HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

5 Ekim 2009 Pazartesi

TEKNOLOJİ VE "ÜRETİM TARZINDA DEVRİM"

Mihrac Ural

30 Eylül 2009


Sayın Hikmet Acun,

Öncelikle yazım ahlakına saygı göstermenizi ve yazımdan aldığınızı ifade etmek üzere tırnak içine koyduğunuz alıntıyı bir daha gözden geçirmenizi isteyeceğim.

Benim adıma cümle uydurmayın diyeceğim.

‘mülkiyet özelleştikçe bunun kamusal bir mülkiyet biçimini alacağı’nı idda ediyor.” Demişsiniz.

Bu cümleyi nerede buldunuz, benim sözlerime yorum yapıyorsanız tırnaklardan özgürleştirin ki cümlenin size ait olduğu bilinsin.

Benim cümle şudur:

Tarihsel gelişim itibariyle bölünüp parçalanan mülkiyet gerçek devrimci yenilenmenin aracıdır. Kölecilik insan dahil topraklar üzerindeki mülkiyetle, feodalizm büyük topraklar, kapitaliz üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetle kendini bilerler. Tartışmalı bir toplum tarih çizelgesi olsa da mülkiyetin bu toplumlardaki artan parçalanma ufalma yönelimini göstermeye yeterlidir. Tersi bir durum (tarihi ilerlemenin toplumsal mülkiyete doğru geliştiği sanısı: ek..) öznel algılarda olsa da nesnel varlıklar arasında yer edinmeyecektir; gelecek, “toplumsal mülkiyet” lehine değildir, toplumsal etkisi çok daha yoğun ufalmış mülkiyet lehinedir." (Ortak Ülkemiz üzerine tartışmamızdan)

Bu cümlemde de olduğu gibi kavrama sıkıntısı çektiğiniz açık bir soyutlama bulunmaktadır.

O da nedir?

Büyük mülkiyet türleri ufaldıkça, üretici güçler üzerindeki mülkiyet ufalıp nispi olarak yaygınlaştıkça (ki bilişim çağı bunu hızla ikame etmektedir ve kapitalist özel mülkiyetin bağrında yeni mülkiyet ilişkisinin nüvelerini oluşturmaktadır) toplumsal etkileri öncelikle üretime katılım ve üretim artışı, bunun sonucu da yapı ve üst yapıda toplumsal etkileri, yaygınlaşmaktadır. Yani, benim adıma uydurduğunuz görüşün aksini savunuyorum. Mülkiyet ufaldıkça, “kamusal bir mülkiyet biçimi” almıyor, olumlu sosyal etkileri (üretime daha çok katılım, üretim ve bunların sonucu oluşan etkiler) artıyor diyorum. Tarih bu yönde ilerliyor “toplumsal mülkiyet” yönünde değil diye de soyutluyorum.

Tarihsel Süreç Boyu Mülkiyetin Yönelimi


Sayın Hikmet, bu süreci, bir kaç yüz yıl geriye giderek daha iyi kavraması gerekirdi. Ama o olaylara kuyunun ağzından bakıyor bütünü görmesi mümkün değil. Bu gün olanları ve geleceğe yönelimin hangi temeller üzerinde yükseldiğini anlamak için filim şeridini biraz geriye sarmak yeterlidir.17-18.yy feodalizmin bağrında kapitalizmin gelişme ve belirginleşme sürecini takip edelim. "Üretim araçları"nın üretimi belirleyici olmadığı, buharlı makinelerin keşfedilmediği, ancak oraya doğru hızlı bir gidişin olduğu bu kesitlerde, bir aydına, bir köylüye ya da herhangi birine "büyük toprak mülkiyeti çökecek yerini daha da yaygın olan özel bir mülkiyet alarak toplumsal etkisi çok yaygın bir üretim sürecine girilecek" denmesi durumunda, haklı olarak bunu Sayın Hikmet kadar anlayamayacaktır.

O doğup ölmüştür ancak üretimle ilgili bildiği tek şey büyük toprak mülkiyetidir, toprağın sabanla sürülmesidir. Düşüneceği en ileri kurgu Sayın Hikmet'inkini geçmeyecektir. Toprakları ortak mülkiyete alarak imece usulü üretmek ve paylaşmaktır; yarin yanağından gayri...

Siz bu kurguyu kapitalizm koşullarında kimi marjinal önermelerle tekrar algılamaya çalışın göreceksiniz ki, feodal çağın “en kabadayısı”(aydını, bilgici vs) bile, "Köylüler ağalığı yıkacak, büyük toprakları ortaklaşa işleyecek, ortak üretip ortak üleşecek, bunun için serflerin organik aydınları "İmece Prens"inin çabasıyla oluşturularak, köy-kahvesi toplumu (sivil toplum) vasıtasıyla, feodallerin yaptığı din istismarlarına karşı "kültürel ve ahlaki önderliği ele alarak "zafer kazanacaktır" Diye ifade edecektir. Bu gün aynı şeyleri duyuyoruz; tarih mantık kurguları itibariyle tekrar ediyor gibi.

Tekrar edeyim, tarih okumalarınızı yeniden gözden geçirin, göreceksiniz ki mülkiyetin tarih serüveninde büyükten ufalmaya bir yönelim vardır. Ufaldıkça da, sosyal sonuçları çok daha etkin olmaktadır (ki bunda, insan ihtiyaçlarının yönelimleri ve ortak insan aklı ürünü olarak bilimsel ve teknik devrimlerce hızlanmaktadır). Biz de bunu soyutluyoruz. Mülkiyetin tarihteki tüm bağlamlarını böylesi bir soyutlamayla dile getiriyoruz Önümüzü bu açıdan daha sağlıklı görüyoruz. Yani uygarlık, yeni toplumsal ilişki sisteminin tüm verileri elimizde olmadan önce, tarih okumalarımız ve soyutlamalarımızla gidişin yönünü belirlemeye çalışıyoruz. Bundan da siyasal sonuçlar çıkararak neye karşı nasıl mücadele edeceğimizi belirlemeye çalışıyoruz. Sayın Hikmet ise, kuyusunun ağzını genişletmeme yönünde ısrarlı olduğunu anlatıp duruyor.

Sayın Hikmet konuları kavramamış, kavramlar karmaşası yapı sökücülüğüyle tarihi süreçlerin bağlamlarını sisli hale getirmektedir. Marks bu noktada çok önemli belirlemeler yapmıştır.

Bu noktayı tekniğin gelişimi açısından ve bunun üretim araçlarına yansıması açısından ele almamız, bir yandan bununla ilgili tarihi süreçlerin değişimini diğer yandan Sayın Hikmet Acunun teknolojiyle neler değişebileceğini algılaması açısından önem taşır.

Bu konuda yoruma gerek bırakmayacak bir açıklamayı Marks şu cümlelerle veriyor; ” Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)

Marks bu cümlesinin ardından bu iki olgunun (emek-gücü ve emek araçları) öyle bıçak kesiği gibi birbirinden ayrılmayacağı üretim ortamı sürecinde her ikisinin de bir arada istihdam edildiği bir geçiş süreci olduğunu da hatırlatmayı unutmuyor.

4. dipnotta ise Marks’ın cümleleri, tartışmalarımıza önemli bir gönderme sayılabilir; “

Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz. Dinin imgesel yaratıklarının bu dünyadaki özlerini inceleyerek bulmak, aslında, tersinden giderek yaşamın gerçek ilişkilerinden yola çıkarak, bu ilişkilerin kutsallaştırılmış şekillerini bulmaktan çok daha kolaydır. Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386, 4. dipnot)

Birkaç tartışmadır alıntılara başvurmadan aktarmaya çalıştığım budur. Ancak okuduklarını kutsal metin sayanların alıntısız huşu olmayacakları için bu ayetleri aktarmayı gerekli gördüm.

Tartıştığımız konuyu tarih bağlamlarıyla soyutlamak için Marksın “18. yüzyılda sanayi devrimini başlatan” diye yorumladığı bu teknolojik dönüşüm kesitinde alet ile makine farkı üzerini söylediği şu cümleleri aktaralım: “ Gerçek anlamıyla bir iş-makinesi daha yakından incelersek, çoğu zaman epeyce değişik şekillerde olmakla birlikte, genel kural olarak, onda, el zanaatları ile manüfaktür işçilerinin kullandıkları aygıt ve aletleri buluruz; ancak şu farkla ki, bunlar, eskiden insan tarafından kullanılan aletler iken, şimdi bir mekanizmanın aletleridir ya da mekanik aletlerdir” ( Age. s:378)

Sayın hikmet Acun, Marks’tan yaptığımız şu birkaç alıntıyı 21. yüzyılın ortaya koyduğu bilim ve teknoloji verileriyle, bilgi ve iletişim unsurlarıyla bir kez daha okur musunuz.? Biz yeni uygarlığı bu yöntemle belirlemeye çalışıyoruz. Bu tarihi gelişmelerin önünün tıkayan kapitalist sistemin ve burjuvazinin de bu nedenle demokrasi karşıtı olduğunu belirliyoruz. Demokrasiyi savunmamız, tam bu noktada burjuvazinin çağımızdaki gericiliğinden çıkıyor bir devrimci duruş olarak beliriyor. Somut konuşmakta tas tamam budur. Yaptığımız, sistemin bir parçası olan ve en az siz gibi sistem içinde reformdan başka bir sonuca ulaşmayacak marjinal önermeler yapan liberalliğe de karşı bir duruştur. Çağın gerçekçi devrimciliği budur; demokrasi mücadelesini temel almayan bir devrimcilik bu çağa ait değildir.

Bizim yaptığımız Marks’ın “biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntem”ini, 21. yüz yılın verileriyle mantıki sonuçlarına götürme çabasıdır.

Engels bu konuyu şöyle özetliyor. “Bilimin her yeni yönü, bu bilimin teknik terimlerinde bir devrimi içerir” (Age. İngilizce baskıya önsöz, Frederik Engels) Buna açık olmayan kendini ne devrimci nede ilerici saysın. Hele hele Marksist hiç saymasın.


Üretici Güçlerin Dönüşümü

Teşbihte hata olmaz derler.

Önce, Marks’ın kapitalin ilk cildinin ilk cümlesini okuyun, “ kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği ‘muazzam bir meta birikimi’ olarak kendini gösterir. Bunun birimi metadır. Araştırmalarımız bu nedenle, metanın tahliliyle başlaması gerek “ (Age. s:49)

Teşbih ediyorum, küresel üretim tarzının, yani yeni ve gelecek uygarlığın zenginliğini “muazzam bir bilgi birikimi” olarak kendini gösterebilir. Bunun birimi transistorla başlayan bilgisayar teknolojisinin sanal bilgi birimidir. Araştırmalarımız bu nedenle sanal bilgi tahlilleriyle başlaması gerekir.

Bir başka teşbih,

Üretim tarzında devrim, büyük sanayide emek araçları ile küresel üretimde elektronik bilgi ağlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, elektronik bilgi ağlarının, emek araçları olmaktan çıkıp, sanal üretim unsurlarına nasıl dönüştüğü ve aralarındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” (Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları. Alıntısından teşbih yoluyla oluşturulmuş cümle )


Değerler Arası Dengeler

Kullanım değeri, dolaşım değeri sorununa gelince,

Sayın Mirac "Mülkiyetin; kullanım değeri ile dolaşım değeri arasında şöyle bir açı farkı oluştu; bu da mülk edinmenin özel karakteri ile toplumsal karakteri arasındaki gerilimi çözdü" diye örneklerle karşılık yazsa bunu tartışacağız.” Diye buyurmuşsunuz,

Sayın Hikmet, ezberleriniz size yeterli kavrama olanağı vermiyorsa sıkıntınızı başka yere havale etmeyiniz. Kuran tefsircileri gibi kendinden alıntılarla kendini ispatlamaya çalışıyorsunuz. Tartışmamızla ilgili tek bir cümle kurmazken, sizi ayıplayacağım bir üslupla bilip bilmeme denklemleri kuruyorsunuz. Bilmeyenin yüksek sesle konuşması hallerinden çıkmanızı tavsiye ederim. Kendi kendinize oluşturduğunuz çemberi başkasına evren diye sunmayınız. Hele bir sakin olun.

Size bir soyutlama daha ileteceğim onu da zevkle çiğnemeye çalışın bakalım. Tarih serüveninde “kullanım değeri ile değişim değeri arasında”, değişim değeri lehine bir gelişme bulunmaktadır. Mülkiyetin tarihini takip eden bu eğrilme üretimin temel unsurları üzerinde, mülkiyet ilişkisiyle de yakından ilgilidir. Bunun için sistemin verili çelişkilerinin çözülmesine gerek yoktur. Zaten tarihin hiçbir kesitinde, yeni toplumsal üretim ilişkisi gelip haki molana kadar, yani eski “gerilimleri” topyekun tarihe karışana kadar aralarındaki çelişki bıçak kesiği gibi sona ermez.


Sanal Üretim

Küresel üretim verileri, kapitalizmin kanatları altında da olsa onu yadsıyacak yeni üretim ilişkileri, 19 yy düşünürlerinin haklı olarak kestiremeyecekleri sanal üretim diye bir olgunun gelişmekte olduğunu gösteriyor. Bu olgunun farkına, 20. yy ikinci yarısında varılmış olsa da yeterli olmamıştır. “Büyük sanayi emek araçlarının” “üretim tarzında devrimi başlatan” elektronik bilgi ağlarına dönüşümü ve sonuçları gözlemlenmemiş, buna ilişkin sorunlar ele alınmamıştır. Kapitalizmin bağrında onu yadsıyacak olan yeni üretim ilişkisinin bir tarihsel yeni uygarlık olarak gelişiminin verileri ele alınmamıştır. 19. yy düşüncelerinin siyasal sonuçlarına olan bağımlılık, her şeyi Kuran tefsirlerinde olduğu gibi kapitalizme bağlama yoluna gidilmiştir. Gramsci’yi ve Avrupa komünizmini marjinale düşüren bu olmuştur. Bu yaklaşımların 5 sınıf versiyonunu ülkemiz için önermek ise trajedi değildir.


Uygarlık

Uygarlık üzerine, burada uzunca durmayacağız. Uygarlığı sık sık yeni toplumsal üretim ilişkisi olarak da kullandığım oluyor. Bu öyledir de. Uygarlıkların tarihsel dönemlerle yakından ilgili olduğu açıktır.

Tarih süreci içinde, farklı uygarlıkların aynı üretim ilişkileri içinde yer aldığı kesitler vardır. “Ortaçağ uygarlıkları” diye çoğul olarak dile getirdiğimiz tüm uygarlıkların üretim ilişkileri feodaldir; Arap-İslam uygarlığı ile Bizans uygarlığı söylemlerimizde ortaya koyduğumuz farklar yeni bir üretim ilişkisi değil de farklı bir kültürel doku olması gibi. Batı uygarlığı dediğimizde de kapitalist üretim ilişkilerinden söz ettiğimiz açıktır.

Bu noktada aynı tarihi kesitlerde farklı kültürel kuşakları tanımlamak için farklı uygarlıklardan söz edilir. Uygarlık bir kültürel farklılık olarak dile getirilir. Bu dar anlamıyla öyledir. Oyas uygarlıklar tarihsel kesitlerle anlamlandırılması gereken kapsayıcılığa sahiptir. Bunu da kapitalizmle birlikte daha net olarak görmemiz mümkün.

Batı Uygarlığıyla birlikte üretim tarzının evrensel bir boyut alması, bu iki kavramı bütünleştiren bir sonuç yarattı. Kapitalizmi dünyanın herhangi bir alanında tanımlarken, onu batı uygarlığı olarak tanımlıyoruz. Bu günün Çin, Hint, Japon, Amerikan, Avrupa, Rusya uygarlıkları batı uygarlığıdır ve bunların tümünde üretim ilişkileri kapitalisttir. Çin, Hint uygarlığı diye söz ettiğimiz ise tarihin kadim dönemleriyle ilgilidir.

Geçmiş tarihlerde kapsayıcı olması ve türdeşliğini vurgulamak için uygarlıkları “ortaçağ uygarlıkları” diye ortak bölen bir tanımla, aynı üretim tarzını ifade etmek üzere tanımlarız.

Bu gün batı uygarlığının yeryüzünü kapsayan konumu itibariyle uygarlıkla, farklı üretim ilişkilerinin aynı anlamda kullanılması, tarihin ve teknolojinin kapsayıcı etkinliğiyle ilgilidir. Bundan sonra ortaya çıkacak uygarlığın evrensel ölçekte kapsayıcı olması ve aynı zamanda yeni bir üretim tarzı anlamına gelmesi bu iki kavramı birbirinin yerine kullanmakta bir sorun yaratmayacağı kanısındayım. Eski tarihte mesafeler, iletişimsizlik, aynı üretim tarzında olan toplumlar arasında derin farklılıklarıyla (giyim, gelenek görenek, toplumsal davranış, ahlak, hukuk vb) farklı uygarlıklara yol açmıştır ya da söz konusu her bir uygarlık askeri olarak yayılabildiği alanlarda kendini ifade etmiş, verensel olamamıştır. Bu nedenle uygarlıkların tarihsel olması, aynı tarih kesitinde farklı uygarlıkların aynı üretim tarzına rağmen ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır.


Yeni Uygarlığın Belirtileri

Ancak bu gün, uygarlığı böylesi lokal anlamda ele almak mümkün değildir. Onu evrensel ölçekte bir etki, üretim tarzı anlamında bir değişim olarak belirlemek doğru olandır. Bu nedenle Küresel üretim hem yeni bir uygarlıktır hem de yeni bir üretim tarzıdır diyoruz.

Küresel yeni uygarlığın tarihsel dönüşümlerden biri olan üretim tarzında, sanal üretim temel unsurlarından biri haline geliyor. Sanalda üretilmemiş, sanalda da tüketilip denenmemiş bir ürünü almak artık geride kalıyor. Bu ne anlama geliyor, medresemizde alfabeyi öğrenirken kapitalist üretimi şu formülle ifade ederdik hammadde + üretim araçları + iş gücü = meta Bu gün, bu sistem farklılaşıyor. Meta üretimi için bu formül artık izah edici olmaktan çıkıyor. Evrensel ölçekte bilgi unsuru + elektronik bilgi ağları + sanal üretim ve sanal tüketim süreci açılıyor. Bu süreçten geçmeyen bir üretimin evrensel ölçekte bir etkinliği olmuyor. Üretilen her şeyin mutlaka bir kullanım değeri ve özelliği vardır. Ancak üretilenler arasındaki fark söz konusu ürünün evrensel ölçekteki değişim değerinin etkinliği olacaktır. Bir ürün, her mekan ve uzun zamanda değişim değeri açısından ne kadar etkinse diğer ürünlerle farkı o kadar ileri olacaktır. Bilgi çağının özelliği budur. Somut üretim böylesi bir sürecin verileriyle yeniden biçimlenişi gündemde olacaktır. Bu veriler hala kapitalizmin kanatları altında gelişen verilerdir. Ama kapitalize ilişkiler değildir.

Son tahlilde üretim bir biçimde tüketim için yapıyor, bunun köleci toplum üretimi feodal toplum üretimi şekillerinin bir önemi yok. Tüketilecek bir meta ortaya çıkarken bunun hangi tarzda yapıldığı sorunu vardır. Toplumsal üretim ilişkilerini birbirinden ayıran da bu detaylardır. Marks’ı “üretim tarzında devrim…” diye başlayan yukarıdaki cümlesini kurmaya götüren de budur. Biz bunun, bu çağdaki verilerine işaret etmeye çalışıyoruz. Bu açıdan eldeki veriler ölçeğinde, oldukçada somut konuşuyoruz. Sayın hikmet, türbindeki seyirci gibi, allamelik yapıyor, sahadaki somut gerçekliğe ne katkı yapıyor nede onun bir parçası olarak süreçte yerini alıyor.

Küresel üretim ve bunun unsurlarından biri olarak sanal üretim, kapitalizmin ulus merkezli, ülke merkezli yapısından tarihsel bir çıkıştır, yani geri dönüşü olmayan bir çıkıştır. Bilgi dönüşümünün evrensel ölçekte sağlanması ve özgürlüğü geliştikçe daha anlamlı hale gelecek olan bu süreç, bize yabancılaşmanın gerçek anlamda devrimci bir unsur olduğunu gösterecektir. “İş bölümü arttıkça yabancılaşma da artacaktır” belirlemesinin mantıki sonuçları, yabancılaşmanın tarihte devrimci bir rolü olduğunu göstermeye yeterlidir. Sanal dünyada bilginin dolaşımı sentezlenerek yeni bilgi sonuçlarına ulaşması da yabancılaşmanın bir ürünüdür. Bunun önünde ne sınırlar ne milletler ne de devletlerin durması söz konusu değildir. Bunun gibi sıralayabileceğimiz bir dizi temel etmende ortaya çıkan nitelik ve nicelik gelişmeleri, üretim ilişkilerinin bir unsuru olan tüm ilişkileri de değiştiriyor. Öyle Karpuz keser gibi kesip yok etmiyor, değişime uğratıyor. Bu kapitalizmin değişimidir diyorum. Sayın hikmet hala kapitalist ilişkilere ilişkin konuştuğumuzdan söz edip, ayıptır söylemesi açık ve kaba demagoji yapıyor.

Şu cümlelerini okuyun;

Sayın Mirac'a sormak gerekir, Kapitalist değişim süreci fetiş üretmeksizin gerçekleşebilri mi. İnsanın metalar dünyası ile girdiği ilişki biçimleri ortadan mı kalktı..Kapitalist değişim süreci nitelik mi değiştiriyor. İş pazarında ENFORMEL değişim emeğin bayağılaşması ve emek üreticisinin yoksullaşmasının dışında ona daha refah bir hayat biçim mi sunuyor. Hizmet sekörüne bakıp, işçileşmenin çözüldüğünü mü söylemek istiyor.. Pazarın karakteri mi değişti. Marx'ın kapitalist üretime dair temel olarak analiz ettiği hangi şeyi tarihsel gelişme yanlış çıkardı. Biz yoksa post kapitalizm dönemini yaşıyoruz da haberimiz mi yok?

Artık değer yasasımı değişti..küresel sermaye, nitelik mi değiştiriyor
.”

Alıntısız ya da uydurma alıntılarla başkasının düşüncesini eleştirip, düşünce üretemezisiniz Sayın Hikmet.

Allah aşkına “Marx'ın kapitalist üretime dair temel olarak analiz ettiği …şeyi tarihsel gelişme yanlış çıkardı.” Yönündeki cümleyi nereden buldunuz, size mi ait. Başkası adına cümle kurup eleştirmek ne kadar yakışık söylermisiniz.

Tekrar edeyim benden bir kez daha okuyun, Marksın kapitalizme ilişkin analiz ettiği temel değerlendirmeler üzerine oturttuğu siyasal sonuçların 21. yy gözüyle farklı değerlendirilmesi gerektiğini söylüyorum. Buna ek kapitalizme yadsıma yönünde gelişmekte olan yeni uygarlığa, yeni üretim ilişkilerinin bu gün itibariyle beliren unsurlarına dikkat çekiyorum. Bunu da, teşbihte hata olmaz diyerek, Marksın yöntemine sadık kalıp yapıyorum.

Ama siz bildiğinizi benim adıma okuyorsun. Yeryüzüne inin lütfen öyle konuşalım, Sesler uzaktan ulaşmıyor, dağılıyor.

Ben size kapitalizm tarihini doldurup sönüyor onun bağrından onu yadsıyacak yeni bir toplumsal üretim ilişkisi gelişiyor, bizim gözlemlediğimiz kadarıyla da şu veriler belirginleşiyor diyoruz. Dolaysıyla açıkça ve tekrarla “Kapitalist değişim süreci nitelik mi değiştiriyor” sorunuza, kapitalizmin top yekun bir değişim halindedir yeni üretim tarzı bağrında gelişmektedir diyorum. “Göze çarpan genel karakteristikler ile ilgileniyor”, elde olan verileri de dile getiriyorum,

Siz ise geride bıraktığımızı tekrar ediyorsunuz. Bıçak kesiği gibi tarih süreci göstermemizi istiyorsunuz. Yak ak ya kara deyin diye formel bir mantıkla tartışmayı kısırlaştırıyorsunuz.

Bilmelisiniz ki, birbirini takip eden üretim tarzlarında süreçler bıçak kesiği gibi birbirinden ayrılmazlar. Marks bu noktayı, “üretim tarzında devrim”i belli bir değişim üzerinden ifade ederken (emek-gücü ile emek araçları arasındaki fark), özel olarak şöyle ifade ediyor “ Biz, burada, yalnızca göze çarpan ve genel karakteristikler ile ilgileneceğiz. Çünkü toplumun tarihindeki çağlar, jeolojik devirler gibi birbirlerinden kesin ve belirli sınır çizgileriyle ayrılmamıştır” (Age. s:386)



Teknoloji ve Üretici güçler

Teknolojinin üretici güçler üzerindeki etkisi üzerine,

iletişim çağı diyor.. Buna liberaller teknoloji devrimi demişlerdi. Bilgisayara ve elektroniğe sahip olmak üretici güçler üzerinde nasıl bir tahribata yol açtığını bilmeden yazıyor” diye, buyuruyorsunuz.

Öncelikle sizi bir kez daha yukarıda Marks’tan yaptığım alıntıları okumaya davet edeceğim. Böyle sallama cümle kurmanızın ne anlama geldiğini siz yorumlayın.

Sonra,

Bilmeyenin bilinmezlerini sergiliyorsunuz, diyeceğim. Çünkü üretici güçler diye aklınızda olan tek şey bir sınıftır, o sınıfta kalmışsınız. Üretici güçlerin tarih serüveninde bilimin ve teknolojinin oynadığı temel rol, aklınızın takıldığı sınıf verilerini tehdit edince, ona ayak uyduramamanın kefaretini, kabalık yaparak örtemeye çalışıyorsunuz.

bilmeden” konuşuyorsunuz.

Tekrar hatırlatayım “ Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor.” (Marks)

Teknolojinin bu özelliğini, üretim tarzında devrim yapma etkinliğini “Bilgisayara ve elektroniğe sahip olmak üretici güçler üzerinde nasıl bir tahribata yol açtığı”na bir veri olarak sunmak, “bilmeden konuşmak” değilse de ne konuştuğunu bilmemektir.

Sayın şahsınızı tenzih ederek düşüncenize söz söylüyorum. Teknoloji, bilim bir birikim işidir. Temelde hiçbir üretim tarzına bağlı değildir, her üretim tarzından etkilense de olumlu olumsuz istihdamlara muhatap olsa da insan kolektif aklının birikim ürünleri olarak bağımsızca gelişmektedirler.

Bu noktada Marks, şu cümlelerle duyarlılığını dile getiriyor; “Eleştirici bir teknoloji tarihi, 18. yüzyılın buluşlarından ne kadar azının, tek bir kimsenin eseri olduğunu ortaya koyabilir. Bu güne kadar böylesi bir kitap yazılmamıştır. Darwin, ilgimizi doğal teknoloji tarihine çekmiştir; yani yaşamın sürdürülmesi için, üretim aracı olarak hizmet eden, bitki ve hayvan organlarının oluşumuna dikkatimizi çekmiştir. İnsanın üretici organlarının, bütün toplumsal örgütün maddi temeli oylan bu organların tarihi, aynı türden değilmidir” ( Age. s:386, 4. Dipnot)

Ayrıca belirtmeliyiz ki, bu noktada Marks’ın “üretim tarzında devrim” diye belirlediği teknolojik gelişmede mülkiyet biçiminin bir neden olmaktan çok bir sonuç olduğunu hatırlatmak gerek. İnsanın yaşam için her türden üretim ihtiyacının rekabeti kolektif insan aklının geliştirdiği bilim ve teknolojiyle ortaya değişip gelişen üretici güçler, üretim tarzlarını da değiştirmektedir. Mülkiyet bunun sonucu bir hukuki biçim almaktadır. Bu bir tarihsel devrim sürecidir de. Bundan dolayı, devrimi siyasal iktidarın ele geçirilmesi olarak ele alan, bir siyasal kararnameyle mülkiyet ilişkilerini özelden toplumsala çevirmekle üretici güçlerin gürbüzce gelişeceğini sanan darbeci algıların tahayyülleri, sonu mutlak iflasla yüzleşemeye mahkumdur. “SON TAHLİLEDE” durumu da bundan ibarettir.


Bilim ve teknolojinin bu gün kapitalizme karşı yürüttüğü mücadeleyi bile göremiyorsunuz. Kar marjlarıyla ilgili olarak kapitalistlerin uluslararası çapta giriştiği bilgi ve teknoloji üretim ve tüketimlerine karşı bilgi ve teknolojinin sınırları zorlayarak dünyayı düz bir alan haline getirip insanlığın eşit yararlanmasına olanak sunuyor. Eski toplum olan kapitalizmin içinden engebeli ve sarp yolardan geçerek insanlığı ulus, ırk, dil din farkı olmaksınız bilgi dönüşümüne, sentezleşmesine yabancılaşıp toplumsal açıdan daha iyi sonuçlarla yerleşmesine çalışıyor.

Hangi çağdayız bunu bilmiyorsunuz Sayın Hikmet. Her şey kapitalizm olarak gözünüze görünüyor çünkü öyle görmeseniz dağarcığınızdaki tüm bilgiler işe yaramaz temelsiz bilgiler haline gelecektir. Haklısınız siz kapitalızm diye ısrar edin ki, siyasal tezleriniz doğrulanmış olsun. Bu yaptığınız düşman üretimi üzerine kurgulanmış teori üretimidir.

Bu nedenle somut için hiçbir şey söylemeye yanaşmıyorsunuz. Güncel görevlerimiz üzerine bir yorum yapmıyorsunuz.


Siyasal Tutum

“Reel politika” aklı diye eleştirdiğiniz Kürt özgürlük hareketinin hepimiz adına bir demokrasi mücadelesi verdiği ve bunun burjuva demokrasisi algısına hapsedilemeyecek yeni açılımlara işaret olduğu söylemimize bir alternatif sunmuyorsunuz. Tersine teğet geçerek somut görevlerden hangi denklemleriniz nedeniyle tavır belirlemiyorsunuz.

Buna biz ortak ülkemizdeki tüm farklılıkların özgün örgütlenip özgür mücadelelerini birleştirmeleri gereklidir diyoruz. Pek siz ne diyorsunuz. Bakın bu gün Mevlüd Oruç bildirge gibi bir Arap halkının demokratik hakları listesi yayınladı buna ilişkin duruşunuz nedir. Bir şey söylemiyorsunuz. Bu ülkenin farklılıkları bu topraklarda değil de Merih’te mi yaşıyorlar. Bunları atladığınızda, kapitalizmin tarih tarafından yanlışlığı tespit edilmemiş hangi temel analizinden yola çıkarak başarı elde edebileceksiniz.

Sınıf dışı toplumsal hareketleri için önerdiğiniz yönelim nedir? Bu mücadeleler hangi demokratik açılımları gider ve bunu bu günün verileriyle hangi burjuva sistem omuzlayabilir buyur bunları tartışalım. “Allesen” bana somut bir şeyler söyle…

Gevrek konuşma doğru konuşma anlamına gelmiyor. Bilmiyorsun Sayın Hikmet bilmiyorsun. Bildiğiniz kapalı devre bilgisidir. Sınırlarının ne öncesiyle ne sonrasıyla bağlantılı değildir. Bütün tahayyülleriniz kapitalizmi içindedir, dışına çıkacak bir veriniz yok. Bu nedenle devrimci değil reformisttir.


Gramsci

Gramsci üzerine önceki tartışmalarımızda durduk. Öznel öğeye verdiği misyonla Hegelci “ide” algılarıyla göbek bağına işaret ettik. Bu bölümde bir paragraf daha eklemeyi uygun görüyorum.

Gramsci’nin Hegel’le göbek bağı üzerinde çok şey söylenebilir. Tarihi neredeyse insan iradesine bağlayan yaklaşımlarına burada değinmeyeceğim. Önel çabaları nesnel zeminden koparıp onlara vehmetmeye çalıştığı rolleri önceki mektubumda kısaca ele aldım. Fasit bir daire içinde sistemi aşmayan ve aşamayacak olan sınıf ve önermeleri mihverinde dönülüp durulması da bir yana. Marks’ın, Hegel için söylediği şeyi tekrar hatırlatmak isterim; “ Hegel için insan beyninin yaşamı-süreci, yani düşünme süreci- Hegel buna ‘Fikir’ (‘İdea’) adı altında bağımsız bir özneye dönüştürür- gerçek dünyanın yaratıcısı ve mimarı olup, gerçek dünya yalnızca ‘Fikrin’ dışsal ve görünsel (Phenomenal) biçmidir. Benim için ise tersine, fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir.” (Age. Almanca ikinci baskıya önsöz. Karl Marks)

Dolaysıyla, işçi sınıfının ve modern prensinin üreteceği organik aydınların “kültürel ve ahlaki önderliği ele almaları”nın ne tarihi değiştirme şansı ne de sistemden çıkıp eski toplumu yadsıyacak yeni toplumu kurma şansı olmayacaktır. Marjinallik tas tamam burada kendini ifade etmektedir.

Başarılmış bir örneğin olmadığı yerde iddialar tahayyülden ibarettir. Size bunu bir kez daha hatırlatmayacağım.

Hiç yorum yok: