23 Ekim 2009 Cuma
KÜLTÜR, DEĞERLER VE YARGI
Zeki BAYTERİN
23 Ekim 2009
Kültürlü insan, dünyadaki durumu anlamasına yarayan bilgi ve yolları bulmuş insandır. Sosyalist bir insan tipi yaratmanın yolu, devrimci saflara gelen insanların tüm değer yargılarının dönüşümü, alışkanlık yaşam tarzı, değer yargıları ve kültürünün değişiminden geçer. Bu yolun, uzun sarsıntılı ve acılı değişimi gerektiren bir süreç olduğu bilinciyle hareket edilirse, kültürel dönüşümde örgütlü ve bilinçli savaşımın önemi daha iyi kavranmış olur.
Bundan da anlaşılacağı gibi, devrimci siyasal yapı, gerek yayın organları aracılığıyla gerekse de denetleyici mekanizmalarıyla bu kültürel dönüşüm sürecine müdahale eder. Saflarına katılan insanların sınıf dışı değer yargılarını, davranış ve yaşam biçimlerini eritmeye, yok etmeye çalışır. Yapısını ve ilişkilerini sürekli denetler. Diğer yandan da kendi kültürel değerlerinin, yaşam biçiminin sistemin baskısı (hakim sınıfların kültürel hegemonyası) karşısında aşınmaya uğramasını engeller.
Bu bir eğitim sorunudur. Siyasal yapı, eğitimi doğru yöntemlerle ve kesintisiz uygulamak zorundadır. Bunun için de ezbere dayalı kuru bilgi depolama ve eğitimin sadece bireysel eğitime dönüştürülmesine karşı çıkmak gerekmektedir. Bireysel eğitim, ancak toplumsal eğitimin bir uzantısı, bir parçası olarak ele alınırsa sağlıklı bir işleve sahip olur.
Unutulmamalı, eğitim kültürü ileten, kültürel dönüşümü sağlayan araçlardan biridir. Eğer belirli bir eğitim süreci sonunda kültürel gelişim sağlanamamışsa, uygulanmakta olan eğitim programında yanlışlar, zaaflar var demektir. Bilindiği gibi eğitim, bireylerin yeni kültürel yapıya uyumlarını sağlar ve sürdürür, temel kişilik kazandırır. Bu temel kişilik, bireysel kişilikler için destek görevi görür. Bireysel kişilikler ise ya bu temel kişiliğe bazı öğeler kazandırır, ya da sapma ve esneklik çerçevesinde kalarak bazı kültürel öğeleri yadsır. örgütsel ya da bireysel eğitim beklenen işlevi yerine getirmekten uzak ve zaaflı bir şekilde uygulanıyorsa kültürel dönüşüm tamamlanamayacaktır. Böylece bireyler yeni değer yargıları ile eski öğeleri bir biçimde birleştireceklerdir. Karşıt kültürel çatışmalar ve etkilenmeler içerisinde bocalayan ve bir türlü dönüşümü tamamlayamayan birey ve bireyler kişilik çatışmasına düşecek ve sonuçta uyumsuz ve sapkın davranışlara yatkın bir kimlik kazanacaktır.
Sözgelimi yapı saflarına katılan çeşitli sınıflardan insanların taşıdıkları sınıf dışı değer yargıları ve yaşam biçimleri, örgütsel zaafları besleyen bir hastalık haline gelebilir. Siyasal yapı bütünlüğü içerisinde, grupsal kümelenmeleri, feodal arkadaşlıkları. barındıran bir yapılanmaya dönüşebilir. Böylesi bir yapılanmanın bireyleri arasındaki insan ilişkileri sınıf dışı kültürel değerler ile devrimci değerler arasında gidip gelir.
Bu olumsuz tabloyu ortadan kaldırmanın ilk bilinçli adımı, kültürel dönüşümü kendiliğindencilikten kurtarmaktır. Yeni kültürel değerlerin kavranma ve korunması aşınmaması uzun süreç isteyen bir örgütsel çaba gerektirir. Şunu unutmamak gerekir ki, bir devrimci düzenle ilişkilerini ne kadar zayıflatırsa zayıflatsın koparması imkansızdır ve savunulmamalıdır da. karşı kültür değerleriyle her an haşır neşirdir. En can alıcı bağlantıyı ise ailesi aracılığıyla kurmuş olur. Somutlaşmış olan bu kültürel değerler, devrimci bireyin değer yargılarıyla çatışır. Diğer bir deyişle, bireyin bir yandan maddeci dünya görüşüne koşut olarak olaylara, nesnelere bakış açısı, onu yorumlayışı, ideolojik değer yargısı düzeyinde kalırken, öte yandan, kendisi sistemin içerisinde, başta kendi ailesi olmak üzere çevresindeki insanlarla, o insanların değer yargılarına göre hareket etmek zorunda kalır.
Kendi ailesinin değer yargılarına, yaşam biçimine ve kültürel yapısına karşı çıkmayan birey süreç içerisinde daha esnek yaklaşmayı yeğleyecektir. Ve sonuçta halk kültürü deyişlerinin ardına sığınarak toplumun değer sisteminin bir kısmını benimseyecektir. Yani birey bir yandan sınıf dışı değer yargılarını sert bir biçimde eleştirerek yadsıyan ama diğer yandan bunu yaparken hala kısmen o değerlere bağlı kalan bir kimliğe bürünecektir.
Tabiatıyla hakim sınıfların kültürel hegemonyası karşısında kendi kültürel değerlerini kavramayan ve onları bilinçli bir şekilde korumayan bir çok devrimci sürecin zorlu ve sarsıntılı anlarında bir geri dönüşü, düzenle uzlaşmayı yeğlemek zorunda kalacaktır. Bu geçici yol arkadaşları kültürel dönüşümde doğru dürüst bir gelişme yaşamadan çürüyüşlerini sergileyeceklerdir. Bu hastalık devrimci safları her zaman tehdit etmiş ve edecektir. önleyici organlar ve sağlıklı eğitim çalışmaları hayata geçmezse sorun daima sancılı bir biçimde yaşanacaktır.
kültür entellektüel uğraş entel bilgi birikimi alanı değildir. Aksine kültür düşünüş duyuş ve davranış tarzlarını içeren değerler üretimidir. Bir yaşam biçimidir.
Çağımızın en sık kullanılan kelimelerinden biri olmakla birlikte kavramın tanımlanmasını yapmak her zaman güçlükler yaratmıştır. Örneğin kültürü oluşturan öğeleri tek bir tanım içerisinde aritmetik dizi gibi sıralamak kavrama hiç bir şey kazandırmayacaktır. Çünkü kültür bir toplam değil bir bütündür.
Değişik bakış açılarından yola çıkarak sadece belirli noktaları içine alan bir tanımlama ise eksik ve yetersiz kalacaktır. Bu nedenle yaptığımız tanımlama kültürel alanı tam anlamıyla kavramamıza yetmeyeceği gibi, süreç içerisinde anlam sapmasıyla yüz yüze kalacaktır. Ülkemizde kültür kavramı öylesine gelişigüzel kullanılmıştır ki, sonuçta bir ayrıcalık anlamını taşıyan belirli bir eğitilmişlik yada okumuşluk ölçütü ile özdeşleştirilmiştir. Yani okula gitmiş, iyi eğitim görmüş bir insan toplum içinde kültürlü olarak nitelendirilmiştir. Durum bu olunca, kültürün bir yaşam biçimi, hayata karşı bir tutum olduğu göz ardı edilmiştir.
Bu ve buna benzer nedenlerden dolayı burada kültür kavramının kesinlikle bir tanımlamasını tek bir formül altında yapma gibi bir çaba söz konusu olmayacaktır. Amaç yazının bütünselliği içerisinde kültür olanı açıklamaya çalışmaktır.
Toplumların ortaya çıkışından günümüze kadar, her toplumsal sürece damgasını vuran üretim tarzı kendi tarihsel kültür biçimini de oluşturmuştur ve üretim tarzının ortadan kalkıp yerine yenisinin gelmesiyle bağlantılı olarak, toplumda var olan kültür tarzları ortadan kalkarak yerlerini yenilerine bırakmıştır. Buradan çıkaracağımız sonuç, toplumların kültürel değerlerinin ve kültür gerçeklerinin, kendi üretim tarzı ve ilişkileriyle açıklanabileceğidir. Ve tabi buna koşut olarak kültürel yozlaşmalar, başkalaşmalar ya da krizler, o toplumsal üretim tarzı ve ilişkilerinin özelliklerinin anlatımında ve sonuçlarından başka bir şey değildir.
Bir üretim tarzının oluşturduğu toplumsal yapı, sadece etkileşim halindeki insanlardan oluşan sistemli bir bütün olmakla kalmaz, aynı zamanda bir değer, kural, inanç, alışkanlık, teknik ve davranış bütünün de oluşturur ki kültürü oluşturan bu bütünlüktür. Bu anlatım biçimi ile kültür normatiftir. Yani toplumu oluşturan insanların belli ölçüde izlemek gereğini duydukları bir davranış kuralları bütünüdür. Ancak kültürün bir davranış modelleri ya da rolleri bütünü olduğunu söylemek bu model ve rollerin doğmasını açıklamayı, yani bunların somut davranışları hangi yönde etkilediklerini belirtmeyi gerektirir
Kültür, düşünüş, duyu, ve davranış tarzlarını içeren değerler üretimidir. Bu formül basit bir sıralama olmayıp, bir sınıflama gerektirmektedir. Çünkü kültür bir değerler toplamı değil, bir bütündür.
Kültür, gelişken bir değer üretimidir. Bir yaşam biçimidir. Tutuculuğa, donmuş kalmışlığa, körü körüne geçmişe ve geçmişin ölü değerlerine bağlılığa, sağlıklı bir kafa tutuş, bir ileriye atılıştır. Özet olarak, insan deneyiminin durmadan gelişen bir çabasıdır. Diğer yandan maddeci kültür anlayışı, kültürü belli bir yönünden toplumsal gelişmenin tarihsel somut bir niteliği olarak, belli bir yaşam tarzının ve kişiliğin gelişmesinin toplumsal içeriği ve biçimi olarak ele alır. Her türlü kültürün kaynağı emektir, bütün kültürler insanların maddi ve manevi üretimleri içindeki yaratıcı etkinliklerinden doğar, ister toplumsal üretim sürecinde üretilen evrensel toplumsal üretici güçlere ve bireylere ilişkin olsun, ister belli kişilerin kendi benzersiz yaratımları biçiminde olsun, yeni bilim ve sanat yapıtları, siyasal hukuksal başarılar, doğasal dönüştürümler ve toplumsal ilerlemeler biçiminde olsun, bu değişmez kültürü yaratanlar, tarihte hep belli biçimde eylemde bulunan bireylerdir. Maddi ürünlerin olduğu kadar manevi ürünlerin de yaratıcısı onlardır. Kültür tarihte yaşamış ve etkin olmuş bugün de etkin olan tüm toplumsal toplulukların, halkların, ırkların ve ulusların eseridir.
Maddeci kültür anlayışı gerek teoride, gerekse pratikte yüksek kültür ile aşağı kültür gibi bir ayrımlamayı reddeder. Böyle bir ayrım egemenlik ilişkileri yüzünden dünya nüfusunun çoğunluğunu kültürel alanda köleleştirmeye ve yağmalamaya çalışan gerici burjuvaziye hizmet eden bir anlayıştır.
Kültürün oluşmasında ve gelişmesinde, tarihte yer almış çeşitli toplumsal sınıflarla kesimler, kültürel değerler ile kazanımların üretimiyle onlardan yararlanılması açısından değişik katkılarda bulunmuşlardır. Bu katkı sınıflı toplumlarda bireylerin sınıfsallıklarıyla belirlenir. gelişme olanağı elde edemeyen sınıflar, ancak kendi sınıflarının yaşam tarzı ve koşulları içinde gelişebilme olanağıyla sınırlı kalmışlardır. Köleler, köylüler, ücretli işçiler sınıflı toplumlarda başlıca işgücü kaynağı olmuşlar ama maddi ve manevi değerleri özümleyebilmenin dışında kalmışlardır. Buna karşılık egemen sınıflar, toplumsal olarak üretilen zenginliğin büyük bir bölümünden yararlanma olanağı bulmuşlar, ayrıcalıklı bir yaşam tarzıyla olanaklara boğulmuşlardır. Kültürel uzlaşmazlığın aşılması, üretim ilişkilerinde değişiklikler yoluyla, toplumda herkesin maddi ve manevi olarak kendisini geliştirebilme olanağının yaratılmasıyla olabilir.
Uzlaşmaz toplumlarda sınıflı toplum, toplumsal temel çelişkiler ve bunlar arasındaki çatışmalar, kültürel süreçler üstünde her anlamda nitelik belirleyicidir. Savaşlar ve fetihler boyların, halk topluluklarının, halkların, ulusal toplulukların ve ulusların ezilmesi, toplumsal çatışmanın kendine özgü bir görünüş biçimimi olarak, tarihte çoğu zaman belirli kültürlerin yıkılışını ya da gelişmesini etkilemişlerdir. Kültürel ilerlemedeki toplumsal çelişkiler ancak uzlaşan toplum yapısına geçildiğinde ortadan kalkar.
Kültür, toplumun olduğu kadar bireylerin de ileriye doğru gelişmesinin koşulları olarak katkıda bulunan tüm nesnel ve öznel yaşamsal etkinlik ürünlerini kapsar. Tarihsel süreçlerde eylemde bulunan topluluklar, sınıflar, kesimler ve bunlar içinde yer alan bireyler kendi pratik ve zihinsel yaşam etkinlikleri içinde herşeyden önce emek yoluyla bireysel yeteneklerini de edinirler. Bu yeteneklerini doğanın, toplumsal ilişkilerin, üretici güçlerin değişime uğratılmasında, bilimde, dünya görüşünde, sanatta, yaşam tarzı gelenekleri içinde, ahlak anlayışları, hukuk normları ve üst yapı kurumları içinde nesnelleştirilirler. Böylelikle de bireyler kendi psikolojisini, fizik yapılarını değişime uğratırken, kendi gereksinmelerini, yeteneklerini, beğeni ve üretkenliklerini de geliştirip ayrıştırırlar. Herşeyden önce bu insanın kendisini değişime uğratmasının evrensel bir sürecidir. Bu süreç boyunca nasıl insanı kendi çevresi yaratıyorsa, insan da kendi çevresini öyle insani kılar.
Yaptırımlar bu noktada değerle birleşmekte ve değer yaptırımın kaynağı gibi görünmektedir. Gerçekte ise, durum çoğu zaman bundan farklıdır. Değer daha çok bir aklama işi görür, aslında kaynakları başka yerde olan bilinçsiz bir sürecin uysallaştırılmış şeklidir. Fakat her halükarda, değerler yaptırımların her şeklinde karşımıza çıkarlar. hukuk, yalnızca düzenlenmiş hukuk kurallarıyla ve bunların kullanma hakkına sahip olduğu nesnel zorlama araçlarıyla yetinmez. Ek olarak, bir hak ya da haksızlık duygusuna dayanır ya da dayanmaya çalışır. Fakat bu bazen, köklü nedenleri daha farklı olan bir olayın, yüzeysel olarak aklanmasından ibaret kalır. Yaygın toplumsal yaptırımlarda ise, aksine grup bireylerinin, aralarından birinin davranışlarına atfettikleri değer, ona karşı gösterdikleri tepkinin de ana kaynağıdır. Ve yaptırım da zaten bu tepkiden başka bir şey değildir.
Böylece değerler, yaptırımların ister yalnızca göstermelik bir aklanmasını yapsın, ister gerçek dayanağı olsun, kural ve dolayısıyla kültür kavramının en önemli öğesi olarak çıkmaktadır karşımıza, işin aslı aranırsa, kültürler, bir değer sistemidirler. Herhangi bir davranışa bir değer atfetmek, o davranışı iyi, kötü, haklı, haksız veya uygun, uygunsuz diye tanımlama kıstasları, çağdan çağa ve bir topluluktan diğerine değişir, ama her topluluk belli bir dönemde mutlaka belli bir iyi, kötü, haklı, haksız görüşe sahiptir. Yani değişik değerler tanımlar ve onları birbirlerine oranla derecelendirerek sınıflandırır. Bu, bütün bir değerler sistemi meydana getirir. Gruptaki bazı bireyler sistemin tümüne katılmasa da çoğunluk sistemin özünü benimser.
Eğer durum bundan farklı ise, söz konusu grup, bir çözülme yada sıçrama süreci içerisinde bulunuyor demektir
23 Ekim 2009
Kültürlü insan, dünyadaki durumu anlamasına yarayan bilgi ve yolları bulmuş insandır. Sosyalist bir insan tipi yaratmanın yolu, devrimci saflara gelen insanların tüm değer yargılarının dönüşümü, alışkanlık yaşam tarzı, değer yargıları ve kültürünün değişiminden geçer. Bu yolun, uzun sarsıntılı ve acılı değişimi gerektiren bir süreç olduğu bilinciyle hareket edilirse, kültürel dönüşümde örgütlü ve bilinçli savaşımın önemi daha iyi kavranmış olur.
Bundan da anlaşılacağı gibi, devrimci siyasal yapı, gerek yayın organları aracılığıyla gerekse de denetleyici mekanizmalarıyla bu kültürel dönüşüm sürecine müdahale eder. Saflarına katılan insanların sınıf dışı değer yargılarını, davranış ve yaşam biçimlerini eritmeye, yok etmeye çalışır. Yapısını ve ilişkilerini sürekli denetler. Diğer yandan da kendi kültürel değerlerinin, yaşam biçiminin sistemin baskısı (hakim sınıfların kültürel hegemonyası) karşısında aşınmaya uğramasını engeller.
Bu bir eğitim sorunudur. Siyasal yapı, eğitimi doğru yöntemlerle ve kesintisiz uygulamak zorundadır. Bunun için de ezbere dayalı kuru bilgi depolama ve eğitimin sadece bireysel eğitime dönüştürülmesine karşı çıkmak gerekmektedir. Bireysel eğitim, ancak toplumsal eğitimin bir uzantısı, bir parçası olarak ele alınırsa sağlıklı bir işleve sahip olur.
Unutulmamalı, eğitim kültürü ileten, kültürel dönüşümü sağlayan araçlardan biridir. Eğer belirli bir eğitim süreci sonunda kültürel gelişim sağlanamamışsa, uygulanmakta olan eğitim programında yanlışlar, zaaflar var demektir. Bilindiği gibi eğitim, bireylerin yeni kültürel yapıya uyumlarını sağlar ve sürdürür, temel kişilik kazandırır. Bu temel kişilik, bireysel kişilikler için destek görevi görür. Bireysel kişilikler ise ya bu temel kişiliğe bazı öğeler kazandırır, ya da sapma ve esneklik çerçevesinde kalarak bazı kültürel öğeleri yadsır. örgütsel ya da bireysel eğitim beklenen işlevi yerine getirmekten uzak ve zaaflı bir şekilde uygulanıyorsa kültürel dönüşüm tamamlanamayacaktır. Böylece bireyler yeni değer yargıları ile eski öğeleri bir biçimde birleştireceklerdir. Karşıt kültürel çatışmalar ve etkilenmeler içerisinde bocalayan ve bir türlü dönüşümü tamamlayamayan birey ve bireyler kişilik çatışmasına düşecek ve sonuçta uyumsuz ve sapkın davranışlara yatkın bir kimlik kazanacaktır.
Sözgelimi yapı saflarına katılan çeşitli sınıflardan insanların taşıdıkları sınıf dışı değer yargıları ve yaşam biçimleri, örgütsel zaafları besleyen bir hastalık haline gelebilir. Siyasal yapı bütünlüğü içerisinde, grupsal kümelenmeleri, feodal arkadaşlıkları. barındıran bir yapılanmaya dönüşebilir. Böylesi bir yapılanmanın bireyleri arasındaki insan ilişkileri sınıf dışı kültürel değerler ile devrimci değerler arasında gidip gelir.
Bu olumsuz tabloyu ortadan kaldırmanın ilk bilinçli adımı, kültürel dönüşümü kendiliğindencilikten kurtarmaktır. Yeni kültürel değerlerin kavranma ve korunması aşınmaması uzun süreç isteyen bir örgütsel çaba gerektirir. Şunu unutmamak gerekir ki, bir devrimci düzenle ilişkilerini ne kadar zayıflatırsa zayıflatsın koparması imkansızdır ve savunulmamalıdır da. karşı kültür değerleriyle her an haşır neşirdir. En can alıcı bağlantıyı ise ailesi aracılığıyla kurmuş olur. Somutlaşmış olan bu kültürel değerler, devrimci bireyin değer yargılarıyla çatışır. Diğer bir deyişle, bireyin bir yandan maddeci dünya görüşüne koşut olarak olaylara, nesnelere bakış açısı, onu yorumlayışı, ideolojik değer yargısı düzeyinde kalırken, öte yandan, kendisi sistemin içerisinde, başta kendi ailesi olmak üzere çevresindeki insanlarla, o insanların değer yargılarına göre hareket etmek zorunda kalır.
Kendi ailesinin değer yargılarına, yaşam biçimine ve kültürel yapısına karşı çıkmayan birey süreç içerisinde daha esnek yaklaşmayı yeğleyecektir. Ve sonuçta halk kültürü deyişlerinin ardına sığınarak toplumun değer sisteminin bir kısmını benimseyecektir. Yani birey bir yandan sınıf dışı değer yargılarını sert bir biçimde eleştirerek yadsıyan ama diğer yandan bunu yaparken hala kısmen o değerlere bağlı kalan bir kimliğe bürünecektir.
Tabiatıyla hakim sınıfların kültürel hegemonyası karşısında kendi kültürel değerlerini kavramayan ve onları bilinçli bir şekilde korumayan bir çok devrimci sürecin zorlu ve sarsıntılı anlarında bir geri dönüşü, düzenle uzlaşmayı yeğlemek zorunda kalacaktır. Bu geçici yol arkadaşları kültürel dönüşümde doğru dürüst bir gelişme yaşamadan çürüyüşlerini sergileyeceklerdir. Bu hastalık devrimci safları her zaman tehdit etmiş ve edecektir. önleyici organlar ve sağlıklı eğitim çalışmaları hayata geçmezse sorun daima sancılı bir biçimde yaşanacaktır.
kültür entellektüel uğraş entel bilgi birikimi alanı değildir. Aksine kültür düşünüş duyuş ve davranış tarzlarını içeren değerler üretimidir. Bir yaşam biçimidir.
Çağımızın en sık kullanılan kelimelerinden biri olmakla birlikte kavramın tanımlanmasını yapmak her zaman güçlükler yaratmıştır. Örneğin kültürü oluşturan öğeleri tek bir tanım içerisinde aritmetik dizi gibi sıralamak kavrama hiç bir şey kazandırmayacaktır. Çünkü kültür bir toplam değil bir bütündür.
Değişik bakış açılarından yola çıkarak sadece belirli noktaları içine alan bir tanımlama ise eksik ve yetersiz kalacaktır. Bu nedenle yaptığımız tanımlama kültürel alanı tam anlamıyla kavramamıza yetmeyeceği gibi, süreç içerisinde anlam sapmasıyla yüz yüze kalacaktır. Ülkemizde kültür kavramı öylesine gelişigüzel kullanılmıştır ki, sonuçta bir ayrıcalık anlamını taşıyan belirli bir eğitilmişlik yada okumuşluk ölçütü ile özdeşleştirilmiştir. Yani okula gitmiş, iyi eğitim görmüş bir insan toplum içinde kültürlü olarak nitelendirilmiştir. Durum bu olunca, kültürün bir yaşam biçimi, hayata karşı bir tutum olduğu göz ardı edilmiştir.
Bu ve buna benzer nedenlerden dolayı burada kültür kavramının kesinlikle bir tanımlamasını tek bir formül altında yapma gibi bir çaba söz konusu olmayacaktır. Amaç yazının bütünselliği içerisinde kültür olanı açıklamaya çalışmaktır.
Toplumların ortaya çıkışından günümüze kadar, her toplumsal sürece damgasını vuran üretim tarzı kendi tarihsel kültür biçimini de oluşturmuştur ve üretim tarzının ortadan kalkıp yerine yenisinin gelmesiyle bağlantılı olarak, toplumda var olan kültür tarzları ortadan kalkarak yerlerini yenilerine bırakmıştır. Buradan çıkaracağımız sonuç, toplumların kültürel değerlerinin ve kültür gerçeklerinin, kendi üretim tarzı ve ilişkileriyle açıklanabileceğidir. Ve tabi buna koşut olarak kültürel yozlaşmalar, başkalaşmalar ya da krizler, o toplumsal üretim tarzı ve ilişkilerinin özelliklerinin anlatımında ve sonuçlarından başka bir şey değildir.
Bir üretim tarzının oluşturduğu toplumsal yapı, sadece etkileşim halindeki insanlardan oluşan sistemli bir bütün olmakla kalmaz, aynı zamanda bir değer, kural, inanç, alışkanlık, teknik ve davranış bütünün de oluşturur ki kültürü oluşturan bu bütünlüktür. Bu anlatım biçimi ile kültür normatiftir. Yani toplumu oluşturan insanların belli ölçüde izlemek gereğini duydukları bir davranış kuralları bütünüdür. Ancak kültürün bir davranış modelleri ya da rolleri bütünü olduğunu söylemek bu model ve rollerin doğmasını açıklamayı, yani bunların somut davranışları hangi yönde etkilediklerini belirtmeyi gerektirir
Kültür, düşünüş, duyu, ve davranış tarzlarını içeren değerler üretimidir. Bu formül basit bir sıralama olmayıp, bir sınıflama gerektirmektedir. Çünkü kültür bir değerler toplamı değil, bir bütündür.
Kültür, gelişken bir değer üretimidir. Bir yaşam biçimidir. Tutuculuğa, donmuş kalmışlığa, körü körüne geçmişe ve geçmişin ölü değerlerine bağlılığa, sağlıklı bir kafa tutuş, bir ileriye atılıştır. Özet olarak, insan deneyiminin durmadan gelişen bir çabasıdır. Diğer yandan maddeci kültür anlayışı, kültürü belli bir yönünden toplumsal gelişmenin tarihsel somut bir niteliği olarak, belli bir yaşam tarzının ve kişiliğin gelişmesinin toplumsal içeriği ve biçimi olarak ele alır. Her türlü kültürün kaynağı emektir, bütün kültürler insanların maddi ve manevi üretimleri içindeki yaratıcı etkinliklerinden doğar, ister toplumsal üretim sürecinde üretilen evrensel toplumsal üretici güçlere ve bireylere ilişkin olsun, ister belli kişilerin kendi benzersiz yaratımları biçiminde olsun, yeni bilim ve sanat yapıtları, siyasal hukuksal başarılar, doğasal dönüştürümler ve toplumsal ilerlemeler biçiminde olsun, bu değişmez kültürü yaratanlar, tarihte hep belli biçimde eylemde bulunan bireylerdir. Maddi ürünlerin olduğu kadar manevi ürünlerin de yaratıcısı onlardır. Kültür tarihte yaşamış ve etkin olmuş bugün de etkin olan tüm toplumsal toplulukların, halkların, ırkların ve ulusların eseridir.
Maddeci kültür anlayışı gerek teoride, gerekse pratikte yüksek kültür ile aşağı kültür gibi bir ayrımlamayı reddeder. Böyle bir ayrım egemenlik ilişkileri yüzünden dünya nüfusunun çoğunluğunu kültürel alanda köleleştirmeye ve yağmalamaya çalışan gerici burjuvaziye hizmet eden bir anlayıştır.
Kültürün oluşmasında ve gelişmesinde, tarihte yer almış çeşitli toplumsal sınıflarla kesimler, kültürel değerler ile kazanımların üretimiyle onlardan yararlanılması açısından değişik katkılarda bulunmuşlardır. Bu katkı sınıflı toplumlarda bireylerin sınıfsallıklarıyla belirlenir. gelişme olanağı elde edemeyen sınıflar, ancak kendi sınıflarının yaşam tarzı ve koşulları içinde gelişebilme olanağıyla sınırlı kalmışlardır. Köleler, köylüler, ücretli işçiler sınıflı toplumlarda başlıca işgücü kaynağı olmuşlar ama maddi ve manevi değerleri özümleyebilmenin dışında kalmışlardır. Buna karşılık egemen sınıflar, toplumsal olarak üretilen zenginliğin büyük bir bölümünden yararlanma olanağı bulmuşlar, ayrıcalıklı bir yaşam tarzıyla olanaklara boğulmuşlardır. Kültürel uzlaşmazlığın aşılması, üretim ilişkilerinde değişiklikler yoluyla, toplumda herkesin maddi ve manevi olarak kendisini geliştirebilme olanağının yaratılmasıyla olabilir.
Uzlaşmaz toplumlarda sınıflı toplum, toplumsal temel çelişkiler ve bunlar arasındaki çatışmalar, kültürel süreçler üstünde her anlamda nitelik belirleyicidir. Savaşlar ve fetihler boyların, halk topluluklarının, halkların, ulusal toplulukların ve ulusların ezilmesi, toplumsal çatışmanın kendine özgü bir görünüş biçimimi olarak, tarihte çoğu zaman belirli kültürlerin yıkılışını ya da gelişmesini etkilemişlerdir. Kültürel ilerlemedeki toplumsal çelişkiler ancak uzlaşan toplum yapısına geçildiğinde ortadan kalkar.
Kültür, toplumun olduğu kadar bireylerin de ileriye doğru gelişmesinin koşulları olarak katkıda bulunan tüm nesnel ve öznel yaşamsal etkinlik ürünlerini kapsar. Tarihsel süreçlerde eylemde bulunan topluluklar, sınıflar, kesimler ve bunlar içinde yer alan bireyler kendi pratik ve zihinsel yaşam etkinlikleri içinde herşeyden önce emek yoluyla bireysel yeteneklerini de edinirler. Bu yeteneklerini doğanın, toplumsal ilişkilerin, üretici güçlerin değişime uğratılmasında, bilimde, dünya görüşünde, sanatta, yaşam tarzı gelenekleri içinde, ahlak anlayışları, hukuk normları ve üst yapı kurumları içinde nesnelleştirilirler. Böylelikle de bireyler kendi psikolojisini, fizik yapılarını değişime uğratırken, kendi gereksinmelerini, yeteneklerini, beğeni ve üretkenliklerini de geliştirip ayrıştırırlar. Herşeyden önce bu insanın kendisini değişime uğratmasının evrensel bir sürecidir. Bu süreç boyunca nasıl insanı kendi çevresi yaratıyorsa, insan da kendi çevresini öyle insani kılar.
Yaptırımlar bu noktada değerle birleşmekte ve değer yaptırımın kaynağı gibi görünmektedir. Gerçekte ise, durum çoğu zaman bundan farklıdır. Değer daha çok bir aklama işi görür, aslında kaynakları başka yerde olan bilinçsiz bir sürecin uysallaştırılmış şeklidir. Fakat her halükarda, değerler yaptırımların her şeklinde karşımıza çıkarlar. hukuk, yalnızca düzenlenmiş hukuk kurallarıyla ve bunların kullanma hakkına sahip olduğu nesnel zorlama araçlarıyla yetinmez. Ek olarak, bir hak ya da haksızlık duygusuna dayanır ya da dayanmaya çalışır. Fakat bu bazen, köklü nedenleri daha farklı olan bir olayın, yüzeysel olarak aklanmasından ibaret kalır. Yaygın toplumsal yaptırımlarda ise, aksine grup bireylerinin, aralarından birinin davranışlarına atfettikleri değer, ona karşı gösterdikleri tepkinin de ana kaynağıdır. Ve yaptırım da zaten bu tepkiden başka bir şey değildir.
Böylece değerler, yaptırımların ister yalnızca göstermelik bir aklanmasını yapsın, ister gerçek dayanağı olsun, kural ve dolayısıyla kültür kavramının en önemli öğesi olarak çıkmaktadır karşımıza, işin aslı aranırsa, kültürler, bir değer sistemidirler. Herhangi bir davranışa bir değer atfetmek, o davranışı iyi, kötü, haklı, haksız veya uygun, uygunsuz diye tanımlama kıstasları, çağdan çağa ve bir topluluktan diğerine değişir, ama her topluluk belli bir dönemde mutlaka belli bir iyi, kötü, haklı, haksız görüşe sahiptir. Yani değişik değerler tanımlar ve onları birbirlerine oranla derecelendirerek sınıflandırır. Bu, bütün bir değerler sistemi meydana getirir. Gruptaki bazı bireyler sistemin tümüne katılmasa da çoğunluk sistemin özünü benimser.
Eğer durum bundan farklı ise, söz konusu grup, bir çözülme yada sıçrama süreci içerisinde bulunuyor demektir
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder