11 Ekim 2009 Pazar
DEVRİMCİ HAREKET SANCILIDIR
Zeki BAYTERİN
11 EKim 2009
Dünya devrimci hareketi yaşanan zorlukların altında ne kadar ezilmişse, Türkiye'deki devrimci hareket de o kadar ezilmiştir. Sosyalist dalganın dünyadaki genel gerileyişi ile ülkemizdeki darbe sonrası deformasyon karşı devrim güçleri açısından mükemmel denilebilecek bir biçimde üst üste düşmüştür. Ama buna rağmen bile devrimci hareket bazılarının hevesle umduğundan daha diridir. Söz konusu olan elbette esas olarak fiziksel koşulların zorluğu değildir. Devrimci Hareket 12 Eylül'ün azgın baskı koşullarında bile kentlerde yaşam bulmuş, kendini o koşullarda da üretebilmişti. Yani sanıldığı gibi bugünün sorunu güçlü merkezi devlet otoritesinin soluk aldırmazlığı değildir. Zorluk, yaşanan ortamdan ve mücadelede bugüne özgü ve yarın aşılacak olan eksikliklerinden kaynaklanmaktadır.
Tarih tortu günlerinden sıyrılıp çıkmanın yolunu da gösteriyor. Gerçekten, tortu günleri yaşanmıştır, bir anlamda da yaşanmaya devam ediyor. Durgunluk tortu üretir, üretmiştir. Her gün yaşanan, ayağımıza dolanan olgu Üstelik tortu olduğunu farketmeyen, tortu gibi görünmeyen bir tortu türüdür bu.
Devrimci hareket kendini saflaştıracaktır, saflaştırmak zorundadır. Her zenginliği kuşkusuz kullanacaktır ama bu rafine olma gereğini ortadan hiç kaldırmamaktadır.
Çünkü sıradan günler değil çok önemli günler yaşanıyor ve tarihte olağanüstü süreçler her zaman olağanüstü önlemlerle birlikte anılmıştır.
Süreç kimseyi beklemiyor, ancak sürecin akışı içinde, onun isteklerini yerine getirerek arınmak mümkündür. Bütün bu fırtına günlerinde yepyeni filizleri koruyup büyütmek sorunu vardır. Coşan bir dalganın üstünde değil, sosyalizmin geri çekilen dalgasının sularındayız.
Eski günler yoktur, beğenelim beğenmeyelim durum budur. Sabır vardır bugün, sabır iğnesiyle kazılan kuyular vardır. Ve buna sabrı yetenlerle, sabrını kollektif disiplin ve çalışmanın bir parçası yapanlarla birlikte yürünecektir.
Beğenelim beğenmeyelim, karanlık zamanlar yaşanmıştır, yaşanıyor. Zor bir kuşağız yıpranmaların, savrulmaların tarihini yaşadık, 30 yıl önce kimse belki sosyalist olmanın bugünkü durumunu yaşayacağımızı bilemezdi. Ama yaşadık ve bu yaşantının her gününde sosyalist olmanın anlamı üzerine yeni şeyler öğrendik.
Başlangıç zamanlarını eskiden tanırdık, ilk kez yaşamıyoruz ama yeniden ve başka bir deneyim yüküyle yeni başlangıç zamanlarına geldik dayandık.
Başlangıç zamanları zordur. Yola çıkar, yürürsünüz zorluklar içinde adımlar atarsınız. Ve zorlukları aşmanın tek yolu, adımlarınızı uyumlu kılmanızdır.
kişiden oluşan kitleselliğin içinde yaşamak, yükselen bir dalganın üstünde bulunmak çoğu kez gerçekten sosyalist bir eğitim ve formasyonu, bir içselleştirmeyi göz ardı etmeye yol açmıştır.
Sabır günlerindeyiz, bu sabra gücü yetenlerle yürünecektir.
60’ını geçmiş inkarcı, ajan, yalancı, tahribatçı, itirafçı ve iftiracı, seviyesiz dinazorlar da vardır. Devrimcilik yapan çocuklarda, hangi gelenekten olurlarsa olsunlar, korunması gereken filizlerdir. Onları çok seviyoruz. Eksiktirler, durgunluk çocuklarıdır onlar, görmemişlikleri, yaşamamışlıkları vardır. Ama seviyoruz onları.
97 yaşında kalemiyle, sözüyle, inadıyla yürüyen bilgeler vardır. Onları da seviyoruz.
Kendine saygısı olmayanlara saygı yok. Söylenecek söz vardır acele yok, Geleceği önümüze koyuyoruz. Geleceğin insanlarına yüzümüzü çeviriyoruz, bu bir zorunluluktur.
Artık çifte klasörlü yaşamlarla varılabilecek bir menzil yoktur. Kıyıda köşede yaşanamıyor artık. Bazı şeyler azıcık yapılamıyor. Devrimcilik ve yoldaşlık kavramları bugün başka bir anlam kazanmıştır. Dünden farklıdır ve kıstasları değişmiştir. Eğer sosyalizm bütün yaşamınıza içselleştirmediğiniz bir şeyse, üstünüze ilişmiş bir şey olarak duruyorsa, bu durum fazla uzun sürmüyor. Hayhuylu süreçlerde, yükselen dalgaların üstünde kısmen üstünü örtebildiğiniz sefilliğiniz, sabır günlerinde çok çabuk ve net beliriyor. Sabrınızın neye yettiği, ne kadar sosyalist olduğunuzu da ortaya koyuyor. Eğer devrimci düşünceyi kendi parçanız yapmamış, onu içselleştirmemişseniz, onu yaşamınızı yalnızca zorlaştıran bir faktör olarak görürsünüz, sevgisiz bir katlanmayı yaşarsınız ki, bunun eninde sonunda bir sınırı vardır. Che'nin çok yerinde olarak belirttiği gibi ‘’Bireyin içinden gelen bir gayretle çalışması, yaptıklarına karşı ilgi duyması ve bilinçlenmesi sayesinde, en sıradan, en sıkıcı işler bile önemli, ciddi, yerine getirilmezse kişinin rahatsızlık duyacağı görevlere dönüşür.’’ Bunun adına da fedakarlık denilir. Asıl bu fedakarlıkları yapmamak bir devrimci için fedakarlıktır. Başka bir deyişle, kategoriler ve kavramlar artık değişmektedir.
Gerçek bir devrimci, devrimin yönetici partisinin herhangi bir üyesi, bizi bekleyen zor yıllar boyunca, hayatının her saatinde, her dakikasında çalışmak zorundadır. Hem de, görevine karşı her an yenilenen ve artan canlı bir ilgi duyarak çalışmalıdır. Bu, devrimcilerin temel niteliğidir. Devrimin anlamı budur, devrimci insan tüm varlığıyla devrimcidir, kendini bir devrimci gibi hisseder ve o zaman, fedakarlık kavramı anlam değiştirir. Yani söz konusu olan fedakarlık değildir. Başka insanlarla birlikte dünyayı değiştirme işine girişmek ve kendini, bütün varlığını, geleceğini bu değişim işine vermek, yeni bir dünyayı referans noktası almaktır.
Devrimcilik, proleterya için, onun adına yapılan bir iş değildir. Daha doğrusu, devrimciyseniz eğer, başkası için iş yapan bir konumda değilsinizdir. Yaptığınız şey size aittir ve siz yaptığınız şeyin tam kendisi olursunuz. Ve o zaman devrimcilik, sizin yapmanız gereken bir şeydir, sizin doğal bir durumunuzdur, hayat içinde duruş biçiminizdir. Ve o zaman katlandığınız zorluklardan ötürü böbürlenmeniz ya da tam tersi hayıflanmanız ya da bunun bir şekilde rantına talip olmanız komik bir şey olur çıkar. Sevgiden yakınılamaz Ya da bir şeyi sevdiğiniz için tutup bununla böbürlenemezsiniz. Ve sevgi gibi aynen insanlar arasındaki sevgi durumu gibi burada da çoğu kez sanıldığının aksine tek bir karar, tek bir yol ayrımı yoktur.
Bu, belli bir yol ayrımına bir kez gelip, o noktada iki yoldan birini seçmek sorunu değildir. Yaşam bütünüyle yol ayrımlarıyla, her somut sorunda, her anlık kararda yeniden sınamalarla doludur. Her gün yaşarsınız yol ayrımlarını. Her gün, her yolla size, iradenize egemen olmak isterler, siz olmaktan başka bir şey olmanızı isterler. Belli bir geçmiş tarihte düzen dışını seçmiş, tercihte bulunmuş olabilirsiniz; ama bu, nikah defterlerine atılan o kendi başına anlamsız imza gibidir. Ya üretirsiniz o ilişkiyi, ya da biter. O tercihi her gün, her davranışta yinelemek, hatta boyut kazandırarak yeniden üretmek zorundasınızdır.
ALGILAR
Sorgu süreçleri bir örnek olarak anımsanabilir. Sorgudaki direniş, çoğu kişi tarafından orada, kapıda başlayan bir süreç olarak algılanır. Oysa bir yanılgıdır bu. Hatta bu anlamda direniş özel bir eylem bile değildir. Söz konusu olan aslında bir sürdürme, yineleme durumudur. Her gün yaşam tarzımız itibarıyla ne yapıyorsak, onun, orada bilinen koşullarda yinelenmesidir. Aradaki tek fark, bu kez çıplak fiziki şiddetin devreye girmesi, şiddet aletlerinin kullanılmasıdır. Özünde manyeto ya da medyanın bilmemkaç kanalının, bilmemkaç puntolu gazetelerinin kullanılması arasında çok fark yoktur. İki durumda da amaçlanan bizim irademize egemen olmak, bizi kendimizden başka bir şey olmaya zorlamaktır.
Yani, hiç bir şey orada başlamamaktadır. Her şey, orada, gözlerimiz bağlandığında değil, daha önce teslim alınmaya çalışılan, çarpıklaştırılmak istenen bilincimizde başlıyor. Farklı bir dünyanın insanıysak artık, dünyaya onların penceresinden bakmaktan kendimizi kurtarmışsak ve her gün daha fazla kurtarıyorsak, gözlerimizi yeterince büyük açmışsak, cepheden karşı karşıya geldiğimiz güç ile aslında her gün cephe cepheye olduğumuzu biliyorsak sorun çözümlenmiş demektir. Eğer beynimizde siyah bir bant yoksa, gözümüze bağlanan o sıradan bez parçası bizim için hiç bir görme problemi yaratmayacaktır.
Bu tarihsel karşılaşmanın bir boyutta her gün yinelenmesidir. Yoksa tarihsel haklılık fikri kendi başına soyuttur. Kendi gerçekliğini teorik planda ele vermez. O, kendini gündelik çarpışmalar yoluyla açığa vurur. Her günkü karşı karşıya gelişlerde çürük kokuları ve bahar kokuları birbirine karışır ve ayrılır.
Sonuç olarak ısrarla vurgulamakta yarar var.
Yüzümüzü geleceğe çeviriyoruz. Çifte klasörlü yaşamlarla yürümek artık mümkün değildir. Sapla saman ayrılmakta, yüzüle yüzüle kuyruğa gelinmektedir.
Tortu günleri bitecektir, bitmelidir.
Büyük ya da küçük, somut işler vardır gündemde, oradayız işte, tam oradayız, beğenilsin beğenilmesin, her şeyin yeniden örüldüğü, yavaş yavaş bir şeylerin inşa edildiği başlangıç günlerindeyiz. Ve başlangıç günleri zordur. Daha kolay ve daha az sancılı olmasını kuşkusuz isterdik. Ama gerçek budur, ve sancıya dayanıklılık, zor zamanların sabrı, bugün gerçekten sosyalist olmanın da ölçüsü olmuştur.
Bir uç nokta yaşanmış ve yaşanıyorsa doğru diğer uca varılmadan bulunmayacaktır.
11 EKim 2009
Dünya devrimci hareketi yaşanan zorlukların altında ne kadar ezilmişse, Türkiye'deki devrimci hareket de o kadar ezilmiştir. Sosyalist dalganın dünyadaki genel gerileyişi ile ülkemizdeki darbe sonrası deformasyon karşı devrim güçleri açısından mükemmel denilebilecek bir biçimde üst üste düşmüştür. Ama buna rağmen bile devrimci hareket bazılarının hevesle umduğundan daha diridir. Söz konusu olan elbette esas olarak fiziksel koşulların zorluğu değildir. Devrimci Hareket 12 Eylül'ün azgın baskı koşullarında bile kentlerde yaşam bulmuş, kendini o koşullarda da üretebilmişti. Yani sanıldığı gibi bugünün sorunu güçlü merkezi devlet otoritesinin soluk aldırmazlığı değildir. Zorluk, yaşanan ortamdan ve mücadelede bugüne özgü ve yarın aşılacak olan eksikliklerinden kaynaklanmaktadır.
Tarih tortu günlerinden sıyrılıp çıkmanın yolunu da gösteriyor. Gerçekten, tortu günleri yaşanmıştır, bir anlamda da yaşanmaya devam ediyor. Durgunluk tortu üretir, üretmiştir. Her gün yaşanan, ayağımıza dolanan olgu Üstelik tortu olduğunu farketmeyen, tortu gibi görünmeyen bir tortu türüdür bu.
Devrimci hareket kendini saflaştıracaktır, saflaştırmak zorundadır. Her zenginliği kuşkusuz kullanacaktır ama bu rafine olma gereğini ortadan hiç kaldırmamaktadır.
Çünkü sıradan günler değil çok önemli günler yaşanıyor ve tarihte olağanüstü süreçler her zaman olağanüstü önlemlerle birlikte anılmıştır.
Süreç kimseyi beklemiyor, ancak sürecin akışı içinde, onun isteklerini yerine getirerek arınmak mümkündür. Bütün bu fırtına günlerinde yepyeni filizleri koruyup büyütmek sorunu vardır. Coşan bir dalganın üstünde değil, sosyalizmin geri çekilen dalgasının sularındayız.
Eski günler yoktur, beğenelim beğenmeyelim durum budur. Sabır vardır bugün, sabır iğnesiyle kazılan kuyular vardır. Ve buna sabrı yetenlerle, sabrını kollektif disiplin ve çalışmanın bir parçası yapanlarla birlikte yürünecektir.
Beğenelim beğenmeyelim, karanlık zamanlar yaşanmıştır, yaşanıyor. Zor bir kuşağız yıpranmaların, savrulmaların tarihini yaşadık, 30 yıl önce kimse belki sosyalist olmanın bugünkü durumunu yaşayacağımızı bilemezdi. Ama yaşadık ve bu yaşantının her gününde sosyalist olmanın anlamı üzerine yeni şeyler öğrendik.
Başlangıç zamanlarını eskiden tanırdık, ilk kez yaşamıyoruz ama yeniden ve başka bir deneyim yüküyle yeni başlangıç zamanlarına geldik dayandık.
Başlangıç zamanları zordur. Yola çıkar, yürürsünüz zorluklar içinde adımlar atarsınız. Ve zorlukları aşmanın tek yolu, adımlarınızı uyumlu kılmanızdır.
kişiden oluşan kitleselliğin içinde yaşamak, yükselen bir dalganın üstünde bulunmak çoğu kez gerçekten sosyalist bir eğitim ve formasyonu, bir içselleştirmeyi göz ardı etmeye yol açmıştır.
Sabır günlerindeyiz, bu sabra gücü yetenlerle yürünecektir.
60’ını geçmiş inkarcı, ajan, yalancı, tahribatçı, itirafçı ve iftiracı, seviyesiz dinazorlar da vardır. Devrimcilik yapan çocuklarda, hangi gelenekten olurlarsa olsunlar, korunması gereken filizlerdir. Onları çok seviyoruz. Eksiktirler, durgunluk çocuklarıdır onlar, görmemişlikleri, yaşamamışlıkları vardır. Ama seviyoruz onları.
97 yaşında kalemiyle, sözüyle, inadıyla yürüyen bilgeler vardır. Onları da seviyoruz.
Kendine saygısı olmayanlara saygı yok. Söylenecek söz vardır acele yok, Geleceği önümüze koyuyoruz. Geleceğin insanlarına yüzümüzü çeviriyoruz, bu bir zorunluluktur.
Artık çifte klasörlü yaşamlarla varılabilecek bir menzil yoktur. Kıyıda köşede yaşanamıyor artık. Bazı şeyler azıcık yapılamıyor. Devrimcilik ve yoldaşlık kavramları bugün başka bir anlam kazanmıştır. Dünden farklıdır ve kıstasları değişmiştir. Eğer sosyalizm bütün yaşamınıza içselleştirmediğiniz bir şeyse, üstünüze ilişmiş bir şey olarak duruyorsa, bu durum fazla uzun sürmüyor. Hayhuylu süreçlerde, yükselen dalgaların üstünde kısmen üstünü örtebildiğiniz sefilliğiniz, sabır günlerinde çok çabuk ve net beliriyor. Sabrınızın neye yettiği, ne kadar sosyalist olduğunuzu da ortaya koyuyor. Eğer devrimci düşünceyi kendi parçanız yapmamış, onu içselleştirmemişseniz, onu yaşamınızı yalnızca zorlaştıran bir faktör olarak görürsünüz, sevgisiz bir katlanmayı yaşarsınız ki, bunun eninde sonunda bir sınırı vardır. Che'nin çok yerinde olarak belirttiği gibi ‘’Bireyin içinden gelen bir gayretle çalışması, yaptıklarına karşı ilgi duyması ve bilinçlenmesi sayesinde, en sıradan, en sıkıcı işler bile önemli, ciddi, yerine getirilmezse kişinin rahatsızlık duyacağı görevlere dönüşür.’’ Bunun adına da fedakarlık denilir. Asıl bu fedakarlıkları yapmamak bir devrimci için fedakarlıktır. Başka bir deyişle, kategoriler ve kavramlar artık değişmektedir.
Gerçek bir devrimci, devrimin yönetici partisinin herhangi bir üyesi, bizi bekleyen zor yıllar boyunca, hayatının her saatinde, her dakikasında çalışmak zorundadır. Hem de, görevine karşı her an yenilenen ve artan canlı bir ilgi duyarak çalışmalıdır. Bu, devrimcilerin temel niteliğidir. Devrimin anlamı budur, devrimci insan tüm varlığıyla devrimcidir, kendini bir devrimci gibi hisseder ve o zaman, fedakarlık kavramı anlam değiştirir. Yani söz konusu olan fedakarlık değildir. Başka insanlarla birlikte dünyayı değiştirme işine girişmek ve kendini, bütün varlığını, geleceğini bu değişim işine vermek, yeni bir dünyayı referans noktası almaktır.
Devrimcilik, proleterya için, onun adına yapılan bir iş değildir. Daha doğrusu, devrimciyseniz eğer, başkası için iş yapan bir konumda değilsinizdir. Yaptığınız şey size aittir ve siz yaptığınız şeyin tam kendisi olursunuz. Ve o zaman devrimcilik, sizin yapmanız gereken bir şeydir, sizin doğal bir durumunuzdur, hayat içinde duruş biçiminizdir. Ve o zaman katlandığınız zorluklardan ötürü böbürlenmeniz ya da tam tersi hayıflanmanız ya da bunun bir şekilde rantına talip olmanız komik bir şey olur çıkar. Sevgiden yakınılamaz Ya da bir şeyi sevdiğiniz için tutup bununla böbürlenemezsiniz. Ve sevgi gibi aynen insanlar arasındaki sevgi durumu gibi burada da çoğu kez sanıldığının aksine tek bir karar, tek bir yol ayrımı yoktur.
Bu, belli bir yol ayrımına bir kez gelip, o noktada iki yoldan birini seçmek sorunu değildir. Yaşam bütünüyle yol ayrımlarıyla, her somut sorunda, her anlık kararda yeniden sınamalarla doludur. Her gün yaşarsınız yol ayrımlarını. Her gün, her yolla size, iradenize egemen olmak isterler, siz olmaktan başka bir şey olmanızı isterler. Belli bir geçmiş tarihte düzen dışını seçmiş, tercihte bulunmuş olabilirsiniz; ama bu, nikah defterlerine atılan o kendi başına anlamsız imza gibidir. Ya üretirsiniz o ilişkiyi, ya da biter. O tercihi her gün, her davranışta yinelemek, hatta boyut kazandırarak yeniden üretmek zorundasınızdır.
ALGILAR
Sorgu süreçleri bir örnek olarak anımsanabilir. Sorgudaki direniş, çoğu kişi tarafından orada, kapıda başlayan bir süreç olarak algılanır. Oysa bir yanılgıdır bu. Hatta bu anlamda direniş özel bir eylem bile değildir. Söz konusu olan aslında bir sürdürme, yineleme durumudur. Her gün yaşam tarzımız itibarıyla ne yapıyorsak, onun, orada bilinen koşullarda yinelenmesidir. Aradaki tek fark, bu kez çıplak fiziki şiddetin devreye girmesi, şiddet aletlerinin kullanılmasıdır. Özünde manyeto ya da medyanın bilmemkaç kanalının, bilmemkaç puntolu gazetelerinin kullanılması arasında çok fark yoktur. İki durumda da amaçlanan bizim irademize egemen olmak, bizi kendimizden başka bir şey olmaya zorlamaktır.
Yani, hiç bir şey orada başlamamaktadır. Her şey, orada, gözlerimiz bağlandığında değil, daha önce teslim alınmaya çalışılan, çarpıklaştırılmak istenen bilincimizde başlıyor. Farklı bir dünyanın insanıysak artık, dünyaya onların penceresinden bakmaktan kendimizi kurtarmışsak ve her gün daha fazla kurtarıyorsak, gözlerimizi yeterince büyük açmışsak, cepheden karşı karşıya geldiğimiz güç ile aslında her gün cephe cepheye olduğumuzu biliyorsak sorun çözümlenmiş demektir. Eğer beynimizde siyah bir bant yoksa, gözümüze bağlanan o sıradan bez parçası bizim için hiç bir görme problemi yaratmayacaktır.
Bu tarihsel karşılaşmanın bir boyutta her gün yinelenmesidir. Yoksa tarihsel haklılık fikri kendi başına soyuttur. Kendi gerçekliğini teorik planda ele vermez. O, kendini gündelik çarpışmalar yoluyla açığa vurur. Her günkü karşı karşıya gelişlerde çürük kokuları ve bahar kokuları birbirine karışır ve ayrılır.
Sonuç olarak ısrarla vurgulamakta yarar var.
Yüzümüzü geleceğe çeviriyoruz. Çifte klasörlü yaşamlarla yürümek artık mümkün değildir. Sapla saman ayrılmakta, yüzüle yüzüle kuyruğa gelinmektedir.
Tortu günleri bitecektir, bitmelidir.
Büyük ya da küçük, somut işler vardır gündemde, oradayız işte, tam oradayız, beğenilsin beğenilmesin, her şeyin yeniden örüldüğü, yavaş yavaş bir şeylerin inşa edildiği başlangıç günlerindeyiz. Ve başlangıç günleri zordur. Daha kolay ve daha az sancılı olmasını kuşkusuz isterdik. Ama gerçek budur, ve sancıya dayanıklılık, zor zamanların sabrı, bugün gerçekten sosyalist olmanın da ölçüsü olmuştur.
Bir uç nokta yaşanmış ve yaşanıyorsa doğru diğer uca varılmadan bulunmayacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder