5 Ekim 2009 Pazartesi
TEKNOLOJİ VE "ÜRETİM TARZINDA DEVRİM"
Mihrac Ural
30 Eylül 2009
Sayın Hikmet Acun,
Öncelikle yazım ahlakına saygı göstermenizi ve yazımdan aldığınızı ifade etmek üzere tırnak içine koyduğunuz alıntıyı bir daha gözden geçirmenizi isteyeceğim.
Benim adıma cümle uydurmayın diyeceğim.
“ ‘mülkiyet özelleştikçe bunun kamusal bir mülkiyet biçimini alacağı’nı idda ediyor.” Demişsiniz.
Bu cümleyi nerede buldunuz, benim sözlerime yorum yapıyorsanız tırnaklardan özgürleştirin ki cümlenin size ait olduğu bilinsin.
Benim cümle şudur:
“Tarihsel gelişim itibariyle bölünüp parçalanan mülkiyet gerçek devrimci yenilenmenin aracıdır. Kölecilik insan dahil topraklar üzerindeki mülkiyetle, feodalizm büyük topraklar, kapitaliz üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetle kendini bilerler. Tartışmalı bir toplum tarih çizelgesi olsa da mülkiyetin bu toplumlardaki artan parçalanma ufalma yönelimini göstermeye yeterlidir. Tersi bir durum (tarihi ilerlemenin toplumsal mülkiyete doğru geliştiği sanısı: ek..) öznel algılarda olsa da nesnel varlıklar arasında yer edinmeyecektir; gelecek, “toplumsal mülkiyet” lehine değildir, toplumsal etkisi çok daha yoğun ufalmış mülkiyet lehinedir." (Ortak Ülkemiz üzerine tartışmamızdan)
Bu cümlemde de olduğu gibi kavrama sıkıntısı çektiğiniz açık bir soyutlama bulunmaktadır.
O da nedir?
Büyük mülkiyet türleri ufaldıkça, üretici güçler üzerindeki mülkiyet ufalıp nispi olarak yaygınlaştıkça (ki bilişim çağı bunu hızla ikame etmektedir ve kapitalist özel mülkiyetin bağrında yeni mülkiyet ilişkisinin nüvelerini oluşturmaktadır) toplumsal etkileri öncelikle üretime katılım ve üretim artışı, bunun sonucu da yapı ve üst yapıda toplumsal etkileri, yaygınlaşmaktadır. Yani, benim adıma uydurduğunuz görüşün aksini savunuyorum. Mülkiyet ufaldıkça, “kamusal bir mülkiyet biçimi” almıyor, olumlu sosyal etkileri (üretime daha çok katılım, üretim ve bunların sonucu oluşan etkiler) artıyor diyorum. Tarih bu yönde ilerliyor “toplumsal mülkiyet” yönünde değil diye de soyutluyorum.
Tarihsel Süreç Boyu Mülkiyetin Yönelimi
Sayın Hikmet, bu süreci, bir kaç yüz yıl geriye giderek daha iyi kavraması gerekirdi. Ama o olaylara kuyunun ağzından bakıyor bütünü görmesi mümkün değil. Bu gün olanları ve geleceğe yönelimin hangi temeller üzerinde yükseldiğini anlamak için filim şeridini biraz geriye sarmak yeterlidir.17-18.yy feodalizmin bağrında kapitalizmin gelişme ve belirginleşme sürecini takip edelim. "Üretim araçları"nın üretimi belirleyici olmadığı, buharlı makinelerin keşfedilmediği, ancak oraya doğru hızlı bir gidişin olduğu bu kesitlerde, bir aydına, bir köylüye ya da herhangi birine "büyük toprak mülkiyeti çökecek yerini daha da yaygın olan özel bir mülkiyet alarak toplumsal etkisi çok yaygın bir üretim sürecine girilecek" denmesi durumunda, haklı olarak bunu Sayın Hikmet kadar anlayamayacaktır.
O doğup ölmüştür ancak üretimle ilgili bildiği tek şey büyük toprak mülkiyetidir, toprağın sabanla sürülmesidir. Düşüneceği en ileri kurgu Sayın Hikmet'inkini geçmeyecektir. Toprakları ortak mülkiyete alarak imece usulü üretmek ve paylaşmaktır; yarin yanağından gayri...
Siz bu kurguyu kapitalizm koşullarında kimi marjinal önermelerle tekrar algılamaya çalışın göreceksiniz ki, feodal çağın “en kabadayısı”(aydını, bilgici vs) bile, "Köylüler ağalığı yıkacak, büyük toprakları ortaklaşa işleyecek, ortak üretip ortak üleşecek, bunun için serflerin organik aydınları "İmece Prens"inin çabasıyla oluşturularak, köy-kahvesi toplumu (sivil toplum) vasıtasıyla, feodallerin yaptığı din istismarlarına karşı "kültürel ve ahlaki önderliği ele alarak "zafer kazanacaktır" Diye ifade edecektir. Bu gün aynı şeyleri duyuyoruz; tarih mantık kurguları itibariyle tekrar ediyor gibi.
Tekrar edeyim, tarih okumalarınızı yeniden gözden geçirin, göreceksiniz ki mülkiyetin tarih serüveninde büyükten ufalmaya bir yönelim vardır. Ufaldıkça da, sosyal sonuçları çok daha etkin olmaktadır (ki bunda, insan ihtiyaçlarının yönelimleri ve ortak insan aklı ürünü olarak bilimsel ve teknik devrimlerce hızlanmaktadır). Biz de bunu soyutluyoruz. Mülkiyetin tarihteki tüm bağlamlarını böylesi bir soyutlamayla dile getiriyoruz Önümüzü bu açıdan daha sağlıklı görüyoruz. Yani uygarlık, yeni toplumsal ilişki sisteminin tüm verileri elimizde olmadan önce, tarih okumalarımız ve soyutlamalarımızla gidişin yönünü belirlemeye çalışıyoruz. Bundan da siyasal sonuçlar çıkararak neye karşı nasıl mücadele edeceğimizi belirlemeye çalışıyoruz. Sayın Hikmet ise, kuyusunun ağzını genişletmeme yönünde ısrarlı olduğunu anlatıp duruyor.
Sayın Hikmet konuları kavramamış, kavramlar karmaşası yapı sökücülüğüyle tarihi süreçlerin bağlamlarını sisli hale getirmektedir. Marks bu noktada çok önemli belirlemeler yapmıştır.
Bu noktayı tekniğin gelişimi açısından ve bunun üretim araçlarına yansıması açısından ele almamız, bir yandan bununla ilgili tarihi süreçlerin değişimini diğer yandan Sayın Hikmet Acunun teknolojiyle neler değişebileceğini algılaması açısından önem taşır.
Bu konuda yoruma gerek bırakmayacak bir açıklamayı Marks şu cümlelerle veriyor; ” Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)
Marks bu cümlesinin ardından bu iki olgunun (emek-gücü ve emek araçları) öyle bıçak kesiği gibi birbirinden ayrılmayacağı üretim ortamı sürecinde her ikisinin de bir arada istihdam edildiği bir geçiş süreci olduğunu da hatırlatmayı unutmuyor.
4. dipnotta ise Marks’ın cümleleri, tartışmalarımıza önemli bir gönderme sayılabilir; “
“Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz. Dinin imgesel yaratıklarının bu dünyadaki özlerini inceleyerek bulmak, aslında, tersinden giderek yaşamın gerçek ilişkilerinden yola çıkarak, bu ilişkilerin kutsallaştırılmış şekillerini bulmaktan çok daha kolaydır. Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386, 4. dipnot)
Birkaç tartışmadır alıntılara başvurmadan aktarmaya çalıştığım budur. Ancak okuduklarını kutsal metin sayanların alıntısız huşu olmayacakları için bu ayetleri aktarmayı gerekli gördüm.
Tartıştığımız konuyu tarih bağlamlarıyla soyutlamak için Marksın “18. yüzyılda sanayi devrimini başlatan” diye yorumladığı bu teknolojik dönüşüm kesitinde alet ile makine farkı üzerini söylediği şu cümleleri aktaralım: “ Gerçek anlamıyla bir iş-makinesi daha yakından incelersek, çoğu zaman epeyce değişik şekillerde olmakla birlikte, genel kural olarak, onda, el zanaatları ile manüfaktür işçilerinin kullandıkları aygıt ve aletleri buluruz; ancak şu farkla ki, bunlar, eskiden insan tarafından kullanılan aletler iken, şimdi bir mekanizmanın aletleridir ya da mekanik aletlerdir” ( Age. s:378)
Sayın hikmet Acun, Marks’tan yaptığımız şu birkaç alıntıyı 21. yüzyılın ortaya koyduğu bilim ve teknoloji verileriyle, bilgi ve iletişim unsurlarıyla bir kez daha okur musunuz.? Biz yeni uygarlığı bu yöntemle belirlemeye çalışıyoruz. Bu tarihi gelişmelerin önünün tıkayan kapitalist sistemin ve burjuvazinin de bu nedenle demokrasi karşıtı olduğunu belirliyoruz. Demokrasiyi savunmamız, tam bu noktada burjuvazinin çağımızdaki gericiliğinden çıkıyor bir devrimci duruş olarak beliriyor. Somut konuşmakta tas tamam budur. Yaptığımız, sistemin bir parçası olan ve en az siz gibi sistem içinde reformdan başka bir sonuca ulaşmayacak marjinal önermeler yapan liberalliğe de karşı bir duruştur. Çağın gerçekçi devrimciliği budur; demokrasi mücadelesini temel almayan bir devrimcilik bu çağa ait değildir.
Bizim yaptığımız Marks’ın “biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntem”ini, 21. yüz yılın verileriyle mantıki sonuçlarına götürme çabasıdır.
Engels bu konuyu şöyle özetliyor. “Bilimin her yeni yönü, bu bilimin teknik terimlerinde bir devrimi içerir” (Age. İngilizce baskıya önsöz, Frederik Engels) Buna açık olmayan kendini ne devrimci nede ilerici saysın. Hele hele Marksist hiç saymasın.
Üretici Güçlerin Dönüşümü
Teşbihte hata olmaz derler.
Önce, Marks’ın kapitalin ilk cildinin ilk cümlesini okuyun, “ kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği ‘muazzam bir meta birikimi’ olarak kendini gösterir. Bunun birimi metadır. Araştırmalarımız bu nedenle, metanın tahliliyle başlaması gerek “ (Age. s:49)
Teşbih ediyorum, küresel üretim tarzının, yani yeni ve gelecek uygarlığın zenginliğini “muazzam bir bilgi birikimi” olarak kendini gösterebilir. Bunun birimi transistorla başlayan bilgisayar teknolojisinin sanal bilgi birimidir. Araştırmalarımız bu nedenle sanal bilgi tahlilleriyle başlaması gerekir.
Bir başka teşbih,
Üretim tarzında devrim, büyük sanayide emek araçları ile küresel üretimde elektronik bilgi ağlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, elektronik bilgi ağlarının, emek araçları olmaktan çıkıp, sanal üretim unsurlarına nasıl dönüştüğü ve aralarındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” (Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları. Alıntısından teşbih yoluyla oluşturulmuş cümle )
Değerler Arası Dengeler
Kullanım değeri, dolaşım değeri sorununa gelince,
“Sayın Mirac "Mülkiyetin; kullanım değeri ile dolaşım değeri arasında şöyle bir açı farkı oluştu; bu da mülk edinmenin özel karakteri ile toplumsal karakteri arasındaki gerilimi çözdü" diye örneklerle karşılık yazsa bunu tartışacağız.” Diye buyurmuşsunuz,
Sayın Hikmet, ezberleriniz size yeterli kavrama olanağı vermiyorsa sıkıntınızı başka yere havale etmeyiniz. Kuran tefsircileri gibi kendinden alıntılarla kendini ispatlamaya çalışıyorsunuz. Tartışmamızla ilgili tek bir cümle kurmazken, sizi ayıplayacağım bir üslupla bilip bilmeme denklemleri kuruyorsunuz. Bilmeyenin yüksek sesle konuşması hallerinden çıkmanızı tavsiye ederim. Kendi kendinize oluşturduğunuz çemberi başkasına evren diye sunmayınız. Hele bir sakin olun.
Size bir soyutlama daha ileteceğim onu da zevkle çiğnemeye çalışın bakalım. Tarih serüveninde “kullanım değeri ile değişim değeri arasında”, değişim değeri lehine bir gelişme bulunmaktadır. Mülkiyetin tarihini takip eden bu eğrilme üretimin temel unsurları üzerinde, mülkiyet ilişkisiyle de yakından ilgilidir. Bunun için sistemin verili çelişkilerinin çözülmesine gerek yoktur. Zaten tarihin hiçbir kesitinde, yeni toplumsal üretim ilişkisi gelip haki molana kadar, yani eski “gerilimleri” topyekun tarihe karışana kadar aralarındaki çelişki bıçak kesiği gibi sona ermez.
Sanal Üretim
Küresel üretim verileri, kapitalizmin kanatları altında da olsa onu yadsıyacak yeni üretim ilişkileri, 19 yy düşünürlerinin haklı olarak kestiremeyecekleri sanal üretim diye bir olgunun gelişmekte olduğunu gösteriyor. Bu olgunun farkına, 20. yy ikinci yarısında varılmış olsa da yeterli olmamıştır. “Büyük sanayi emek araçlarının” “üretim tarzında devrimi başlatan” elektronik bilgi ağlarına dönüşümü ve sonuçları gözlemlenmemiş, buna ilişkin sorunlar ele alınmamıştır. Kapitalizmin bağrında onu yadsıyacak olan yeni üretim ilişkisinin bir tarihsel yeni uygarlık olarak gelişiminin verileri ele alınmamıştır. 19. yy düşüncelerinin siyasal sonuçlarına olan bağımlılık, her şeyi Kuran tefsirlerinde olduğu gibi kapitalizme bağlama yoluna gidilmiştir. Gramsci’yi ve Avrupa komünizmini marjinale düşüren bu olmuştur. Bu yaklaşımların 5 sınıf versiyonunu ülkemiz için önermek ise trajedi değildir.
Uygarlık
Uygarlık üzerine, burada uzunca durmayacağız. Uygarlığı sık sık yeni toplumsal üretim ilişkisi olarak da kullandığım oluyor. Bu öyledir de. Uygarlıkların tarihsel dönemlerle yakından ilgili olduğu açıktır.
Tarih süreci içinde, farklı uygarlıkların aynı üretim ilişkileri içinde yer aldığı kesitler vardır. “Ortaçağ uygarlıkları” diye çoğul olarak dile getirdiğimiz tüm uygarlıkların üretim ilişkileri feodaldir; Arap-İslam uygarlığı ile Bizans uygarlığı söylemlerimizde ortaya koyduğumuz farklar yeni bir üretim ilişkisi değil de farklı bir kültürel doku olması gibi. Batı uygarlığı dediğimizde de kapitalist üretim ilişkilerinden söz ettiğimiz açıktır.
Bu noktada aynı tarihi kesitlerde farklı kültürel kuşakları tanımlamak için farklı uygarlıklardan söz edilir. Uygarlık bir kültürel farklılık olarak dile getirilir. Bu dar anlamıyla öyledir. Oyas uygarlıklar tarihsel kesitlerle anlamlandırılması gereken kapsayıcılığa sahiptir. Bunu da kapitalizmle birlikte daha net olarak görmemiz mümkün.
Batı Uygarlığıyla birlikte üretim tarzının evrensel bir boyut alması, bu iki kavramı bütünleştiren bir sonuç yarattı. Kapitalizmi dünyanın herhangi bir alanında tanımlarken, onu batı uygarlığı olarak tanımlıyoruz. Bu günün Çin, Hint, Japon, Amerikan, Avrupa, Rusya uygarlıkları batı uygarlığıdır ve bunların tümünde üretim ilişkileri kapitalisttir. Çin, Hint uygarlığı diye söz ettiğimiz ise tarihin kadim dönemleriyle ilgilidir.
Geçmiş tarihlerde kapsayıcı olması ve türdeşliğini vurgulamak için uygarlıkları “ortaçağ uygarlıkları” diye ortak bölen bir tanımla, aynı üretim tarzını ifade etmek üzere tanımlarız.
Bu gün batı uygarlığının yeryüzünü kapsayan konumu itibariyle uygarlıkla, farklı üretim ilişkilerinin aynı anlamda kullanılması, tarihin ve teknolojinin kapsayıcı etkinliğiyle ilgilidir. Bundan sonra ortaya çıkacak uygarlığın evrensel ölçekte kapsayıcı olması ve aynı zamanda yeni bir üretim tarzı anlamına gelmesi bu iki kavramı birbirinin yerine kullanmakta bir sorun yaratmayacağı kanısındayım. Eski tarihte mesafeler, iletişimsizlik, aynı üretim tarzında olan toplumlar arasında derin farklılıklarıyla (giyim, gelenek görenek, toplumsal davranış, ahlak, hukuk vb) farklı uygarlıklara yol açmıştır ya da söz konusu her bir uygarlık askeri olarak yayılabildiği alanlarda kendini ifade etmiş, verensel olamamıştır. Bu nedenle uygarlıkların tarihsel olması, aynı tarih kesitinde farklı uygarlıkların aynı üretim tarzına rağmen ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır.
Yeni Uygarlığın Belirtileri
Ancak bu gün, uygarlığı böylesi lokal anlamda ele almak mümkün değildir. Onu evrensel ölçekte bir etki, üretim tarzı anlamında bir değişim olarak belirlemek doğru olandır. Bu nedenle Küresel üretim hem yeni bir uygarlıktır hem de yeni bir üretim tarzıdır diyoruz.
Küresel yeni uygarlığın tarihsel dönüşümlerden biri olan üretim tarzında, sanal üretim temel unsurlarından biri haline geliyor. Sanalda üretilmemiş, sanalda da tüketilip denenmemiş bir ürünü almak artık geride kalıyor. Bu ne anlama geliyor, medresemizde alfabeyi öğrenirken kapitalist üretimi şu formülle ifade ederdik hammadde + üretim araçları + iş gücü = meta Bu gün, bu sistem farklılaşıyor. Meta üretimi için bu formül artık izah edici olmaktan çıkıyor. Evrensel ölçekte bilgi unsuru + elektronik bilgi ağları + sanal üretim ve sanal tüketim süreci açılıyor. Bu süreçten geçmeyen bir üretimin evrensel ölçekte bir etkinliği olmuyor. Üretilen her şeyin mutlaka bir kullanım değeri ve özelliği vardır. Ancak üretilenler arasındaki fark söz konusu ürünün evrensel ölçekteki değişim değerinin etkinliği olacaktır. Bir ürün, her mekan ve uzun zamanda değişim değeri açısından ne kadar etkinse diğer ürünlerle farkı o kadar ileri olacaktır. Bilgi çağının özelliği budur. Somut üretim böylesi bir sürecin verileriyle yeniden biçimlenişi gündemde olacaktır. Bu veriler hala kapitalizmin kanatları altında gelişen verilerdir. Ama kapitalize ilişkiler değildir.
Son tahlilde üretim bir biçimde tüketim için yapıyor, bunun köleci toplum üretimi feodal toplum üretimi şekillerinin bir önemi yok. Tüketilecek bir meta ortaya çıkarken bunun hangi tarzda yapıldığı sorunu vardır. Toplumsal üretim ilişkilerini birbirinden ayıran da bu detaylardır. Marks’ı “üretim tarzında devrim…” diye başlayan yukarıdaki cümlesini kurmaya götüren de budur. Biz bunun, bu çağdaki verilerine işaret etmeye çalışıyoruz. Bu açıdan eldeki veriler ölçeğinde, oldukçada somut konuşuyoruz. Sayın hikmet, türbindeki seyirci gibi, allamelik yapıyor, sahadaki somut gerçekliğe ne katkı yapıyor nede onun bir parçası olarak süreçte yerini alıyor.
Küresel üretim ve bunun unsurlarından biri olarak sanal üretim, kapitalizmin ulus merkezli, ülke merkezli yapısından tarihsel bir çıkıştır, yani geri dönüşü olmayan bir çıkıştır. Bilgi dönüşümünün evrensel ölçekte sağlanması ve özgürlüğü geliştikçe daha anlamlı hale gelecek olan bu süreç, bize yabancılaşmanın gerçek anlamda devrimci bir unsur olduğunu gösterecektir. “İş bölümü arttıkça yabancılaşma da artacaktır” belirlemesinin mantıki sonuçları, yabancılaşmanın tarihte devrimci bir rolü olduğunu göstermeye yeterlidir. Sanal dünyada bilginin dolaşımı sentezlenerek yeni bilgi sonuçlarına ulaşması da yabancılaşmanın bir ürünüdür. Bunun önünde ne sınırlar ne milletler ne de devletlerin durması söz konusu değildir. Bunun gibi sıralayabileceğimiz bir dizi temel etmende ortaya çıkan nitelik ve nicelik gelişmeleri, üretim ilişkilerinin bir unsuru olan tüm ilişkileri de değiştiriyor. Öyle Karpuz keser gibi kesip yok etmiyor, değişime uğratıyor. Bu kapitalizmin değişimidir diyorum. Sayın hikmet hala kapitalist ilişkilere ilişkin konuştuğumuzdan söz edip, ayıptır söylemesi açık ve kaba demagoji yapıyor.
Şu cümlelerini okuyun;
“Sayın Mirac'a sormak gerekir, Kapitalist değişim süreci fetiş üretmeksizin gerçekleşebilri mi. İnsanın metalar dünyası ile girdiği ilişki biçimleri ortadan mı kalktı..Kapitalist değişim süreci nitelik mi değiştiriyor. İş pazarında ENFORMEL değişim emeğin bayağılaşması ve emek üreticisinin yoksullaşmasının dışında ona daha refah bir hayat biçim mi sunuyor. Hizmet sekörüne bakıp, işçileşmenin çözüldüğünü mü söylemek istiyor.. Pazarın karakteri mi değişti. Marx'ın kapitalist üretime dair temel olarak analiz ettiği hangi şeyi tarihsel gelişme yanlış çıkardı. Biz yoksa post kapitalizm dönemini yaşıyoruz da haberimiz mi yok?
Artık değer yasasımı değişti..küresel sermaye, nitelik mi değiştiriyor.”
Alıntısız ya da uydurma alıntılarla başkasının düşüncesini eleştirip, düşünce üretemezisiniz Sayın Hikmet.
Allah aşkına “Marx'ın kapitalist üretime dair temel olarak analiz ettiği …şeyi tarihsel gelişme yanlış çıkardı.” Yönündeki cümleyi nereden buldunuz, size mi ait. Başkası adına cümle kurup eleştirmek ne kadar yakışık söylermisiniz.
Tekrar edeyim benden bir kez daha okuyun, Marksın kapitalizme ilişkin analiz ettiği temel değerlendirmeler üzerine oturttuğu siyasal sonuçların 21. yy gözüyle farklı değerlendirilmesi gerektiğini söylüyorum. Buna ek kapitalizme yadsıma yönünde gelişmekte olan yeni uygarlığa, yeni üretim ilişkilerinin bu gün itibariyle beliren unsurlarına dikkat çekiyorum. Bunu da, teşbihte hata olmaz diyerek, Marksın yöntemine sadık kalıp yapıyorum.
Ama siz bildiğinizi benim adıma okuyorsun. Yeryüzüne inin lütfen öyle konuşalım, Sesler uzaktan ulaşmıyor, dağılıyor.
Ben size kapitalizm tarihini doldurup sönüyor onun bağrından onu yadsıyacak yeni bir toplumsal üretim ilişkisi gelişiyor, bizim gözlemlediğimiz kadarıyla da şu veriler belirginleşiyor diyoruz. Dolaysıyla açıkça ve tekrarla “Kapitalist değişim süreci nitelik mi değiştiriyor” sorunuza, kapitalizmin top yekun bir değişim halindedir yeni üretim tarzı bağrında gelişmektedir diyorum. “Göze çarpan genel karakteristikler ile ilgileniyor”, elde olan verileri de dile getiriyorum,
Siz ise geride bıraktığımızı tekrar ediyorsunuz. Bıçak kesiği gibi tarih süreci göstermemizi istiyorsunuz. Yak ak ya kara deyin diye formel bir mantıkla tartışmayı kısırlaştırıyorsunuz.
Bilmelisiniz ki, birbirini takip eden üretim tarzlarında süreçler bıçak kesiği gibi birbirinden ayrılmazlar. Marks bu noktayı, “üretim tarzında devrim”i belli bir değişim üzerinden ifade ederken (emek-gücü ile emek araçları arasındaki fark), özel olarak şöyle ifade ediyor “ Biz, burada, yalnızca göze çarpan ve genel karakteristikler ile ilgileneceğiz. Çünkü toplumun tarihindeki çağlar, jeolojik devirler gibi birbirlerinden kesin ve belirli sınır çizgileriyle ayrılmamıştır” (Age. s:386)
Teknoloji ve Üretici güçler
Teknolojinin üretici güçler üzerindeki etkisi üzerine,
“iletişim çağı diyor.. Buna liberaller teknoloji devrimi demişlerdi. Bilgisayara ve elektroniğe sahip olmak üretici güçler üzerinde nasıl bir tahribata yol açtığını bilmeden yazıyor” diye, buyuruyorsunuz.
Öncelikle sizi bir kez daha yukarıda Marks’tan yaptığım alıntıları okumaya davet edeceğim. Böyle sallama cümle kurmanızın ne anlama geldiğini siz yorumlayın.
Sonra,
Bilmeyenin bilinmezlerini sergiliyorsunuz, diyeceğim. Çünkü üretici güçler diye aklınızda olan tek şey bir sınıftır, o sınıfta kalmışsınız. Üretici güçlerin tarih serüveninde bilimin ve teknolojinin oynadığı temel rol, aklınızın takıldığı sınıf verilerini tehdit edince, ona ayak uyduramamanın kefaretini, kabalık yaparak örtemeye çalışıyorsunuz.
“bilmeden” konuşuyorsunuz.
Tekrar hatırlatayım “ Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor.” (Marks)
Teknolojinin bu özelliğini, üretim tarzında devrim yapma etkinliğini “Bilgisayara ve elektroniğe sahip olmak üretici güçler üzerinde nasıl bir tahribata yol açtığı”na bir veri olarak sunmak, “bilmeden konuşmak” değilse de ne konuştuğunu bilmemektir.
Sayın şahsınızı tenzih ederek düşüncenize söz söylüyorum. Teknoloji, bilim bir birikim işidir. Temelde hiçbir üretim tarzına bağlı değildir, her üretim tarzından etkilense de olumlu olumsuz istihdamlara muhatap olsa da insan kolektif aklının birikim ürünleri olarak bağımsızca gelişmektedirler.
Bu noktada Marks, şu cümlelerle duyarlılığını dile getiriyor; “Eleştirici bir teknoloji tarihi, 18. yüzyılın buluşlarından ne kadar azının, tek bir kimsenin eseri olduğunu ortaya koyabilir. Bu güne kadar böylesi bir kitap yazılmamıştır. Darwin, ilgimizi doğal teknoloji tarihine çekmiştir; yani yaşamın sürdürülmesi için, üretim aracı olarak hizmet eden, bitki ve hayvan organlarının oluşumuna dikkatimizi çekmiştir. İnsanın üretici organlarının, bütün toplumsal örgütün maddi temeli oylan bu organların tarihi, aynı türden değilmidir” ( Age. s:386, 4. Dipnot)
Ayrıca belirtmeliyiz ki, bu noktada Marks’ın “üretim tarzında devrim” diye belirlediği teknolojik gelişmede mülkiyet biçiminin bir neden olmaktan çok bir sonuç olduğunu hatırlatmak gerek. İnsanın yaşam için her türden üretim ihtiyacının rekabeti kolektif insan aklının geliştirdiği bilim ve teknolojiyle ortaya değişip gelişen üretici güçler, üretim tarzlarını da değiştirmektedir. Mülkiyet bunun sonucu bir hukuki biçim almaktadır. Bu bir tarihsel devrim sürecidir de. Bundan dolayı, devrimi siyasal iktidarın ele geçirilmesi olarak ele alan, bir siyasal kararnameyle mülkiyet ilişkilerini özelden toplumsala çevirmekle üretici güçlerin gürbüzce gelişeceğini sanan darbeci algıların tahayyülleri, sonu mutlak iflasla yüzleşemeye mahkumdur. “SON TAHLİLEDE” durumu da bundan ibarettir.
Bilim ve teknolojinin bu gün kapitalizme karşı yürüttüğü mücadeleyi bile göremiyorsunuz. Kar marjlarıyla ilgili olarak kapitalistlerin uluslararası çapta giriştiği bilgi ve teknoloji üretim ve tüketimlerine karşı bilgi ve teknolojinin sınırları zorlayarak dünyayı düz bir alan haline getirip insanlığın eşit yararlanmasına olanak sunuyor. Eski toplum olan kapitalizmin içinden engebeli ve sarp yolardan geçerek insanlığı ulus, ırk, dil din farkı olmaksınız bilgi dönüşümüne, sentezleşmesine yabancılaşıp toplumsal açıdan daha iyi sonuçlarla yerleşmesine çalışıyor.
Hangi çağdayız bunu bilmiyorsunuz Sayın Hikmet. Her şey kapitalizm olarak gözünüze görünüyor çünkü öyle görmeseniz dağarcığınızdaki tüm bilgiler işe yaramaz temelsiz bilgiler haline gelecektir. Haklısınız siz kapitalızm diye ısrar edin ki, siyasal tezleriniz doğrulanmış olsun. Bu yaptığınız düşman üretimi üzerine kurgulanmış teori üretimidir.
Bu nedenle somut için hiçbir şey söylemeye yanaşmıyorsunuz. Güncel görevlerimiz üzerine bir yorum yapmıyorsunuz.
Siyasal Tutum
“Reel politika” aklı diye eleştirdiğiniz Kürt özgürlük hareketinin hepimiz adına bir demokrasi mücadelesi verdiği ve bunun burjuva demokrasisi algısına hapsedilemeyecek yeni açılımlara işaret olduğu söylemimize bir alternatif sunmuyorsunuz. Tersine teğet geçerek somut görevlerden hangi denklemleriniz nedeniyle tavır belirlemiyorsunuz.
Buna biz ortak ülkemizdeki tüm farklılıkların özgün örgütlenip özgür mücadelelerini birleştirmeleri gereklidir diyoruz. Pek siz ne diyorsunuz. Bakın bu gün Mevlüd Oruç bildirge gibi bir Arap halkının demokratik hakları listesi yayınladı buna ilişkin duruşunuz nedir. Bir şey söylemiyorsunuz. Bu ülkenin farklılıkları bu topraklarda değil de Merih’te mi yaşıyorlar. Bunları atladığınızda, kapitalizmin tarih tarafından yanlışlığı tespit edilmemiş hangi temel analizinden yola çıkarak başarı elde edebileceksiniz.
Sınıf dışı toplumsal hareketleri için önerdiğiniz yönelim nedir? Bu mücadeleler hangi demokratik açılımları gider ve bunu bu günün verileriyle hangi burjuva sistem omuzlayabilir buyur bunları tartışalım. “Allesen” bana somut bir şeyler söyle…
Gevrek konuşma doğru konuşma anlamına gelmiyor. Bilmiyorsun Sayın Hikmet bilmiyorsun. Bildiğiniz kapalı devre bilgisidir. Sınırlarının ne öncesiyle ne sonrasıyla bağlantılı değildir. Bütün tahayyülleriniz kapitalizmi içindedir, dışına çıkacak bir veriniz yok. Bu nedenle devrimci değil reformisttir.
Gramsci
Gramsci üzerine önceki tartışmalarımızda durduk. Öznel öğeye verdiği misyonla Hegelci “ide” algılarıyla göbek bağına işaret ettik. Bu bölümde bir paragraf daha eklemeyi uygun görüyorum.
Gramsci’nin Hegel’le göbek bağı üzerinde çok şey söylenebilir. Tarihi neredeyse insan iradesine bağlayan yaklaşımlarına burada değinmeyeceğim. Önel çabaları nesnel zeminden koparıp onlara vehmetmeye çalıştığı rolleri önceki mektubumda kısaca ele aldım. Fasit bir daire içinde sistemi aşmayan ve aşamayacak olan sınıf ve önermeleri mihverinde dönülüp durulması da bir yana. Marks’ın, Hegel için söylediği şeyi tekrar hatırlatmak isterim; “ Hegel için insan beyninin yaşamı-süreci, yani düşünme süreci- Hegel buna ‘Fikir’ (‘İdea’) adı altında bağımsız bir özneye dönüştürür- gerçek dünyanın yaratıcısı ve mimarı olup, gerçek dünya yalnızca ‘Fikrin’ dışsal ve görünsel (Phenomenal) biçmidir. Benim için ise tersine, fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir.” (Age. Almanca ikinci baskıya önsöz. Karl Marks)
Dolaysıyla, işçi sınıfının ve modern prensinin üreteceği organik aydınların “kültürel ve ahlaki önderliği ele almaları”nın ne tarihi değiştirme şansı ne de sistemden çıkıp eski toplumu yadsıyacak yeni toplumu kurma şansı olmayacaktır. Marjinallik tas tamam burada kendini ifade etmektedir.
Başarılmış bir örneğin olmadığı yerde iddialar tahayyülden ibarettir. Size bunu bir kez daha hatırlatmayacağım.
30 Eylül 2009
Sayın Hikmet Acun,
Öncelikle yazım ahlakına saygı göstermenizi ve yazımdan aldığınızı ifade etmek üzere tırnak içine koyduğunuz alıntıyı bir daha gözden geçirmenizi isteyeceğim.
Benim adıma cümle uydurmayın diyeceğim.
“ ‘mülkiyet özelleştikçe bunun kamusal bir mülkiyet biçimini alacağı’nı idda ediyor.” Demişsiniz.
Bu cümleyi nerede buldunuz, benim sözlerime yorum yapıyorsanız tırnaklardan özgürleştirin ki cümlenin size ait olduğu bilinsin.
Benim cümle şudur:
“Tarihsel gelişim itibariyle bölünüp parçalanan mülkiyet gerçek devrimci yenilenmenin aracıdır. Kölecilik insan dahil topraklar üzerindeki mülkiyetle, feodalizm büyük topraklar, kapitaliz üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetle kendini bilerler. Tartışmalı bir toplum tarih çizelgesi olsa da mülkiyetin bu toplumlardaki artan parçalanma ufalma yönelimini göstermeye yeterlidir. Tersi bir durum (tarihi ilerlemenin toplumsal mülkiyete doğru geliştiği sanısı: ek..) öznel algılarda olsa da nesnel varlıklar arasında yer edinmeyecektir; gelecek, “toplumsal mülkiyet” lehine değildir, toplumsal etkisi çok daha yoğun ufalmış mülkiyet lehinedir." (Ortak Ülkemiz üzerine tartışmamızdan)
Bu cümlemde de olduğu gibi kavrama sıkıntısı çektiğiniz açık bir soyutlama bulunmaktadır.
O da nedir?
Büyük mülkiyet türleri ufaldıkça, üretici güçler üzerindeki mülkiyet ufalıp nispi olarak yaygınlaştıkça (ki bilişim çağı bunu hızla ikame etmektedir ve kapitalist özel mülkiyetin bağrında yeni mülkiyet ilişkisinin nüvelerini oluşturmaktadır) toplumsal etkileri öncelikle üretime katılım ve üretim artışı, bunun sonucu da yapı ve üst yapıda toplumsal etkileri, yaygınlaşmaktadır. Yani, benim adıma uydurduğunuz görüşün aksini savunuyorum. Mülkiyet ufaldıkça, “kamusal bir mülkiyet biçimi” almıyor, olumlu sosyal etkileri (üretime daha çok katılım, üretim ve bunların sonucu oluşan etkiler) artıyor diyorum. Tarih bu yönde ilerliyor “toplumsal mülkiyet” yönünde değil diye de soyutluyorum.
Tarihsel Süreç Boyu Mülkiyetin Yönelimi
Sayın Hikmet, bu süreci, bir kaç yüz yıl geriye giderek daha iyi kavraması gerekirdi. Ama o olaylara kuyunun ağzından bakıyor bütünü görmesi mümkün değil. Bu gün olanları ve geleceğe yönelimin hangi temeller üzerinde yükseldiğini anlamak için filim şeridini biraz geriye sarmak yeterlidir.17-18.yy feodalizmin bağrında kapitalizmin gelişme ve belirginleşme sürecini takip edelim. "Üretim araçları"nın üretimi belirleyici olmadığı, buharlı makinelerin keşfedilmediği, ancak oraya doğru hızlı bir gidişin olduğu bu kesitlerde, bir aydına, bir köylüye ya da herhangi birine "büyük toprak mülkiyeti çökecek yerini daha da yaygın olan özel bir mülkiyet alarak toplumsal etkisi çok yaygın bir üretim sürecine girilecek" denmesi durumunda, haklı olarak bunu Sayın Hikmet kadar anlayamayacaktır.
O doğup ölmüştür ancak üretimle ilgili bildiği tek şey büyük toprak mülkiyetidir, toprağın sabanla sürülmesidir. Düşüneceği en ileri kurgu Sayın Hikmet'inkini geçmeyecektir. Toprakları ortak mülkiyete alarak imece usulü üretmek ve paylaşmaktır; yarin yanağından gayri...
Siz bu kurguyu kapitalizm koşullarında kimi marjinal önermelerle tekrar algılamaya çalışın göreceksiniz ki, feodal çağın “en kabadayısı”(aydını, bilgici vs) bile, "Köylüler ağalığı yıkacak, büyük toprakları ortaklaşa işleyecek, ortak üretip ortak üleşecek, bunun için serflerin organik aydınları "İmece Prens"inin çabasıyla oluşturularak, köy-kahvesi toplumu (sivil toplum) vasıtasıyla, feodallerin yaptığı din istismarlarına karşı "kültürel ve ahlaki önderliği ele alarak "zafer kazanacaktır" Diye ifade edecektir. Bu gün aynı şeyleri duyuyoruz; tarih mantık kurguları itibariyle tekrar ediyor gibi.
Tekrar edeyim, tarih okumalarınızı yeniden gözden geçirin, göreceksiniz ki mülkiyetin tarih serüveninde büyükten ufalmaya bir yönelim vardır. Ufaldıkça da, sosyal sonuçları çok daha etkin olmaktadır (ki bunda, insan ihtiyaçlarının yönelimleri ve ortak insan aklı ürünü olarak bilimsel ve teknik devrimlerce hızlanmaktadır). Biz de bunu soyutluyoruz. Mülkiyetin tarihteki tüm bağlamlarını böylesi bir soyutlamayla dile getiriyoruz Önümüzü bu açıdan daha sağlıklı görüyoruz. Yani uygarlık, yeni toplumsal ilişki sisteminin tüm verileri elimizde olmadan önce, tarih okumalarımız ve soyutlamalarımızla gidişin yönünü belirlemeye çalışıyoruz. Bundan da siyasal sonuçlar çıkararak neye karşı nasıl mücadele edeceğimizi belirlemeye çalışıyoruz. Sayın Hikmet ise, kuyusunun ağzını genişletmeme yönünde ısrarlı olduğunu anlatıp duruyor.
Sayın Hikmet konuları kavramamış, kavramlar karmaşası yapı sökücülüğüyle tarihi süreçlerin bağlamlarını sisli hale getirmektedir. Marks bu noktada çok önemli belirlemeler yapmıştır.
Bu noktayı tekniğin gelişimi açısından ve bunun üretim araçlarına yansıması açısından ele almamız, bir yandan bununla ilgili tarihi süreçlerin değişimini diğer yandan Sayın Hikmet Acunun teknolojiyle neler değişebileceğini algılaması açısından önem taşır.
Bu konuda yoruma gerek bırakmayacak bir açıklamayı Marks şu cümlelerle veriyor; ” Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)
Marks bu cümlesinin ardından bu iki olgunun (emek-gücü ve emek araçları) öyle bıçak kesiği gibi birbirinden ayrılmayacağı üretim ortamı sürecinde her ikisinin de bir arada istihdam edildiği bir geçiş süreci olduğunu da hatırlatmayı unutmuyor.
4. dipnotta ise Marks’ın cümleleri, tartışmalarımıza önemli bir gönderme sayılabilir; “
“Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz. Dinin imgesel yaratıklarının bu dünyadaki özlerini inceleyerek bulmak, aslında, tersinden giderek yaşamın gerçek ilişkilerinden yola çıkarak, bu ilişkilerin kutsallaştırılmış şekillerini bulmaktan çok daha kolaydır. Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386, 4. dipnot)
Birkaç tartışmadır alıntılara başvurmadan aktarmaya çalıştığım budur. Ancak okuduklarını kutsal metin sayanların alıntısız huşu olmayacakları için bu ayetleri aktarmayı gerekli gördüm.
Tartıştığımız konuyu tarih bağlamlarıyla soyutlamak için Marksın “18. yüzyılda sanayi devrimini başlatan” diye yorumladığı bu teknolojik dönüşüm kesitinde alet ile makine farkı üzerini söylediği şu cümleleri aktaralım: “ Gerçek anlamıyla bir iş-makinesi daha yakından incelersek, çoğu zaman epeyce değişik şekillerde olmakla birlikte, genel kural olarak, onda, el zanaatları ile manüfaktür işçilerinin kullandıkları aygıt ve aletleri buluruz; ancak şu farkla ki, bunlar, eskiden insan tarafından kullanılan aletler iken, şimdi bir mekanizmanın aletleridir ya da mekanik aletlerdir” ( Age. s:378)
Sayın hikmet Acun, Marks’tan yaptığımız şu birkaç alıntıyı 21. yüzyılın ortaya koyduğu bilim ve teknoloji verileriyle, bilgi ve iletişim unsurlarıyla bir kez daha okur musunuz.? Biz yeni uygarlığı bu yöntemle belirlemeye çalışıyoruz. Bu tarihi gelişmelerin önünün tıkayan kapitalist sistemin ve burjuvazinin de bu nedenle demokrasi karşıtı olduğunu belirliyoruz. Demokrasiyi savunmamız, tam bu noktada burjuvazinin çağımızdaki gericiliğinden çıkıyor bir devrimci duruş olarak beliriyor. Somut konuşmakta tas tamam budur. Yaptığımız, sistemin bir parçası olan ve en az siz gibi sistem içinde reformdan başka bir sonuca ulaşmayacak marjinal önermeler yapan liberalliğe de karşı bir duruştur. Çağın gerçekçi devrimciliği budur; demokrasi mücadelesini temel almayan bir devrimcilik bu çağa ait değildir.
Bizim yaptığımız Marks’ın “biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntem”ini, 21. yüz yılın verileriyle mantıki sonuçlarına götürme çabasıdır.
Engels bu konuyu şöyle özetliyor. “Bilimin her yeni yönü, bu bilimin teknik terimlerinde bir devrimi içerir” (Age. İngilizce baskıya önsöz, Frederik Engels) Buna açık olmayan kendini ne devrimci nede ilerici saysın. Hele hele Marksist hiç saymasın.
Üretici Güçlerin Dönüşümü
Teşbihte hata olmaz derler.
Önce, Marks’ın kapitalin ilk cildinin ilk cümlesini okuyun, “ kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği ‘muazzam bir meta birikimi’ olarak kendini gösterir. Bunun birimi metadır. Araştırmalarımız bu nedenle, metanın tahliliyle başlaması gerek “ (Age. s:49)
Teşbih ediyorum, küresel üretim tarzının, yani yeni ve gelecek uygarlığın zenginliğini “muazzam bir bilgi birikimi” olarak kendini gösterebilir. Bunun birimi transistorla başlayan bilgisayar teknolojisinin sanal bilgi birimidir. Araştırmalarımız bu nedenle sanal bilgi tahlilleriyle başlaması gerekir.
Bir başka teşbih,
Üretim tarzında devrim, büyük sanayide emek araçları ile küresel üretimde elektronik bilgi ağlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, elektronik bilgi ağlarının, emek araçları olmaktan çıkıp, sanal üretim unsurlarına nasıl dönüştüğü ve aralarındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” (Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları. Alıntısından teşbih yoluyla oluşturulmuş cümle )
Değerler Arası Dengeler
Kullanım değeri, dolaşım değeri sorununa gelince,
“Sayın Mirac "Mülkiyetin; kullanım değeri ile dolaşım değeri arasında şöyle bir açı farkı oluştu; bu da mülk edinmenin özel karakteri ile toplumsal karakteri arasındaki gerilimi çözdü" diye örneklerle karşılık yazsa bunu tartışacağız.” Diye buyurmuşsunuz,
Sayın Hikmet, ezberleriniz size yeterli kavrama olanağı vermiyorsa sıkıntınızı başka yere havale etmeyiniz. Kuran tefsircileri gibi kendinden alıntılarla kendini ispatlamaya çalışıyorsunuz. Tartışmamızla ilgili tek bir cümle kurmazken, sizi ayıplayacağım bir üslupla bilip bilmeme denklemleri kuruyorsunuz. Bilmeyenin yüksek sesle konuşması hallerinden çıkmanızı tavsiye ederim. Kendi kendinize oluşturduğunuz çemberi başkasına evren diye sunmayınız. Hele bir sakin olun.
Size bir soyutlama daha ileteceğim onu da zevkle çiğnemeye çalışın bakalım. Tarih serüveninde “kullanım değeri ile değişim değeri arasında”, değişim değeri lehine bir gelişme bulunmaktadır. Mülkiyetin tarihini takip eden bu eğrilme üretimin temel unsurları üzerinde, mülkiyet ilişkisiyle de yakından ilgilidir. Bunun için sistemin verili çelişkilerinin çözülmesine gerek yoktur. Zaten tarihin hiçbir kesitinde, yeni toplumsal üretim ilişkisi gelip haki molana kadar, yani eski “gerilimleri” topyekun tarihe karışana kadar aralarındaki çelişki bıçak kesiği gibi sona ermez.
Sanal Üretim
Küresel üretim verileri, kapitalizmin kanatları altında da olsa onu yadsıyacak yeni üretim ilişkileri, 19 yy düşünürlerinin haklı olarak kestiremeyecekleri sanal üretim diye bir olgunun gelişmekte olduğunu gösteriyor. Bu olgunun farkına, 20. yy ikinci yarısında varılmış olsa da yeterli olmamıştır. “Büyük sanayi emek araçlarının” “üretim tarzında devrimi başlatan” elektronik bilgi ağlarına dönüşümü ve sonuçları gözlemlenmemiş, buna ilişkin sorunlar ele alınmamıştır. Kapitalizmin bağrında onu yadsıyacak olan yeni üretim ilişkisinin bir tarihsel yeni uygarlık olarak gelişiminin verileri ele alınmamıştır. 19. yy düşüncelerinin siyasal sonuçlarına olan bağımlılık, her şeyi Kuran tefsirlerinde olduğu gibi kapitalizme bağlama yoluna gidilmiştir. Gramsci’yi ve Avrupa komünizmini marjinale düşüren bu olmuştur. Bu yaklaşımların 5 sınıf versiyonunu ülkemiz için önermek ise trajedi değildir.
Uygarlık
Uygarlık üzerine, burada uzunca durmayacağız. Uygarlığı sık sık yeni toplumsal üretim ilişkisi olarak da kullandığım oluyor. Bu öyledir de. Uygarlıkların tarihsel dönemlerle yakından ilgili olduğu açıktır.
Tarih süreci içinde, farklı uygarlıkların aynı üretim ilişkileri içinde yer aldığı kesitler vardır. “Ortaçağ uygarlıkları” diye çoğul olarak dile getirdiğimiz tüm uygarlıkların üretim ilişkileri feodaldir; Arap-İslam uygarlığı ile Bizans uygarlığı söylemlerimizde ortaya koyduğumuz farklar yeni bir üretim ilişkisi değil de farklı bir kültürel doku olması gibi. Batı uygarlığı dediğimizde de kapitalist üretim ilişkilerinden söz ettiğimiz açıktır.
Bu noktada aynı tarihi kesitlerde farklı kültürel kuşakları tanımlamak için farklı uygarlıklardan söz edilir. Uygarlık bir kültürel farklılık olarak dile getirilir. Bu dar anlamıyla öyledir. Oyas uygarlıklar tarihsel kesitlerle anlamlandırılması gereken kapsayıcılığa sahiptir. Bunu da kapitalizmle birlikte daha net olarak görmemiz mümkün.
Batı Uygarlığıyla birlikte üretim tarzının evrensel bir boyut alması, bu iki kavramı bütünleştiren bir sonuç yarattı. Kapitalizmi dünyanın herhangi bir alanında tanımlarken, onu batı uygarlığı olarak tanımlıyoruz. Bu günün Çin, Hint, Japon, Amerikan, Avrupa, Rusya uygarlıkları batı uygarlığıdır ve bunların tümünde üretim ilişkileri kapitalisttir. Çin, Hint uygarlığı diye söz ettiğimiz ise tarihin kadim dönemleriyle ilgilidir.
Geçmiş tarihlerde kapsayıcı olması ve türdeşliğini vurgulamak için uygarlıkları “ortaçağ uygarlıkları” diye ortak bölen bir tanımla, aynı üretim tarzını ifade etmek üzere tanımlarız.
Bu gün batı uygarlığının yeryüzünü kapsayan konumu itibariyle uygarlıkla, farklı üretim ilişkilerinin aynı anlamda kullanılması, tarihin ve teknolojinin kapsayıcı etkinliğiyle ilgilidir. Bundan sonra ortaya çıkacak uygarlığın evrensel ölçekte kapsayıcı olması ve aynı zamanda yeni bir üretim tarzı anlamına gelmesi bu iki kavramı birbirinin yerine kullanmakta bir sorun yaratmayacağı kanısındayım. Eski tarihte mesafeler, iletişimsizlik, aynı üretim tarzında olan toplumlar arasında derin farklılıklarıyla (giyim, gelenek görenek, toplumsal davranış, ahlak, hukuk vb) farklı uygarlıklara yol açmıştır ya da söz konusu her bir uygarlık askeri olarak yayılabildiği alanlarda kendini ifade etmiş, verensel olamamıştır. Bu nedenle uygarlıkların tarihsel olması, aynı tarih kesitinde farklı uygarlıkların aynı üretim tarzına rağmen ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır.
Yeni Uygarlığın Belirtileri
Ancak bu gün, uygarlığı böylesi lokal anlamda ele almak mümkün değildir. Onu evrensel ölçekte bir etki, üretim tarzı anlamında bir değişim olarak belirlemek doğru olandır. Bu nedenle Küresel üretim hem yeni bir uygarlıktır hem de yeni bir üretim tarzıdır diyoruz.
Küresel yeni uygarlığın tarihsel dönüşümlerden biri olan üretim tarzında, sanal üretim temel unsurlarından biri haline geliyor. Sanalda üretilmemiş, sanalda da tüketilip denenmemiş bir ürünü almak artık geride kalıyor. Bu ne anlama geliyor, medresemizde alfabeyi öğrenirken kapitalist üretimi şu formülle ifade ederdik hammadde + üretim araçları + iş gücü = meta Bu gün, bu sistem farklılaşıyor. Meta üretimi için bu formül artık izah edici olmaktan çıkıyor. Evrensel ölçekte bilgi unsuru + elektronik bilgi ağları + sanal üretim ve sanal tüketim süreci açılıyor. Bu süreçten geçmeyen bir üretimin evrensel ölçekte bir etkinliği olmuyor. Üretilen her şeyin mutlaka bir kullanım değeri ve özelliği vardır. Ancak üretilenler arasındaki fark söz konusu ürünün evrensel ölçekteki değişim değerinin etkinliği olacaktır. Bir ürün, her mekan ve uzun zamanda değişim değeri açısından ne kadar etkinse diğer ürünlerle farkı o kadar ileri olacaktır. Bilgi çağının özelliği budur. Somut üretim böylesi bir sürecin verileriyle yeniden biçimlenişi gündemde olacaktır. Bu veriler hala kapitalizmin kanatları altında gelişen verilerdir. Ama kapitalize ilişkiler değildir.
Son tahlilde üretim bir biçimde tüketim için yapıyor, bunun köleci toplum üretimi feodal toplum üretimi şekillerinin bir önemi yok. Tüketilecek bir meta ortaya çıkarken bunun hangi tarzda yapıldığı sorunu vardır. Toplumsal üretim ilişkilerini birbirinden ayıran da bu detaylardır. Marks’ı “üretim tarzında devrim…” diye başlayan yukarıdaki cümlesini kurmaya götüren de budur. Biz bunun, bu çağdaki verilerine işaret etmeye çalışıyoruz. Bu açıdan eldeki veriler ölçeğinde, oldukçada somut konuşuyoruz. Sayın hikmet, türbindeki seyirci gibi, allamelik yapıyor, sahadaki somut gerçekliğe ne katkı yapıyor nede onun bir parçası olarak süreçte yerini alıyor.
Küresel üretim ve bunun unsurlarından biri olarak sanal üretim, kapitalizmin ulus merkezli, ülke merkezli yapısından tarihsel bir çıkıştır, yani geri dönüşü olmayan bir çıkıştır. Bilgi dönüşümünün evrensel ölçekte sağlanması ve özgürlüğü geliştikçe daha anlamlı hale gelecek olan bu süreç, bize yabancılaşmanın gerçek anlamda devrimci bir unsur olduğunu gösterecektir. “İş bölümü arttıkça yabancılaşma da artacaktır” belirlemesinin mantıki sonuçları, yabancılaşmanın tarihte devrimci bir rolü olduğunu göstermeye yeterlidir. Sanal dünyada bilginin dolaşımı sentezlenerek yeni bilgi sonuçlarına ulaşması da yabancılaşmanın bir ürünüdür. Bunun önünde ne sınırlar ne milletler ne de devletlerin durması söz konusu değildir. Bunun gibi sıralayabileceğimiz bir dizi temel etmende ortaya çıkan nitelik ve nicelik gelişmeleri, üretim ilişkilerinin bir unsuru olan tüm ilişkileri de değiştiriyor. Öyle Karpuz keser gibi kesip yok etmiyor, değişime uğratıyor. Bu kapitalizmin değişimidir diyorum. Sayın hikmet hala kapitalist ilişkilere ilişkin konuştuğumuzdan söz edip, ayıptır söylemesi açık ve kaba demagoji yapıyor.
Şu cümlelerini okuyun;
“Sayın Mirac'a sormak gerekir, Kapitalist değişim süreci fetiş üretmeksizin gerçekleşebilri mi. İnsanın metalar dünyası ile girdiği ilişki biçimleri ortadan mı kalktı..Kapitalist değişim süreci nitelik mi değiştiriyor. İş pazarında ENFORMEL değişim emeğin bayağılaşması ve emek üreticisinin yoksullaşmasının dışında ona daha refah bir hayat biçim mi sunuyor. Hizmet sekörüne bakıp, işçileşmenin çözüldüğünü mü söylemek istiyor.. Pazarın karakteri mi değişti. Marx'ın kapitalist üretime dair temel olarak analiz ettiği hangi şeyi tarihsel gelişme yanlış çıkardı. Biz yoksa post kapitalizm dönemini yaşıyoruz da haberimiz mi yok?
Artık değer yasasımı değişti..küresel sermaye, nitelik mi değiştiriyor.”
Alıntısız ya da uydurma alıntılarla başkasının düşüncesini eleştirip, düşünce üretemezisiniz Sayın Hikmet.
Allah aşkına “Marx'ın kapitalist üretime dair temel olarak analiz ettiği …şeyi tarihsel gelişme yanlış çıkardı.” Yönündeki cümleyi nereden buldunuz, size mi ait. Başkası adına cümle kurup eleştirmek ne kadar yakışık söylermisiniz.
Tekrar edeyim benden bir kez daha okuyun, Marksın kapitalizme ilişkin analiz ettiği temel değerlendirmeler üzerine oturttuğu siyasal sonuçların 21. yy gözüyle farklı değerlendirilmesi gerektiğini söylüyorum. Buna ek kapitalizme yadsıma yönünde gelişmekte olan yeni uygarlığa, yeni üretim ilişkilerinin bu gün itibariyle beliren unsurlarına dikkat çekiyorum. Bunu da, teşbihte hata olmaz diyerek, Marksın yöntemine sadık kalıp yapıyorum.
Ama siz bildiğinizi benim adıma okuyorsun. Yeryüzüne inin lütfen öyle konuşalım, Sesler uzaktan ulaşmıyor, dağılıyor.
Ben size kapitalizm tarihini doldurup sönüyor onun bağrından onu yadsıyacak yeni bir toplumsal üretim ilişkisi gelişiyor, bizim gözlemlediğimiz kadarıyla da şu veriler belirginleşiyor diyoruz. Dolaysıyla açıkça ve tekrarla “Kapitalist değişim süreci nitelik mi değiştiriyor” sorunuza, kapitalizmin top yekun bir değişim halindedir yeni üretim tarzı bağrında gelişmektedir diyorum. “Göze çarpan genel karakteristikler ile ilgileniyor”, elde olan verileri de dile getiriyorum,
Siz ise geride bıraktığımızı tekrar ediyorsunuz. Bıçak kesiği gibi tarih süreci göstermemizi istiyorsunuz. Yak ak ya kara deyin diye formel bir mantıkla tartışmayı kısırlaştırıyorsunuz.
Bilmelisiniz ki, birbirini takip eden üretim tarzlarında süreçler bıçak kesiği gibi birbirinden ayrılmazlar. Marks bu noktayı, “üretim tarzında devrim”i belli bir değişim üzerinden ifade ederken (emek-gücü ile emek araçları arasındaki fark), özel olarak şöyle ifade ediyor “ Biz, burada, yalnızca göze çarpan ve genel karakteristikler ile ilgileneceğiz. Çünkü toplumun tarihindeki çağlar, jeolojik devirler gibi birbirlerinden kesin ve belirli sınır çizgileriyle ayrılmamıştır” (Age. s:386)
Teknoloji ve Üretici güçler
Teknolojinin üretici güçler üzerindeki etkisi üzerine,
“iletişim çağı diyor.. Buna liberaller teknoloji devrimi demişlerdi. Bilgisayara ve elektroniğe sahip olmak üretici güçler üzerinde nasıl bir tahribata yol açtığını bilmeden yazıyor” diye, buyuruyorsunuz.
Öncelikle sizi bir kez daha yukarıda Marks’tan yaptığım alıntıları okumaya davet edeceğim. Böyle sallama cümle kurmanızın ne anlama geldiğini siz yorumlayın.
Sonra,
Bilmeyenin bilinmezlerini sergiliyorsunuz, diyeceğim. Çünkü üretici güçler diye aklınızda olan tek şey bir sınıftır, o sınıfta kalmışsınız. Üretici güçlerin tarih serüveninde bilimin ve teknolojinin oynadığı temel rol, aklınızın takıldığı sınıf verilerini tehdit edince, ona ayak uyduramamanın kefaretini, kabalık yaparak örtemeye çalışıyorsunuz.
“bilmeden” konuşuyorsunuz.
Tekrar hatırlatayım “ Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor.” (Marks)
Teknolojinin bu özelliğini, üretim tarzında devrim yapma etkinliğini “Bilgisayara ve elektroniğe sahip olmak üretici güçler üzerinde nasıl bir tahribata yol açtığı”na bir veri olarak sunmak, “bilmeden konuşmak” değilse de ne konuştuğunu bilmemektir.
Sayın şahsınızı tenzih ederek düşüncenize söz söylüyorum. Teknoloji, bilim bir birikim işidir. Temelde hiçbir üretim tarzına bağlı değildir, her üretim tarzından etkilense de olumlu olumsuz istihdamlara muhatap olsa da insan kolektif aklının birikim ürünleri olarak bağımsızca gelişmektedirler.
Bu noktada Marks, şu cümlelerle duyarlılığını dile getiriyor; “Eleştirici bir teknoloji tarihi, 18. yüzyılın buluşlarından ne kadar azının, tek bir kimsenin eseri olduğunu ortaya koyabilir. Bu güne kadar böylesi bir kitap yazılmamıştır. Darwin, ilgimizi doğal teknoloji tarihine çekmiştir; yani yaşamın sürdürülmesi için, üretim aracı olarak hizmet eden, bitki ve hayvan organlarının oluşumuna dikkatimizi çekmiştir. İnsanın üretici organlarının, bütün toplumsal örgütün maddi temeli oylan bu organların tarihi, aynı türden değilmidir” ( Age. s:386, 4. Dipnot)
Ayrıca belirtmeliyiz ki, bu noktada Marks’ın “üretim tarzında devrim” diye belirlediği teknolojik gelişmede mülkiyet biçiminin bir neden olmaktan çok bir sonuç olduğunu hatırlatmak gerek. İnsanın yaşam için her türden üretim ihtiyacının rekabeti kolektif insan aklının geliştirdiği bilim ve teknolojiyle ortaya değişip gelişen üretici güçler, üretim tarzlarını da değiştirmektedir. Mülkiyet bunun sonucu bir hukuki biçim almaktadır. Bu bir tarihsel devrim sürecidir de. Bundan dolayı, devrimi siyasal iktidarın ele geçirilmesi olarak ele alan, bir siyasal kararnameyle mülkiyet ilişkilerini özelden toplumsala çevirmekle üretici güçlerin gürbüzce gelişeceğini sanan darbeci algıların tahayyülleri, sonu mutlak iflasla yüzleşemeye mahkumdur. “SON TAHLİLEDE” durumu da bundan ibarettir.
Bilim ve teknolojinin bu gün kapitalizme karşı yürüttüğü mücadeleyi bile göremiyorsunuz. Kar marjlarıyla ilgili olarak kapitalistlerin uluslararası çapta giriştiği bilgi ve teknoloji üretim ve tüketimlerine karşı bilgi ve teknolojinin sınırları zorlayarak dünyayı düz bir alan haline getirip insanlığın eşit yararlanmasına olanak sunuyor. Eski toplum olan kapitalizmin içinden engebeli ve sarp yolardan geçerek insanlığı ulus, ırk, dil din farkı olmaksınız bilgi dönüşümüne, sentezleşmesine yabancılaşıp toplumsal açıdan daha iyi sonuçlarla yerleşmesine çalışıyor.
Hangi çağdayız bunu bilmiyorsunuz Sayın Hikmet. Her şey kapitalizm olarak gözünüze görünüyor çünkü öyle görmeseniz dağarcığınızdaki tüm bilgiler işe yaramaz temelsiz bilgiler haline gelecektir. Haklısınız siz kapitalızm diye ısrar edin ki, siyasal tezleriniz doğrulanmış olsun. Bu yaptığınız düşman üretimi üzerine kurgulanmış teori üretimidir.
Bu nedenle somut için hiçbir şey söylemeye yanaşmıyorsunuz. Güncel görevlerimiz üzerine bir yorum yapmıyorsunuz.
Siyasal Tutum
“Reel politika” aklı diye eleştirdiğiniz Kürt özgürlük hareketinin hepimiz adına bir demokrasi mücadelesi verdiği ve bunun burjuva demokrasisi algısına hapsedilemeyecek yeni açılımlara işaret olduğu söylemimize bir alternatif sunmuyorsunuz. Tersine teğet geçerek somut görevlerden hangi denklemleriniz nedeniyle tavır belirlemiyorsunuz.
Buna biz ortak ülkemizdeki tüm farklılıkların özgün örgütlenip özgür mücadelelerini birleştirmeleri gereklidir diyoruz. Pek siz ne diyorsunuz. Bakın bu gün Mevlüd Oruç bildirge gibi bir Arap halkının demokratik hakları listesi yayınladı buna ilişkin duruşunuz nedir. Bir şey söylemiyorsunuz. Bu ülkenin farklılıkları bu topraklarda değil de Merih’te mi yaşıyorlar. Bunları atladığınızda, kapitalizmin tarih tarafından yanlışlığı tespit edilmemiş hangi temel analizinden yola çıkarak başarı elde edebileceksiniz.
Sınıf dışı toplumsal hareketleri için önerdiğiniz yönelim nedir? Bu mücadeleler hangi demokratik açılımları gider ve bunu bu günün verileriyle hangi burjuva sistem omuzlayabilir buyur bunları tartışalım. “Allesen” bana somut bir şeyler söyle…
Gevrek konuşma doğru konuşma anlamına gelmiyor. Bilmiyorsun Sayın Hikmet bilmiyorsun. Bildiğiniz kapalı devre bilgisidir. Sınırlarının ne öncesiyle ne sonrasıyla bağlantılı değildir. Bütün tahayyülleriniz kapitalizmi içindedir, dışına çıkacak bir veriniz yok. Bu nedenle devrimci değil reformisttir.
Gramsci
Gramsci üzerine önceki tartışmalarımızda durduk. Öznel öğeye verdiği misyonla Hegelci “ide” algılarıyla göbek bağına işaret ettik. Bu bölümde bir paragraf daha eklemeyi uygun görüyorum.
Gramsci’nin Hegel’le göbek bağı üzerinde çok şey söylenebilir. Tarihi neredeyse insan iradesine bağlayan yaklaşımlarına burada değinmeyeceğim. Önel çabaları nesnel zeminden koparıp onlara vehmetmeye çalıştığı rolleri önceki mektubumda kısaca ele aldım. Fasit bir daire içinde sistemi aşmayan ve aşamayacak olan sınıf ve önermeleri mihverinde dönülüp durulması da bir yana. Marks’ın, Hegel için söylediği şeyi tekrar hatırlatmak isterim; “ Hegel için insan beyninin yaşamı-süreci, yani düşünme süreci- Hegel buna ‘Fikir’ (‘İdea’) adı altında bağımsız bir özneye dönüştürür- gerçek dünyanın yaratıcısı ve mimarı olup, gerçek dünya yalnızca ‘Fikrin’ dışsal ve görünsel (Phenomenal) biçmidir. Benim için ise tersine, fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir.” (Age. Almanca ikinci baskıya önsöz. Karl Marks)
Dolaysıyla, işçi sınıfının ve modern prensinin üreteceği organik aydınların “kültürel ve ahlaki önderliği ele almaları”nın ne tarihi değiştirme şansı ne de sistemden çıkıp eski toplumu yadsıyacak yeni toplumu kurma şansı olmayacaktır. Marjinallik tas tamam burada kendini ifade etmektedir.
Başarılmış bir örneğin olmadığı yerde iddialar tahayyülden ibarettir. Size bunu bir kez daha hatırlatmayacağım.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder