi mücadelesini temel almayan bir devrimcilik bu çağa ait değildir. Bu sosyalistlikte değildir.” ( bkz. Mihrac Ural, “teknoloji ve Üretim tarzında devrim” Makalesi, http://mirural.blogspot.com/ )
Bu yanıyla da demokrasi, tarihsel olarak tamamlanmamış ulusal süreçlerin, kazınılmamış demokratik hakların da ikamesi için bir araç olarak önem taşır. Demokrasi mücadelesinin bu ikili tarihsel görevi çok önemli bir ilerlemeye hizmet eder. Bir yandan eskinin dengesizliklere kaoslara yol açan açıklarını kapatır, tamamlar diğer yanıyla da yeniyi girişin kapılarını açar.
Demokrasi mücadelesi artık burjuvaziden beklenen bir siyasal yönelim değildir. Demokrasi mücadelesi gerçek anlamıyla bir tarihsel devrim unsurudur ve bu unsur burjuvazinin sınırlarını aşmak ve onun ilkelleşen üretim tarzı yerine yeni bir üretim tarzı koymanın temel araçlarından biridir.
Dün, feodal karlıkların kanıtları altında kapitalizmin tarihsel gelişimi ne ise, kapitalizmin kanıtları altında gelişmekte olan küresel üretim tarzı da böylesi bir yolu izlemektedir. Demokrasi her iki kesitte de farklı muhtevalarına rağmen önemli roller oynamıştır. Devrimci olmak demokrat olmak bunun farkında olmayı gerektirir.
Tarihin bu kesitinde farklı muhtevasına rağmen demokrasiyi burjuva saymak ve onun sınırlarıyla belirlemek gelecek için ortaya çıkan tüm verileri ve bu verilerin yarattığı yeni süreçleri yadsımak demektir.
Bu anlamıyla ülkemizde tamamlanmamış, engellinmiş demokratik hakların savunulmasını burjuva olarak görüp tavırsız kalmak ya da destek olup onu ötekileştirmek sağlıklı bir siyasal duruş olmayacaktır.
Ülkemizde tamamlanmamış demokratik haklar yanı sıra gelecek için yapılacak açılımların önünü tıkayan tüm engellere karşı mücadele, devrimci bir mücadeledir Bu mücadele artık bir burjuva devrimciliği hiç değildir. Burjuvazinin bu yönde bitmiş olan tarihsel misyonunu diri sanma yanlışına düşmektir. Bu gün demokrasi mücadelesi bir burjuva mücadele değildir, tarihsel bir devrimci mücadeledir.
Bunu basit bir örnekte, görsel ölçeklerle algılamak mümkündür. PTT’nin temsil ettiği iletişim ağı ile internetin temsil ettiği iletişim ağı arasındaki nitelik farkı bunu izah etmeye yeterlidir. İnternetin, PTT’ye karşı yaptığı tarihsel devrim algısını toplumsal süreçlerin her bir alanına, hücresine aynıyla ikame ediniz. Ortaya çıkacak dönüşümün dile getirdiği geri dönüşü olmayan tarihsel devrim gerçeği burada işlemekte olduğum konuyu anlatmaya yeterlidir.
Buradaki dönüşümcü devrim algısı, geri dönüşü mümkün olmayan dönüşümlerin devrimidir. Tarihsel devrimdir bu. Bunun yolu daha çok demokrasiden ve onun özgürleştirici etkisinden geçer. Bu devrim yeni uygarlığın devrimidir. Bu devrimin devrimcisi de tarihsel devrimcidir demek yanlış olmayacaktır.
Demokrasi mücadelesi bu yanıyla evrensel ölçekti bir mücadelenin de temel aracıdır.
34 PKK’linin ülkeye “demokratik açılımın sürdürülmesine katkı olarak dönüş”leri 34 milyonun yüreğin heyecanı ve bunun demokrasi mücadelesine kitlesel etkinlik olarak olarak algılıyorum. Bunun karşısında her ne ad altında olursa olsun durmak gericiliktir diyorum.Yapılması gereken, "sınıf mücadelesi, Sosyalist devrim" vb söylemlerle bu gelişmelerin karşısında ötekileştirici tutumlarla durmak değil, tersine orta yerinde yer alınması gereklidir.
34 PKK’lının dönüşün elbette ki devletin verili statülerini değiştirmeyecektir. 34 kişi değil 34 bin kişi de dönse bu statüler değişmeyecektir. Bu girişimler bir eğilim belirtisidir, bir mesajdır. Değişim yönündeki birikimlere katkıdır, bin milin ilk adımıdır.
Bu adımların birikimi, bu günkü demokratik açılımı yeniden üretebiliyorsa, mantıki sonuçlarına kadar derinleşmesini de sağlayacak demektir. Bunu hakim sınıflara terk edemeyeceğimiz de çok açıktır.
Demokrasi mücadelesi tüm mücadeleleri kapsayan en sağlıklı tarihsel bir ilerici duruş anlamına geliyor. Buna katılmak, buna destek olmak için üzerimize düşen görevleri ihmal etmemeliyiz.
34 milyon yürektir. Demokratik sürece katkıdır)
Mihrac Ural
20 Ekim 2009
Sayın Öcalan’ın isabetli kararı her zaman olduğu gibi ülkemizin siyasal gündemini belirlemektedir. Bunun kendiliğindenci bir gelişme olmadığı açıktır. Bu karaların siyasal sonuçları bir yanıyla Kürt halkının tarih içindeki özgürlük mücadelesi ve diğer yanıyla, ortak ülkemizin üç kuşak boyu on yıllardır sürdürdüğü demokrasi mücadelesinin doğal bir sonucudur.
Olayın tarih boyutunda böylesi anlamlı bir yere sahip olan algı, 34 kişilik PKK’li bir ekibin 80 milyonluk bir ülkede dikkatle izlenen dönüşüne yol açtığı gibi, Kürt ulusunun 34 milyonluk yüreğini heyecana sürüklediğini, ayakta tutuğunu da söylemek yanlış değildir.
Aylardır ülkemizde süregelen “Demokratik Açılım” sürecinin bu anlamıyla gerçek sahipleri bir gece ansızın sihirli değnekle bu olayı oluşturdukları sanısında olan iktidar güçleri değildir. Demokratik açılım, doğrudan doğruya demokrasi ve özgürlük mücadelesinin öz verili halkları ve öz verili militanlarıdır. Gündemin siyasal gelişmeleri bu güçlerin çabalarının bir sonucu olarak gündeme gelmiştir.
Bu özveriler, bu kararlı duruşlar olmasaydı, on yıllar içinde çekilen sıkıntılar fedakarlıklarla göğüslenmeseydi, böylesine adımların esamisi bile anılmazdı.
Burjuva İktidarların demokratik işlevleri çoktan tarihini doldurmuştur; burjuvazi yeryüzünün her alanında demokrasiye sırtını dönmüş bulunuyor. Alttan gelen baskıların itimi olmasa, ülkemizde tanık olduğumuz böylesi açılımları üretmesi de mümkün değildir. Demokrasi artık bir burjuva yükümlülük değil, tarihsel bir devrimci misyon olmuştur.
Demokratik açılıma sahip çıkmak bu açıdan ilkesel bir
tutumdur ve bunun dışında, her ne nedenle olursa olsun uzak kalma çabaları yanıltıcı olacaktır. Böylesine yanıltıcı tutumlar, demokrasinin ikamesine karşı bir tutum anlamına gelecektir.
Tam bu noktada bilince çıkarılması gereken gerçek, demokrasi mücadelesinin içinde yer aldığımız tarih kesit itibariyle, bir burjuva mücadele olmadığının anlaşımsıdır.
Özellikle sınıf mücadelesi takıntısıyla, sosyalist devrim söylemleriyle çelişkili gibi gösterilmek istenen demokrasi mücadelesi hiçte yansıtılmaya çalışıldığı gibi bir burjuva işleve denk düşmez. Dünya ve ülke gelişmelerini görmeyen, kendilerini dar sınıf çıkarları içinde hapsederek çevrede gelişen büyük toplumsal hareketlere karşı ötekileştirici tarzda yaklaşanların düştüğü ciddi hata marijnaliklerinin de nedenidir.
Bu hata bir ölçüyle kadar 19.yy sonu ve 20 yy başlarında toplumsal hareketlerin temel dinamiği olan siyasal yaklaşımların yanlış algılarıyla ilgilidir. Bu algıların II. Dünya savaşı sonrası, iktidarı darbelerle ele geçirme gibi bir sonuca uzanması da aynı hatadan kaynaklanmaktadır. Bu algılar, sosyalizmi bir gece ansızın aldıkları siyasal kararlarla, mülkiyeti toplumsallaştırarak kuracakları vehmine kapılmışlardı. Öyle ki demokrasiyi bir burjuva unsur olarak redde varan yaklaşımları ne toplumsal evrime ne de üretici güçlerin belli bir teknik gelişimin ürünü olması gerektiğine önem vermişlerdi. Özen her şeydi ve tarihi kurandı. Oysa ortak insan akıl gelişimleri bile büyük nesnel dönüşümlerin ürünü olmak durumundaydı. Zıplayarak süreçleri geçme çabası zıplayarak geri dönüşe gelip dayanmıştı. Bir gece ansızın alınan kararlarla ileriye gidildiği sanıldığı yerde, yine bir gece ansızın alınan kararla geriye dönüş kader olmuştu. 19.yy sonu ve 20 yy başlarındaki serüven Doğu Avrupa ülkeleri deneyinde böyle bir sonuç yaratıyordu. Demokrasi kavranamamıştı. Burjuva diye ötekileştirilmişti.
“Demokrasi burjuvadır. Demokrasi mücadelesinin tüm sınırları, ancak burjuva sınırlardır” yönlü yaklaşımda anlamını bulan siyasal bir yönelim, bu gün çok kötü bir biçimde lokal, milliyetçi ve girici bir formdur. Demokrasi her çağda kendi muhtevası içinde anlamlıdır. Onu sadece belli bir sınıfa, çağa ait olarak göstermek, farklı tarihsel dokularla ilgisini kesmektir. Roma’da, Yunan’da olduğu gibi Batı uygarlığında da demokrasi kendi muhtevasıyla anlamlıdır.
Bu gün için ise artık demokrasi bir özgürlük çıkışıdır. Evrensel ölçekte bir yeni uygarlık için kapı aralama etkinliğidir. Geçmiş tüm demokrasilerin muhtevasından farkı da küresel üretim tarzı için gerekli özgürleşmeye siyasal çözüm üretebilmesidir.
Üretici güçleri engelleyen, insanlığın bilgi mübadelesini tutuklayan, bunun için dünyamızı işgallere, kanlı savaşlara sürükleyen emperyalist siyasal küreselleşmeye karşı bir maniveladır. Bu yanıyla sık sık dile getirdiğim iki küreselleşme arasındaki farkı da demokrasi yanlısı olup olmamakta görmek doğru bir yaklaşım olacaktır.
Demokrasi mücadelesi burjuva sınırlarının çoktan aşmış bir mücadeledir. Bu günden belirgin ve etkin olarak henüz yeni bir uygarlığa geçiş ve bunun ikamesi tüm yönleriyle ortaya çıkmadığı için bunun pek farkında olunmasa da demokrasi mücadelesi bir özgürleşme mücadelesi olarak, yeni uygarlığın kapılarının da açılımı anlamına gelecektir.
Önceki yazılırımda da izah etmeye çalıştım. Yeni uygarlık bir küresel üretim uygarlığındır. Tarihsel olarak ortaçağ uygarlıkları birbirinden çok farklı külttür odakları ve çizgileri taşısa da batı uygarlığıyla birlikte başlayan üretim tazıyla uygarlığın örtüşmesi, gelecek yeni uygarlığın aynı zamanda bir yeni üretim tarzı olarak tecellisini gündeme getirecektir. Bu noktayı, önceki tartışma yazılarımdan birinden yapacağım uzun bir alıntıyla açıklamaya çalışacağım.
“Marks bu noktada çok önemli belirlemeler yapmıştır.
Bu noktayı tekniğin gelişimi açısından ve bunun üretim araçlarına yansıması açısından ele almamız, bir yandan bununla ilgili tarihi süreçlerin değişimini algılama açısından önem taşır.
Bu konuda yoruma gerek bırakmayacak bir açıklamayı Marks şu cümlelerle veriyor; ” Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)
4. dipnotta ise Marks’ın cümleleri, bu konuya önemli bir gönderme sayılabilir;
“Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz. Dinin imgesel yaratıklarının bu dünyadaki özlerini inceleyerek bulmak, aslında, tersinden giderek yaşamın gerçek ilişkilerinden yola çıkarak, bu ilişkilerin kutsallaştırılmış şekillerini bulmaktan çok daha kolaydır. Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386, 4. dipnot)
Bu konuyu tarih bağlamlarıyla soyutlamak için Marksın “18. yüzyılda sanayi devrimini başlatan” diye yorumladığı bu teknolojik dönüşüm kesitinde alet ile makine farkı üzerini söylediği şu cümleleri aktaralım: “Gerçek anlamıyla bir iş-makinesi daha yakından incelersek, çoğu zaman epeyce değişik şekillerde olmakla birlikte, genel kural olarak, onda, el zanaatları ile manüfaktür işçilerinin kullandıkları aygıt ve aletleri buluruz; ancak şu farkla ki, bunlar, eskiden insan tarafından kullanılan aletler iken, şimdi bir mekanizmanın aletleridir ya da mekanik aletlerdir” ( Age. s:378)
Marks’tan yaptığımız alıntılar 21. yüzyılın ortaya koyduğu bilim ve teknoloji verileriyle, bilgi ve iletişim unsurlarıyla, yeni uygarlığı belirlemeye çalışıyoruz. Bu tarihi gelişmelerin önünün tıkayan kapitalist sistemin ve burjuvazinin de bu nedenle demokrasi karşıtı olduğunu belirliyoruz.
Demokrasiyi savunmamız, tam bu noktada burjuvazinin çağımızdaki gericiliğinden çıkıp, bir devrimci duruş olarak beliriyor. Somut konuşmakta tas tamam budur. Yaptığımız, sistemin bir parçası olan ve sistem içinde reformdan başka bir sonuca ulaşmayacak marjinal önermeler yapan liberalliğe de karşı bir duruştur.
Çağın gerçekçi devrimciliği budur; demokrasi mücadelesini temel almayan bir devrimcilik bu çağa ait değildir. Bu sosyalistlikte değildir.” ( bkz. Mihrac Ural, “teknoloji ve Üretim tarzında devrim” Makalesi, http://mirural.blogspot.com/ )
Bu yanıyla da demokrasi, tarihsel olarak tamamlanmamış ulusal süreçlerin, kazınılmamış demokratik hakların da ikamesi için bir araç olarak önem taşır. Demokrasi mücadelesinin bu ikili tarihsel görevi çok önemli bir ilerlemeye hizmet eder. Bir yandan eskinin dengesizliklere kaoslara yol açan açıklarını kapatır, tamamlar diğer yanıyla da yeniyi girişin kapılarını açar.
Demokrasi mücadelesi artık burjuvaziden beklenen bir siyasal yönelim değildir. Demokrasi mücadelesi gerçek anlamıyla bir tarihsel devrim unsurudur ve bu unsur burjuvazinin sınırlarını aşmak ve onun ilkelleşen üretim tarzı yerine yeni bir üretim tarzı koymanın temel araçlarından biridir.
Dün, feodal karlıkların kanıtları altında kapitalizmin tarihsel gelişimi ne ise, kapitalizmin kanıtları altında gelişmekte olan küresel üretim tarzı da böylesi bir yolu izlemektedir. Demokrasi her iki kesitte de farklı muhtevalarına rağmen önemli roller oynamıştır. Devrimci olmak demokrat olmak bunun farkında olmayı gerektirir.
Tarihin bu kesitinde farklı muhtevasına rağmen demokrasiyi burjuva saymak ve onun sınırlarıyla belirlemek gelecek için ortaya çıkan tüm verileri ve bu verilerin yarattığı yeni süreçleri yadsımak demektir.
Bu anlamıyla ülkemizde tamamlanmamış, engellinmiş demokratik hakların savunulmasını burjuva olarak görüp tavırsız kalmak ya da destek olup onu ötekileştirmek sağlıklı bir siyasal duruş olmayacaktır.
Ülkemizde tamamlanmamış demokratik haklar yanı sıra gelecek için yapılacak açılımların önünü tıkayan tüm engellere karşı mücadele, devrimci bir mücadeledir Bu mücadele artık bir burjuva devrimciliği hiç değildir. Burjuvazinin bu yönde bitmiş olan tarihsel misyonunu diri sanma yanlışına düşmektir. Bu gün demokrasi mücadelesi bir burjuva mücadele değildir, tarihsel bir devrimci mücadeledir.
Bunu basit bir örnekte, görsel ölçeklerle algılamak mümkündür. PTT’nin temsil ettiği iletişim ağı ile internetin temsil ettiği iletişim ağı arasındaki nitelik farkı bunu izah etmeye yeterlidir. İnternetin, PTT’ye karşı yaptığı tarihsel devrim algısını toplumsal süreçlerin her bir alanına, hücresine aynıyla ikame ediniz. Ortaya çıkacak dönüşümün dile getirdiği geri dönüşü olmayan tarihsel devrim gerçeği burada işlemekte olduğum konuyu anlatmaya yeterlidir.
Buradaki dönüşümcü devrim algısı, geri dönüşü mümkün olmayan dönüşümlerin devrimidir. Tarihsel devrimdir bu. Bunun yolu daha çok demokrasiden ve onun özgürleştirici etkisinden geçer. Bu devrim yeni uygarlığın devrimidir. Bu devrimin devrimcisi de tarihsel devrimcidir demek yanlış olmayacaktır.
Demokrasi mücadelesi bu yanıyla evrensel ölçekti bir mücadelenin de temel aracıdır.
34 PKK’linin ülkeye “demokratik açılımın sürdürülmesine katkı olarak dönüş”leri 34 milyonun yüreğin heyecanı ve bunun demokrasi mücadelesine kitlesel etkinlik olarak olarak algılıyorum. Bunun karşısında her ne ad altında olursa olsun durmak gericiliktir diyorum.Yapılması gereken, "sınıf mücadelesi, Sosyalist devrim" vb söylemlerle bu gelişmelerin karşısında ötekileştirici tutumlarla durmak değil, tersine orta yerinde yer alınması gereklidir.
34 PKK’lının dönüşün elbette ki devletin verili statülerini değiştirmeyecektir. 34 kişi değil 34 bin kişi de dönse bu statüler değişmeyecektir. Bu girişimler bir eğilim belirtisidir, bir mesajdır. Değişim yönündeki birikimlere katkıdır, bin milin ilk adımıdır.
Bu adımların birikimi, bu günkü demokratik açılımı yeniden üretebiliyorsa, mantıki sonuçlarına kadar derinleşmesini de sağlayacak demektir. Bunu hakim sınıflara terk edemeyeceğimiz de çok açıktır.
Demokrasi mücadelesi tüm mücadeleleri kapsayan en sağlıklı tarihsel bir ilerici duruş anlamına geliyor. Buna katılmak, buna destek olmak için üzerimize düşen görevleri ihmal etmemeliyiz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder