26 Ekim 2009 Pazartesi
Eskiden Devrimci Olmak.
Zeki BAYTERİN
26 Ekim 2009
Çok merak ediyor insan, nasıl bir duygu acaba insan nasıl eskiden bir şey olur da sonrasında başka bir şey. nasıl bir köprüdür insanı bir yerden bir başka yere taşıyan? Şüphesiz insan, kendi tarihi içinde bir yerden bir yere gelir, ileriye ya da geriye süreçler yaşar, ama nasıl köprülerdir nasıl yol ayrımlarıdır insanı değiştiren?
Ya da kavramın kendisi doğru mudur? Devrimcilik, bir yaşam tarzıysa akıp gelen, insanı şekillendirip içine yerleşen bir aşksa esası sevgiye dayalı inançsa eski kavramı neyi ifade eder?
Ya da başına eski sıfatı yerleştirilebilen bir devrimcilik biçimi nasıl bir şeydir? Eski dediğimizde bir boşluğu anlatmış olmazmıyız?
Bir dizi benzeri sorular sorulabilir, sorulmalı da. Ama öte yandan, bu gün böyle bir kavramında var olduğu bilinir, kavramlar boşluk içinde, sadece soyutlamalar dünyasında oluşmazlar, çoğunlukla önce maddi olguların kendileri gelişir ve sonra onları tanımlayıcı kavramları ortaya çıkar.
Böyle bir kavramın varlığından söz etmek sanırım yerinde olur, bir yaşam tarzını bu yaşam tarzının devrimci olmak durumundan farkını tanımlıyor. Hiç küçümsenecek gibi de değil. Kavramın genel olarak içerdiği kesim öyle bir iki kişiden oluşmuyor içinde barındırdığı çoğul söz konusu. Tarihte her zaman devrimci kuşaklar arasında geçişler ve yenilenişler olur. Sosyalist yapı her zaman farklı kuşakların renkliliğinden oluşur ve bu renklilik ne denli fazla ise sosyalist yapının deneyim aktarımının, gelenek akışının o denli sağlıklı olduğu söylenebilir.
Ama, hemen anlaşılacağı gibi sözünü ettiğimiz olgu bu değil. Kendini dün olduğu gibi bugün de sosyalist hareketin içinde konumlandırmaya çalışan bir kesim var.
Belki çok sağlıklı oldukları söylenemez, belki bir dizi yıpranmışlıkla sakatlanmış yanları vardır. Ve bugünkü konumları bu kesimi de eleştirel bir irdelemeden muaf tutmaz. Bütün bunlar tabii ki ayrı bir yazının konusudur tek tek bireylerin ve bugüne akıp gelen sağlıklı insanların hakkı yenmemeli bu kesimin savruluşu da çok net şekilde ortadadır. Eski bazı dinazorlar, kendi geçmişinden sağlıklı insan ve deneyim akışından mahrum kalmanın şanssızlığını yaşamış, yeniden el yordamıyla yola çıkmak zorunda kalmıştır.
Eski devrimciler kategorisi de işte böyle bir olumsuzluğun parçası ya da ifadesi olarak karşımıza çıkıyor, ve her geçen gün artan oranda sosyalist mücadele faaliyetinin bir problemi olarak kendini koruyor her türlü çirkinliği mübah saymakta sakınca dahi görmüyorlar.
Burada sözünü ettiğimiz insan tipi şu TV'lerde boy gösteren saray soytarıları olduğu sanılmasın. Onlar, tamamen ayrı bir kategori oluşturuyorlar. Bu kesim, daha çok 77’li yıllardan gelen ve gerçekte yaşamlarında ciddi olarak devrimci mücadeleye katılmamış tiplerdir. Bugünün bir liseli sempatizanı kadar bile devrimci yaşantıları olmadığı halde aslında bir iltifat dönek olarak adlandırılmış bu omurgasız belkemiksiz tipler söz konusu sıfatı da haketmiş değillerdir. Daha doğrusu nereye varıp da nereden döndükleri tamamen merak konusudur.
Bir başka kesim var. Sayıları çok az belki, ama yine de var.
Köşesine çekilmiş insanlar grubudur bunlar. Çok ciddi politik yaşantıların içinden gelmişlerdir ve bir şekilde yorulmuşlardır. Anılar yığını halinde kendi kuytuluklarında yaşarlar, ya da geçmişteki durumlarının, varolan standartlarının çok altında bir yaşam sürdürürler. Sahip oldukları kapasite ve politik düzey ile bugünkü siyasal faaliyetleri arasında bir orantısızlık gözlenir. Örgütlü iktidar mücadelesi perspektifinden demokrat düzeye bir inişi yaşamışlardır. Devrimci mücadeleye yararsız oldukları söylenemez ama bu yinede görecelidir. Bütün bunlar yine de birşeydir. Çok büyük yarar değildir belki ama zarar da değildir.
Oysa, geniş kesimi oluşturan bir kategori var ki, çok önemli, yazının asıl konusunu da onlar oluşturuyor. Çünkü, anılarıyla birlikte köşelerine çekilmiyorlar ya da eski düzeyinden daha düşük de olsa iyi niyetle bir şeyler yapmaya çalışmıyorlar. Böyle bir kaygıları yok.
Yaptıkları, fiilen yalana dayalı kahve politikacılığıdır. Eski devrimciler denildiğinde kuşkusuz hemen akla şöhretli bir iki belkemiksiz omurgasız gelir, ama o kadar basit değil özellikle de Anadolu kentlerinde böyle. Geçmişte kocaman sorumlulukları olanlardan daha alt kesimlere kadar örneklenebilir yorgundurlar. Ama, yorgunluk çenelerine pek bulaşmamıştır. Çokça konuşmak, karamsarlığı yaymak bir çoğunun ortak niteliğidir. Gidişatı yanlış bulup da çekilmek değildir ve eksikleri görüp düşünce üretmiş değillerdir. Eksik buldukları, yanlış buldukları eski yapılarından ayrılıp daha doğru gördükleri yere gitme kaygısı taşımamaktadırlar.
Örgütsüzlük, alışkanlık yapar. belki seçilmiş bir yol değildir ama bu başlangıç itibarıyla böyledir. Sonrası alışkanlıktır, bir yaşam biçimini sürdürüp gitmek ve bu gidişe süreç içinde geçerli bir açıklama ihtiyacı duymaktır, tartışmayı severler. Dünyadaki son yılların savruluşunu kendi savruluşlarının gerekçesi yaparlar. Genel savruluş kuşkusuz bir şeylerin sebebidir. Ama, sebep giderek gerekçe olur. Ve artık her sözün başında Dünyanın değiştiği vurgusunu duyarsınız, her fırsatta sosyalistlerin marjinalleştiği üzerine tekerlemeler atılır önünüze. Sosyalist güçlerin çok bölünmüşlüğünde acıyla söz ederler, sanırsınız ki çözümleri vardır. çözümleri yoktur, zihinleri bulandırmak için ayrılmış zamanları vardır. Kahve politikacısıdırlar. çamur at izi kalsın mantığıyla yola çıkan, giderek magazin yanlarını geliştirip. Kulaklarını siyasallığa değil, dedikoduya açık tutarlar. Artık birçoğu için örgütlülük ve örgüt fikri bir hedef tahtasıdır. En çok kendi eski örgütlerine saldırırlar. Öyle ki, siz, sırf örgütlülük fikrini savunmak için benimsemediğiniz örgütleri savunmak zorunda kalırsınız.
Çünkü saçılan, zehirdir. Saçılan ve genç zihinlere bulaşan sınıf bilimi dışında bir şeydir,
Bu saçılan zehirde en çok da sosyal demokrasiye kapılanma fikri vardır. Özellikle Anadolu kentlerinde CHP’yi seçmişlerdir. Elbette, her zaman sosyal demokrasi sosyalizme bulaşmış, sosyalistlerde zaman zaman bulaşmasına izin vermişlerdir. Ama bu sözünü ettiğimiz farklıdır. Bu kez söz konusu olan sosyalistlerin ideolojik bir yanlışından öte, düpedüz kişisel çıkarlar dünyasıdır. Bu çıkarlar dünyası için eski kökenler pazarlanır, siyasi yaşamların ve cezaevi yıllarının rantı tahsil edilir. Ama öte yandan, yakınırlar. Hep yakınırlar. Eski dostluk ilişkilerinin artık kalmadığını söylerler, her şeyin çıkar çamuruna bulandığından dem vururlar.
Çıkar çamuruna bulanmamış olanlar yok mudur? Oralara gidip doğru ilişkileri oralarda aramak, yaşamak gerekmez mi bu anlamda kaygıları ve çabaları olmayan kalpazanların
Sonuçta yaptıkları şey düzenin çerçevesine gün geçtikçe yerleşmek ama bunu yaparken kendi rahatsızlığını saldırıya, karalamaya iftiraya dönüştürmektir.
NE YAPMALI
Bir kenara bırakıp yürüyüp gitmek belki bir çözüm gibi duruyor. Ama bir yandan çok ciddi bir sorun kendini gündemde tutmaktadır.
Sosyalist insanın yeni kuşaklara ulaşmak gibi bir derdi varsa ve birçok yerde bu unsurlar bir sürtünme yaratıyorlarsa. Çok ciddi bir bellek zaafı yaşamış olan sosyalist örgütler yeni kuşakların zihninde bir çok şeyi onarıp doğru oturtmak zorundayken karşılarına çenebaz kalpazanların, menenjitli paranoyakların saçtığı önemsiz sayılmayacak zararlar çıkabiliyor.
Kuşkusuz, sosyalist bireyin kimseyi özel olarak örselemek gibi bir derdi olmamalı. Ama çoğu kez bir şeylerin üstünden atlamak mümkün olmuyor yeni filizler yaratılamıyorsada yaşanmış geçmiş değerler adına doğrudan, demagojik söylemlerin üstüne gidilmesi gerekmiyormu? Kazanılacak olanı kazanmak için sonuna dek uğraşmak seviyesiz bitirim sohbetiyle yolu tıkayan yalancı, iftiracı hemde çok iftiracı belkemiksiz omurgasızlara ideolojik olarak cevap kaçınılmaz bir görevdir.
Ve yine kaçınılmaz bir görev, bugünün demokrasi mücadelesini dünün kötü ruhlarını etkisiz kılacak ölçüde güçlü bir çekim merkezi haline getirmek, sürecin çubuğunu bataklığı aşacak bir seviyeye yükseltmektir.
26 Ekim 2009
Çok merak ediyor insan, nasıl bir duygu acaba insan nasıl eskiden bir şey olur da sonrasında başka bir şey. nasıl bir köprüdür insanı bir yerden bir başka yere taşıyan? Şüphesiz insan, kendi tarihi içinde bir yerden bir yere gelir, ileriye ya da geriye süreçler yaşar, ama nasıl köprülerdir nasıl yol ayrımlarıdır insanı değiştiren?
Ya da kavramın kendisi doğru mudur? Devrimcilik, bir yaşam tarzıysa akıp gelen, insanı şekillendirip içine yerleşen bir aşksa esası sevgiye dayalı inançsa eski kavramı neyi ifade eder?
Ya da başına eski sıfatı yerleştirilebilen bir devrimcilik biçimi nasıl bir şeydir? Eski dediğimizde bir boşluğu anlatmış olmazmıyız?
Bir dizi benzeri sorular sorulabilir, sorulmalı da. Ama öte yandan, bu gün böyle bir kavramında var olduğu bilinir, kavramlar boşluk içinde, sadece soyutlamalar dünyasında oluşmazlar, çoğunlukla önce maddi olguların kendileri gelişir ve sonra onları tanımlayıcı kavramları ortaya çıkar.
Böyle bir kavramın varlığından söz etmek sanırım yerinde olur, bir yaşam tarzını bu yaşam tarzının devrimci olmak durumundan farkını tanımlıyor. Hiç küçümsenecek gibi de değil. Kavramın genel olarak içerdiği kesim öyle bir iki kişiden oluşmuyor içinde barındırdığı çoğul söz konusu. Tarihte her zaman devrimci kuşaklar arasında geçişler ve yenilenişler olur. Sosyalist yapı her zaman farklı kuşakların renkliliğinden oluşur ve bu renklilik ne denli fazla ise sosyalist yapının deneyim aktarımının, gelenek akışının o denli sağlıklı olduğu söylenebilir.
Ama, hemen anlaşılacağı gibi sözünü ettiğimiz olgu bu değil. Kendini dün olduğu gibi bugün de sosyalist hareketin içinde konumlandırmaya çalışan bir kesim var.
Belki çok sağlıklı oldukları söylenemez, belki bir dizi yıpranmışlıkla sakatlanmış yanları vardır. Ve bugünkü konumları bu kesimi de eleştirel bir irdelemeden muaf tutmaz. Bütün bunlar tabii ki ayrı bir yazının konusudur tek tek bireylerin ve bugüne akıp gelen sağlıklı insanların hakkı yenmemeli bu kesimin savruluşu da çok net şekilde ortadadır. Eski bazı dinazorlar, kendi geçmişinden sağlıklı insan ve deneyim akışından mahrum kalmanın şanssızlığını yaşamış, yeniden el yordamıyla yola çıkmak zorunda kalmıştır.
Eski devrimciler kategorisi de işte böyle bir olumsuzluğun parçası ya da ifadesi olarak karşımıza çıkıyor, ve her geçen gün artan oranda sosyalist mücadele faaliyetinin bir problemi olarak kendini koruyor her türlü çirkinliği mübah saymakta sakınca dahi görmüyorlar.
Burada sözünü ettiğimiz insan tipi şu TV'lerde boy gösteren saray soytarıları olduğu sanılmasın. Onlar, tamamen ayrı bir kategori oluşturuyorlar. Bu kesim, daha çok 77’li yıllardan gelen ve gerçekte yaşamlarında ciddi olarak devrimci mücadeleye katılmamış tiplerdir. Bugünün bir liseli sempatizanı kadar bile devrimci yaşantıları olmadığı halde aslında bir iltifat dönek olarak adlandırılmış bu omurgasız belkemiksiz tipler söz konusu sıfatı da haketmiş değillerdir. Daha doğrusu nereye varıp da nereden döndükleri tamamen merak konusudur.
Bir başka kesim var. Sayıları çok az belki, ama yine de var.
Köşesine çekilmiş insanlar grubudur bunlar. Çok ciddi politik yaşantıların içinden gelmişlerdir ve bir şekilde yorulmuşlardır. Anılar yığını halinde kendi kuytuluklarında yaşarlar, ya da geçmişteki durumlarının, varolan standartlarının çok altında bir yaşam sürdürürler. Sahip oldukları kapasite ve politik düzey ile bugünkü siyasal faaliyetleri arasında bir orantısızlık gözlenir. Örgütlü iktidar mücadelesi perspektifinden demokrat düzeye bir inişi yaşamışlardır. Devrimci mücadeleye yararsız oldukları söylenemez ama bu yinede görecelidir. Bütün bunlar yine de birşeydir. Çok büyük yarar değildir belki ama zarar da değildir.
Oysa, geniş kesimi oluşturan bir kategori var ki, çok önemli, yazının asıl konusunu da onlar oluşturuyor. Çünkü, anılarıyla birlikte köşelerine çekilmiyorlar ya da eski düzeyinden daha düşük de olsa iyi niyetle bir şeyler yapmaya çalışmıyorlar. Böyle bir kaygıları yok.
Yaptıkları, fiilen yalana dayalı kahve politikacılığıdır. Eski devrimciler denildiğinde kuşkusuz hemen akla şöhretli bir iki belkemiksiz omurgasız gelir, ama o kadar basit değil özellikle de Anadolu kentlerinde böyle. Geçmişte kocaman sorumlulukları olanlardan daha alt kesimlere kadar örneklenebilir yorgundurlar. Ama, yorgunluk çenelerine pek bulaşmamıştır. Çokça konuşmak, karamsarlığı yaymak bir çoğunun ortak niteliğidir. Gidişatı yanlış bulup da çekilmek değildir ve eksikleri görüp düşünce üretmiş değillerdir. Eksik buldukları, yanlış buldukları eski yapılarından ayrılıp daha doğru gördükleri yere gitme kaygısı taşımamaktadırlar.
Örgütsüzlük, alışkanlık yapar. belki seçilmiş bir yol değildir ama bu başlangıç itibarıyla böyledir. Sonrası alışkanlıktır, bir yaşam biçimini sürdürüp gitmek ve bu gidişe süreç içinde geçerli bir açıklama ihtiyacı duymaktır, tartışmayı severler. Dünyadaki son yılların savruluşunu kendi savruluşlarının gerekçesi yaparlar. Genel savruluş kuşkusuz bir şeylerin sebebidir. Ama, sebep giderek gerekçe olur. Ve artık her sözün başında Dünyanın değiştiği vurgusunu duyarsınız, her fırsatta sosyalistlerin marjinalleştiği üzerine tekerlemeler atılır önünüze. Sosyalist güçlerin çok bölünmüşlüğünde acıyla söz ederler, sanırsınız ki çözümleri vardır. çözümleri yoktur, zihinleri bulandırmak için ayrılmış zamanları vardır. Kahve politikacısıdırlar. çamur at izi kalsın mantığıyla yola çıkan, giderek magazin yanlarını geliştirip. Kulaklarını siyasallığa değil, dedikoduya açık tutarlar. Artık birçoğu için örgütlülük ve örgüt fikri bir hedef tahtasıdır. En çok kendi eski örgütlerine saldırırlar. Öyle ki, siz, sırf örgütlülük fikrini savunmak için benimsemediğiniz örgütleri savunmak zorunda kalırsınız.
Çünkü saçılan, zehirdir. Saçılan ve genç zihinlere bulaşan sınıf bilimi dışında bir şeydir,
Bu saçılan zehirde en çok da sosyal demokrasiye kapılanma fikri vardır. Özellikle Anadolu kentlerinde CHP’yi seçmişlerdir. Elbette, her zaman sosyal demokrasi sosyalizme bulaşmış, sosyalistlerde zaman zaman bulaşmasına izin vermişlerdir. Ama bu sözünü ettiğimiz farklıdır. Bu kez söz konusu olan sosyalistlerin ideolojik bir yanlışından öte, düpedüz kişisel çıkarlar dünyasıdır. Bu çıkarlar dünyası için eski kökenler pazarlanır, siyasi yaşamların ve cezaevi yıllarının rantı tahsil edilir. Ama öte yandan, yakınırlar. Hep yakınırlar. Eski dostluk ilişkilerinin artık kalmadığını söylerler, her şeyin çıkar çamuruna bulandığından dem vururlar.
Çıkar çamuruna bulanmamış olanlar yok mudur? Oralara gidip doğru ilişkileri oralarda aramak, yaşamak gerekmez mi bu anlamda kaygıları ve çabaları olmayan kalpazanların
Sonuçta yaptıkları şey düzenin çerçevesine gün geçtikçe yerleşmek ama bunu yaparken kendi rahatsızlığını saldırıya, karalamaya iftiraya dönüştürmektir.
NE YAPMALI
Bir kenara bırakıp yürüyüp gitmek belki bir çözüm gibi duruyor. Ama bir yandan çok ciddi bir sorun kendini gündemde tutmaktadır.
Sosyalist insanın yeni kuşaklara ulaşmak gibi bir derdi varsa ve birçok yerde bu unsurlar bir sürtünme yaratıyorlarsa. Çok ciddi bir bellek zaafı yaşamış olan sosyalist örgütler yeni kuşakların zihninde bir çok şeyi onarıp doğru oturtmak zorundayken karşılarına çenebaz kalpazanların, menenjitli paranoyakların saçtığı önemsiz sayılmayacak zararlar çıkabiliyor.
Kuşkusuz, sosyalist bireyin kimseyi özel olarak örselemek gibi bir derdi olmamalı. Ama çoğu kez bir şeylerin üstünden atlamak mümkün olmuyor yeni filizler yaratılamıyorsada yaşanmış geçmiş değerler adına doğrudan, demagojik söylemlerin üstüne gidilmesi gerekmiyormu? Kazanılacak olanı kazanmak için sonuna dek uğraşmak seviyesiz bitirim sohbetiyle yolu tıkayan yalancı, iftiracı hemde çok iftiracı belkemiksiz omurgasızlara ideolojik olarak cevap kaçınılmaz bir görevdir.
Ve yine kaçınılmaz bir görev, bugünün demokrasi mücadelesini dünün kötü ruhlarını etkisiz kılacak ölçüde güçlü bir çekim merkezi haline getirmek, sürecin çubuğunu bataklığı aşacak bir seviyeye yükseltmektir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder